Abbas TUNÇ (A.T:) (1955) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişiler: Özer İNAL (Ö.İ:) Özkan ULUCAN (Ö.U:)

Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:

A.T: 12 Eylül’de yani birçok arkadaşımız yakalandı öldü vuruldu bir kısmı. Bunların bir kısmı cezaevlerinde çok zor işkenceler, 45 gün gözaltında kalma süresi vardı ağır işkencelere tabi tutuldular. Çözülmeler oldu, artık sokaklarda bile gezemiyorduk. 

Sadece belirli bölgelerde çok az sayıda insan kaldı. Ben sadece 12 Eylül’de iki haftada iki tane ev değiştirmiştim, iki hafta içerisinde. Bir çocuğum var, o dönem evlenmişim, bir de çocuğum 3 yaşındaydı. Yani arabayı yüklüyorum göç ediyorum, bir bu tarafa o semte gidiyorum. O semtteki yakalanıyor, başka bir semte gidiyorum, en sonunda göçü de bıraktım, eşyayı da bıraktım sadece kendimi götürebildim, gittim yani. Benim daha çok az örgütsel ilişkim olduğu için ondan önce ayrıldığımdan dolayı o örgütsel bağlarda olmadığım için dışarıda kalmama biraz da o vesile oldu. Yani yakalanmamama ama o bağı olan insanların çoğu yakalandı, o süreci yaşadılar, içeri girdiler.

A.T:  Ben Tunceli/Ovacık doğumluyum, Kızık köyü doğumluyum.  Ovacık ortaokuluna gittim, Elazığ’da orada devam ettim sonra İstanbul’a geldim.

İstanbul’da bir çevremiz vardı o çevrenin yanına geldik yerleştik. Benden önce İstanbul’a gelen akrabalarım içerisinde dayım vardı o Beko teknikte şefti beni de Beko’ya aldı. Beko teknik o zaman televizyon üretiyordu buzdolabı üretiyordu, ben televizyon bölümündeydim. Akşam okulu diye teknik eğitim kursu aldım, Beko teknikte bir müddet çalıştım.

Ö.İ… Yıl Kaçtı abi?

A.T… Yıl 72-73 tarihlerinde biz o tarihlerde Kandıralı Agâh diye bir arkadaşım vardı daha sonra da onun TSİP çevresine ya da bu TKP çevresine takıldığını öğrenmiştim. İşte işçi hakları vardır tazminat hakkı vardır toplu sözleşme vardır diye onlarla böyle görüşürken üye kayır fişlerini aldık, işçileri üye yaptık. Bundan da kendimizi öyle bir şeyin içerisinde görünce epey bir şeyli geçti yani olaylı dönem geçti.

Ö.İ… Kaç yılında? 73’demi?

A.T: Evet 73-74’de.

Ö.İ… Şeyi anlatırlar mıydı? 38’den, üzerinden yıllar geçmiş de olsa.

A.T: Evet aslında büyüklerimiz bunu konuşurken çoğu zaman bizden gizlemeye çalışırlardı ama biz oynarken onlar birbirine anlatırken biz hepsini duyuyorduk. Örneğin bir bayanı anlatırlardı işte bayan kendisi Sulta Selgini diyorlardı, bir kızı olmuştu bir kızından sonra çocuğu olmamış ama adam çalışkan biriydi yani çok çalışkan bir adamdı Memli deniyordu. Aslında adı Hasan’dı biz Memli diyorduk kendisine.

Yani çok sonradan öğrendim adamın adının Hasan olduğunu köy içerisinde onun o tabir edilen ismi söylenince bizde onu kullanıyorduk Memli Memli… sonra o bayan kocasına evlenebilirsin demişti. Yani annelerimiz konuşurken neden böyle bir şey yaptı? 38’de çok güzel bir bayanmış tecavüze uğramış bundan dolayı derlerdi ki işte Sulte’nin çocuğu olmuyor artık… Kocasına demiş ki evlenebilirsin. Kocası, bir bayan daha getirdi, evde Sulte’de kaldı o bayanda kaldı, yani Sulte öldü ama o bayan halen yaşıyor.

Şimdi bu anlatıların ardından benim büyük abim öldüğü zaman, annem ‘ben seni 38’de yaprağın altına gömdüm, kundaktaydın, yani boğ dediler, kıyamadım… ama sonradan işte öldün’ diye ağıt yakıyordu. Bu bana çok acı gelmişti.

Ö.İ… Etkilenmiştin

A.T: Evet.

Ö.İ… O zaman tekrar Ovacık oradan da Elazığ’a gittiniz.

A.T:  Elazığ’a geldiğim zaman o zaman TÖS vardı yani Töb-Der yoktu, TÖS vardı.

Ö.İ… Şeyden devam edelim isterseniz Beko’ya girdiniz.

A.T:  Evet.

Ö.İ… Orada çalışmaya başladınız tam olarak ne iş yapıyordunuz?

A.T:  Montajcı yani montaj yapıyorduk. O zaman 1500’e yakın işçi vardı 2 vardiya çalışıyorduk.

Ö.İ… Biraz o Beko çalışma şeyinden bahsedelim hani o işyerinden bahsedelim.

A.T:  Orada genellikle çoğu bayandı, az sayıda erkek vardık biz. Çok bayan vardı çalışan. Beko teknikte çalışmak o dönemde İstanbul’da yani Kavel, Beko teknik, Demirdöküm yani buna benzer Profilo bu fabrikalarda çalışmak Almanya’ya gitmek gibi bir şeydi yani. İyi kazanıyordu onun için orada biraz daha iyi olduk daha sosyal biraz daha kendimize güvenimiz arttı biraz daha ayaklarımız yere bastı bizde varız diyebildik.

O bize nefes aldırdı. Ama benim sendikal faaliyetlerde bulunduktan sonra sendika oraya girdi, girdikten sonra biz, ben askere gittiğim için.

Ö.İ… Hangi sendikaydı?

A.T:  Maden-İş sendikası, DİSK’E bağlı Maden-İş sendikası.

Ö.İ… Siz başlamadan var mıydı sendika?

A.T: Bizden önce yoktu orada sendika, ilk sendikayı biz orada örgütledik sonra ben askere gittim yani Beko teknikten direk askere gittim Beko teknik yandı.

Ö.İ… Kaç yılıydı?

A.T: Sanırım 75 yılıydı, ben o zaman askerdim, Beko teknik yandı sonra Beylikdüzü’ne taşındı.

Ö.İ… Yanma sebebini biliyor musunuz?

A.T: Yani ben askerde olduğum için tam sebebini anlamadım.

Ben askerden döndükten sonra (o zaman kanuni bir haktı) tekrar Beko tekniğe döndüm yani beni aldılar tekrar.

Ö.İ… Tekrar oraya geleceğiz sizden önce sendika yoktu şimdi hem oraya değinelim biraz. Oraya nasıl sendika getirdiniz? Beko dışındaki sosyal yaşamınız, neler yapardınız? Görüştüğünüz kişiler var mıydı?

A.T: Sosyal ilişkilerimiz genellikle getto bir ilişkimiz vardı yani o bölgenin insanları aynı kahveye giderdik aynı kahve de otururduk sinemaya giderdik. Yazlık sinemalar o zaman çok yoğun bir şekilde vardı genellikle sinemalara giderdik, kışlık sinemalara pek az giderdik ama yazlık sinemalara epey rağbet ediyorduk yani kaçırmıyorduk.

