Emine Yılmaz (E.Y:) (1959) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Devim GECE (D.G:)
E.Y: Yani her gün duyuyoruz çevremizden birileri yakalanıyor, birileri yakalanıyor, işkenceler gırla gidiyor falan böyle her şey peş peşe geliyor.
Bir gün, ben hastanede çalışıyorum, şey çağırdı, bizim servis şefi çağırdı doktor, Emine gelir misin? Bu beyler emniyetten geliyor dedi, seninle görüşmek istiyorlar, beni almaya gelmiş adamlar, iki tane, üç tane polis. Hiç, başıma da o güne kadar hiçbir şey gelmedi yani böyle. Neyse ben Kahraman’la şeyi konuşmuştuk önceden, yani eğer başına bir şey gelirse şeyi ver, ağabeylerimin, ağabeysigilin oturduğu evi verirsin hani hiç zorlama orayı ver, ben burada yaşıyorum de, gibisine böyle, tamam demiştim ben ona. İşte aldılar beni götürdüler ama o klasik… yaşamadınız herhalde hiç? Yaşamayın da! Yani işte bir yerden, daha kapıdan girer girmez zaten alır almaz gözlerimi bağladılar, ondan sonra bir yerden geçiriyorlar işte başımı eğiyorlar sanki çarpacakmışım gibi falan, ben de bilmiyorsun ki yani başına gelmemiş! Ondan sonra neyse götürdüler bir yerlere işte soruyorlar, soruşturuyorlar, gece oldu birileri geliyor, o bırakıyor ötekisi alıyor falan. Ben anlatıyorum kendime göre, Kahraman’la konuştuğumuz gibi. Gece oraya götürdüler beni ağabeyimin evine, baktılar bir şey de yok yani orada hiçbir şey yoktu. Ondan sonra çıktık geldik tekrar, yani hiç öyle ağabeylere falan dokunmadılar, aradılar taradılar bir şey yok, çıktık geldik. Ha pardon, ağabeyi de… şeyden sonra ağabeyi de almışlar ama onu 2 gün tutup bırakmışlar. Daha sonra cezaevine girince arkadaşlara yapılanları gördüm… hatta şeyde de gördüm… şubede de gördüm yani hücrenin şeyi açık olursa arada bir böyle giriş çıkışlarda gelenleri görebiliyorduk kan revan içerisinde, topal bacakla geliyor, kiminin burnu kırılmış, onlara tanık, o çığlıklara tanık oluyorduk, işte sorguya götürüyorlardı, orada gözlerimiz bağlı… ufffff… o işkence seslerini sürekli dinletiyorlar, sürekli böyle hiç şey yapmadan! Artık işte parmaktan cereyan verme, ayak parmağından cereyan verme, meme ucundan cereyan verme, falakaya çekme, yani ama bunlar yani ötekilerin yanında… nasıl diyeyim, işkence bile sayılmaz yani, hepsinin tadına baktırdılar ama çok yoğun değil açıkçası öyle. Ondan sonra işte ne kadar, ben 15-20 gün şubede kaldım. Ya… şeyde yani arkadaşlar giriyor çıkıyor, şu kadarcık bir hücre… 15-20 kişiyiz içeride. Öyle bir hale geldi ki, yani seni yakaladılar, senin akrabaların kim varsa, hiç solcu-sağcı hiç fark etmiyor hepsi orada! Öyle bir dönemdeyiz yani. Sen işte halası, yeğeni, bilmem nesi, e kimisi dayanamıyor götürüyor kaldığı yerlere, hadiiiii kim var kim yok hepsini toparlayıp getiriyorlar, yani o haldeydik böyle, dışarıda kimse kalmamıştı herkes şubedeydi, cezaevlerindeydi. Yaşlı yaşlı kadınlar 80 yaşında, çocuklar geliyor, öyle bir haldeydik yani. 15-20 kişi, bit kaynıyor böyle herkeste, o giysiler de, yıkanamıyorsun, nereye yıkanacaksın şubedesin zaten.
Ondan sonra bir tuvalete bile gidemiyorsun, götürmüyorlar, barbar bağırıyorsun kapıyı açmıyorlar, o bile bir işkence metodu yani. Ondan sonra artık bir tek yatak var, üstünde kan lekesinden, çişten, kakadan aklınıza ne gelirse, kusmuk, her türlü leke var üstünde ve artık şöyle şöyle, şöyle şöyle yatıyoruz ve onu, bu ayaklar duvara dayalı, yani şey yok arada boşluk var duvara dayıyorsun ayağını, bel sadece orada, o şartlar altında işte 15-20 kişi bir grup kalkıyor öbür grup yatıyor! Bazen azalıyoruz, o zaman daha böyle işte başlı kıçlı yatıyorsun 4-5 kişi kaldın mı falan.
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
En sonunda devrimciler devreye giriyorlar, biz çözeceğiz artık yeter diyorlar!
HALK ARASINDAKİ İHTİLAFLARI ÇÖZME :
E.Y: (Kahraman Yılmaz’ın Hozat İlçesindeki Köyü kastediliyor) Neyse biz orada şey yaptık, ya o orada da yakın köyde bir işte oranın toprak ağası diyelim iki tane ağa, Zoro, birinin adı, ne adı bilmiyorum Zoro diyorlardı ben de Zoro diyeyim, bir de şey, İsmail ağa, yakın bir köyün ağaları bunlar. Ama ikisi ya Hacivat’la Karagöz ve birbirine ama hani Hacivat’la Karagöz’ün tatlı atışmaları vardır ama bunların birbirlerine düşmanlıkları var.
Ve şimdi oradaki devrimciler, o bölgedeki devrimciler şey yapmışlar, ikisinin arasında yıllardır bitmeyen bir toprak mevzusu var paylaşamıyorlar, o benim diyor, bu benim diyor, o onu hapse attırıyor, bu bunu hapse attırıyor! Yıllardır çözülememiş onların arasındaki mesele. En sonunda devrimciler devreye giriyorlar, biz çözeceğiz artık yeter diyorlar! İşte tam da bizim gittiğimiz dönemde o köyde bunların toplantısı var, bizi de davet ettiler biz de gittik şeyin, Zoro’nun evinde toplandık. Böyle şimdi Kahramanlarınki kerpiç ev falan ama onun bayağı koltuklar falan var, bildiğiniz ev düzeninde yani. Yahu Zoro yani nasıl anlatılır bilmiyorum, dev gibi bir adam uzun boylu, bu kadar ayakları var ve İsmail de bu kadarcık, resmen bu kadar boyu! Ama… yani boy bu kadar ama türlü türlü huyu var İsmail’in (gülüyor), Zoro şimdi bir anlatıyor olayı, ya şey yapmış, ya bir öyküsünü anlatayım sadece. İsmail’i Zoro, bir yerde İsmail Zoro’yu kıstırıyor, tüfeğini ateşliyor tam böyle, bir şekilde İsmail, şey Zoro kurtuluyor ama bunun yaptığını bildiği için gidiyor şikâyette bulunuyor, İsmail’i Hozat’ta hapse koyuyorlar. Bir süre sonra Zoro’nun katırı çalınıyor ve orada bir uçurum dediniz ya, bir Hozat’a giderken çok dik bir…
D.G: Kayışoğlu Yarması mı?
E.Y: Bilmiyorum, bir yar var orada işte, katırın ölüsü o yarın dibinde bulunuyor ve gözlerinde İsmail’in şeyi bağlı, poşusu bağlı katırın. Zoro diyor ki, ya diyor şeyimi, katırımı bu kaçırdı öldürdü ama İsmail hapiste nasıl öldürecek? Mahkemeye çıkıyorlar tekrar, Zoro şikâyetçi, diyor bu öldürdü, bak bu bunun şeyi, İsmail de diyor tamam hâkim bey ben öldürdüysem demek ki siz beni serbest bıraktınız, ben gittim kaçırdım öldürdüm, suçlu kim burada? Sizsiniz, beni bırakmışsınız yani nasıl oluyor bu! E şey yapamıyorlar tabi böyle bir şeyi göze alamayacakları için, İsmail de o suçtan beraat ettiriyorlar. Gerçekten de İsmail çıkıyor hapisten gece, gidiyor çalıyor ve öldürüyor.
Yani o millet artık devrimcilerde falan kimsede can kalmadı, Zoro bir sinirleniyor, çıkıyor koltuğun tepesine tepiniyor böyle, sen bana bunu yaptın diyor! İsmail gayet sakin, işte sen de bana bunu yaptın, masum bir şekilde anlatıyor. Böyle tam köy tiyatrosuydu o akşam. Neyse sabahleyin oldu, sınırları belirlediler, dediler eğer bakın bunu şey yaparsanız farklı bir şeklide müdahale edeceğiz artık. Ertesi gün Zoro vurmuş taşı gitmiş yine sınırları bozulmuş.
KADIN ERKEK İLİŞKİLERİ, EVLİLİKLER
D.G: Evet küçük bir aradan sonra sohbetimize devam ediyoruz. Şimdi Emine abla artık şeye gelelim istiyorum, Kahraman Bey ile nasıl tanıştınız, nerede tanıştınız? O ilişki nasıl gelişti, nasıl olgunlaştı ve o ilk evlilik süreci, bunlara değinelim, bunlardan biraz bahsediniz. Ondan sonra da artık politik mevzular yani sizin içinde olduğunuz o hareket, sempazitanı olduğunuz o hareket, etrafınızda gelişen olaylar, tanıklıklarınız ve keza eşiniz Kahraman Bey’in o durumu, bu tanışma halinden sonra sohbetimiz bu şekilde ilerleyecek. Size sormak istediğim sorular da var, onları da soru-cevap şeklinde ilerletiriz, konuşuruz, buyurunuz.
E.Y: Şimdi hastaneye gidince belli bir süre sonra, hani dedim ya böyle sol kesimle herkes birbirini tanımaya başladı diye, yine böyle bir ablamız vardı. O, bir gün dedi, işte tam da bizim bu şey, hastanenin durumuyla ilgili bir şeyler yapmaya çalışırken, ya ben bir sendikaya gidiyorum isterseniz siz de gelin, dedi. Biz aynı okuldan, aynı sınıftan iki arkadaş onunla beraber gittik o sendikaya, Devrimci Sağlık İş Sendikası. Aksaray’da bir sendikaydı, gittik işte orada tanıştık arkadaşlarla, derdimizi anlattık şöyle böyle diye. Orada bir arkadaşımız vardı, bir erkek arkadaş, o bizimle ilgilendi konuştu falan. Sonra biz sürekli gidip gelmeye başladık, onlar ilgilerini kesti, ben devam ettim gitmeye oraya. Öyle gide gele, gide gele… oradaki arkadaş… Partizan’dan o tanıştığımız arkadaş sendikada. Sonra onunla daha böyle samimi olduk, daha içli dışlı olduk, bu sefer Tüm Maden İş de çok yakın bir sendikaydı, ona da bir gün o gidiyordu gelmek ister misin dedi, ben onunla oraya da gittim. Tüm Maden İş’te de işte böyle sıcak bir ortam, herkes birbirini tanıyor, şakacılar bilmem ne böyle, Tunceli tayfası hepsi de, Dersim tayfası yani orada tanıdıklarım, işte kimisi Dersim’den gelmiş ama ziyarete gelmişler çoğu da böyle orada tanıştıklarım, yahu hepsi şakacı insanlar, gülüyorlar, bir şeyler anlatıyorlar, fıkralar mıkralar, ortam hoş! Ondan sonra Kahraman’la orada tanıştım ilk, o sendikanın başkanıydı. Kahraman’ın şöyle bir özelliği var, liseyi bitirdikten sonra… sınava giriyor ve bir halasının oğlu, çok sevdiği yaşıtı halasının oğlu hastalanıyor ve ölüyor… çok yani kendinle yaşıt, çocukken ölüyor.
