Feryal Sarıoğulları (F.S:) (1951) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişiler: Gülay Kayacan (G.K:) Tahir Bozkurt (T.B:)

Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:

F.S: Kitlesel bir direniş bizim örgütten bir arkadaşın, Nezihe Bahar, o sorgulanamamıştı, çatışmada vücudunun bazı yerleri yanmıştı süre dolduğu için onu getirdiler cezaevine kısa bir süre sonra da almak için geldiler.

Orada isyan diyebileceğimiz bir durum yaşandı. Şeyden geldi subaylar, Harbiye’ye götürüyorlardı o zaman birkaç askerde vardı sanıyorum işte gardiyanlar, subaylar rol oynamada işte barikat kuruldu üst katta, ranzalar sabit zaten metal dolaplar, tabureler vs. hata birkaç arkadaş alt mutfak, yemekhane bölümünde kaldı işte çok direnemedik çünkü çok güçlüydü karşımızdakiler. Biz farklı bir şey beklerken bir balyoz darbesiyle o kapıyı çıkardılar gayet kolay bir biçimde hemen girdiler içeriye orada bir direnme oldu ama gardiyanları tahmin edersiniz, hepimizi savurarak zaten çoğumuz ufak tefek falan çocuklarız diyebiliriz, fırlattılar ve götürdüler arkadaşımızı.

Sonra o konuda bir dava açıldı bize tabi bu boyalı basın bayağı yaygara kopardı, kadın olması bütün yargılananların malum o zaman Günaydın, Hürriyet gibi gazetelere iyi bir malzemeydi onlar açısından işte her duruşmada bizim resimlerimiz çıkıyor falan öyle bir şey yaşadık yani cezaevinde benim olduğum dönemde en ciddi direniş o idi.

Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:

G.K…Evet bugün 9 Nisan 2017 Onur Vakfı Sözlü Tarih Çalışması kapsamında Feryal Sarıoğulları ile görüşüyoruz. Feryal hanım öncelikle Nerede doğdunuz? Nasıl bir yerde büyüdünüz? Aile kökenleriniz bize bunlardan bahsedebilirseniz çok seviniriz, buyurun.

F.S…1951 yılında Adapazarı’nın bir köyünde doğdum, Ali Fuat Paşa isimli bir köy, babam o tarihlerde orada ilkokul öğretmeni, küçük bir köy, şu anda bir belde halen zaman zaman giderim ben.

Adapazarı’nda o dönem ticaret son derece ileri, hayvan ticareti o kahveye Adapazarı’ndan esnaflar geliyormuş, üreticiler, tesadüfen dedemi tanıyorlar, çok güzel bir çocukmuş yani babam da anlatır biliyorum, kahveciye soruyor kim olduğunu oda anlatıyor böyle bir çocuk, e diyor ben bunu alabilir miyim, istiyorsa gitsin diyor, soruyorlar, kabul ediyor o adamla birlikte bizim köye geliyor. Akarca diye bir köy, adam evli çocukları var bunu da kendi çocuğu gibi büyütmüş hatta ona toprak falan veriyor, evlendiriyor ona ev yapıyor yani kökenimiz bu dolayısıyla kaybetmişiz yani Samsun’da akrabalarımızı bildiğimiz kadarıyla.

Yalnız şöyle bir şey var Çerkezlerde dört kol vardır her kolda da aileler vardır, her ailenin isimleri var dolayısıyla siz akrabalarınızı bulabiliyorsunuz. Bizim ailenin adı da Emzehlerden Nurşi diye bir aile bu biliniyor. Çerkezce biliyor.  Böyle başlıyor yani bizim kökenimiz.

….