Ö.İ… Hangi filmlerdi hatırlıyor musunuz?

A.T: genellikle o filmlerin içerisinde Yılmaz Güney’i çok önemsiyorduk ve onun filmlerine giderken keyif alıyorduk. Yani biz genellikle Yılo’cuyduk, Yılmaz’cıydık. Yılmaz Güney nerede oynuyorsa biz orayı takip ediyorduk, en çok Yılmaz Güney filmlerine gidiyorduk.

Ö.İ… Peki biraz da o sosyal, siyasal ilişkilerden bahsedelim, 60’larda 70’lerde o dönemlerde sizin hayatınız da yer edinen olaylardan bahsedelim, hatırladığınız bir şey var süreç var, sendikaya üye olmak sendikayı işyerine getirmek başka bir şeyin sonucu olarak oluştu muhtemelen. İş hayatınız nasıl geçti biraz bundan bahsedelim.

A.T: O dönem, Süleyman Cihan, A.C., M.A. üniversitelerde okuyorlardı.

Onlar geldi yani bu Halıcıoğlu’nda bizim bu çevreler var onlarla ailece de tanıyorduk birbirimizi yani geçmişte baba dostu olduğumuz için. Geldiler, önce bizi dinlediler. İsmail Çalıkıran vardı, beraber.  

İsmail Çalıkıran, bize bir fotoğraf gösterdi bu bizim arkadaşımız işkencede öldürüldü yani İbrahim Kaypakkaya olduğunu söylemişti. Sonra okumamız için bize bazı yazılar verdiler, bizim çok güven duyduğumuz yani ailece de bağlarımız olan o insanlara güvendiğimiz için beraber gelenlere de güveniyorduk.

Ö.İ… Şimdi Sendikayla nasıl ilişkiye geçtiniz? Sizi o ilişkiye iten sebep neydi? Ve kimin üzerinden bu ilişkiye geçtiniz? Ve tarihini söylersek daha iyi olacak, hangi tarihlerde?

A.T: Yani 72 olarak tahmin ediyorum yani ne kadar çok tarihler çok şey olduğu için tam hatırlayamıyorum. O dönemde Agâh diye bir arkadaş vardı.

Bir gün soyunma odalarında giyinirken dediler ki ‘sen sendika diye bir şey biliyor musun?’ dedim ‘duydum ama nerede olduğunu bilmiyorum’, ‘iyi oldu o zaman biz sana bu fişleri verelim gel bizimle beraber çalış’ aldım baktım okudum Disk Tüm Maden-İş yazıyor, devrimci işçiler sendikası. Bende üye yapmaya başladım ama o saate kadar bunun şey olduğunu bilmiyordum yani işveren bunu görürse bizi işten atar ya da bu gizli yapılır diye. Biraz daha yüksek sesle birine söyledim o beni uyardı dedi ki ‘eğer duyarlarsa bizi işten atarlar’ yani bunu önce gizli yapalım. Yetki alınca ben bu sendikanın üyesiyim diyebiliriz eğer ondan önce böyle davranırsak bizi işten çıkarırlar, diye. Herhalde illegaliteyi de o zaman öğrenmiştim yani bu tür şeylerin gizli yapıldığını.

Daha sonra biz üye yapmaya başladık Çelik-İş diye bir sendika geldi oraya yani oda daha önce orada böyle bir girişim, işveren üzerinden gelmiş toplu sözleşme yapıyor ama onlar 3 yıllığına yapıyor, ama biz 2 yıllığına yaptığımız için birde onlar işçiyle ortak düşünerek bir ücret talep etmiyorlardı. Yani hani şu kadar isteyelim şu kadarını alabiliriz diye böyle araştırma değil direk işverenle sözleşmeyi 3 yıllığına yapıyorlardı, çekip gidiyorlardı, işçiler onları görmüyordu. Tabi biz Maden-İş’e o zaman 14.cü bölgeydi.

Silahtarağa’ya gittiğimiz zaman biraz daha sosyal davrandılar bize böyle bir salona aldılar çay kahve söylediler, sandviç getirdiler anlatmaya başladılar sömürü, emek-sermaye çelişkisi, haklarınızı alacaksınız şu kadar saat çalışıyorsunuz işte bunların yani sizin hak ettiğiniz ücret bu değildir, ürettiğiniz malın değeri şudur size şu kadar veriyorlar diye. Bunu ilk defa orada öğrenmiştik. Hoşumuza gitti. O arkadaşlarla birlikte sık sık gitmeye başladık. Yani ben onların TKP ile ilişkisi olduğunu sonradan öğrendim. Uzun süre biz beraber çalıştık ama sonra ideolojik olarak birbirimize ters düştük ama arkadaşlığımız devam etti gene de.

Ö.İ… Kaç kişiye yakın vardınız Tüm Maden-İş’te?

A.T: Maden-İş’te 1500 kişi vardıysa biz herhalde 800’ünü yani salt çoğunluğu elde etmemiz gerekiyordu, salt çoğunluğu elde etmiştik. Çelik-İş’in bağlı olduğu bir konfederasyon vardı. Disk bizimdi onların neydi? Aklıma gelmiyor şu an da gelince söylerim.

 Federasyonları vardı onların genellikle sağcı sendikaların ortaklaşa kurdukları bir federasyondu ama biz devrimci işçiler sendikasıyla çalıştığımız için onlar o Çelik-İş oraya bağlıydı. Biz çoğunluğu aldık yetkiyi biz aldık yani yetkiyi alıp toplu sözleşmeyi yaptık daha sonra yaptılar ben askere gittim.

Ö.İ… Sendikaya gelmeden önce koşullarınız nasıldı? Geldikten sonra nasıldı?

A.T: Şimdi tabi geldikten sonra bizim 13ncü aylığımız oldu, saat ücretlerimize zam aldık 1ci yıl, 2nci yıl diye, gelir düzeyimiz arttı. Bir takım sosyal haklarımız yemekhane yemek sorunu yani buna benzer şeylerin yani işçi olarak orada kalitemiz farklılaştı değişti, ta soyunma odalarına kadar değişiklikler oldu yani sendika geldiği zaman. Bundan sonra sendikayla birlikte çalışmak bizim hevesimizi de artırdı daha bir heveslendik daha bir beraber çalışmak hoşumuza gitti. Bizi sahiplenen hukuku, kanunu yani çalışan işçiler olarak devlete karşı tek başımıza değil işte böyle kolektif birilerinin de bilerek hakkımızı savunanlarla birlikte olmak bize hoş geldi. Sanıyorum o hoşluk bizi o uzun süre bu alanda çalışmamıza da vesile oldu.

Ö.İ… İşçiler arasında ki dayanışma nasıldı?

A.T: O da bayağı öyleydi evet işçilerde bizim bir bölümü düşünen bu hakları daha sonra bizim gibi kahvelerde sokaklarda ya da çevremizde bulduklarına ‘sizin orada sendika var mı? Yoksa işte şu sendikaya gidin sendika bu haklarınızı alacak bunları size verecek, onlarla beraber hareket edin ya da gelin beraber gidelim’ diye. Sendikalı olmayan işçileri hatta küçük atölyeleri bile biz onları bile götürüyorduk sendikaya . Hatta götürdüklerimizin bir kısmını, mesela Gıda-İş kolunda çalışanları yanlışlıkla Maden-İş’e götürüyorduk. Diyorlardı ki,  bizim iş koluna  girmiyor,  yani biz Maden-İş kolundayız, bunları Gıda-İş’e götürün….Yani o ayrımı daha bilmiyorduk o zaman. Ama en azından hoşumuza gidiyordu yani işçi olarak çalışan olarak bize çok cazip geliyordu. Bundan dolayı beraber çalıştık uzun zaman.