Oradan kalma, ben doktor olacağım böyle hep, keşke hani köyde bir doktor olsaydı, doktora yetiştirebilseydik bu kurtulurdudan kaynaklanan bir doktor olma arzusu varmış. Sınava giriyor, o sene Gazi Eğitim’i kazanıyor ama doktor olma isteği olduğu için tekrarlamaya karar veriyor, oraya kaydını yaptırmıyor Gazi Eğitim’e. Ondan sonra ne oluyor? İşte olaylar gelişiyor böyle sendika kuruluyor bilmem ne, Kahraman’ı 20’li yaşlarda başkan seçiyorlar, Türkiye’nin en genç sendika başkanıymış yani herhalde yok daha genci. Şeyde, Maden İş kolunda uğraşıyorlardı ve bayağı faal bir sendikaydı yani Otosan’ı örgütlüyordu yani böyle bir bilindik işte tersaneyi örgütlüyordu….
Devrimci Sağlık İş’te işlerimiz oluyor, Kahraman oraya geliyor falan. Bir gün Tüm Maden İş’teydik, ya dedi senden hoşlanıyorum benimle evlenir misin dedi! Hiç lafı uzatmadan böyle ama aramızda hiçbir şey de yok o güne kadar böyle. Küt daldı konuya, ben şok! Ondan sonra ya bilemedim, ne diyeceğimi de bilemedim ama böyle biraz zamana yayılınca aramızda böyle bir şey başladı diyelim ama çok da sürmedi. Ondan sonra bir iki buna benzer bir olaylar yaşadım ben böyle tesadüf. Ondan sonra o kadar moralim bozuldu ki, ya dedim bu ne, yani her önüme gelen evlenme teklif ediyor, arkadaşlık teklif ediyor, bu nasıl devrimcilik falan böyle bir… nasıl diyeyim böyle hoşlanmadığım bir an yaşadım o anda.
Kahraman da o ara köye gidecek, Tunceli’ye gidecek yani kendi köyüne gidecek. Ben de o sendika ortamında çok Dersimliler olduğu için hep böyle merak ederim herkes bir anlatıyor, bir anlatıyor, kurtarılmış bölge! Yani ben böyle, tamam devrimci diyoruz kendimize ama onun anlattığı böyle herhalde diyorum şey, devrim olsa öyle bir yer olacak yani kendim öyle hayal ediyorum. Beni de götürsene başkan, dedim. Ya dedi nereye götüreyim. Dedim geleyim göreyim nasıl bir yer orası. Ama öyle şey de yapamıyorsun, hemen tamam gel de yok, birilerine soracaksın, danışacaksın, izin alacaksın ondan sonra ancak, ilişkiler öyle. Tamam dedi bir şey yapayım. Bir hafta falan geçti, tamam geliyorsan gel, dedi. Ağabeyi de şeyde, ağabeyi evli, yengesi köyde, ağabey burada çalışıyor. Ağabeyi, Kahraman, ben, ailenin hiçbir şekilde haberi yok, çok cesur bir şekilde ben onların peşine takıldım Tunceli’ye gittim.
…….
Kahraman yanıma geldi, ya yoldaş dedi işte sana bir şey söyleyeceğim dedi. Buyur dedim! Ya böyle böyle dedi, işte annem seni çok beğenmiş, ben seninle evlenmek istiyorum. Ben tavır koydum böyle çok ciddi bir tavır koydum! Ya çok özür dilerim dedi, yani işte böyle hani çok medeni bir şekilde, çok özür dilerim dedi, annem yani çok… benim yanımda ocağın başında Kürtçe konuşmuşlar, e dil bilmeyince öyle oluyor, yanımda demiş, bak bu kız çok iyi, o demiş….
Ama bu arada ilginç bir şey oldu onu da anlatayım neyse. Ondan sonra… akşam oldu, biz tabi önceki akşam başka bir yerde kalmıştık, o gün köyde kalıyoruz. Ya, bir kendi evleri var ama çok kalabalıklar tabi bütün çoluk çocuk, bir de amcasının bitişikte evi var, onun birkaç odası var böyle daha derli toplu bir yer.
İki tane yatak serilmiş, bana uykun gelince yat dediler, gençler hep oturuyor o öbür odada, kalabalığız böyle oturuyoruz. Bir süre sonra benim uykum geldi ben gittim yattım. Daha uyumadan, bir baktım Kahraman geldi yatağa girdi, yanımdaki yatağa (gülüyor)… ben ne oldum… ama şimdi biz batıda böyle bir şey mümkün değil yani, şey olmaz, yani asla bir erkekle aynı odada mümkünatı yok ne yatırılır, ne yan yana getirilir yani nişan dahi olsa yapılmaz. Ben ama öyle bir şey yaptım ki böyle yani yataklar arasında şey var ama aynı odada yatıyoruz, iki tane döşek serili, yani o kadar çok gerildim ki böyle… resmen ben sabaha kadar nöbet tuttum kendimi bekledim yani, Kahraman vurdu kafayı ve uyudu, hiç yani şeyi yok. Ertesi sabah kalktık, ha aynı şekilde devam ediyor yani hiçbir şey yok sanki gerçekten hiçbir şek konuşulmadı, geçmedi. O öyle kaldı, bir daha ne bana Kahraman evlenme teklif etti, ne ben evet veya hayır dedim! Zaman içerisinde böyle aramızda ama epey bir zaman içerisinde böyle bilmiyorum kendiliğinden bir sıcaklık oluştu ve bir gün baktık biz evlenmişiz, öyle garip bir şey bu. Şey bana çok güven verdi, o aynı odada kaldık ve Kahraman arkasını döndü yattı ya, yani ben bunu batıda yaşamış olsaydım çok farklı sonuçları olurdu, yani Kahraman orada bana… dedim hayret ya yani… hep derler ya batıda işte ateşle barut bir arada durmaz bilmem ne, hep o şekilde büyütüldük, o şekilde eğitildik, onun öyle davranması ve gerçekten hani… hiçbir şey söylememiş gibi, özür dileyip yeniden eski şeyinde durması böyle o, onu sürdürmesi ya benim gözümde büyüttü açıkçası Kahraman’ı yani farklı bir yere getirdi, daha farklı bir gözle bakmaya başladım.
Tabi bu zaman içerisinde ben yine sendikalara gidip geliyorum yani her ikisine de gidiyorum, çok güzel dostluklarımız var orada işte şeyler oluyor, işçi grevlerine gidiyoruz, toplu sözleşmelere gidiyoruz, kiminde olaylar oluyor bir şeyler, bir şeyler oluyor yani o zamanlar öyleydi. Zaman içerisinde gerçekten şey oldu, yani… evlenme aşamasına geldik biz böyle ve evlendik.
Bu sendikayla ilgili bir şey anlatayım. Evlendik, bir süre sonra ben, bir gece yatıyoruz bir kalktım son nefesteyim, ölüyorum ben, böyle boğazım, Kahraman’ın eli benim boğazımda, gerçekten ama rüya falan değil ve ben nefes alamıyorum böyle! Nasıl böyle bir can havliyle Kahraman’ı bir ittim, hiiiiiiiii dedim nefesimi aldım, Kahraman kendine geldi uyandı! Kahraman dedim, beni boğuyorsun ne oldu? Şeyin… ya büyük bir şey vardı ya, büyük bir… işyeri vardı, bak şimdi hatırlayamadım… Her neyse yani büyük bir işyeri, şey yapıyorlar yani o kadar çok emek verdiler ki orayı örgütlemek için, şeyi, Kahraman rüyasında gerçekten işte orayı, gerçek hayatta da örgütlüyorlar ve kongre yapılıyor, kongrede iki sendika kapışıyor, hangisini…
D.G: Otosan mı?
E.Y: Ya Otosan mıydı ben hatırlayamıyorum şimdi, ya Otosan’dı ya da daha farklı bir şeydi ama büyük bir, çok, çok uğraştıkları, Otosan olabilir bak, karşıda bir yerdi Otosan olabilir. Ondan sonra işte tam o kongre yapılıyor, ya bir şeyler oldu orada, bir oylama, iki oylamayla kaybettiler ve şeyi de böyle o temsilciyle karşı karşıya gelip ciddi bir kavgalar falan da yaşanıyor. Kahraman rüyasında bu olayı yaşıyor, adamın boynuna sarılıyor böyle, karşısındaki kişinin ama gerçekte benim boynuma sarılıyor, ben şehit gidiyordum öyle (gülüyor), o sendikacılık yüzünden. Ya, işte, evlilik kararı alınıyor ama kendi başına evlenemiyorsun, birilerine yine söylemen gerekiyor, ben sempatizanım, Kahraman örgütlü, o da tabi daha üstüne söylüyor, üst üste söylüyor gidiyor böyle! Tekrar geri dönüyor bu şeyler, emirler, niye evleniyorsun diye Kahraman’a bir soru geliyor, niye evleniyorsun? Yani sanırım o dönemde evlenmek bile birilerinin iznine bağlıydı ve yani işte bu evlenirse mücadelenin gerisinde kalır, eskisi gibi mücadele edemez anlayışıyla çok büyük ihtimalle, böyle özellikle profesyonel çalışanların şey, evlenmelerine karşı çıkıyorlardı bir dönem.
İşte o zaman Kahraman bayağı böyle bir tartıştı şey yaptı bir işte yazılar yazdı, benden bir yazı istediler falan, velhasıl biz böyle problemli bir başlangıcımız oldu. Ondan sonra da Kahraman şeyden ayrı düştü, yani en büyük nedenlerden birisi budur yani buna karşı çıktı.
ÖRGÜTSEL AYRIŞMALAR
D.G: Evet. Şimdi yani hareketin sempatizansınız ve bu hareket içerisinde belli tarihlerde, 70 ile 80 arasında bölünmeler oluyor,…..bu bölünmelerde neler oldu? Sizdeki etkisi neydi? Biraz bu bölünmeleri ve bu konferansı konuşalım, tanıklığınız nedir, ne kadar biliyorsunuz?
E.Y: Ya, zaten öncekilerde yoktum yani bir tek ben o GKK’yı biliyorum Kahraman’dan dolayı bizzat yaşadığım bir olay bu. O Halkın Birliği falan benden önce onların ayrılması, benden önce. GKK ayrımında da gerçekten yani belli bir süre yıprattı bizi o, çok yıprattı. Yani niye öyle bir şey yaptılar, niye oldu? Ya oluyor işte, bugün de oluyor, yine çok yakın bir zamanda yine bir ayrışma olduğunu duydum, o da Türkiye solunun kaderi herhalde (gülüyor).