F.S…Ablamın üniversite yıllarında zaten öğrenci hareketleri başlamıştı, ablamda sempati duyuyordu kendisini sosyalist olarak tanımlıyordu ama aktif bir mücadele içerisinde olmadı o, çevresindekiler demokrat ve solculardı çoğu aktarımları ve de tabi o dönemde şeyi takip ediyoruz Çetin Altan, bizim için çok önemli, o kuşaktaki solcuların ilk öğretmenleri Çetin Altan büyük ihtimalle ve ben ilk defa kendim, evimize cumhuriyet falan girerdi o ayrı, akşam gazetesi almam benim için çok önemliydi, onu takip ediyorum İşçi Partisini takip ediyorum büyük hayranlıkla takip ediyoruz çok önemliydi o zaman ve bizim evde şöyle bir şey vardı, çok okuyan insanlardı babam ve annem, şanstı bizim için, şanstı.

İlkokuldan itibaren çok kitap okuduk biz, ablamda öyle, annem babam da okurdu ben aileden gelen bir şey olduğunu sanıyorum yani benim özel şeyimden değil, bayağı sol kitaplarda vardı, sol dediğim yani o günün koşullarına göre çok roman okudum ben, klasikleri mesela bitirmişim ben aşağı yukarı yani Fransız- Rus klasiklerini ortaokul ve lise döneminde, Hasan Ali Yücel şeyleri mesela o dönemde zengin bir kitaplık sayılırdı babamın kitaplığı, Tolstoylar, Dostoyevskiler bitmişti aşağı yukarı benim için.

Mesela şöyle bir şey önemsiyorum ben, yıllar sonra ben annemin defterini buldum öğretmen okulunda, tuttuğu defterler, şiir defterleri mesela onu karıştırdığımda o şiir defterinde mesela Nazım’dan şiirler vardı şimdi Nazım yasaktı o dönem ve öğretmen okulunda okuyorken defterlerinde var Nazım’ın şiirleri.

Yine sosyalist bir kadın şair var, ismini hatırlayamadım, çıkarken hatırladım evden çıkarken defter açıp bakma şansım olmadı mesela onun şiirleri vardı, o kültürle biraz tanışmıştı mesela babamda şeyi aktarmıştı bana onların okulunda da Nazım’ın şiirleri elden ele dolaşıyormuş böyle bir alttan alta yatılı okul dönemi olmasına rağmen yani şey var yani yabancı bir aile değil benim ailem, a sosyalistler mi? Değiller, bilinçliler mi? Değiller ha ben dolayısıyla sosyalizm hakkında hiçbir şey bilmeden sadece şöyle genel bir şey işte ezenlerin ezilenlerin olmadığı bir şey, sistem, okuduğum yarım yamalak kitaplar tabi romanlar bu konu da gündelik hayata dair epey şey kazandırmıştı bana, kendimi sosyalist ilan etmiştim.

Lise 2 filandı sanıyorum ve de hiç kimseye etkisi olmadan ilk defa kader fikrini sorgulayarak ateist olduğumu da ilan ettim, biz bunları lisede konuşurduk kendi aralarımızda arkadaşlarla bayağı da vardı yani o konuya kafası yatan yani ateist kabullenen kendisini insanlar vardı yani sosyalist fikirleri, sosyalizme ilgi duyduğum bir şeyde tasavvuf olabilir ben edebiyat derslerini çok severdim çok sevdiğim bir hocam vardı, tasavvufa merak sardım bir dönem. Tasavvuftaki her şeyin tanrının bir parçası olduğu onları tabi tanrı olarak görmüyordum da hani her şey kutsaldır yaratılanı severim yaradan da ötürü vs sanırım onun büyük etkisi oldu bende, başlangıcı olabilir.

G.K… Peki o zaman örgütlü müydünüz?

F.S…Hayır o zaman örgütlü bir şey daha henüz yok, üniversitelerde tabi şeyim başlıyor, filizlenmiş bir öğrenci hareketi var, öğrenci hareketi de üniversiteye girdikten sonra tanıştım.

G.K… Mahallenizde böyle solcu abiler, ablalar yok muydu?

