Bayi Çağrı  (B.Ç:) (1955) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Devim GECE (D.G:) Tahir BOZKURT (T.B:)

Görüşmeden Öğrenci Hareketleri ile ilgili bölüm:

Bir defter içerisine aranan devrimcilerin fotoğraflarını gazeteden koparmış, yapıştırmış albüm gibi yapmıştı. Gizlice onlara bakar, okur, saklardık.

B.Ç.: Ortaokuldaydım ama hangi sınıf, 70’miydi, 71’mi hatırlamıyorum. Çünkü o zaman daha yeni devrimci düşüncelere yakınlık duyuyorduk. Ortaokuldayken bir sabah geldiğimde beni müdür odasına aldılar. Bir masaya kazıyarak “Kahrolsun patron ağa devleti” yazmışlar. Benim masaya da devrim yazmışlardı ama o zaman devrimin ne olduğunu bile bilmiyordum. Birileri şikâyet etmiş, asker ve polis gelmiş. Kim oturuyor bu masada? Benim oturduğumu söylemişler. Tıraş olmaya gitmiştim. Geldim “neredesin” dediler. “Tıraş oldum berberden geliyorum” dedim. Baktılar gerçekten tıraş olmuşum. O arada müdür bana bir tokat attı. Bu senin masan dedi. Dedim “ben yazmadım kim yazdı bilmiyorum”. Gerçekten de ben yazmamıştım, yazanları da bilmiyordum.  Bizim bir öğretmenimiz vardı A.S., “Çocuk doğru söylüyor daha yeni gelmişti. Nerden bilecek kimin yazdığını” dedi. Müdür, “Kimin yazdığını bilmiyoruz, araştırıp size göndereceğim” dedi. Beni dövmediler, polise de vermediler. Konu öyle kapandı. Daha sonradan merak ettim kim yazdı diye, yazan da benim Mazgirt’in köylerinden gelen bir arkadaşımmış. O arkadaşla daha sonradan konuştuk, sohbet ettik. Meğerse bizimkilerin o dönemlerde orada çalışmaları varmış. Patron Ağa Devleti diye küçük bir kitapçık vardı, onu dağıtmışlar; oradan okumuş, hemen yazmış. Daha sonradan baktım ki ilçe içerisinde duvarlarda da yazılar vardı. Demek ki o dönemde ilçede faaliyetleri vardı.

D.G.: Siz tabi anlamıyorsunuz, yeni idrak ediyorsunuz…

B.Ç.: Anlamıyordum ama devrimcilere sempati duyuyordum. Mesela radyodan arananların isimlerini duyuyorduk. Resimlerini görüyorduk. Onlara sempati duyardık. Lazvan diye Mazgirt’e bağlı bir köy vardı; orada Hüseyin -Hüso- diye bir sınıf arkadaşım vardı. O da benim gibiydi devrimcilere çok sempati duyardı. Ama o belki de benden daha ilgiliydi; bir defter içersine aranan devrimcilerin fotoğraflarını gazeteden koparmış, yapıştırmış albüm gibi yapmıştı. Gizlice onlara bakar, okur, saklardık. Güvendiklerimize gösterir, bizi ihbar ederler diye güvenmediklerimize göstermezdik. Daha sonradan o kitapçıkla ilgili konuşmaya başladık. Arkadaş getirip bize okuyordu. Köyümüz yakın olduğu için evden Mazgirt’e yaya gidip geliyorduk. Ama köyü uzak olanlar Mazgirt’te ev tutardı, orada kalırlardı. Bazen onların evlerine giderdik. Okurlardı, dinlerdik; hoşumuza gidiyordu bu tür yazılar. Öylece hareketle tanıştık.

D.G.: Kimlerle tanıştınız o zaman, o evlerine gittiğiniz arkadaşlarınız kimlerdi?

B.Ç.: Hepsi daha sonradan mücadele içerisine giren arkadaşlarımızdı. Parti’de aktif olarak çalışan arkadaşlar oldular. Ben esas olarak öğretmen okulunda başladım. 1. sınıftayken daha lümpendik. Parti’nin ilkelerine o kadar bağlı değildik. O zaman İbrahim’in bütün yazıları teksir halinde çıkıyordu. Genel eleştiri, Kemalizm benzer yazıları parçalar halinde verirlerdi, okurduk. Ya da çıkan bildiriler teksir halinde elimize gelirdi. Öğretmen okulundayken arkadaşlarla tiyatro yaptık. Şehirde oynadık, sonra yasaklandı.

D.G.: Adı neydi oyunun?

B.Ç.: Sanırım “Dur Kurtuluşunu Vurma” diye bir oyundu. Bir ispiyoncu devrimcileri vuruyordu.

D.G.: Yazarı kimdi bu oyunun?

B.Ç.: Yazarı bizim arkadaşlardan biriydi ama kim olduğunu bilmiyorum. Tunceli’de, Mazgirt’te, Ovacık’ta oynadık. Mazlum Eren’ın köyünde oynadık.  Mazlum ile aynı okulda okuyorduk. Hatta onun babası Adalet Partiliydi, ona rağmen bizi severdi, izin verdi bize köyde oynadık. Biz oyunu bitirdik ardından asker köyü bastı.