Sonra da örgütsel anlaşmazlıklar çıktı ama bana çok anlatmadı onları ve bir grup geçici koordinasyon komitesi diye GKK diye bilinen bir örgütlenmeye gitti, Kahraman da bunun içerisinde kaldı. Ben şey yapamadım, yani ben diğer tarafta kaldım, biraz ben yapı olarak şeyi sevmiyorum yani biraz toparlanılıyor hemen bir hizip patlak veriyor, o bölünüyor… Yani bir düşünün, ilk çıkış Dev-Genç’ten neler neler neler türemiş, hala öyle, e ötekisi öyle, yok Halkın Birliği, yok Partizan, yok GKK, daha başka bölünmeler var, yok MZ’ciler… Yani biraz karşı çıkan hemen ayrılıyor kendine bir grup oluşturuyor falan yani şeyin ben böyle zayıfladığını, zayıflatıldığını düşünüyordum, yani ne kadar güçlü olunursa, ortak hareket edilirse o kadar daha iyi olabileceğini düşünüyordum. Velhasıl ben bir tarafta, Kahraman bir tarafta kaldık! Ama öyle bir şey oldu ki bu sefer ben bu tarafta kalınca, işte o zamanın şeyliği diyelim, yani… insanlar da çocuktu demek ki, yani çocuk yaştaki insanlar bir yerlerde birilerini yönetmeye çalışıyorlar, koskoca örgütü yönetmeye çalışıyorlar işte aksamalar oluyor, yani o da aksaklıklardan biri. Benim şeyim koptu, yani benimle bağlantı kuran kişi ile ilişki koptu, ilişki kuramıyorum. Yani işte mesela görüşeceğim birileriyle gidiyorum yok, gidiyorum yok, gidiyorum yok! En sonunda birilerini buluyorum, ya diyorum böyle böyle oldu, tamam diyor. Bekliyorum bekliyorum yine yok, ben böyle atıl kaldım.
Tesadüfen Süleyman Cihan ile karşılaştım bir gün, ona söyledim, yani ben bağlantı kuramıyorum, koptu dedim. O bana bir müddet sonra bağlantı sağladı.
D.G: Ha siz hareketle bağlantı kuramıyorsunuz!
Uğraşıyorum, onunla haber gönderiyorum bununla haber gönderiyorum yok bana, kaldım ben böyle hiç yani kendi başıma kaldım hiç bağlantım yok! Ondan sonra… garip bir şekilde şeyle karşılaştık, Süleyman Cihan’ı tanıyordum ben, çok da sevdiğim biriydi böyle, bir gün tesadüfen onunla karşılaştım ona anlattım, ya dedim yani ben ilişki kuramıyorum! Ha yani bilmiyordum tabi Süleyman Cihan’ın öyle tepelerde olduğunu ben bilmiyorum tabi. Tamam dedi, bir şeyler dedi. bir süre sonra bir ilişki sağlandı bana ama bir süre sonra bu sefer şey denilmiş, işte… bizim konuşmalarımızı gider Kahraman’a aktarır, yani ben ajanlık yaparmışım, bir süre sonra yine koptu ilişki. Ben bunu duyduktan sonra tabi bayağı böyle kötü oldum yani ben o kadar çaba harcıyorum, siz bana bununla geliyorsunuz, şey yapamadık ya! O aralar ben gerçekten bak hiç böyle o kadar çok çaba harcadım ki ama o ilişkiyi kuramadık! Neyse, bir, bir süre daha geçti…
D.G: Yani bu ideolojik, bu örgütsel her neyse, bu ayrışma sizin evliliğinize dönük de bir olumsuz etkisi oldu, bunu anlattınız.
E.Y: Ha şey olarak oldu, yani bizim birebir ilişkimizi zedelemedi ama mesela ilk başlarda yani ilk başlangıcında böyle bir şeylik oluyor, bir gariplik oluyor.
Yani… eşin farklı düşünmeye başlıyor, sen farklı düşünüyorsun yani orada bir, tabi tuhaf bir durum aslında, çok normal bir şey değil ama zaten hani hemen peşine darbe olunca ondan sonra herkes dağıldı… 00:15:01
12 EYLÜL 1980 DARBESİ – İŞKENCELER
D.G: Size işkence yaptılar mı gözaltında?
E.Y: Yani şöyle, yaptılar ama ben daha sonra cezaevine girince arkadaşlara yapılanları gördüm… hatta şeyde de gördüm… şubede de gördüm yani hücrenin (kapısı) açık olursa arada bir böyle giriş çıkışlarda gelenleri görebiliyorduk kan revan içerisinde, topal bacakla geliyor, kiminin burnu kırılmış, onlara…, o çığlıklara tanık oluyorduk, işte sorguya götürüyorlardı, orada gözlerimiz bağlı… ufffff… o işkence seslerini sürekli dinletiyorlar, sürekli böyle hiç şey yapmadan! Artık işte parmaktan cereyan verme, ayak parmağından cereyan verme, meme ucundan cereyan verme, falakaya çekme, yani ama bunlar yani ötekilerin yanında…nasıl diyeyim, işkence bile sayılmaz yani, hepsini denediler ama çok yoğun değil açıkçası öyle. Ondan sonra işte ne kadar, ben 15-20 gün şubede kaldım. Ya… şeyde yani arkadaşlar giriyor çıkıyor, şu kadarcık bir hücre… 15-20 kişiyiz içeride. Öyle bir hale geldi ki, yani seni yakaladılar, senin akrabaların kim varsa, hiç solcu-sağcı hiç fark etmiyor hepsi orada! Öyle bir dönemdeyiz yani. Sen işte halası, yeğeni, bilmem nesi, e kimisi dayanamıyor götürüyor kaldığı yerlere, hadiiiii kim var kim yok hepsini toparlayıp getiriyorlar, yani o haldeydik böyle, dışarıda kimse kalmamıştı herkes şubedeydi, cezaevlerindeydi. Yaşlı yaşlı kadınlar 80 yaşında, çocuklar geliyor, öyle bir haldeydik yani. 15-20 kişi, bit kaynıyor böyle herkeste, o giysiler de, yıkanamıyorsun, nereye yıkanacaksın şubedesin zaten.
Ondan sonra bir tuvalete bile gidemiyorsun, götürmüyorlar, barbar bağırıyorsun kapıyı açmıyorlar, o bile bir işkence metodu yani. Ondan sonra artık bir tek yatak var, üstünde kan lekesinden, çişten, kakadan aklınıza ne gelirse, kusmuk, her türlü leke var üstünde ve artık şöyle şöyle, şöyle şöyle yatıyoruz ve onu, bu ayaklar duvara dayalı, yani şey yok arada boşluk var duvara dayıyorsun ayağını, bel sadece orada, o şartlar altında işte 15-20 kişi bir grup kalkıyor öbür grup yatıyor! Bazen azalıyoruz, o zaman daha böyle işte yan yana yatıyorsun 4-5 kişi kaldın mı falan.
……
D.G: Kadın gardiyanlar ya da polisler var mı?
E.Y: Erkek, hepsi erkek, hiç kadın görmedim şubede hiç görmedim. Ondan sonra bir tuvalete gidiyorsun döve döve gidiyorsun, döve döve geliyorsun yani canları ne isterse yani öyle bir ortam! İşte ondan sonra beni şeye götürdüler, Selimiye’ye götürdüler, orada bir ay kaldım ben. Bir ay kaldım, bir ay içerisinde de çeşitli örgütlerden kişiler var şeyde, koğuşta. Büyük bir koğuş, o Selimiye tarihi bir bina böyle, şeyi de böyle kemerli memerli koğuşları, ranzalar vardı, her örgütten insan vardı orada… Ha şeyi anlatayım bu arada, şubedeyken Z. K. diye bir kadını getirdiler, ondan sonra eşinden dolayı orada, kocası da Mehmet Kanbur, başka bir örgüttendi o. O çocuğu astılar Mehmet Kanbur ’u, idam ettiler yani. Onun karısıyla işte aynı hücrede kaldım. Bir tane tesadüfen, bizim Narlıdere’de biriyle kaldım, bir kızı getirdiler Narlıdereli ve bizim örgüttenmiş, hiç Narlıdere’den tanımıyorum. Tam o Z.’le ikisi aynı anda yani Z. daha önce geldi, onunla tabi koğuştasın, hücredesin yani çok samimi oluyorsun böyle paylaşıyorsun, şöyle olur böyle olur konuşuyorsun. Sonra da o arkadaş gelince Narlıdereli, o da böyle çok dilbaz birisi, onu anlatıyor bunu anlatıyor falan, hatta bir ara Z. sonra şey bile demiş yani çıkınca, o gelince Emine beni unuttu diye, o da bizim bir hemşirenin şeyiydi Z., yeğeniymiş. Öyle sonra, çok yıllar sonra böyle bir şey söylemiş, üzülmüştüm o zaman. Hâlbuki konuşuyorduk ama şimdi aynı yerin şeyi olunca hani paylaştığın şey daha fazla, onunla daha çok demek sohbet ediyordum. Z.’in eşi orada ve yaralı yakalandı o M. şey, bir gün götürürlerken yine öyle o şeye… işte işkence tarafına götürürlerken, böyle kanlar içerisinde gördüm ben o adamı, böyle her tarafı kanlıydı ama sonra da idam edildiğini duydum.
…..
E.Y:…Neyse yani o işte geçtik şeye, tam cezaevi de değildi Selimiye böyle şey tutukluların kaldığı bir yerdi. Orada ilk defa yani cezaevini deyimini orada yaşadım. İlk başta bir gittik bizi hemen böyle şeye soktular, tek değilim tabi oradan baş… bir otobüs götürdüler bizi oraya erkek-kadın, kadınları ayrı yere, erkekleri ayrı yere, böyle bir yere soktular. Önce elbiselerimizi çıkarttırdılar hepsini, hepsi bitliydi çünkü. Ondan sonra bit ilacı verdiler, kafamızı falan bir banyo yaptık nihayet. Sonra işte koğuşa götürdüler. Onların içerisinde mesela unutamadığım bir tip, Ş.C. oradaydı, Sinan Cemgil’in eşi aynı dönemde oradaydı. İlginç bir şey anlatmıştı, Sinan’ın ölüm haberini aldığımda bir gecede saçlarım beyazladı dedi ve pamuk gibi bembeyazdı saçları, çok ilginç gelmişti bana o. Şey yapıyormuş böyle Ruhi Su’yun korosunda söylüyormuş falan, onunla bir dönem kaldık. MLKP’den bir kız vardı, çok tatlı bir kızdı o da ama is… M… diye bir kızdı, ya bayağı kalabalıktı koğuş yani bütün ranzalar doluydu. Orada böyle insanlar şey geliştirmişler, zaman geçsin diye böyle şey sistemi kurmuşlar işte nöbetler, yemek nöbetleri oluyor, bulaşık nöbetleri oluyor, koğuş temizleme nöbeti oluyor, kitap okuma saatleri, tartışma saatleri! Ondan sonra oyun oynama saatleri, mesela şeyde işte 21 soru bilmem ne ama kültür seviyesi acayip yüksek böyle sorular, çok kültürlü bayağı entelektüel soruların sorulduğu böyle şeyler. Sessiz sinemalar oynuyorduk falan bayağı güzel yani adapte olmuştum öyle.
İşte bir ay falan geçti Kahraman’ın ağabeyi Z. Den bir not geldi, işte Emine bir ihtiyacın var mı, diye bir not. Ben, iyiyim işte ne yazdıysam artık iyiyim bir şey yok diye ama o gün de, he o gün de ben şeye çıktım, mahkemeye çıktım. Her mahkemeye çıkana oradan kimin nesi varsa, senin düzgün bir pantolonun var, onun bir kazağı var, onun bir pardösüsü var, ayakkabısı var, mahkemeye çıkanı süsleyip gönderiyorlar mahkemeye hani iyi izlenim bıraksın diye (gülüyor)! Beni de öyle oooo ondan bir şey, bundan bir şey derken böyle grand tuvalet giyinip gittim ben şeye, savcının karşısına çıktım. İşte savcı bayağı bir öyle zarf marf attı ama işte ben anlattım artık, yani belli zaten bende bir şey yok yani umduk….