Ö.İ… Çok az daha geriye gideceğiz o zamanlarda yine büyük bir hareketlenme vardı, dalgalanma vardı, 15-16 Haziran buna dair bildiğiniz birkaç şey varsa.

A.T: 15-16 Haziranı genellikle gazetelerde takip etmiştim ama ben kendim o zamanlar bir restoranda, lokanta da çalıştığımız için biz gidemedik ama o zaman bir uğultu duyduk. O zaman Süleymaniye’deydik Galata köprüsünün o hattı tutmuşlardı işte bu gürültü ne bu kadar siren sesleri falan…Süleymaniye oralardan seyrettik, korkunç bir kalabalık vardı Eminönü, Karaköy o hat boyu.

İşçiler ayaklanmış dediler daha sonra gazeteden takip ettim ben onu.

Ö.İ… Şeye girelim o zaman 15-16 Haziran’dan sonra 12 Mart muhtırası oldu biraz ona değinelim isterseniz, size denk geldi mi? Geldiyse size nasıl bir etkisi oldu?

A.T: 12 Mart muhtırası geldiği zaman genellikle bu öğrenciler ve belli bir kesime yöneldiler, bizim o toplu sözleşmelerimiz ve şeyimiz devam etti. Sendikada kimler ne kadar zarar gördüğünü onlar bize anlatmadılar yani o dönemde sendika içerisinde birileri içeriye alındı mı? Kim neler yaşadı? Biz pek duymadık yani onlarda o seminerlerde bize bunu söylemediler.

Ö.İ… Nasıl bir yankısı olmuştu? Ovacıkta mıydınız?

A.T:  Evet ben o zaman oradaydım o yani işçi partisinin oraya gitmesi.

Ö.İ… Burkay’dan bahsettiniz.

A.T… Burkay o dönemde bir şey daha hatırlıyorum radyoda şeyi duymuştum mecliste olay çıktı Çetin Altan’a bir saldırı yapıldı diye, Çetin’i o zaman ilk defa duymuştum yani bilmiyordum. Radyo’yu Mustafa Kılıç diye birilerinin dükkânı vardı bizde o an oradaydık Ovacık’ta herkes dinliyor bizde dinliyorduk. Toplumda bir heyecan yaratmıştı yani herkes o radyonun başına toplanıp da işçi partisinin 15 milletvekiline saldırı vardır. İşte onlar aydın insanlardır, bilge adamlardır, devrimci insanlardır diye söylemini bizde can kulağıyla çocukken dinliyorduk hoşumuza da gidiyordu.

Ama toplumda böyle bir heyecanın olması da o radyoları dinlemesinden anlaşılıyordu. Yani ben o kadar kalabalık insanların radyo dinlediğini ilk defa görmüştüm.

Ö.İ… Toplanıp bir yere gidip orada mı dinliyorlardı?

A.T: Evet dinliyorlardı.

Ö.İ… Askerliğe doğru gitmeden sonra bir şey olarak bir anektod’dan bahsetmiştiniz. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya toplantılarınıza geliyor muydu bu isimler.

A.T: Genellikle en çok Mahir geliyordu, Deniz Gezmiş evet bunlar hem geliyordu hem de duyuyorduk çevrede etrafımızda ama İbrahim Kaypakkayı’yı Mayıs’tan sonra yani 73’den sonra genellikle biz İsmail Çalıkıran ve A.C.’dan öğrendik, A.C. ’dan da öğrenmedik İsmail’den öğrendik. İsmail bize vesikalık bir fotoğraf göstermişti bu arkadaşımız işkencede katledildi diye söylemişti o zaman. İlk defa fotoğrafını o zaman görmüştük daha sonra bir fotoğraf daha getirdi paltolu, uzun beyaz pardösülü onun da Ali Haydar Yıldız olduğunu, katledildiğini anlatmıştı.

Ö.İ… Kabataş’tan bahsetmiştiniz.

A.T: Evet oraya kot almaya giderken yolu kapattılar Mahir Çayan Ulaş Bardakçı kaçmış dediler, oradaki esnaftan duymuştum. Yoğun bir şekilde polis vardı, eskortlu arabalar vardı o hat boyu. O zaman İstanbul nüfusu bu kadar yoğun değildi çok sakindi her şey çok çabuk duyulurdu, insanlarda bir araya gelip film izler gibi bakıyorlardı yani.

Bizde bakmıştık, heyecanla bekliyorduk yani gözümüzde de biraz büyütüyorduk. Tabi o zaman bizim için çok yaman bir şey görünüyordu bu yani o kadar devletin motosikleti ya da arabalı siren sesi peşinden koşan bu adamlar kimdir diye acaba buradan geçer mi diye çok baktığımızda oldu.

Daha sonra gazetelerde okuduk Ulaş Bardakçı’nın vurulduğunu, bebek tarafında bir yerde. Onu hatırlıyorum

Ö.İ… Şey var mıydı? Okuduğunuz romanlar?

A.T: Evet okuduğum romanları sendika döneminden sonra genellikle o zaman kadar çok az roman okudum ama 76’dan sonra geldikten sonra roman okudum. Genellikle Emile Zola’nın okudum o zamanın romanlarını yani o dönemden sonra Gorki’yi okudum.

Daha sonra yerli romanlarını bayağı okudum Yaşar Kemal’i okudum, Yaşar Kemal’in İnce Mehmed’lerini okudum, İnce Memed zaten benim roman okumamdaki alışkanlığımın ve o yönlü bir şeyler daha okumayı. Kemal Tahir’i okumaya başladım bunların çoğuna yönelmeye başladım. Onların içinde en hoşuma gidende 3 kitabını okumuştum Fakir Baykurt’u okumuştum çok hoşlanmıştım Fakir Baykurt’un romanlarından yani yerli roman en çok beni etkileyen o olmuştu.

Yaşar Kemal okurken de genellikle bizim coğrafyadaki insanları öne çıkarması çok hoşuma gitmişti. Bir ağayı anlatırken bile onun yanında onun merhametini de anlatması, çok hoşlanıyordum ve bana sanki bir şeyler katıyordu yani bir değer anlamında yani o coğrafya da böyle insanlarda vardır diye. İşte Kemal Tahir’i okuduğum zaman ben sanıyordum ki bir şey yok yani bir zalimi anlatıyordu yakalarsam benim de gırtlağına binesim geliyordu yani böyle de çelişkili şeyler okudum. İyi ki de öyle okudum bana çok şey kattı yani bazen.

En çok etkilendiğim oydu ama bunun dışında bayağı okudum roman sevdam o zaman gelişti yani okumaya başladım ondan sonra.

Ö.İ… 74’lerde askere gittiniz biraz da o askerlik döneminden bahsedelim isterseniz, Hangi tarihte gittiniz?

A.T: Ben askere gittiğim zaman Vatan diye bir gazete çıkıyordu.