F.S…Mahallemizde yoktu solcu abiler, ablalar, okulda da yoktu o dönem sadece TÖS’ün bir boykotu olmuştu öyle bir derslere girmemiştik öyle yankı da yapmadı çok ciddi bir öğretmen katılımı da yoktu, okulda öyle bir şey olmadı yani en azından bizim okulda yani bakın sıradan bir şey hani, ana rahmine düştükten sonra sosyalist olan birtakım arkadaşlarımızdan değilim sıradan bir hayat.

G.K… Peki …neden İstanbul üniversitesi?

F.S…A şimdi şöyle oldu onu maceracı bir şey, bir maceradır daha doğrusu, ben parlak bir öğrenciydim, edebiyat kolundaydım ben ama çok iddialı bir öğrenciyim ben şöyle bir fen kolunun kitaplarını aldım son bir sene şöyle bir elden geçirdim yardımcı kitaplar falan da yoktu ama ben ne ettim ettim Ankara’dan getirdim, Arı dershanesiydi hiç unutmuyorum çalıştım kapattım yani o arayı diye düşünüyorum.

O  zaman sınavlar farklı idi ODTÜ’nün ayrı idi işte İstanbul üniversitesinin ayrı idi vs, ben bütün şeylere girebiliyordum yani ODTÜ’de mesela, ODTÜ’yü hedeflemiştim İstanbul üniversitesi yani İTÜ bütün bölümlerine girebiliyordum, İstanbul üniversitesine gidiyordum fakat şöyle oldu benim ailem, hiç baskı uygulamayan, gerçekten biz hiç baskı görmedik veya hissetmedik mutlaka denetim vardı ama hissettirilmeden yapılan bir şeydi bu.

Birden benim o ODTÜ hevesim karşısında bir dur dediler bana, ODTÜ’de o zaman çok ciddi öğrenci hareketleri var ve ben hem o çevreden kurtulmak, sıkılmıştım belki, ODTÜ bana çok cazip gelmişti, o hareket içerisine katılacağım ama bir birikim var mı yok fakat ailem buna izin vermedi çok direttim dediler ki hani bizim sana bir katkımız olamaz, olmayacak yani nasıl geçinmeyi düşünüyorsun falan kibarca tabi seçeneğim yok.

……….

(12 Mart darbesi ve okullara etkisi anlatıldıktan sonra) …..

Sol çekildi bir kısmı tutuklandı bir kısmı illegaliteye geçti, Aydınlıkçılar faaliyet gösteriyorlar yani biz Aydınlıkçı falan olmadık sonradan içeriye girdiler, çorak bir ortam o dönemde kısa bir süre tabi sonra Aydınlık’a muhalefet olan İbrahim KAYPAKKAYA ve çevresindeki grup tartışmalara başladı zaten hani daha önceden başlayan bir süreç bu, şeyin ilk metnini, bu arada unuttum tabi 15-16 Haziran vs var onları sonra tekrar dinleriz yani beni çok etkileyen olaylar 70 Haziran çok ciddi bir şey, işçi kalkışması, biraz sonra başka bir bağlamda bahsetmem gerekir ondan ve o bilinç içerisinde Fatih’te oturuyoruz akın akın geliyor işçiler Topkapı sanayi bölgesinden ve ben kadın işçilerin en önde yürüdüğünü, kıyafetleri, fabrika kıyafetleri ile o militan tavırlarını ilk defa orada gördüm.

G.K… Siz o zaman öğrenci misiniz?

F.S…Öğrenciyim.

G.K… Peki öğrenci hareketleri şey yapmadı mı? 15-16 Haziran hareketine destek verdi mi?

F.S…Tabi tabi genç elemanlar zaten bir bölümü direnişlere falan gitti ama ben gitmedim o dönemde daha doğrusu çevremde yoktu öyle arkadaşlar yoksa hazırım, her türlü şeye hazırım. Bu metinler genel eleştiriydi sanırım ilk elimize ulaşan metin, Kemalizm, Milli mesele üç temel metin bunlar zaten, bunları çok ciddi okuduğumuzu hatırlıyorum okul çevresinde biz 3 kişi başlamıştık, bir arkadaş daha var ama oda o dönem pek gelmiyordu sanırım her neyse ama o cenahla esas bağlantısı olan arkadaş o.