Oradan gelen raporda da demek fazla bir şey olmayınca savcı da hani çok üstüme gitmedi öyle çok sıkıştırmadı beni ve bırakılmama karar verdi…
Yani ben kendime yapılan basitti ama orada tanık olduklarım çok daha fazla acı vericiydi. Yani şey vardı mesela cezaevinde bir Selimiye’ye gittiğimde bir kız arkadaş vardı avukat, kocaman deri parçası hatıra olarak almış saklamış böyle o falakadan ayaklarının altında çıkan deri parçası! Çantasında taşıyordu onu, belki de bir ömür boyu taşıyacak. Ha o sadece bir parça, ya yüreğindeki? Yani o hiç çıkmayacak işte onunla beraber… Daha neler neler, yani öyle insanlar vardı ki benim şeyde, yine Selimiye’de bir abla vardı benden daha büyüktü, işte makatında cam tüp patlatılmıştı mesela, o hiçbir zaman düzelmeyecek, onu her lavaboya gittiğinde o acıyı yaşayacak, enfekte olacak belki de ölümüne sebep olacak! Yani bizim yaşadığımız dediğim gibi çok çok basit bir şey, yani ben ona işkence bile demem ötekilerin yaşadığı yanında, yani ayıp olur ben de işkence gördüm, dersem onların yanında. Tamam gördüm ama devede kulak kalıyor ötekilerin yanında.
D.G: . En son sizi mahkemeye götürdüler, arkadaşlarınız süslediler püslediler, oradan devam edebiliriz, buyurunuz.
E.Y: O bir tek bana özel değildi yalnız, mahkemeye çıkan her kişiye aynı şey yapılıyordu. Bir arkadaşımızın çok güzel bir mantosu vardı siyah kadife, herhalde her çıkan onu giymiştir bir kere böyle. Neyse ben çıktım, işte dediğim gibi savcı herhalde şubeden gelen dosyada çok önemli bir şey olmadığı için beni çok sıkıştırmadı öyle, bırakılmama karar verildi. Döndüm ben geldim, tam o anda şey gelmiş, ben de şey düşünüyorum böyle, beni tamam bıraktılar ama o kadar çok tersim döndü resmen böyle, İstanbul’u bilen insan hiçbir şey bilmiyor oldum! Diyorum ben neredeyim şimdi, tamam tarif ediyor arkadaşlar, buradan gidersin Harem’e inersin, vapura binersin karşıya geçersin. Diyor onlar mesela Harem böyle, yok diyorum Harem o tarafta değil bu tarafta, tam böyle tersine. Ne yapacağım, ne edeceğim diye düşünürken bir not getirdiler, kaynım işte büyük ağabeyimiz ziyarete gelmiş hani sormaya gelmiş en azından benim durumumu. Arkadaşlar dediler şey yaz, hemen yaz beklesin seni gitmesin, beraber gidersin. İşte ben yazdım beni bıraktılar, bekle çıkacağım diye. Akşam karanlık oldu anca bıraktılar, çıktım ağabey orada bekliyor, işte beraber çıktık geldik. Kahraman hala şubede, onu şey yapamıyorum. Kahraman bu arada, tabi orayı atladım… bizim ev hastanede de aynı adres olduğu için… tespit edilmiş ev, zaten çözülenler olmuş ev biliniyor. Şeyi kandıramadım yani ağabeylere götürmekle iş sonuçlanmadı, onlar bulmuşlar. E şimdi oraya gitmişler, karakol kurulmuş eve, ondan sonra bir kere de beni götürdüler, bir gittik Allah’ım yarabbim, bir tane arkadaş bizim evde yatıyor! Anahtarı varmış hiç haberim bile yok, girmiş yatıyor bizim evde. O da yakalandı mı orada. Bayağı bir, bir iki sene de o yattı sonra.
D.G: Kim o arkadaş?
E.Y: E. diye bir arkadaş, soyadını hatırlayamadım şimdi, işçi bir arkadaştı o öyle, emekçi, tam emekçi, orada burada çalışır, onun bunun işine koşturur öyle bir arkadaştı, o da öyle yakalandı.
Sonra bir fırsatını buldum, niye oradaydın dedim? Kalacak yerim yoktu göze aldım gittim dedi! Yani duymadın mı? Duydum dedi, bile bile gittim. Kalacak yeri yokmuş, kumar oynamış kaybetti. Ondan sonra Kahraman da o arada işte o da GKK’nın çalışmaları için Tunceli’de, dönüyor, şeyler tabi haberleri var herkesin benim alındığımdan, ağabey duydu. Gidiyor şeyde, bir kısmını garaja gönderiyorlar, bir bazı insanları havaalanına gönderiyorlar ki gelirse hani böyle böyle Emine yakalandı diyecekler. Kahraman da kendi köylüsünden birini, ondan epeyce yaşlı birini ikna ediyor, elinde peynir, tereyağı, köyden geliyorlar ya, onunla birlikte trenle geliyorlar, hani bir şey olursa tren daha kolay, oraya kimse gitmez diye o da trenle geliyor. Ötekiler öbür taraflarda bekliyorlar. Trenle geliyor, direkt geliyor eve. Hoş geldin safa geldin, ikisini bir alıyorlar! E şeyi bırakıyorlar sonra o, o da bir arkadaşımızın babasıydı bizim, birkaç yıl sonra da arkadaşımız da cezaevindeydi, o üzüntüden kanser oldu, onu da kaybettik öyle. İşte Kahraman da bu arada işte onu da alıyorlar tabi, ona, onlara çok ciddi işkence yapıldı. Kahraman dışarıda bir verem atlatmıştı bir kere böyle, orada tekrar bir kanama geçiriyor, akciğer kanaması falan bayağı ciddi şeyler atlatıyor. Epey bir sonra onu cezaevine götürdüler. Önce Selimiye, sonra Maltepe Cezaevi, sonra da şey, ha Selimiye, Davutpaşa, Maltepe, Metris, öyle dolandırdılar. Uzun bir süre haber alamadık yani ben çıktım, ben de alamıyorum. Sonra aldık, en azından sağ olduklarını öğrendin mi o bile yetiyor o dönem için.
D.G: Ne kadar zaman sonra haber alabildiniz?
E.Y: E yani işte ben de çıktım… ondan sonra, sonradan duyduk zaten, o akciğer kanamalarını falan sonradan duyduk hep. İşte şeyi, artık gide gele, gide gele en sonunda tamam iyiyim diye bir notu gelmiş ağabeylere.
Ondan sonra ne yaptık? Uzun bir süre görüşemedik, cezaevinde de görüşemedik. Sonra Selimiye’de zaten görüştürmüyorlar, Davutpaşa’da ilk orada gördük. Ben bu arada ailemin yanına döndüm buraya yani şey yok, ha şöyle, işe gittim, bir süre sonra işe gittim hastaneye… Ertesi gün izinliyim, bir gün çalıştım ertesi gün izinliyim, ondan sonra tekrar işe gittim. Yani yok, işte bir iki gün çalıştım, bir gün izinliyim, tekrar ertesi gün gittim, ben adımımı attım hemşire arkadaşım biri niye geldin, dedi! Ne oldu dedim! Dün gene geldiler seni sordular, dedi. ben onu duyunca hiç beklemedim direkt çıktım oradan, şeye gittim, Kahraman’ın ağabeyine gittim, işte söyledim ben gidiyorum diye, istifa, yok önce istifa etmedim geldim buraya. Ondan sonra, bir müddet sonra o izin sürem doldu, istifa dilekçesini… Ha bu arada gittim Kahraman’la görüştüm, ilk defa görüştüm ama… Kahraman zaten zayıf biriydi, bayağı zayıf, uzun boylu, zayıf, şu şeyleri böyle değiyordu birbirine artık yani avurtları falan yani öyle erimiş akmışlar yani, hepsi öyle.
U.D: Nasıl oldu, o ilk görüşmeyi biraz konuşalım.
E.Y: Ya şey Davutpaşa nasıldı? Böyle parmaklıklı bir yer… ya şeyi hatırlayamadım ama çocuk da vardı yanımızda, bir o dokunmuştu babasına, demek ki cam yoktu orada. Ya şey, yani… böyle ilk geldi uzaktan ya öyle garip bir duygu ki yani… eşini tanıyamıyorsun ya apayrı biri olmuş, böyle görüntü değişmiş ama şeydi böyle kararlılığı yerindeydi, en azından o şey sağlam duruyordu yani böyle. Ama hepsi de moral çökkünlüğü içerisinde, öyle bir yıkım vardı ki yani asla çözülmez dediğin insanlar paramparça oldu, bu direnemez dediklerin sapasağlam direndi! Böyle resmen beynin kasırgalar içerisinde yani hayal kırıklığı yaşıyorsun, umut yaşıyorsun! Of… böyle şey olan, mesela bir çözülen arkadaşımızın eşiyle beraberdim ben böyle gittim, o da ziyaret etti eşini, ya öyle garip bir şey ki onun, o kadının şeyi… Şimdi çözülmeyenin eşinin duruşu farklı, çözülen sanki kendisi çözüldü, öyle bir eziklik duyuyor, üzüntü duyuyor, yani nasıl benim eşim çözüldü, ne olacak şimdi!
O, o kadar korkunç bir duygu ki o, anlatamam yani onu içerideki farklı yaşıyor acısıyla şeyiyle o farklı bir şey yaşıyor! Dışarıdaki ki de onunla beraber çok daha farklı bir şey yaşıyor! Yani o kadını düşünüyorum, ben böyle günlerce etkisinden kurtulamamıştım, bir yandan ağlıyor, bir yandan ne yapacağım ben deyip geleceğini sorguluyor! Bir yandan çocuğu var ona nasıl açıklayacağım diyor! Garip duygulardı! Ondan sonra, ha bana o gittiğimde istifa et dedi yani bunlar seni rahat bırakmayacak istifa et! Ben aslında hani ne yaparım ne ederim, ekonomik olarak nasıl olur onları düşünüyordum, ya idare ederiz boş ver falan dedi, Kahraman biraz rahattı, öyle çok hani… kestirmeden sonuca giden biriydi. Neyse ben işte İzmir’e gidince dilekçeyle istifamı verdim. Ondan sonra Maltepe’ye geçti Kahraman. Maltepe’de işte A.C., H.Ş. onlar hep böyle beraber şeylerdi. Maltepe’de de birkaç kere gittik ziyaretine ama ziyarette öyle, ben İzmir’deyim, İzmir’de özel bir hastanede iş buldum çalışıyorum. İşte iki ay falan izinlerimi, hiç izin kullanmıyorum biriktiriyorum, zaten haftada bir gün izin, işte 3-4 gün izin biriktiriyorum 2 ayda bir gidiyorum. Gidiyorsun bazen eli boş dönüyorsun yani hiç göremeyebiliyorsun. Bazen de işte uzaktan camlar arasından böyle konuşuyorsun, o da yani kısacık, böyle birkaç sohbet ediyorsun, tamam bitti, çık! O kadar yolu gidiyorsun… Bazen işte daha fazla iznim olursa, bir hafta kalıyordum, öbür görüşünde de görüp öyle dönüyordum, ya epey bir süre öyle idare ettik. Ondan sonra şeyler başladı, açlık grevleri başladı, açlık grevleri ölüm oruçlarına çevrildi,….