Askerdeydim ben o zaman ser verip sır vermeyen bir yiğit, Nihat Behram diye bir yazar öğrencilik yıllarında gazetecilik mi yapıyordu ya da o gazete de çalışıyor muydu bilmiyorum. Bu sanıyorum İbrahim Kaypakkaya’yı bize en iyi anlatan en iyi tanıtan ve en iyi sevdiren o yazı oldu ve ben ondan çok etkilendim yani sanki öyle de bir roman okumuş halim oldu.

Döndükten sonra İbrahim Kaypakkaya’nın kitabını daha önceden teksir halinde bize getiriyorlardı okumuştum, görmüştüm yani parça parça ama kitabı ondan sonra okudum ve etkilendim. Ama benim İbrahim’e en çok sempati götüren Nihat Behram’ın o yazısıydı.

Ö.İ… Vatan mıydı?

A.T: Tabi tabi tahminen Vatan gazetesiydi orada işkence de ser verip sır vermeyen bir yiğit diye başlayan dizi şeklinde yazı… Ama çok güzel bir dil kullanıyordu o bayağı beni etkiledi. Sanıyorum İbrahim Kaypakkaya’nın ne bana resmi gösterenler ne de bana böyle bir arkadaşımız vardı diyenlerden değil ama o yazıdan müthiş etkilendim. Sanki kendimi bulmuş gibi oldum. Askerdeydim yani askerden önce başladı ben askere gittim askerde de o gazeteyi almaya devam ettim.

Ö.İ… Askerden önce başladınız askerlikte de bu yazıyı takip ettiniz.

A.T: Evet takip ettim.

Ö.İ… Uzun süren askerlik dönemine girdiniz, nerede yaptınız askerliğinizi?

A.T: Askerliğimi önce Denizli’ye gittim acemi birliğime sonra usta birliği de cumhurbaşkanı muhafız alayına gittim orada kaldım, cumhurbaşkanı muhafız alayında.

Ö.İ… 20 aya yakın.

A.T: Evet 20 aya yakın.

Ö.İ… O 20 aydan biraz bahsedelim, ilişkilerinizden.

A.T… Cumhurbaşkanı muhafız alayında iken  s1, s2 subay yerleri vardı. O zaman bu TİP ikiye bölünmüştü TİP-TSİP diye. A.O.T. diye bir arkadaşım vardı, TİP’e sempati duyuyordu oda benim gibi Vatan’ı okuyordu.

O matbaacıydı kendisi, matbaada çalıştığı için onun yanına gitmiştim. Bana dedi bu s1 s2’ler Dersimlilerle ilgili… Bu alay Dersim harekâtına katılmış. Dersim harekâtına katıldığı için bu muhafız alayı o dönem kuruluyor, diye. Dedim nereden biliyorsun? Dedi, burada bir dosya var, dedi. Burası kapanınca beraber gidip okuyalım. Dosyayı birlikte okuduk, o alayın 38 harekatına katıldığını (38’de atlı alayıymış) sonra kurulduğunu o ismin oradan geldiğini öğrenmiştim.

Daha sonra askerlikten soğudum o kalan zamanımı bitirene kadar epey dayak yedim.

Ö.İ… Daha çok o meseleyi öğrendikten sonra mı?

A.T… Tabi o meseleyi öğrendikten sonra soğudum yani.

Ö.İ… Tabi 38’e dair bildikleriniz vardı, size anlatılanlar yani.

A.T… Tabi anlatılanlar ve orada da okuduğum birtakım şeyler…. Şakilerin üzerine giden, Dersim Şakileri…. diye yazıyordu.

Ö.İ… Tam olarak yazılanlar aklınızda mı?

A.T… Şimdi o dönem bir alay komutanı vardı ama ismi de vardı şu anda hatırlamıyorum o halen komutan mı? Bunlar, birliğin hepsi atlı birlik, dağlık bir bölge olduğu için Şakileri takip etmek ya da onların üzerine gitmek (askerlerin yaya gitmesi zor olunca)  bu atlı birlikleri oluşturuyorlar. Başında da o albay var, albayın ismini hatırlamıyorum, ama işte bu planı sunuyor, başkomutan onayladı diyor.

Başkomutan diye bahsettikleri Mustafa Kemal Paşaydı yani, bu o orada çok başarılı bir harekât, Şakileri imha ediyorlar….vs.  Diye okumuştum yani. Daha sonra biz çıktık tabi lambalar yandığı için kontrole geliyorlar, çık çık çabuk çıkalım, dedi. Biz çıktık bir tane asteğmen geldi ‘ne arıyordunuz orada? Dedi.  Dedi bir şey kopyalamıştık oraya götürdüm.  Yani adam gidip orada bir şey okuduğumuzu tahmin etmedi.

Daha sonra epey fırsat kolladık gidip tekrar odada onu okumaya ama giremedik bir türlü. O zaman şu an ki aklım olsaydı ya kopyasını alırdım ya da bir şeylerini alırdım sahiden de belgeydi yani. Bana göre belgeydi o dosyaların hepsinde çok şey vardı ama tabi ben o zaman bu kadar şey değildim sadece bu alay bizim orada ne yapmış diye baktım. Dilde tamamıyla böyleydi yani Şakiler işte falan alay komutanı işte atlı birlikler oluşturalım şu kadar atlı seyislerle beraber buraya yönelelim. Önce Elazığ’a gidiyorlar Elazığ’dan Hozat’a Hozat’ın üzerinden oraya akın düzenliyorlar.

Ö.İ… Ondan sonra sizin için zor olmuştur ama.

A.T… Zor oldu sahiden de zor bitirdim yani.

Ö.İ… Tam olarak hangi tarihte gitmiştiniz?

A.T… 75’in sonlarıydı 76’nın başlarıydı herhalde yani 76’dı galiba bitirdim geldim. 76’da sivil hayattaydım tekrar.

Ö.İ… O dönem okuduğunuz Vatan gazetesi vardı günlük olayları o gazete üzerinden takip ediyordunuz. Nasıl yansıyordu askeriye de?

A.T… Biz onu Diyarbakırlı Y.A.  diye bir arkadaş vardı o şeye gidiyordu, ev şeyine çıkıyordu biz haftalık ona aldırıyorduk yani alıyorlardı o gelince bize toplu getiriyordu. Bizde onların hepsini okuyorduk sonra imha ediyorduk, A.O.T. ile ikimiz.

O çocuk matbaacı olduğu için matbaada özel işlerde yapıyordu. Kartvizit basıyordu bazı böyle davetiyeler gizli çıkarıyordu, askerde onların birtakım işlerini yapıyordu oradan 3-5 kuruş para da alıyordu o parayla biz böyle dayanışmayla gazeteye devam ediyorduk.

Ö.İ… Gazeteye o zaman neler yansıyordu?

A.T… Gazete o zaman genellikle köşe yazıları vardı onların. Hatırladığım kadarıyla bu Taner Akçam’ın bir babası var gibiydi yani o adam yazardı. Oradaki köşe yazılarını okurduk, gazetenin genellikle bu sol, sola meyilli sendikalarla ilgili daha düzgün yazıları vardı. Bunlar bizi, onu almamıza hem de onu okumamıza teşvik ediyordu.

Mesela cumhuriyette çıkıyordu ama cumhuriyet o zaman böyle bir seviye de çıkmıyordu yani. Şu an da gördüğüm cumhuriyet bana daha sıcak geliyor o gün ki cumhuriyet sıcak gelmiyordu, Vatan daha sıcak geliyordu.