D.G.: Sizin rolünüz neydi?

B.Ç.: Devrimcileri vuran ispiyoncu bendim.

            ….

Bizim öğretmen okuluna yakın Gazik diye bir yer vardı. Orada üç yıl kaldık. Hep aynı ev değildi. En son Munzur’un kıyısında bir ev kiralamıştık. Değişik yöreden arkadaşlar vardı. Bizim okul hem yatılı hem de gündüzlüydü; yatılılar genelde uzaktan illerden gelen öğrencilerdi.

D.G.: Uzak iller derken nereler? Tunceli’ye okumaya mı geliyorlardı?

B.Ç.: Tabi. İstanbul’dan, Bursa’dan, İzmir’den, Diyarbakır’dan, Mardin’den; yani değişik illerden yatılı okulu kazanıp geliyor yatılı okuyorlardı. Yatakhane vardı orada yatıyorlardı. Yemekler de okuldan veriliyordu, herhalde devlet tarafından karşılanıyordu. Ama onlar biz gündüzlülerden fazlaydı. Yani bin kişi varsa 750 kişi onlardan, 250 kişi bizden vardı. Gündüzlülerin çoğunluğu Tunceli merkez ve civar ilçelerden geliyorlardı. Yatılılar genelde faşisttiler. Faşistler örgütlenmeye başladı, o zaman ortam kızıştı. Bir tiyatro yaptılar. Azeri halk oyunları oynayanlar göğüslerinden kurt bayrağı çıkardılar. Tabi kavga çıktı, orada birbirimize girdik. İzleyiciler sahneye atladılar, polis okulu bastı. Öğrencilerle öğretmeni polis kaçırdı. Bizden de bir iki arkadaşı gözaltına aldılar; daha sonra halk karakola yürüyünce bıraktılar. Birkaç gün sonra onlar750 kişi birden bize saldırdılar. Bizden elli kişi ancak vardı, diğerleri yemeğe gitmişti. Birkaç arkadaşın kaşı/gözü yarıldı.

D.G.: Onların 750’si de faşist miydi?

B.Ç.: Etkisindeydi. Beş altı kişi vardı onlara önderlik edenler, diğerlerini yönlendiriyorlardı. Yatılı oldukları için korkudan ses çıkaramıyorlardı. Biz de yavaş yavaş örgütleniyorduk. Çaktırmadan içimize ajan sokmaya çalıştılar. Tespit ettik onları; biz de onların içerisine ajan soktuk. Diyarbakırlı mıydı, Mardinli miydi; hatta çocuk öyle aktif hale geldi ki bizimkiler faşistlerin elebaşıdır diye onu dövdüler. Hiç olmazsa açığa çıkmadı daha da güvendiler. O şekilde onlardan istihbarat alıyorduk. Bir gün öğrendik ki; bir gün sonra saldırıya geçecekler. Saldıracakları da önderlik edenleri de biliyoruz. Onlar harekete geçmeden biz harekete geçtik. Birkaç gurup oluşturduk; sen şu kişiyi tut, sen şunu diye iş bölümü yaptık. Özellikle elebaşlarını etkisiz hale getirdik, ondan sonra saldırıları durdurduk, eylem yapamadılar. Bize saldırdıklarında da tabi kendimizi korumaya çalıştık, olay duyulup ta, her taraftan halk okulu basınca onlar da okul yatakhanesine hapsoldular. Aynı gece on – on iki otobüs hepsini aldı götürdü, bitti öyle.

D.G.: Ev arkadaşlarınızdan da bahsedin, kimlerdi?

B.Ç.: Mazgirt’ten A.A. dediğim arkadaş vardı, o sanat okulunda okuyordu, ben öğretmen okulunda. Karakoçanlı ve aynı köylü V.P. ve F.Ö. vardı; bir üst sınıftaydılar. Senenin birinde de yine A.A.,

  1. Ö., M.Ö., V. P., Beş kişiydik hatırladığım kadarıyla.

B.Ç.: Okulda daha sonra profesyonelliğe katılan arkadaşlardan H.S., K.S. ve kardeşi M.S., H.T., H.B., Mazlum Eren vardı. Kız arkadaşlardan H.D. vardı. Ovacıklı, M.E., Nadir Demirçivi… Nadir bizim okuldan değil, lisedendi. M.S. İbrahim dönemlerinden onlara yardım edenlerden birisiydi. Bizim dönemimizde de irtibatı vardı. Ama daha sonra aktif çalışmaya katılmadı.

D.G.: Öğretmenleriniz kimlerdi?

B.Ç.: Öğretmenler genelde yabancıydılar. Birkaç tanesi THKP-C kökenliydi. Devrimci, solcu öğretmenlerdi. Aktif olarak H. A. diye Antepli birisi vardı, Halkın Kurtuluşu’ndandı galiba, iyiydi. Diğer öğretmenler değişik yerlerden geldikleri için onlarla rahatça konuşamıyorduk, çekiniyorduk. İçlerinde birkaç tane faşist de vardı. Hatta bir tanesinin ismi Süleyman Yeşil’di, bizim Süleyman Yeşil zannederek üç dört ay gözaltında tutmuşlardı. Süleyman Yeşil yakalanınca onu bırakmışlar.