…..
Tam o arada işte ben yine gittim, tam açlık grevi artık böyle peş peşe girmişler, Metris’te böyle şey, giriyorsun, camlı, telefonla konuşuyorsun yani hem parmaklık var hem cam var, o tarafta bir telefon var, bu tarafta bir telefon var, sesini telefonla duyuyorsun, gelişlerini uzaktan görebiliyoruz böyle girdiklerini o salona. Kahraman’ı bir gördüm ooo bildiğin cenaze ayakta yürüyor, yürüyemiyor sürünüyor böyle bu şeyler, bu ayaklar böyle! Yani o hepsi üst üste geldi o zaman, tek tipe karşı direniyorlar, ya işte mektuplar verilmiyor ona direniyorlar, her şeye protesto, her şeye böyle aklınıza gelebilecek, hiçbir şey yok çünkü her şey yasak, yasak! Bütün gün şey dinletiliyor, Türkiye’m, Türkiye’m cennetim… Müşerref Akay söylüyordu o zamanlar bir çıktıydı. Kahraman yıllarca o sesi gördüğü anda kriz geçiriyordu böyle duyduğu anda o kadının sesini, o böyle şeylerle, hoparlörlerle bütün cezaevine 24 saat dinletiyorlardı düşünün yani bunu ve bangır bangır yani öyle az buz da değil. Neyse işte bu şeye götürüyorlar, mahkemelere götürüyorlar, tek tip giyinmiyorlar, kış gününde karlar yağıyor, bir tek külotla, üzerlerinde hiçbir şey yok o soğukta. Hatta Kahraman bir seferinde işte bir şey, hücre cezası veriyorlar, hücre cezasında şey günü, Ocak ayı, o böyle her taraf buz tutmuş hücrede dahi yani öyle sular akmış buz tutmuş, öyle bir yerde tek külotla!
Tam böyle artık kendini kaybediyor, hayal görmeye başlarken artık arkadaşları işte bağır çağır, en sonunda son anda böyle kurtarıyorlar yani alıyorlar hücreden, gidiyormuş yani eli kulağında, o pozisyonda. Neyse Kahraman’ı bir gördüm, karşıdan geldi, yanında böyle bölüm bölüm öbür kişiler de işte bölüm, zaten şey grup grup alıyorlar. E.K. vardı… E.K. çok aklımda kaldı, diğerleri de vardı ama o gün için E.K.’ı unutmadım hiç. Şimdi Kahraman aldı telefonu biz konuşuyoruz, sesi bile çıkmıyor yani o kadar kötüler, işte nasılsın falan? Ya iyiyim, siz ne yapıyorsunuz falan dedi? O arada E.K. da yan şeyde, yan kabinde böyle yani Kahraman’la yan yanalar, annesi de benim yanımda, annesi de gelmiş. Ya birdenbire bir şey oldu böyle E.’a nasıl bir güç geldiyse, o Kahraman’dan beter, ufak tefek biriydi zaten, böyle bir çığlıklar atmaya başladı çocuk çıldırdı, delirdi böyle, o telefonu bir tuttu söktü şeyinden, kablosundan! O güç nereden geldi bilmiyorum, nasıl çığlıklar atıyor, jandarmalar koştu, arkadaşları tutmaya çalışıyor, tutamıyor, kimse tutamıyor, çığlık atıyor böyle! Annesine şeyi sormuş sonradan duyduk, hani oradan ayrılınca annesi anlattı, annesine babam nasıl demiş? Babası da hani böyle devrimci oldu diye kızan bir tipmiş, hani yakalandı falan diye kızıyormuş sürekli işte şöyle yaptı, böyle yaptı diye. Hep anne geliyormuş şeyine, anne ve kız kardeşi, baba hiç gelmiyormuş bile. Babam nasıl diyor, aman babanı öldü bil diyor hani boş ver onu gibisine kadın böyle öldü bil onu, ne yapacaksın, diyor! O da baban öldü anlıyor, Allah’ım yıktı, yıktı, yıktı ortalığı böyle o E.’un o halini, o krizini hiç unutmuyorum, hiç gözümün önünden gitmiyor. …
Mektup yazıyoruz işte her hafta, bir ben yazıyorum, bir o yazıyor, kimi mektubumuza o görüldü damgalarıyla geliyor, kimisi bana gelmiyor, kimisi, benimki ona gitmiyor, el konuluyor mektuplara falan. Bazen tesadüf oluyor ben burada şey yazıyorum, bir rüya görüyorum mesela Kahraman’a yazıyorum ben gönderiyorum, o oradan gönderiyor, yani birbirimizin eline karşılıklı geçiyor mektuplar, aynı rüyayı görmüşüz. Yani bilemiyorum bu çok ilginç, o saklıyorum ben o, saklıyordum, onu bulmam lazım böyle mektuplar hala duruyor, o mektubu bulabilsem çok ilginç bir şey olur. Aynı rüyayı yazmışız birbirimize, çok ilginç, ikimize de çok ilginç gelmişti bu. Neyse böyle böyle bir 4 yılı devirdik, 4-4,5 yıl sonra şey yapıldı, ilk açık görüş yapılacak bir bayram günü. Geldim, biz neredeyse bir kamyon insan ziyarete gittik işte bütün sülale, herkes ilk defa görecek, bütün kardeşleri, yengeleri, yeğenleri, kardeş eşleri herkes böyle var. Ziyaretine gittik, şimdi aldılar içeriye artık bekliyoruz, sonra bir bir geldiler. E işte bizim zaten herhalde bir, onun şeyi var, resmi var, size o ziyaretin, bayağı bir kalabalığız böyle, herkes birer kere kucaklaması zaten yarım saat sürdü böyle. Neyse, benimle de bir sarıldı, biraz Dersimlilerde şey vardır, büyüklerin yanında, ağabey varsa mesela, anne baba varsa, ha bu arada Kahraman’ın babası ilk senesinde annesi zaten ölmüştü 78’de, babası da Davutpaşa’dayken babasını da kaybettik, prostat kanseri oldu onu da kaybetmiştik, ağabey en büyük olarak başımızda. Ondan sonra işte böyle yan yana oturuyoruz Kahraman’la, işte hal hatır hoş beş konuşuyoruz falan, ya şimdi böyle duruyoruz, yani 4,5 senedir, birkaç kere anca görüşebildik, ben istiyorum ki böyle el ele tutuşalım öyle oturalım, Kahraman çekiniyor (gülüyor) büyükleri var ya, onlardan çekiniyor böyle. ben böyle, elini böyle aşağıda tutuyor, şurasında bir yara izi var Kahraman’ın biliyorum aslında da, aaa Kahraman burana ne oldu dedim, ben böyle elimi değince Kahraman elimi tuttu aşağıya çekti! Şey yapana kadar da, böyle o ziyaret bitene kadar da bizim ellerimiz böyle birlikteydi, neyse vedalaştık çıktık. Ben aynı akşam İzmir’e dönüyorum nöbetim var hemen sabah nöbete gideceğim direkt hastanede.
Belki şimdi komik gelir size ama o zaman için… şeyde, (duygusal anlar) o yolculuk süresinde elimi hiç yıkamadım! O sıcaklık gider, kaybolur diye hiç yıkamadım, bütün yolculuk boyunca elim böyle (eli yanağında), böyle geldim. Sonra mecbur yıkadım tabi artık kaç saat geçmişti üstünden ama (gözleri parlıyor) o, ilk açık görüş oydu, öyle. Garip bir duyguydu, çok garipti… Unutamadım! Ama Kahraman bitmişti, böyle resimleri var belki denk gelir ben gönderebilirsem şeyden görürsünüz, resmen canlı cenaze işte dedikleri olay. Şeyde, Kahraman ilk, ben İzmir’e döndüm, şey olarak böyle hani yatma pozisyonunda benim bu ayağım böyle boşta kaldı mı şey yapardı, ben hep böyle Kahraman’ın ayaklarının üstüne atardım bu sağ bacağımı ama solla hiçbir zorum yoktu, sağ bacağımın altında mutlaka Kahraman’ın ayağının olması lazımdı. Kahraman işte ben çıktım, Kahraman kaldı, uyuyamıyorum geceleri, bu ayak nasıl ağrıyor bu! Bir şey yani şey yok, Kahraman yok ya, böyle atamıyorum ya, bu ayağım, çıldıracağım! En sonunda şey buldum, böyle Kahraman’ın yüksekliğinde bir yastık yaptım kendime, onun üstüne atıyordum bu ayağımı, ondan sonra uyumaya başladım böyle (gülüyor) o ikisi ilginç. Neyse, bir kez daha açık görüş oldu. Ondan sonra bir gün ben çalışıyorum işte şeydeyim, işteyim burada. Balçova’da bir tanıdıkları var onlar da Dersimli, eve gel, he oturuyoruz evdeyiz biz oturuyoruz, Allah Allah, İsmail ağabeyle birisi geldi, oturduk konuşuyoruz, işte ne var ne yok? İyiyim! Ben şaşırdım ama yani hiç gelmezlerdi öyle, geldi, ne var ne yok İsmail ağabey? İyi diyor, sizde ne var ne yok diyor? Soruyorum soruyorum bir şey demiyor adam bana, yarım saat oturdu çay içtik, ondan sonra ya dedi, Kahraman’ı bırakıyorlar dedi! Allah’ım delireceğim, ya İsmail ağabey niye söylemiyorsun, bir saattir geldin oturuyorsun niye söylemiyorsun? Allah’ım artık kalktık o evde ay, annem, babam, kardeşlerim bir bayram havası var, o da çok farklı bir şey böyle. Yalnız çok garip bir şey, şimdi hemen gitmem lazım İstanbul’a para yok! Yani o yolculuğu yapacak para yok bende, şey, aylık alıyoruz, bir de annemler de böyle bir taş maş döşettiler eve, ben peşin çektim hastaneden, aylık alamıyorum oraya kesiliyor.
Babam da inşaat işçisi yani bazen var bazen yok. Annem gitmiş komşudan 10 lira almış gelmiş. Ondan sonra hemen ben fırladım İstanbul’a, ertesi gün gittik cezaevinde bekliyoruz, bekliyoruz, bekliyoruz neyse en sonunda çıkardılar bunları. Çıkardılar bize göstermiyorlar, düşünebiliyor musunuz? Ondan sonra araba direkt hareket etti şeye götürüyor, şubeden, biz peşinden, onlar önden biz arkadan, bir arkada akrabası aldı götürüyor bizi, ağabeyi var, ben varım, işte millet var bir taksiyiz. Bir yerde durdular, biz de durduk, orada onlar indi, biz indik, artık millet başkalarının ailesi de orada, zor bela öyle bir sarılabildik, direkt polisler, jandarma bindirdi yine şeye, minibüse, götürdüler. Ya götürdüler, işte oradan şeye Bakırköy’de bir karakola, askerlik var! Askerlik yapmamış diye karakola, bırakmıyorlar direkt askere gönderiyorlar! Tam da o arada kardeşinin düğünü var Kahraman’ın, tam böyle gün alınmış, üç gün sonra mı ne kardeşinin düğünü var, üç dört gün sonra, onu da gönderiyorlar. Allah’ım neyse, bir şeyler bulduk, bir tanıdıklar bulduk, bir şeyler devreye girdi birileri, rica minnet düğünden sonraya, bir on günlük izin aldık düğünden sonraya ertelendi askere gitmesi. Neyse artık işte oradan aldık geldik ağabeyin evine, bizim ev mev yok, o zaman öyle şey oldu, ondan sonra ev yok. İşte artık bütün millet ne kadar varsa herkes toplandı, bütün sülale ama tam düğün bayram böyle, ay çok güzel bir şey. …
D.G: Evet. Ben tabi şeyi de sorayım biraz soru-cevap şeklinde olsun bunlar artık, ailenizin size karşı tutumu nasıldı? Sizin aileniz, gözaltına alındınız, bırakıldınız, size ne dediler, nasıl yaklaştılar sizin bu durumunuza?