Ö.İ… Okuduğunuz dergiler dışında çarpıcı olan herhangi bir olay var mıydı?

A.T… Yok.  Vatan’la ilişkim ser verip sır vermeyen yiğit diye o yazı Vatan’ı sevdirmişti bana. Onun dışında bende iz bırakan bir şey olmadı yani ama o bırakmıştı yani. Hiç unutmadığım da bir yazı oldu yani halen şimdiye kadar belki ezberimde birkaç sene önce biliyordum ne söylediğini ne yazdığını güzel bir dil kullanmıştı ama.

Ö.İ… Aynı fabrikada mı?

A.T… Aynı fabrikada yani 5-6 ay çalıştım falan yeniden bir toplu sözleşme dönemi başladı uyuşmazlık olunca greve gittik ama o zaman Disk, genel grev yani büyük grev yaptı birçok yerde uyuşmazlıklar oldu. O uyuşmazlıklar sonucu hemen hemen Maden-İş’e, Disk’e, Gıda-İş’e bağlı birçok işyeri greve gitti.

Sanki bir el bizim greve gitmemizi mi sağladı bilemiyorum ama o anlaşmaların içerisinde mesela bizim o kadar büyük talebimiz olmadı yani ücret talebinde ya da bazı yerlerde böyle oldu Gıda-İş mesela, 2 tane 13cü aylık talep etmişti yani her 6 ayda bir 1 aylık fazla diye. Ama biz Maden-İş’te tek, aynıydı yani sadece saat ücretinde bir değişiklik vardı.

Büyük bir grev oldu bu grevin içerisinde aslında pek işçiler çok da böyle hevesli değillerdi benim görebildiğim kadarıyla… yani hepimizde bu vardı çünkü biz nöbetlerde o büyük grevi.

Ö.İ… Hangi sendikaydı?

A.T… Maden-İş’teydik tabi. Biz o kulübelerde sürekli bekleyen hep aynı adamlardık yani öbür işçiler gelmiyordu grev nöbetine ya da o barakalarda nöbet tutmaya, biz genellikle aynı adamlar gidiyorduk yani eskiden sendikal faaliyet yürüten, sendikal çalışmayı yapan adamlardık orada.

O dönemde ben geldim yani 76-77 yıllarında geldiğimde bir ayrılık yaşamıştı benim tanıdığım bu arkadaşların bir kısmı tekrar gelip bizimle ilişki kurdular. Yani hoş geldin tekrar döndüğün için, Halıcıoğlu’nda yerimiz de belliydi çok rahatlıkla bizi buluyorlardı.

Nöbete genellikle biz gidiyorduk bizde geçmişte o sendikalara duyduğumuz sempatiden biraz devrime duyduğumuz sempatiden. Devrimcilere duyduğumuz sempati bizi sürekli orada nöbete götürüyordu yani en azından sanki bir görev almışız, bir sorumluluk herkese karşı bundan dolayı grev bittiği zaman aktif orada çalışanların bir kısmını işten çıkardılar.

Bizi işten sadece bizi değil yani birçok fabrika böyle aktif çalışanları çıkardılar ama bizi çıkardıklarında öyle grev mrev olmadı. İşçiler bir tepki vermedi yani zaten bu sıkıyönetim ilan edildikten sonra herkesi içeri tekrar tıktılar yani herkes o zaman 7-8 sene yakın büyük greve.

Ö.İ… Peki o zaman Maden-İş’le ilişkileriniz nasıldı?

A.T… Maden-İş’in diğer sendikalarla pek ilişkisi yoktu bunlar genellikle 2 federasyon birbirine karşılıklı olarak örgütleniyorlardı. Birbirinin karşıtı olarak örgütlenen bu sendikaların ikisinde de birbiriyle böyle bir dayanışma ya da yani belki de vardı biz bilmiyorduk ama bu ne basına yansıyordu ne de biz görüyorduk yani iki hasım konfederasyondu bunlar.

Bu iki hasım konfederasyonun birbirleriyle pek ilişkisi olmuyordu devrimcilerin ya da solcuların bu federasyonda yani Maden-İş’te devrimcileri dışlamaya başlayınca, Daha sonra o asendikaları ele geçirmek ya da yeni sendika kurmak için adım atmaya başladık.

Ö.İ… Şeye değinelim biraz o dönemin politik atmosferi vardı siyasal partiler var, hükümetler kuruluyor yıkılıyor başka çarpıcı şeyler. Birazcık onlardan bahsede bilirsiniz. Kıbrıs barış harekâtı mesela onun hakkında ne hatırlıyorsunuz?

A.T… Kıbrıs barış harekâtında.

Ö.İ… Aklınıza geleni yani.

A.T… Tamam aklıma gelen sadece lambalar sönmüştü işte ışıkları şu saatte söndürün kimse ışık açmasın diye anonslar yapılıyordu o zaman yani biz buna karşı mı çıkalım ya da savunalım mı diye pek aklımızda bir şey yoktu. Sadece devletin ya da bulunduğumuz alanlarda bizi telkin edilen birtakım şeyler yapıyorduk bunun dışında pek fazla bir bilgimiz olmadı yani. Televizyonlarda, siyah beyaz televizyon var mıydı tam hatırlamıyorum ama radyolardan ya da gazetelerden duyduğumuz buydu.

Ö.İ… Koalisyon hükümeti var Ecevit-Erbakan hükümeti.

A.T… O sonradan, bir Demirel, 2 kere koalisyon yaptı bir kere bir partiyle koalisyona gitti o yetmedi galiba çoğunluğu sonra MC hükümetleri kuruldu yani azınlık hükümeti önce kuruldu sonra MC hükümetine gittiler çoğunluğun elde edilmesiyle beraber.

O dönemle birlikte sokaklarda çok sancılı bir süreç başladı insan ölümleri işte kahve taramaları genellikle bu Doğu’dan, Güneydoğu’dan gelen alevi kökenli insanların yerleşim alanlarına yönelik büyük saldırılar oldu.

Ö.İ… MC hükümeti.

A.T… Evet onların döneminde ne bileyim 2-3 günde bir şu kahve tarandı sokakta insan vuruldu işte öldürüldü diye bir sürü şey duyuyorduk yani bunların bir kısmı belki bize yakın, bizim çevreye yakın tanıdığımız olmakla beraber farklı devrimci çevrelere yakın insanlarda böyle çoğunlukla o dönemde. Sanki bir sokak savaşı vardı mahallelere giremiyorduk her mahalleye giremiyorduk her mahallede rahat dolaşamıyorduk yani bugün seninle burada görüşüp iki laf edip ya da birbirimize görüşme ihtiyacı duymuşsak. Görüştüğüm mesela benim öyle bir arkadaşım vardı oda benim gibi bu işçilerin yoğun olduğu Sefaköy tarafında…. Biz birbirimizden ayrıldık.

 Ben eve gittim oda eve gitti sonra sabahleyin ben açtım gazeteyi yerde yatıyor şok oldum yani çünkü birbirimizden ayrıldık o işte kitapları vardı bir çantada evine gidiyor bende evime geliyorum Kanarya’da oturuyorum oda Kanarya’nın üstünde oturuyor.

Ö.İ… İsmi neydi?

