Hikmet Şenses-Öğrenci Hareketleri

Hikmet Şenses-Öğrenci Hareketleri

Hikmet Şenses (H.Ş:) (1950) ©2017 Onur Vakfı
Yücel DEMİRER (Y.D:) Şükrü ASLAN (Ş.A:)

Görüşmeden Öğrenci Hareketleri ile ilgili bölüm:

Çorum Lisesi’ndeyken, Tokat Öğretmen Okulu’na seçildim, sene 1967. Ama Tokat yerine İstanbul’a, Çapa Öğretmen Okulu’na geldim. Bizim bir tarih öğretmenimiz vardı. “Sen falanca gün gel, ben seni Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na götüreceğim,” dedi. O arada da rapor almamız gerektiğinin bilgisi geldi. Ben köyde harmandayım.

Çorum Lisesi’ndeyken, Tokat Öğretmen Okulu’na seçildim, sene 1967. Ama Tokat yerine İstanbul’a, Çapa Öğretmen Okulu’na geldim. Bizim bir tarih öğretmenimiz vardı. “Sen falanca gün gel, ben seni Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na götüreceğim,” dedi. O arada da rapor almamız gerektiğinin bilgisi geldi. Ben köyde harmandayım. Amasya’nın Saray­cık köyünde düven sürüyoruz, yazın, ağustos ayı, hava çok sıcak, terliyoruz. Bu haber gelince titremeye, üşümeye baş­ladım sevincimden! Benim için, bir köy çocuğu için yük­sekokul kapısı açılmıştı! 17 yaşlarındayım, Çorum’a gittim  rapor almaya, Amasya’ya hiç gitmemiştim, Çorum bize daha yakındı. Oradan rapor almaya çalışıyorum baktım, benim gibi aynı durumda iki öğrenci daha var. Hasanoğ­lan’dan gelmişler, yanlarında da güzel yüzlü bir ağabey var. Tanıştık. Benim de Çapa’ya geleceğimi öğrenince hemen ilgilendi. “Ben de oradayım, ismim İbrahim Kaypakkaya, İstanbul’a geldiğin zaman muhakkak beni bul, 2. sınıfım,” dedi… Çapa’ya geldik… Ben geldiğim zaman namaz kılıyo­rum, oruç tutuyorum… Bu arada hazırlığa başladık, dersle­rim iyiydi. Yüksek Öğretmen Okulu’na geldiğimiz zaman hazırlık okuyoruz, hazırlıkta liseyi bitiriyoruz… Bu arada tabii okulda tartışmalar oluyor. Bir arkadaşla yan yana düş­tük, bazı kitapları getiriyor, yanında oturuyorum ya, oraya bırakıyor. Mesela John Steinbeck’in Bitmeyen Kavga’sını okudum ve bu benim yaşamımda çok büyük etki yaptı… Biz sol görüşle düşünmeye başladığımızda üniversitelerde bir Mahir hareketi bir de PDA diye Doğu Perinçek’in, Muzaf­fer’in, Aslan’ın, İbrahim Kaypakkaya’nın içinde olduğu iki tane akım vardı. Üniversitelerde bazı toplantılar oluyordu. Biz Mahir Çayan hareketinin sempatizanıydık, çünkü bu ar­kadaşlar daha çok okul sorunlarıyla ilgileniyordu… Sonra, İbrahim’in de içinde bulunduğu on kişi okuldan atılınca, bir gün Çapa Yüksek Öğretmen Okulu basıldı… Biz de o zaman okuldaydık. A. D. adlı bir müdür vardı, onun etkisiy­le öğrencilerin atıldığını düşünen bazı arkadaşlar dışarıdan geldiler. Bu olaydan sonra biz okulu terk etmek zorunda kaldık, çünkü can güvenliği yoktu. Hüseyin Arslantaş öl­dürülmüştü. Biz okuldan içeriye girdiğimiz zaman aranır­dık ama polisin yanında MHP’liler bize silah gösterirlerdi. Böyle olunca da bir bahaneyle kavga olurdu. Okulda “Sarı Bina” dediğimiz bir yer vardı. Orada bizde içerideydik, Hü­seyin’in kapıya vurduğunu, “kapıyı açın, kapıyı açın!” diye seslendiğini hatırlıyorum. Biz kapıyı açtık, baktık vurulmuş yerde yatıyordu. Hemen hastaneye götürmek için hareket ettik, Cerrahpaşa’ya gittiğimiz zaman Hüseyin Arslantaş komaya girmişti. 10-12 gün komada kaldıktan sonra arka­daşımızı kaybettik! O arada onun katili olarak olayla hiçbir ilgisi olmayan ve bizim yanımızda olan arkadaşlar aran­maya başlandı… Biz cenazeyi Sivas’a, Zara’nın Ekinciler köyüne götürdük. Bir kış günüydü hiç unutmuyorum, çok zor şartlarla cenazeyi defnettik, geldik. Bu olaydan sonra bizde şöyle bir görüş oluştu: “Biz haklı da olsak bizim ar­kadaşımız öldürülüyor, bizim arkadaşlarımız katil olarak aranıyor! O halde silahlı mücadele olmadan sosyalizm, de­mokrasi gelmez!” O arada bizi okuldan attılar, bizim de bir grubumuz vardı, Kadırga’da Tokat Yurdunda kalıyorduk… Bir yer saldırıya uğrayacaksa biz gidip savunma yapıyor­duk. Örneğin Fikirtepe’de saldırıyorlardı. Kum torbaları konulmuş yurtların önüne, biz oraya gidip bekliyorduk, gece saldırı olursa karşılık vermek için. Bu bizi öğrenci ke­siminde meşhur yaptı, yani bizi gördükleri zaman herkesin morali yükseliyordu: “Çapalılar geliyor” diye! Böyle bir ortamda mücadeleye atıldık… Teknik Üniversitenin kanti­ninde kalıyorduk, cumartesi günleri Teknik Üniversite’nin salonlarında toplantılar yapılıyordu… Biz önce Mahir ha­reketindeydik fakat daha sonra yakalanmalar olunca bir boşluk oldu, bağımız kesildi. O arada Aslan Kılıç’ın İbra­him’le bağı varmış, Muzaffer’le ve onunla bağ kurarak biz de Aydınlık hareketine katıldık… Aydınlık hareketi içinde, öğrenci gençlik içerisinde çalışma yürüttük; o zaman Ahmet Muharrem Çiçek, Meral Yakar, öğrenci arkadaşlardan Ad­nan, Naki vardı… O arada Aydınlık’ta bir ayrılık söz konusu oldu: Beyaz Aydınlık ve Kırmızı Aydınlık! O ayrılık tabii bize de yansıdı.

Yorumlar kapalı.

« GERİ DÖN