E.Y: Ya şey yapmadı, benim ilk başta annemgil muhalefet oldular evlenmeme, annem şunu söyledi, kızım bak bu devrimci, yarın öbür gün hapse girer ya da öldürülür dul kalırsın (gülüyor), ondan dolayı böyle bir muhalefet etti, e ben kararlı çıkınca bir şey diyemediler. Yani ondan sonrasında da hiç şey yoktu, hani niye girdi, niye çıktı? Asla öyle bir şey olmadı yani hiç, o hiç bir şey olmadı yani hatta annem, ikinci açık görüşe annem de geldi. Hepsi, kardeşim bir mektup yazıyordu, en küçük kız kardeşim 29-30 sayfa, o kadar böyle bütün şey, bütün koğuş artık gülerek böyle… o mektupları… hepimiz mesela onlar sinema izley… tabi bir şey yok…
İşte ben dışarıdayım tabi sinema izliyorum film anlatıyorum, tiyatroya gidiyorum tiyatroyu anlatıyorum, işte Ayvalık’a gidiyorum Şeytan Tepesi’nden o Ayvalık’ın adalarının, lagünlerin görüntüsünü anlatıyorum, işte her birimiz gezdiğimiz, gördüğümüz, bildiğimiz her şeyi mektuplarla dertlerimizi anlatmaya çalışıyorduk. Dışarıyı, haberleri ana hatlarıyla şey falan yoktu, gazete mazete hiçbir şey vermiyorlardı, haberleri olsun diye artık izin verebileceklerini artık yaza yaza tahmin ediyorduk şu verilir bu mektup diye, onları öyle yapıyorduk.
Ondan sonra işte düğün de oldu bitti, Kahraman, ha bir de yani şey var, Kahraman çıktı, ertesi gün bütün sülale toplandı köye gittiler gelin almaya. Biz 5 yıldır hasretiz, hepsinin köy, bir dünya insan var evde, en az 20-30 kişiye yemek yapmak, yapmak zorundasın, çamaşırlarını, bulaşıklarını yıkamak zorundasın, tek ben varım! Allah onlar gelene kadar köyden var ya, ben Kahraman’ın yüzünü bile göremedim böyle, misafir geliyor gidiyor göz aydınına şeyine, yardım edecek kimse yok! Gidenlerin eşleridir, çocuklarıdır hepsi bende böyle, hiçbir şey anlamadım o sürede, çıktığından da hiçbir şey anlamadık beraber. Ondan sonra da Denizli’ye askere gitti, orada acemiliğini yaptı. Gittiği gibi orada bir olaylar çıkardı, yumurtaları eksik vermişler, bu protesto etmiş, ondan sonracığıma kavgalar dövüşler, en sonunda haklı bulundu ama pek çok dost edinerek oradan ayrıldı. Sonra Çorlu’ya gitti, oradan da çürük raporu verdiler Kahraman’a o akciğerlerindeki hasardan dolayı, iyi bir doktora geldi çürük raporunu aldı, askerlik maceramız da bitti. Ondan sonra hayat mücadelesine yeniden başladık.
(Cezaevinin etkisi orada kalmadı). Herkes savruldu ve öyle bir savruldu ki, yani cezaevi yatıp çıkmak bir şey değil aslında yani çıkıyorsun 5 sene, 9 sene yatanı var, 10 sene, 6 sene, 7 sene yani bu insanlar zamanını orada geçirmiş. Çıkıyor, mesela Kahraman, şeye binerdik, otobüse binerdik, o zaman bilet parasını veriyorsun, nasıl uzatırsın alır mısın diye uza… Kahraman, al, diye uzatırdı mesela. Şeyi eee öyle yani yıllarca ışık kapatmadı adam, öğrenemiyordu yani şey, cezaevinde hep yanıyormuş ya ışıklar, hiç kapatmayı, kapatamıyordu yani giriyordu açıyordu, açık bırakıp dönüyordu, ben, yatıyordu, ben kalkıp kapatıyordum bir daha! Yani bu tür şeyler. Ondan sonra yılarca bu, bir bakarsın fermuarı açıktır Kahraman’ın! Orada böyle hep rahat eşofman tarzı şeyler giyiyorlar ya pantolon yok (gülüyor), o tür alışkanlıklar böyle kaldı üstünde onlar. O rahatlığı mıydı, hem rahatlığı hem rahatsızlığı yani her ikisi de yani. O dediğim gibi şeyleri, o istiklal marşına tahammül edemezdi, o Müşerref Akay’ı bulsa herhalde bir kaşık suda boğardı kadını yani o kadar nefret ediyordu her şeyden. Ama onun dışında mesela kimi arkadaşlarımız vardı, cezaevinden bir çıktılar, sürekli şey, paranoya oldular yani polis takip ediyor, beni yakalayacaklar, beni edecekler… Kimi böyle bir şeye kapıldı, yahu kimini karısı daha cezaevindeyken terk etti, kimi yasak ilişki yaşadı yani herkesi bir şekilde bir yerinden vurdu 12 Eylül! Yani cezaevi yatmasa da farklı şekilde vurdu. Bize de o düştü! Ama öyle bir düştü ki yani şey olarak şimdi sizin listenin sonuna baktım, Kahraman’ın adı da var o listede, e şey olarak bakıyorsunuz, Kahraman bir çatışmada ölmedi, hastalıktan öldü ama o hastalığın kökenine inersek orasıdır kökeni, yani cezaevi sürecidir kesinlikle, kesinlikle şube ve cezaevi sürecidir. Yani orada o akciğer kanamasını geçiriyor. Tedavi edilmiyor
D.G: Peki, yani sizin bulunduğunuz dönemde gözlemlediğiniz, şunu gözlemlediniz mi, yani bu hareketin etrafında, bu arkadaşların çevresinde ne kadar kadın var? Çok kadın var mıydı?
E.Y: Vardı, vardı ama tabi erkek daha çoktu, erkek daha çoktu ama kadınlar da yani o dönem farklı bir dönemdi, şimdi sanmıyorum öyle değildir yani. ….Kadınlar… ya çok böyle gerçekten şeydir, yani tabi şeylerini ben o zaman bilemiyordum yani örgüt içerisindeki yerini bilemem…
D.G: Peki, yani bu çevre içerisinde böyle antidemokratik bir uygulamayla hiç karşılaştınız mı, böyle size karşı böyle antidemokratik bir uygulama oldu mu? Ki evet şey oldu evlilik sürecinde garipsediğiniz konular oldu, bunların dışında herhangi bir şeyle karşılaştınız mı, böyle bir antidemokratik bulduğunuz bir davranış oldu mu size karşı ya da çevrenizde başkalarına karşı, buna tanık oldunuz mu hiç?
E.Y: Yani hatırladığım, öyle birebir hatırladığım örnek yok, ha ufak tefek olmuşsa da iz bırakmamış en azından öyle söyleyeyim.
D.G: bu 78-79 bu Ecevit hükümetinde işte yaşanan bu Maraş Katliamı, işte bu işte değişik Alevi katliamları var Malatya, Sivas, Çorum, sıkıyönetimin ilanı, bu III. MC hükümetleri falan, ne oldu bu katliamlar yaşanınca? Yani sempati duyduğunuz bu hareket bir şey yaptı mı, ne konuşuluyordu? Sizdeki etkisi ne oldu bu Alevi katliamlarında yani nasıl karşıladınız, çevreniz nasıl karşıladı?
E.Y: Çevremizde tabi Aleviler çoktu, bir de Ozan Emekçi vardır şu anda Almanya’da, Ozan Emekçi de Maraşlıdır ve o katliamda 17 akrabasını kaybetti Emekçi. Tanışırdık da böyle şey hani eve gelirdi, aynı ortamlarda çok bulunurduk falan. Ben Maraş Katliamını en çok onun üzüntüsüyle yaşadım, yani duyduk tabi gazetelerden, televizyonlardan duyuyoruz olayı ama şimdiki kadar da değildi, sansürlüyorlardı geçiyordu. Yani şimdi olsa belki çok daha geniş haberdar olursunuz ama o zaman daha sonraki belgesellerden hep o şeyleri, sadece işte şu kadar insan, o da saklandı çoğu o zaman, rakamlar da doğru verilmedi. Ama o Emekçi’nin 17 akrabasının öldüğünü ve onun yaşadığı o üzüntüyü bizzat onda gördüm ve ben de yaşadım. Ya elinizden hiçbir şey gelmiyor yani hiç kimse hiçbir şey yapamıyor, ne yapacaksınız? Hiç… bilmiyorum yani o dönemde… herkes ah vah ettik sadece yani başka bir şey de yapamadık, yani neydi, şeyi de hatırlamıyorum yani hafıza siliyor bazı şeyleri, mutlaka olmuştur protesto yürüyüşleri falan ama hiç hatırlayamıyorum şu anda.
ÖRGÜTSEL ÇALIŞMAYLA BİRLİKTE, YAŞAM
D.G: Peki, şimdi Kahraman Yılmaz’ın illegal hayatı nasıldı, nelere tanık oldunuz? Yani bir militandı, siz evliydiniz, ne görüyordunuz ne gözlemliyordunuz, hiç onun bu hallerine, bu yaşantısına yani olumlu veya olumsuz, pozitif veya negatif etkileriniz oldu, olma… yani neydi, nasıldı? İllegal hayatı ve yaşantısı olan bir insanla evlisiniz, bu adam bir militan, siz de bu hareketin bir sempatizanısınız, hem o duygusallık hem bu kavga nasıl oluyor bu işler, önemli bir konu.
E.Y: Şimdi Kahraman yasal alanda çalışıyordu bir kere, yani sendikacı olduğu için yasal bir insandı ama tabi arka tarafında bahsettiğiniz şekilde bir yaşantısı vardı ama o şey yapmazdı yani… yani onun küçük versiyonu bende de vardı, aynı şeyi paylaşıyorduk sonuçta. Yani tamam ben sempatizan olmama rağmen öyle bir şey olması gerektiğini biliyordum en azından, zaten baştan kabul ediyorsun böyle bir şeyi. Öyle olunca da problem çıkmıyor ki, yani herkes işini gücünü görüyor, zamanı geldiğinde gelmesi gerekiyorsa evine geliyor, işi varsa gelmiyor, on gün gelmiyor, bir hafta gelmiyor ama sonra… Ama en çok da o gitmeleri şeyle ilgili giderdi, yani sendikal çalışmalar, sendikal örgütlenmeler işte Elazığ’a giderdi, Diyarbakır’a giderdi, Adana’ya giderdi yani başka illere de giderdi, beş on gün kalır gelirdi tekrar. Yani diğer şey de doğal yani böyle bir şey yapıyorsan onlar da olacak, e olumsuz et… yani ben de ona olumsuz anlamda şey yapmamışımdır, aaa gidemezsin hayır falan denilmez zaten öyle bir şey, demedim, o da bana demedi.