A.T… Efendi Diril, sabahleyin gazeteyi açtım yerde yatıyor yani fotoğrafını çekmişler.

Ö.İ… Ovacıklı mıydı?

A.T… Evet benim aynı zamanda da ortaokuldan arkadaşım oda o bölgede, işçilerle ilgili çalışıyordu. Cennet mahallesinde bizim bir halkevimiz vardı o halkevi genellikle solcuların farklı kesimlerinin takıldığı bizim de gidip geldiğimiz bir yerdi. Teknoloji bu kadar gelişkin değildi, öldürülen arkadaşlarımızı gazeteler fotoğraf çekmişse, orada görebiliyorduk.

Ö.İ…  12 Mart muhtırası olarak bilinen 12 mart darbesini nasıl yaşadınız, çevreniz nasıl karşıladı; Erim Hükümetleri; Sıkıyönetimin kaldırılması ile birlikte kurulan DGM’ler (1973),  Ecevit-Erbakan hükümeti,1974 Kıbrıs hareketi,  işçi direnişleri (Aliağa ve İpraş Rafinerileri, Ereğli Demir Çelik, Türk Demir Döküm, Sungurlar, Pirelli, Goodyear, Tofaş, Renault, Profilo grevi) bunlara dair neler biliyorsunuz?

A.T… Evet bunlarla ilgili ben sadece hem duymuştum hem de gazetelerde okumuştum ama bir fiil bunların içine gitmedim ya da oralarla pek ilişkim olmadı.

Ö.İ… Yani uzaktan takip ettiniz.

A.T… Evet evet uzaktan takip ettiklerim.

……………………

Ö.İ… Oraya geleceğim şimdi sendikadan hareketin kendisine doğru geçelim. Harekete nasıl üye olunurdu? Hareket içerisinde konumlar arasında hiyerarşik bir ilişki var mıydı? Örgütsel şema nasıldı?

A.T… Örgütsel şema içerisindeki üyelik sorunu genellikle tavsiye üzerine yapılıyordu. İşte ben sizi önerirdim ya da birini önerirdim öteki kendine göre birilerini önerirdi, önerirken de referans olurdu aynı zamanda.

Ö.İ… Peki nasıl bir süreç işledi?

A.T… Sonra ona görev veriyorlardı.

Ö.İ… Peki siz bu harekete dâhil olmadan önce  hangi politika hangi davranıştan etkilendiniz?

A.T…  İbrahim Kaypakkaya’nın bir kitabını okumuştum ‘ser verip sır vermeyen bir yiğit’ onu okuduktan İbrahim’in tezlerini inceledim. Ulusal kurtuluş hareketi değerlendirmesi, cumhuriyetin kuruluşundaki eksik şeylerin tespiti çok doğru geldi bana.

Bunların hepsi bana belki Dersim’de, yaşadığımız coğrafyada o Kemalist hareketin zulmün etkisinin olduğunu düşünüyorum. İbrahim’i ideolojisini inanarak  savunan biri olduğu için sempati duydum.  Sebep olarak sorarsan tamamıyla yani Süleyman Cihan’ın orada olması ya da A.C’ın orada olmaları benim için bir etki olmuştu. Yani böylece ben İbrahim’i okuyup tanıma fırsatı buldum-ki bir başkasını da okurdum bilemiyorum ya da oraya yakın durabilirdim, ama sanıyorum bir sebepte onlardı. Yani daha yakın tanışmama sebep oldular.

Ö.İ… Diğer hareketlerle kıyasladığınızda.

A.T… Sonradan bunları daha farklı klasikleri okurken Türkiye üzerindeki değerlendirmelerde evet bu çizginin İbrahim Kaypakkaya çizgisinin daha doğru, Türkiye şartlarında doğru değerlendirmeler olduğunu o zaman hem kendim inandım hem de inanarak savundum iyi ki de öyle savunmuşum yani pişman da olmadım. Doğru yerde durduğum için kendimi bahtiyarda kabul edebilirim.

Ö.İ… Bu görüşler neydi?

A.T… Ulusların Kader Tayin Hakkı, Kürt meselesi sorununda, Faşizmin değerlendirilmesinde   vs.

Ö.İ… Sınıfa dair tutumu nasıldı?

A.T… Sınıfa dair tutumu yani evet onu da samimi görmüştüm. İbrahim çok düzgün burjuva demokrasisini savunmuştu yani bana göre İbrahim Kaypakkaya bunu savunmuş bir de Mehmet Ali Aybar savunmuş. Ben bu ikisini birbirine çok yakın görmüştüm çok da doğru demokratik devrim, burjuva demokratik devrimini ve ondan da çok etkilenmiştim. Ben öyle anladım ya da bilemiyorum ama.

…..

Ö.İ… Hareket içerisinde kadının konumu nasıldı? Bulunduğunuz yerde sendikada ya da kadının durumu nasıldı?

A.T… Bizim bulunduğumuz dönemde çok öne çıkmış kadınlar bizde çok azdı desem herhalde yalan değil, yani ben öyle gördüm.

Ö.İ… Sebepleri neydi peki?

A.T… Sebepleri görebildiğim kadarıyla biz teorik olarak belki birkaç söz söylesek te henüz kendimiz kabul etmemiştik, içimize de sindirmiyorduk. Yani biz ne tamamıyla köylülükten koptuk ne şehirli olduk…. iki arada bir derede kaldık.

Ö.İ… O zaman bu hareketin en çalkantılı dönemi 76’da çeşitli ayrılıklar oluyor Halkın Birliği ayrışması var. Siz o dönemde örgütle bir temas içindesiniz sempatizan olarak o süreci nasıl gözlemlediniz? Burada ki bu ayrılığın temel sebepleri neydi? Karşılıklı olarak söylenen şeyler neydi? Farklılıklar neydi?

A.T… Buna sebep olarak o zaman var olan üretim ilişkileri üzerinde birbirimizle bir ideolojik ayrışmaya gittik. Onlar kapitalist sistem ilişkilerinin ağır bastığını ülkenin kapitalist olduğunu bizde yarı-sömürge yarı-feodal olduğunu söylüyorduk.

Onlar müttefikler ve ittifaklar sorununda farklı bir söylem ya da yol,  biz farklı bir söylem ve yol savunuyorduk. Onlar sosyalizmi savunuyordu direk sosyalizmi biz demokratik devrimi savunuyorduk vs… yani Halkın Birliği ile bizim ayrılığımız bir TKP/ML çizgisi içerisinde ideolojik ayrılıktı ve doğruydu bu ayrılık.

Yani iki ayrı ideolojik hat ve birbirinden ayrıldı ayrı bir yapılanmaya bir çalışmaya gitti öyle görüyorum. Yani bugün değerlendirdiğimde o gün gördüğüm en düzgün ayrılık o ayrılıktı. Ondan sonra ki ayrılıklar kadar şiddetli olmadı birbirimizi ötelemedik ideolojik olarak kabul ettik oda sanıyorum henüz bizim içerimizde iki çizgiyi çok düzgün savunduğumuz döneme denk düşüyordu. Onun için o dönemi yaşayan bütün arkadaşlarıma, yaşamış herkese çok teşekkür ediyorum.

Aslında doğru şeyleri o dönemde daha çok savunmuşuz öyle düşünüyorum hafif sekter şeyler oldu gene de ama onlar da belki eşyanın tabiatında vardı yani yapımızda diye düşünüyorum çünkü biz daha yeni yeni demokrasiyi iki çizgiyi bazı şeyleri içselleştiriyorduk.