Şöyle Kemalizm’le ilgili zaten benim aileden gelen bir şey hani bu Çerkez Ethem dolayısıyla sempati falan duymuyorum sadece o modernleşme çağında o zaman beni çok etkileyen bir şey ve benim için önemli hala da önem veriyorum ha ne kadar uygulamış kimi ne kadar etkilemiş onları bilmiyorum, tartışılan meseleler de en azından benim hayatımı etkilemiş öyle ciddi bir şeyim yok Mustafa Kemal’e karşı falan.

Orada Ermeni meselesine sanırım çok kısa da olsa değiniyor bu bende bayağı bir sempati yaratmıştı ben bir de babamdan dolayı, evimizdeki kitaplardan dolayı bayağı bir şey okumuştum yani üstün körü, basmakalıp bunlar hiç abartmıyorum bilgim vardı, Ermeni katliamını biliyordum mesela o daha genel bir metindi Kemalizm vs. bunlara dayanıyordu sanıyorum ilk bunları okudum.

Sonra Kemalizm’deki anlatımı hiç yadırgamadım ve hiç itiraz etmedim o dönemki aklımla, milli mesele yine aynı zaten kendimi hiç Türk olarak tarif etmedim, oda eyvallah zaten bir yerde baskı katliam varsa onun yanında yer almaya hazırız dolayısıyla hiçbir engel yoktu ha şunu sorarsanız bu konuya dair teorik alt yapım ne kadar yeterliydi, hiç yeterli değildi diğer gruplarla, THKO zaten bir metni bile yoktu, Mahir Çayan’la ilgili o dönemde benim elime geçen bir şey yoktu ama biliyorduk, arkadaşların anlatımlarından, ana hatlarıyla biliyordum dolayısıyla hiçbir şey göremedim katılmamam için. Katıldık ve başladık o şekilde örgütlü bir çalışma diyebilirim.

G.K… Katılma dediğiniz nasıl oluyor?

F.S…Şimdi katılma nasıl oluyor ilk önce metinleri okuduk kabul ettiğimizi bildirdik ve ilk okuyanlardandık sanıyorum bu sırada, orayı tam hatırlamıyorum tabi operasyonlar devam ediyor çok büyük bir şey var, baskı ortamı var, Denizler idam edilmiş veya o döneme denk geliyor, Kızıldere olmuş yani tam bir yenilgi dönemi sanırım sol hareket açısından, tek dinamik güç aslında bu cenah, TKP zaten piyasa da yok, Kıvılcımlı çevresi zaten üniversite çevrelerinde çok kabul gören bir şeyde değil daha, işçi sınıfı içerisinde mücadele yürütüyor, TİP’in’ son dönemleri zaten çok sempatik değil oradan kopup gelen insanlar, pasifist bir çizgi başka bir seçenek dahi yoktu yani bizim açımızdan diyebilirim. Örgütlü bir faaliyetin gerekli olduğuna da emindim kendi adıma, katılmam bu şekilde oldu ha oradaki şeyim neydi bilemiyorum, kiminle konuştuk hakkımda vs, tabi birkaç arkadaşla daha tanıştım.

       Kutsiye Bozoklar ilk tanıştığım kişilerden bir tanesiydi, okul arkadaşlığının dışında, çok hoş bir ilişkimiz oldu, insani anlamda da çok hoş bir ilişkimiz vardı. Ha şunu söyleyeyim Kutsiye bana bir erkek arkadaş tanıştırdı belli Kürdistan’dan gelmiş bir öğrenci arkadaş sonra Kutsiye’nin bana aktardığına göre şöyle demiş benim için, kadın meselesine bakış anlamında bu önemli, ‘’ ya bu kız işte mini etekle geziyordu’’ şimdi garip bir şey tabi bizim o Dev-Gençte o kadar normal bir şey ki yani ceketle gezmek, mini etekle gezmek benim çevrem açısından, okul açısından normal bir şeydi, böyle demiş tuhafıma gitmişti, şeye yordum ben onu, bu bir Kürt, köylü falan hazmedemiyordu beni yani daha hani şey feminist bir çıkış o yok. Gariptir Kutsiye ile ilk tanıştığımda evine falan da gidiyordum, kısa etek giyiniyordu Kutsiye ’de, kısa etekle geziyordu onunda garibine gitmiş güldük galiba arkadaşın o söylemi üzerine şey buydu ilk yapı içerisinde kadın sorunu ile karşılaşma.