D.G: Yani hiç mi evliliğinizin ağır bastığı zamanlar ve dönemler olmadı? Yani seviyorsunuz, bir aile kurdunuz…
E.Y: E tabi yani şimdi …bakarsanız şöyle bir şey, mesela nasıl diyeyim yani ona yansıyan bir şey, onun sebep olduğu bir şey değil, yani… öyle zamanlar oluyordu ki, biz… hadi şeyi saymıyorum yani 1,5 yıllık evliydik cezaevine girdi, 5 yıl öyle geçti, o gitti.
Çıktı, öyle bir dönem ki işte bahsettim yani bu herhalde Dersim’e özgü bir şeydir yani Akpınar’da, işte Hozat’ta kim varsa hepsi İstanbul’daydı! Hepsi bir şekilde yani bir gün, bir gün üç kişi, bir gün beş kişi ya da hiç onlarla ilgisi yok, daha öncesine gidelim evveline, o 1,5 seneye, hiçbir zaman yalnız kalamıyorsun bir kere yani o evinde hiçbir zaman tek başına değilsin yani karı-koca bir romantizm yaşayamazsın mümkün değil (gülüyor), çünkü birileri vardır mutlaka.
….
Ama çok vardı, herkes için böyleydi bir tek bizim için böyle değil ki, herkes için böyleydi. O dönemde benim tanıdığım bütün evler bu, böyleydi yani, herkeste bu kadar insan vardı. Hiçbir zaman biz… çok nadiren mesela tam öyle işte Kahraman işini ayarlamış eve gitmişiz, tam birlikte baş başa bir akşam geçireceğiz, tak zil çalar hadi iki kişi birden kapıda dikildi (gülüyor)! Yani gelme denir mi gelene, diyemezsin! Ama tabi ne oluyordu, zaman içerisinde yani sonra ileriki zamanlarda şey olmuyor ama o belli zamanlarda demek ki ihtiyaç duyuyor, yani kadın da duyuyor ona ihtiyaç, erkek de duyuyor, gayet doğal bir şey. Ha ne olur? Bu üç beş, üç beş böyle birikir bazen bir küçük çatışmalarla böyle atlatır geçersin, ondan sonra tekrar birikir birikir, tekrar bir şey olur ama hiçbir zaman şey olmadı, hani ya işte şundan dolayı böyle olmuyor değil! Yani o şartlar böyleydi, ikimiz de bunu kabullenmiştik ama bazen zorladığı dönemler oluyordu öyle diyeyim, yani ondan dolayı kavga etmedik hiçbir zaman.
D.G: Peki, bilmemeniz gereken birtakım şeyleri hiç sordunuz mu, ya da o size anlatır mıydı zaman zaman yani?
E.Y: ..O zaten anlatmıyordu, ondan sonrasında mesela bazen bir şey oluyordu, … , Kahraman şöyle mi? Sana ne, diyordu mesela gayet rahat, Emine seni ilgilendiren bir şey olsaydı sana söylerdim!
Hı, tamam, demek ki bilmemem gerekiyor, tamam! Yani o kültür oluşmuştu artık yani bende de oluşmuştu, ondan sorgulamıyordum onları ve şey değildi yani ketumdu, o konularda ketumdu. Bazı yani günlük hayatta asla çenesini tutamaz, yani sizinle paylaştım geldim Kahraman’a anlattım ama onda kalması gereken bir şey söyledim, ben sizinle ilgili bir yorum yaptım ona, kendi yorumumu kattım. Ya da çok basit bir şey anlatayım, mesela bir akrabamız var, oğlu bir Sünni kızla işte sevgili olmuşlar, nişanlandılar hatta ama şey bir türlü böyle istemedi, aile bu kızı istemedi, ben kızı hiç tanımadım bilmiyorum, sadece annenin anlattıklarından biliyorum. İşte böyle bir gün geldi bana çok uzun saatler dertleştik ikimiz o ablayla. Şimdi, sonra Kahraman geldi işte dedim abla geldi, selamı var falan sana. Ha ne oldu dedi, ne yapmış? Oğlanı sordu, dedi ne yapmış falan, ne dedi, konuştunuz mu? Konuştuk. Ya dedim bence biraz hani onlar da dede kızı mesela, ya dedim biraz da şey galiba etkili oluyor dedim, hani kızın Sünni olması da etkili dedim, böyle bir yorum yaptım ben ona, işte bunun gibi şeyler söyledim. Aradan bir zaman geçti o abla tekrar geldi, Kahraman da üstüne geldi. Kadınla sohbet ediyor Kahraman, işte ona baştan böyle konuşması da düzgün bir ablamız, en baştan anlattı tekrar ona, şöyle oldu böyle oldu, kızla yaşadıkları problemleri falan anlattı. Kadına döndü dedi, aaa Emine bana böyle anlatmadı, Sünni diye böyle düşünüyor dedi, dedi kadına, direkt böyle (gülüyor)! Kadıncağız nasıl toparlayacak diye o utandı benim yerime yani, nasıl toparlayacağım diye bu sefer, ya işte o, işte o şöyle düşünmüştür de böyle… çok da severiz birbirimizi, yani hiç tutamazdı, böyle şeyler de küt indirir lafı böyle, sen kalırsın ortada. Ama öbür türlü gerçekten ketumdu. Ondan sonra ama diyordum, bak sana bir daha asla konuşmayacağım, hiçbir şey anlatmayacağım, söylemeyeceğim, tutamıyorum ya işte boşluğuma geldi söyledim! Gerçekten de tutamıyordu kendini o tür şeylerde, ilginç biriydi o ya.
D.G: Peki hiç kendisinde silah gördünüz mü?
E.Y: Yok görmedim.
D.G: Eve hiç silah getirir miydi?
E.Y: Yok getirmedi, hiç getirmedi.
D.G: Hiç görmediniz.
E.Y: Yani şey olmuş bir kere… evliydik o zaman da ama sonradan anlattı yani şeyi, evden çıkmışlar ama… yanında değildi, herhalde bir yerden aldı, yani evden çıkmadı.
Birisiyle böyle şey oluyor, bir çocuk önüne geçiyor, küçücük bir çocuk, ağabey ileride arama var diyor, tesadüf… ondan sonra bunlar şeylerini değiştiriyorlar, güzergahlarını değiştiriyorlar falan gerçekten arama var. o çocuk benim hayatımı kurtardı diye anlatırdı böyle ama evden değil, görmedim daha doğrusu ben, görmedim.
DÜNDEN BU GÜNE
U.D: Peki, 1980 öncesinde bu yaygın olan sol içi çatışmalar var, hiç bunlardan, böylesi şeylerden zarar gördünüz mü? Sempazitanı olduğunuz hareketinizin bu çatışmalar sonucunda tarafı neydi, yaklaşımı neydi? Bakış açısı neydi? Sizi etkileyen bir sol içi çatışma oldu mu, olduysa nasıl oldu, ne şekilde oldu? Bunlar karşısında ne düşündünüz, ne hissettiniz?
Yani çatışma denecek derecede şeylerine ben denk gelmedim, hep benden önce olmuş onlar, gerçi benden sonra da olmuştur ama en azından benim seviyemde öyle bir şey yaşamadı. Ama işte diyorum yani Türkiye’deki solun kaderi bu yani üç kişi bir araya gelemiyor, mutlaka üçe bölünmek zorunda o, ondan sonra parça pinçik, parça pinçik… Bir şey oldu mu da çok nadiren böyle seslerimizi birleştirebiliyoruz, yoksa herkes, herkes bir ucundan tutuyor bir yerlere çekiyor. Öyle olunca da her birimiz ayrı bir yerlere savrulup savrulup gidiyoruz. Herhalde gün gelecek, tamam deyip yumruğu bir vururuz ve o zaman da özlediğimiz devrimi biz görmesek de birileri görür, ancak o zaman olur ama… bir şeylerde ortaklaşmak zorundayız! Yani çok, çok bölünüyor, çok! Hani bir güç yok, şimdi bir şey olsa yok, kim ne yapabilir şimdi? Yani şu referandumu atlattık, yeni geçirdik daha, şey yok, yani göz göre göre gitti elden! Hadi hepimiz birleştik hayır verdik, e hayır göz göre göre evete çevrildi çok az da olsa, e ama bir başı çeken bir şey yoktu ki onu devam ettirelim. Şimdi kalkmışlar devam ettiriyorlar ne manası varsa, şu anda da anlamsız geliyor bana yani CHP’nin yaptığı şu anda anlamsız geliyor. Yani Demirtaş’a el kaldırırsan, kendi milletvekiline şey yaparsan, isyan ederken olmuyor. Demirtaş’a da birlikte hayır diyebilseydik ama ne yazık ki şeyin… bu da, bütün olay herhalde Kürtlerde bitiyor, CHP Kürt kelimesini duydu mu anında farklı bir tavır takınabiliyor, ben öyle düşünüyorum yani, Kürtlerin olduğu yerde CHP olamıyor.
YARGILANMA
D.G: Peki bu yargılama safhası, hangi dava dosyasından yargılandınız, dava arkadaşlarınız kimlerdi ya da yanınızdaki arkadaşlar? Bu yargılama öncesi ve yargılama safhasında tanıklıklarınız, mahkeme safhası, duruşmalar, duruşmalara gidiş gelişler, mahkeme heyetinin tavrı, aileler ile olan o ilişki, avukatınız ya da avukatlarınız, avukat görüşü, avukat savunmaları, yargılama safhasında tanık olduğunuz ve sizi en çok etkileyen olay veya olaylar nelerdir? Bu yargılama safhasını konuşabiliriz.
E.Y: Şimdi benimle ilgili konuşmayalım onu, çünkü benim 1 aydı ve bireysel bir şeydi yani gruba falan katmadılar, 1 ayda bitti benim, bir daha da açılmadı o. Ama Kahraman TKPML davasından yargılandı, şeyden, sendikadan beraat etti ama üyelikten yargıladılar, 5 yıl sonunda tahliye kararı çıktı ve tahliye oldu ama davanın tam net olarak bitmesi şu anda yanılıyor olabilirim, ya 13 yıl ya 17 yıl yani başlayıp bitmesi ve sonunda beraat ettirildi. Bu süre içerisinde pasaport alamadı yani onu bir gurur meselesi yaptı defalarca gitti emniyete, defalarca gitti vermiyorlardı, her seferinde vermiyorlardı, o da her seferinde bana gerekçe verin, gerekçe verin ben ona göre dava açacağım diyordu, açtı da, dava da açtı onunla ilgi. Çok, defalarca başvura, başvura, başvura en sonunda aldı şeyini, pasaportunu aldı ama sadece inat için aldı, hiçbir yere de gitmedi, o pasaportu öyle kaldı. Avukatı Mihriban Kırdök’tü bu davada, Muharrem Demirtaş vardı sendika davasına o bakıyordu, Kahraman ona şey, Petroçelli derdi bir diziden dolayı, kaybettik onu da sonradan, diğer davaya Mihriban Kırdök baktı, onun da hakkını teslim etmek lazım, ufacık bebeği vardı bu davalar arasında bir 5 yaşında oğlu vardı, artık bir kızı oldu, o küçücük bebekti, biz bir şeyden anlamıyorduk anne değildik bir şey değildik, gidiyorduk üç gün birimiz bakıyorduk o çocuğa, beş gün birimiz bakıyordu, o, davanın peşinde koşturuyordu böyle, öyle öyle işte en sonunda beraatla sonuçlandı. …
Sonra şey yaparken hastalandığı dönemde emekli olması için uğraşıyorduk, sonra o döndü dolaştı o tazminat yine ayağımıza dolandı, devlet o zaman bir şey çıkarmıştı, işte cezaevinde yatan ama devlete dava açamayan kişilerin yattığı süre SSK’lı sayılacak diye. Kahraman tazminat davası açtığı için şey yapamadı, o haktan yararlanamadı ve biz para yatırmak zorunda kaldık, 14,5 milyar falan bir para yatırdık ancak öyle emekli olabildi ama o da tam son dönemlerine denk geldi, sadece 3 ay alabildik onun emekli parasını ve işte 9 Eylül Hastanesi’ne gidiyorduk, gösteriyordum memura Kahraman’ın yürüyecek hali yoktu, kemoterapi dönemleri. Ondan sonra onu oturtuyordum ben gidiyordum parasını çekiyordum. Oradan kişisel hiçbir şey harcayamadım o parasından, sonra da işte bir kısmını kızlara, bir kısmını bana bağladılar, bir kısmını kesiyorlar, öyle bir şey oldu. …Ve şeydi böyle… o kadar çok koşturuyordu ki, ben böyle takdir ediyordum… Şey de yapıyordu yani Kahraman, bilmiyorum biliyor musunuz, kendini kadavra olarak bağışladı Kahraman, yani bunu özellikle belirtmek isterim, burada da bir belge olarak kalsın, çünkü pek çok insanın yapamayacağı bir şey. Yani en son bir arkadaşımızı kaybettik yine İsmail Özgül, o da vasiyet etmiş eşine yani beni işte, kirveyiz aynı zamanda onlarla, kirvemin yanına götürün diye ama eşi canım Nuran’ım şey yapamadı, göze alamadı onu, yapamadı. Saygı duyarım yani şey değil.