Ö.İ… Çeşitli yayın organlarında çeşitli açıklamalar.

A.T… Şimdi onlarda çeşitleniyor zaten bilemiyorum yani herkes bir yayın organı çıkarır ama ben şimdi demin anlatırken Vatan gazetesinde bir yazı çıkıyordu ama o yazı bana da hitap ediyordu kahvede oturana da hitap ediyordu. TKP/ML’ye sempati duymayan haberi olmayana da hitap ediyordu yani oda aldı okudu oda onu gördü onun da dikkatini çekti oda bunlar kimdir nedir diye araştırdı.

Şimdi biz yayın çıkarıyoruz o çıkardığımız yayınları inan bazen sempatizan diye çevremizde adamlar bile okumuyor çünkü sorunu kendisine anlatmıyoruz. Şimdi bir şey çıkardığınız zaman bir teori olur o teoriyi yarıştırmak için ya da bunun doğruluğu üzerinde birbirimizle konuşacağımız bir şey olur. Biz öyle yapmıyoruz bir şeyin tekrarını yapıyoruz gına geliyor. İnsan okuyamıyor çünkü aynı şeyi sloganvari ben okuduğum zaman bana bir şey kazandırmıyor vermiyor çünkü bir şeyin analizi yok içinde.

Ö.İ… Birkaç tane var mesela Kızıl Yol İstanbul bölgesinde çıkan bir yayın, Mücadele İzmir bölgesinde, Kurtuluş Yolu, Proleter Birlik çıktı Halkın Birliği tarafından, Komünist yurtdışı, İşçi-Köylü gazetesi, Partizan dergisi birde bildiğim kadar Halkın Gücü bunlardan hangilerini takip ediyordunuz?

A.T… Halkın Gücü ilk çıkarmaya çalıştığımız, Halkın Gücü dönemini biliyorum Halkın Gücü çok heyecan yarattı toplumda. Halkın Gücü dönemindeki hem onun çalışması hem Halkın Gücü niye çıkıyor propagandası hem Halkın Gücü kimin gazetesi olacak noktasındaki reklamı diyeyim buna yani slogan olarak reklamı çünkü bu sistemde bunun gerçekten de çok önemli yeri var yani.

O dönemde yapan arkadaşlar çok doğru yapmıştı en uç köşede duyuldu ve herkes heyecanla onun sloganlarına baktı önemsedi. Bunun o minibüs de geçen yolcunun gözlerinden okuyordu bir şoförün gözlerinde okuyordu görüyordu ve sesi kulağına da geliyordu hepimize çok hoş geldi. O çalışmayı yürüten arkadaşların yeteneğine hayrandım ben, kim olduklarını bilmiyordum ama çok güzel çalışma yaptılar. Yani bizim arkadaşlar olduğunu biliyorum ama isim olarak kimlerdiyse çok düzgün projeler aklından geçiren ve çok düzgün bu toplumu tanıyan insanlarmış diye düşünüyorum.

O çok iyi oldu ama o yazılama işlerinde afişleme de bir  kişi vuruldu, gazete çıkamadı. Ama eğer çıksaydı ben tahmin ediyorum büyük bir ses getirecekti. Halk yani tutulurdu diye düşünüyorum çünkü böyle bir suya susamış şeyler gibi duran bir şeydi Halkın Gücü ama daha sonra Partizan olarak çıkarıldı. 7 sayısı çıkarıldı benim tahmin edebildiğim kadarıyla,  Partizan ismi dışında bir etkinliği olmadı.

Ö.İ… Peki 76 sonrasına biraz daha değinelim diyorum kurulan çeşitli kurumlar var bununla birlikte ülkede yaşanan büyük bir katliam var işte 1 Mayıs’ta onunla birlikte Çorumda Maraş’ta 12 Eylül’e giderken bir sürecin kendisi var bu sürece değinelim. Hani 77 1 Mayıs’ının birebir tanıklarındansınız

A.T…O zaman ben Maden-İş’teydim aktif çalışıyordum onların içerisinde. Biz Şişhane tarafından geldik o dönemde işte Taksim’e çıkmak üzereyken,  Kemal Türklerin konuşmasında silah sesleri geldi ama nereden geldiğini ben göremeden bir insan kütlesinin üzerimize doğru geldiğini gördük. Kaçarken kimimizin ayakkabısı kaldı kiminin pantolonu parçalandı vs.

 Birbirimizin üzerine yığıldık en altta kalanların bir kısmı ezilerek öldü. Mahşeri bir kalabalık vardı. Bizim Partizan tayfası Şişli tarafından geliyordu. Onlar daha tam alana girmeden bizde o taraftan gelip onlara doğru yöneldik. Yani belki bizim Partizan tayfasına yetişseydik daha az zarar görürdük biz işçiler olarak.

Ö.İ… Ölenlerden tanıdığınız var mıydı?

A.T… İşçi olarak tanıyordum evet yani fabrikalardan beraber seminerlere gittiğimiz, Maden-İş’te gördüğüm bayanlar vardı erkekler vardı. İGD’liydi bir kısmı, bir kısmı farklı kesimlerden bir kısmının hiç örgütlerle ilişkisi yoktu sadece çalışıyordu ama 1 Mayıs’a gelmişti.

Ö.İ… O dönem olan çeşitli tartışmalar vardı daha çok örgütler arasında da çeşitli problemler olduğu söyleniyor Maocularla diğer örgütler arasında bu tartışma nasıl bir tartışmaydı?

A.T… Yani ben o dönemde yani birbirimizi o kadar derin niye suçluyorduk.  Birbirimizin ortak yanlarını öne çıkarmadan birbirimize saldırıyorduk. Ben sanki bir el bir yerde bizi birbirimize çatıştırıyordu.  Bunu o dönemde de söylüyordum. Bir çay bahçesinde beraber oturduğumuz bir TKP’li ya da TSİP’li ile bir mitingde birbirimize taş atıyorduk birbirimize saldırıyorduk.

bir gün Mensucat santralden bir arkadaşımız geldi. Orada örgütsel bir çalışma yapmışlar işçileri örgütlemişler,  oranın direnişinde bizde onlarla beraber çalıştık çalıştık.

Halkın Kurtuluşu kızıl sendika diye slogan atmış, sanki böyle bir sendika varmış gibi… İşçiler geldiler dediler ki böyle bir sendika varmış siz tanıyor musunuz? Ya dedik böyle bir sendika yok, sendikalar yasal kurulur yani yasal sendika vardır böyle bir sendika yok kim diyor?

Biz gittik bu Mensucat santrale orada o örgütsel çalışmayı yapan T.T.  diye bir arkadaşımız vardı. Gelin işçilere böyle bir sendika olmadığını anlatın, dediler. Gittik yani olmayan bir şey inanın savunanları gördük şaşırmıştım ben o zaman. Yani kim daha kızıl kim daha komünist bir isim buluyorsa sanki o anda devrim onun tekeline geçiyormuş gibi bir algıyı kim niye savunuyordu? Niye öyleydi anlamış değildim, onun izahını da kimse yapmadı bugüne kadar.