G.K… Sizi kim tanıştırdı?

F.S…valla bir arkadaştı, bir arkadaştı, hatırlamıyorum kimin tanıştırdığını, evine falan gittik o gün …edebiyattan söz ederdik tabi ki sosyalizme dair konuşurduk ha bire edebiyat sohbetleri yapardık, sinemaya dair konuşurduk sanata eğilimliydim öyle bir şeyimizde doğmuştu Kutsiye ile, annesi de hoş bir kadındı, erkek kardeşi ikizi daha doğrusu onunla da tanışmıştık onunla da böyle bir şeydi.

G.K… Siz İbrahim KAYPAKKAYA ile tanıştınız mı?

F.S…Ben bizzat tanımadım, görmedim İbrahim Kaypakkaya’yı.

G.K… Sonra mesela o hareketin içinde olduğunuzu size hissettiren neydi? Ne bilim ortak bir eylem, bir iş bölümü, ortak okumalar nasıl hani?

F.S…Şimdi şöyle oldu o metinleri okuduk, kitaplar falan da okunuyor, bir gün bir yere çağrıldık, çağrıldım daha doğrusu, iki arkadaş daha vardı biri Kutsiye idi diğerini ilk defa o gün gördüğüm bir arkadaştı, bizim gençlik komitesi üyesi olduğumuz söylendi, TMLGB adı, komite üyesi olmuşuz dolayısıyla üye olduğumuzu falan gösteriyor sanıyorum ama ben hani yeterli bir deneme, adaylık süreci olduğunu düşünmüyorum zaten öyle bir zaman geçmiş değil zaten yeterli kadro falan da yok yani öyle ince eleyip sık dokuyup birçok kişi içerisinden seçmek işte beni üstün görmek zaten söz konusu olamaz çok çok hani Dev-Genç içerisindeki faaliyetlerimi, beni çok yakından tanıyan, aynı üniversite de okuduğumuz arkadaş mutlaka aktarmıştır ama o yapı içerisinde öyle bir deneme süreci ben hiç yaşamadım direk bir şeye getirildik, komiteye getirildik, sorumluluk isteyen bir komite orada birkaç öğrenci ile de tanıştım ama öyle ciddi bir şeyimiz olmadı, bildiğim kadarıyla işte aktarıyorum bir şeyleri, onlarda da öyle çok fazla birikim yok.

       Zaten çevrilen kitap sayısı o kadar sınırlı ki o dönemler, herkes için durum aynı yani bu hareketler yabancı dil bilenler dışında mümkün değil zaten birtakım kaynaklara ulaşması çok sınırlı bir okumayla üretilen metinler sonuçta.

G.K… Peki hareket örgüt içerisinde mesela eylem planlama, hani ortak bir şey yapma yani neler konuşurdunuz?

F.S…Şöyle bir şey son derece baskıcı bir dönem evlerde bu tür şeyler yapılırdı bir de kafe diyebileceğimiz o zaman kafe demiyorduk da, onlarda toplanıyorduk işte o toplantıların birinden sonra bir evde toplanacağımız söylendi o evde de çok vahim bir şey yaşadık, operasyon yedik zaten Kürdistan’da operasyonlar devam ediyor oradaki o tutuklamalar buraya da sıçramış haberimiz yok en azından o insanların haberi yok.