Yani bir yandan güzel bir şey, bir yandan bizim açımızdan iyi mi, kötü mü bilemiyorum! Yani sonlanmadı yarım kaldı, duygularımızı da biz böyle şey yaşıyoruz yani garip bir şekilde yaşıyoruz! Şey diyemiyorum ben asla hala kabullenemiyorum yani hala bile kullanmak istemiyorum ama bugüne özel kullanayım, öldü kelimesi çok ağır gelen bir kelime bana, böyle öldü demek istemiyorum gitti diyorum. Yani belki de şey yok, elimizde somut bir yer yok, yani bir mezar yok bir şey yok, belki ona bağlı olarak öyle hissediyorumdur! Ya da öyle olmasını istiyorumdur! Evet Kahraman gitti, gerçekten gitti ama güzelliklerle gitti Kahraman, çok acı çekti ama çok güzel bir insandı yani Kahraman… kime yolu düşmüşse mutlaka önünde bir iz bırakmıştır yani ona enimin. Küçücük çocuk, benim yeğenimin çocuğu var, Kahraman onu yani 4-5 yaşına kadar tanıyabildi anca, o bile hala unutmuyor, hala rüyasında görüyor, 5 yaşında çocuk bu ya, dedem diyor ona, hala böyle onu anarken gözleri yaşarıyor, ufacık çocuk bile Kahraman’ı o kadar sevebiliyor. Onun için Kahraman özel bir insandı. Bence bu yayın çoğu da ona ithaf edeyim ben, gittiği yerlerde ne diyelim, güzel güzel oradan bizi seyretmeye devam etsin, yapacak bir şey yok.
E.Y: Kızım özellikle şeyi tembih etti bana ama sonunda dayanamadım yine söyledim, anne yapacak bir şey yok deme sakın, dedi! Yine farkında olmadan son cümle olarak onu söyledim, onu geri almış olayım.
D.G: Peki, o… şimdi… Tabi bu yargılama safhası, yargılama dosyasının adı vesaire bunları konuştuk. Kahraman ağabey içerideyken bu işte parasal sorunlar yaşıyordu, o içerideki yeme içme sorunlarından haberdardınız, bu, bu gibi sorunları siz dışarıdan nasıl çözümlemeye, çözmeye çalışıyordunuz, buna dair neler yapıldı içeride ve dışarıda?
E.Y: Yani… mesela onlar komün yaşıyorlardı zaten içeridekiler, olan olmayana yani biliyorsunuzdur o tür yaşantıyı. Kahraman’ın şeyi, ağabeysi ticaretle uğraşıyordu Cola bayisi vardı, yani Kahraman içerideyken o anlamda şey olmadı, maddi destekte bulundu, aile bırakmadı, hiçbir zaman bırakmadı yani hem maddi hem manevi yani ziyaretine gidildi gelindi, maddi olarak desteklendi.
D.G: Peki sizin Kahraman ağabeyle evlendiniz, çocuğunuz ne zaman oldu, ilk çocuğunuz?
E.Y: Şimdi Kahraman cezaevine girdiğinde biz yani 2 yıl olmamıştı daha evleneli, o dönemde de zaten çocuk düşünmemiştik ki iyi ki de düşünmemişiz! Yani çocuğu olanlar için çok daha zor bir süreçti, yani şeyi hatırlıyorum mesela, canım Taylan’ı burada anayım, Ahmet Cihan’ın eşiyle giderdik S.’yla ziyarete, birkaç keresinde Taylan da vardı yanımızda.
O’nu da kaybettik yakın zamanda. Yani o Taylan’ı çocuk haliyle hatırlıyorum, çok zordu o çocuklara yani bir tek Taylan değil öbür çocuklar da oluyordu, o babalarını o kucaklamak isterler kucaklayamazlar, yani birebir tanık olduğum görüşmeler vardı ve hep derdim, iyi ki çocuğum olmamış, yani onu yaşamasını istemezdim. Sonra Kahraman çıktı, 4 yıl daha olmadı çocuğumuz, ondan sonra oldu. Yani bir, toplamda ilk evliliğimizden 10 yıl sonra Helin doğdu, sonra da Gökçe’miz geldi ondan 3 yıl sonra. İki kızımız var işte biri 26-27 yaşında, Helin 89’lu, Gökçe 92’li.
KAYBETTİKLERİMİZ / ARAMIZDAN AYRILANLAR / BİZDEN KOPARILANLAR
D.G: Tabi eklemek istediğiniz bir şey varsa buyurunuz. Yani bu 12 Eylül büyük darbeler vurdu, hapishanelerde ve dışarıda eşlerini terk eden kadınlar oldu, yasak aşk yaşayan erkekler oldu dediniz. Bunlar da birer tabi travma ya da travma demeyeyim de, bir şey, olumsuz şeyler tarafların cephesinden bakıldığında. Eşinizin ölümü salt hastalık değildi, şubeler ve karakollarda yaşadıklarıydı, şehit yani bir kurşunla ölmedi ama bu süreçlerin sonucunda ölümünün gerekçesi oydu. Yani nasıl ki yani görüşmemiz esnasında tabi dinliyorum sizi, kimi insanlar kurşun yiyerek, kimi insanlar dayak yiyerek, işkence görerek yaşamını yitiriyorlar, onların anneleri ve babaları da kahrından yaşamını yitiriyorlar yani acısından ölenler de var, çok travmatik dönemler.
E.Y: Şey çok ilginçtir, yani Kahraman’ın babası, İsmail Özgül’ün babası… şu anda yurtdışında Avder diyorduk, Kahraman’ın yine köylüsü bu, yani tanıdığım böyle yakından tanıdığım 5-6 insan, diğerlerini bilmiyorum yani benim tanıdıklarım hep çocuklarının üzüntüsünden kanser olup gittiler böyle hem de peş peşe! Yani çocuklar cezaevinde onlar öyle gittiler.
….
Ama öyle bir şeydi ki o yani mesela şey, kesin işte o Avder dediğime idam kararı verildi o zaman… hepimiz bekliyoruz yani yüzde yüz artık asılacak böyle, o şeydi onlar, sonra Metris firarisi… bekliyoruz. Ya işte ne olduysa o ara böyle bir şeyler uzadı muzadı, onlar gitti bu arada, kurtuldular! Yani… bir anne babaya bunu nasıl dayan dersin yani nasıl dayanabilir, olmuyor! Anneler yine daha şey yani konuşuyor, ağlıyor, komşuya gidiyor şey yapıyor, babalar herhalde daha içinde tutuyor böyle, hani içine dert oldu derler ya, gerçekten de öyle dert oluyor, gitmeleri daha hızlı oldu o yüzden.
….
Aziz Vatan da kanserden gitti, İsmail Özgül de kanserden gitti, Kahraman kanserden gitti, Erhan Gencer kanserden gitti! Şey olarak bunları tanıdım, hani tanıdım derken, Aziz Vatan sonradan şeye geliyordu işte Yaşam Ağacı Derneği’ne falan geliyordu, o dernekte görmüştüm, öyle tanıyorum. İsmail Özgül dediğim gibi, kirvemiz onu öyle tanıyorum. Erhan Gencer de, Erhan Gencer’i şöyle, direkt sağlığında tanımıyorum ama sonra şeyde, o küllerini Boğaz’a falan onun döktüler, o, o törende vardım.
…
Ya içinde bilemiyorum yani şeyler şimdi efsane gibi anlatılırdı yani orada bir Mehmet Zeki Şerit, Cemil Oka, Muharrem Çiçek yani içinde böyle şey olmuş, sembolleşmiş çok isim var, onları artık böyle tanıyormuş kadar olduk ama hepsi benden önce onların, o yüzden tanıyamıyorum, işte Süleyman Cihan birebir tanıdıklarımdan.
D.G: Süleyman Cihan’a dair anlatmak istediğiniz bir şey varsa yani onunla bir anınız, bir yaşanmışlığınız…
E.Y: Ya Süleyman Cihan… yani nasıl anlatılır ki!? Böyle… farklı insanlardan biri yani kelaynak diyoruz ya böyle nesli tükenen, o da onlardan birisiydi, bak Kahraman da onlardan biridir! Yani içlerinde mutlaka vardır ama tanımadığım için onlara bir şey diyemeyeceğim ama Süleyman Cihan yani herkesin böyle yardımına koşabilecek, işini gücünü bırakıp senin derdinle uğraşabilecek, her şeyini ne bileyim ben, feda edebilecek insanlardan birisiydi, seve seve yapardı. Yani ha bu alttır, bu üsttür bilmem ne böyle asla şeyi olmayan, kariyer merakı olmayan, asla o havaya girmeyen öyle mazlum, mazbut bir insandı.
Yani iyi ki tanımışım! Ama ölümüyle de yani bilmiyorum şimdi Kahraman’a kadar çok insanlar kaybettik, çok, çok, çok üzüldüğüm şeyler oldu, bunların en başında da Süleyman, yani acısı o kadar yıllarca böyle hiç eksilmeden taşıdığım acılardan birisi. Mesela kızlarım çok sevdiğimi bilir, şey almışlar, bir gecede onun bir tane siyah beyaz resmini almışlar bana, onu ben hiçbir zaman şey yapamadım yani bakmaya bile dayanamıyorum, o kadar! o hep farklı, başka bir yerde kaldırılmış olarak duruyor, hiç gözümün önüne koyamadım. E ama o yetmedi ekledik üstüne, ötekileri de ekledik, daha da ekleyeceğiz yaşadığımız sürece, öyle olacak, mecburen öyle olacak. Şeyler, yani daha başka isim böyle var hatırladıklarım ama isim olarak işte şudur diyemiyorum yani ben farklı biliyorumdur yani mutlaka. Ondan, neyse… söyleyecek bir şey yok yani gidenler yoldaşımız hepsi, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz, başka bir şey yapamıyoruz maalesef.