Ö.İ… 77 seçimlerine gelelim, Dersimde Bağımsız bir aday var hareketinde desteklediği bildiğim kadarıyla biraz buna değinelim. Buna değindikten sonra da o sürecimiz milli cephe hükümeti işte Ecevit Hükümeti koalisyon o döneme girelim onunla birlikte de Çorum Maraş katliamları var onlara değinelim 80’e doğru gelelim.

A.T… Şimdi biz o seçimde bağımsız adayı çıkarılmasını savunanlardan birisi de benim. Doğruydu. Ama çok tartışma yarattı.

O seçimlerde bağımsız aday aslında bir sinerji sonucu kabul edildi o coğrafya da yani ideolojik olarak savunulan bir şey değildi. Hatta merkezi de değildi. Yerel politikaydı. Orada aday çıkarıldı, her yer de boykot savunuldu. Yani bir zorlama sonucu kabul edilen bir şey oldu. Çünkü bu legal seçimler konusunda en geri en radikal davranan sanıyorum TKP/ML TİKKO hareketiydi. Yani bu tavra katılmamamızla beraber, azınlık çoğunluğa tabi olunca bizde uyuyorduk ama böyleydi.

Ama Tunceli’de bunu Dersim’de aday gösterildi,  Batı’da yine boykot denildi.

Ö.İ… Peki bunun dışında buralarda kurulan mahalleler var 1 Mayıs mahallesi, Gülsuyu, Ankara’da 18 Mayıs gibi daha çok konut karşılama ihtiyacı üzerinden örgütlendiği de söylenebilir, bunların içerisinde yer aldınız mı? Herhangi bir mahallede.

A.T…1 Mayıs Mahallesi ile bir de bu Gültepe’de bir yer vardı orada da biz bir çalışmalara gittik ama biz orada fazla dikiş tutturamadık.

Ö.İ… Gültepe’de mi?

A.T…Nurtepe mi? Gültepe mi? O civarı bir yerdi yani oraya bu genellikle Halkın Kurtuluşu, Dev-Sol, Halkın Birliği ağırlıklı o bölgelerde. Biz 1 Mayıs’ta yoğunlaştık çünkü 1 Mayıs’taki o çalışmanın içerisinde ilk davrananlardan biri de bizim oradaki arkadaşlar olduğu için bizim orada öyle bir çalışmamız oldu. Bizde gittik evet bulundum oralarda.

Ö.İ… Nasıl bir çalışma yaptınız?

A.T… Orada hazine arazilerini önce tespit ediyorduk, daha sonra oralara halkı yönlendirip, evlerini yapmalarını sağlıyorduk. İlk yıl, benim de evim vardı, ama o evimi sahiplenmedim başka bir arkadaşımız yerleştirildi, kim olduğunu bile bilmiyorum. Çünkü bizim malımız halkındır diye halktan birine vermiştik.

Biz bana o evi yaparken, bölgeye saldırı olursa, biz orada direniriz vermeyiz yıktırmayız diye yapıyorduk, o anlamda yani yapanlardan biri bendim.

Ö.İ… Peki 12 Eylül’e doğru gidelim, 12 Eylül’de ne yapıyordunuz? Hareket 12 Eylül’de hazırlıklı mıydı?

A.T… Bir darbe olacak diye kendi içimizde konuştuk hem de tartıştık. Yani bu sıkıyönetim bir darbeyle sonuçlanacak görüşünü dile getirdik ama bunla ilgili herhangi bir çalışmamız yoktu.

12 Eylül geldi biz tamamıyla hazırlıksızdık.

12 Eylül’de yani birçok arkadaşımız yakalandı öldü vuruldu. Bunların bir kısmı cezaevlerine girdi, ağır işkencelere tabi tutuldular. İtirafçılar çıktı, sokakta rahat gezemez olduk.

Mesela, bir Vecdi Tapşın’ın teslim olması vardı o dönemde itirafçılığı kabul etti ve Vecdi Tapşın hemen hemen birçok eylemin içinde olan biri aynı zamanda örgütlü birçok adamı tanıyan biri.  Tanıdıklarının yakalatması için arabaya bindirilerek gezdiriliyordu. Sokakta rahat dolaşamaz olduk.

Ama buna rağmen yeniden toparlamaya çalışan çok fedakâr insanlarda vardı.

Sadece belirli bölgelerde çok az sayıda insan kaldı. 12 Eylül’de ben iki haftada iki tane ev değiştirmiştim.

12 Eylül’ün İlk günü biz sendikal alanda görev alanların bir kısmını topladılar, benim ev adresim olmadığı için beni alamadılar. H. ,M. Ve U.’u aldılar. Onları bir hafta tutup bıraktılar daha sonra  bu sefer örgütten aldılar. Önce sendikadan aldılar sonra örgütten aldılar.

Ben yakalanmadım Kahraman Yılmaz yakalandı H.Ü. yakalandı, İsmail Çalıkıran yakalandı. O zaman Murat Sever buradaydı Murat Sever üzerinden birkaç yeri tanıştırdım, toparladılar ilişkiye girdiler. 83’te ben yani 83’tü burada olduğum dönem. Sonra, Ben yurtdışına gittim.

Ö.İ… Sene kaçtı?

A.T… 83, 81-82’ye kadar buradaydım.

Ö.İ… O döneme kadar buradaydınız.

A.T… Evet.

Ö.İ… O zaman birkaç isim var onları söyleyeyim tanıdıklarınız var mı?

(Yaşamını yitirenlerin isimleri okunduğun da)

A.T. Tuncay Bali’yi tanıyorum,  Selahattin Doğan’ı  tanıyorum,  Efendi Diril ile aynı komitede çalıştım. Süleyman Cihan’ı tanıyorum. Ali Uçar’ı tanırım. İsmail Özgül, Kahraman Yılmaz, İsmail Çalıkıran’ı tanıyorum.

Ö.İ… Bu darbeden sonra örgütler arası ilişki nasıldı? Darbeden önceki ilişki nasıldı? O dayanışma ruhu var mıydı?

A.T… Hayır, dayanışma ruhu çok az. Sendikal çalışma içinde, TİKB li bir kişi tanımıştım. TİKB diye hareket vardı o kadro hareketiydi.

Amca diye Erzincanlı Çayırlılı biri vardı. Öldükten sonra öğrendim onların yani lideriymiş, önderiymiş, sekreteriymiş. Ama o zaman işçilerin içerisinde benim gibi çalışan biri olarak biliyordum, yani oturuyorduk çay kahve içiyorduk. 12 Eylül’de ben örgütten ayrıldığım zaman ya dedim ben örgütten ayrıldım yurtdışına gideceğim. İşte bir sahte kimlik, para lazım, dedim.

Dedi ki, bizim yurtdışına gitme diye bir kararımız yok, gidenleri de reddediyoruz, bir daha ilişki kurmuyoruz sahipte çıkmıyoruz. Ama biz seni tanıyoruz biliyoruz da beraber oturduk çalıştık bir yerlerde de. Sana kimlik çıkarırız dedi, bana kimlik çıkardılar. Kısa bir süre zaman Halıcıoğlu tarafında bir tane sempatizanlarının evlerinde de beni muhafaza ettiler yer bulana kadar.

Ö.İ… Peki çok teşekkür ediyoruz.

A.T… Ben teşekkür ediyorum umarım birilerine yararlı olur ya da birileri buradan bir şey çıkarır. Takdirde onların olsun.

Geleneğin Belleği Ana Sayfa