       Gittiğimiz bir öğrenci evinde kapıyı çaldığımızda bir tane otomatik silah karşıladı bizi arkada da iki polis, bunun dışında başka evler olduğunu da biliyorum zaten birisinin tutulmasında da yardımcı olmuş bir kadın olarak falan, illegalite uygulanıyor, kimse kimsenin ismini bilmiyor yani biliyoruz da bilmiyoruz diyoruz en azından bir kısmını bilmiyorduk zaten son derece sınırlı kalıyorlar.

       İstanbul’da da öyle öğrenciler içerisinde zaten öyle çok fazla kadro falan yok e işte işçi sınıfı içerisinde bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Bildiğim deri işçileri içerisinde o zaman Kazlı Çeşme’de idi fabrikalar orada var.

G.K… Neredeydi gittiğiniz ev?

F.S…Gittiğimiz ev şehreminindeydi, Şehremini’nde o evdekiler zaten götürülmüş birkaç gün önce daha sonra bir arkadaş, konu komşunun bile orada haberdar olduğunu, eve karakol kurulduğunu söylediler, ne kadar gerçek onu bilmiyorum ama en azından bir gün önce ev basılmış, tam bir şeydi her tarafı alt üst etmişler, darmadağınık bir ev yani eve gitmeden önce kontrol yapılmadı. Benim zaten öyle bir şansım yok, bir arkadaşın daha yoktu ama diğer iki kişinin en azından yapabilecekleri durumlar vardı belki hiç ihtimal verilmediği için belki yakın zamanda görüldüğü için o kişiler gerek duymadan, yakalandığı söylendi.

G.K…  Sizi çağırdılar, kapıyı çaldınız, açıldı kapı.

F.S…Bir tip daha doğrusu önce bir namlu çıktı aralıktan, uyandık tabi biz öndeyiz arkada da iki erkek arkadaş var iki tane de polis, içeriye buyur edildik, girdik işte üstümüzü aramadılar yani kadın olduğumuz için herhalde, çantamıza falan baktılar erkek arkadaşları aradılar bir silah çıktı, bir erkek arkadaştan sonra bir kelepçeleri varmış o polislerin çok önemsememişler bence o evi, iki erkek arkadaşı yan yana bağladılar sonradan bir kravat bulup benimle Kutsiye’yi bağladılar, telsizleri bile yoktu.

       Polislerden bir tanesi karakola gitti yani buraya karakola düşenler var gelin alın diye, kayboldu bir tanesi belli yani karakola gitmiş sonra çok soğuk böyle bir Mart günü işte benim ceketim de duruyor, ceketimi alabilir miyim dedim, kalktım ceketi aldım ben yerime oturdum bir patlama oldu, arkadaşta bir silah daha varmış, iki silahla gelmiş. İsabet etmedi tabi de ha pardon ilk ateşte kelepçeyi kırdı, arkadaşın birinin eli hafif yaralandı, ikincisinde şeye attı polis kaçtı şöyle bir yana doğru sonra siper alarak taradı bizi, 4 kişi yan yana oturuyoruz yani bu tamamen refleks hepimiz yere attık kendimizi duvar delik deşik oldu yani mesafede o kadar yakın ki yani 3-4 metre anca var.

       Polis acemiymiş daha sonra şubede söylediler, çok yeniymiş polis bir de çok korktu yani şey görürken o duvarın arkasından, duvar dediğim bir girinti, yüzündeki o korkuyu gördüm polisin şey bu. Sonra ev böyle bir bodrum katı, dedik dışarıya çıkalım bir merdiven bulduk belki de orada kalan öğrenciler yedeklemiştir bilmiyorum ama biz gayet rahat çıktık, Kutsiye’yi çıkarmaya çalışıyoruz, kilolu bir arkadaştı, mümkün değil çıkamıyor arkadaş.

G.K… Pencereden mi çıkıyorsunuz?

F.S…Hayır, avluya çıktık, küçük bir aydınlıktı avlu gibi bir şey böyle yukarıda belli ki bir mahşer var, biz çıktık rahat çıktık yandan gidelim dedik, Kutsiye’yi şey yapmaya çalışıyoruz mümkün değil yani, siz gidin çocuklar dedi, biz oradan çıkabileceğimizi hesapladık fakat biz şeye çıkıncaya kadar ahali toplanmış, … yüzlerce kişi. Kutsiye sonra merdivenle sonra konuştuğumuzda bir üst kat balkonuna çıkıyor, açıkmış kapı demek, polislerin bir bölümü de demek ki bodrum kata girmeden, arkadaşın birinin orada olduğunu biliyoruz silah var elinde, üst katlara çıkmışlar, geri dönmüşler binaya, bilmeyerek büyük ihtimalle, Kutsiye’yi görür görmez anlıyorlar yani kaçıyor sanırım veya arkadan vurulduğuna göre demek ki balkonu belli ediyor sonra ateş ediyor arkadaşı vurdu belkemiğinden ve hayatının sonuna kadar da felçli yaşadı, öyle yığılıp kalıyor sonra biz bir eve girdik bizi oradan aldılar yani gecekondu tipi evler vardı, her tarafa yayıldı polis.

       Şimdi çıktık ooo kalabalık inanılmaz, miting meydanı gibiydi ama okuldan çıkan öğrencilerde sükûn etmiş, polisler şeyler falan, aşağıdan slogan atıyor Ahmet Muharrem Çiçek ‘’kahrolsun faşizm, teslim olmayız, olmam’’ gibi falan ona benzer şeyler, önce bir bodrum…  polis beni siper alıp e aşağıdan ateş ediyor görmüyor tabi arkadaşı… yani istedikleri sanıyorum beni şey yapıp arkadaşı vurdu falan diyecekler herhalde sonra ne olduysa çektiler beni. Yani o sırada insan şey hissetmiyor yani ölür müyüm kalır mıyım yani bir şey hissetmiyorsunuz şok belki sonra erkek arkadaşı getirdiler o oradan ateş etti belki mermileri tüketmek için bilmiyorum. Sloganlar devam ediyor, şey direniyor yani teslim ol diyorlar öyle bir eğilim yok yani büyük ihtimalle silahtaki şarjör ve yedek bir şarjör olabilir.

G.K… Tam o sırada yani şey sizi öne doğru tutuyorlar.

F.S…Diğer arkadaşı da öyle sürdüler sonra sanıyorum içeriye girme kararı alındı, içeriye girildi, yine sloganlar atıyor arkadaş, teslimiyet yok, sesini duyuyoruz, birkaç el silah ateş edildi bitti olay akabinde önce Kutsiye’yi sürükleyerek ama bakın üst kattan çünkü Kutsiye bir üst katta vurulmuş sürükleyerek aşağıya indiriliyor, sürükleyerek tekrar sokağa çıkarıldı ve öldüğüne hükmettim hiçbir canlılık belirtisi yoktu hemen arkasından Ahmet Muharrem bodrumdan sürüklenerek merdivenlerden çıkıyor onda da hiçbir hareket yok, mermi izi gözükmüyor yani kan falan görmedim, ikisinin de öldüğünü düşündüm o anda sonra onları nasıl bir arabaya nasıl bir araca attılar bilmiyorum, beni bir arabaya tıktılar işte o zaman siyah arabalar vardı, siyah, işte şöyle çok tuhaf bir şey oldu Unkapı’dan geçerken benim bir arkadaşla randevum vardı, buluşacaktık arada beni kaldırıyorlar, ben mi kalkıyorum o zaman çok uzun saçlarım var benim, saçlarımı görmüş ve ben olduğumu görmüş, görmüş mü, hissetmiş herhalde, randevuya da gelmeyince bir operasyon olduğunu anlıyor ve haber vermiş arkadaşlara.

      Bizi yaka paça işte 1ci şubeye götürdüler işte ismimizi soruyorlar, atmıştık kimliklerimizi, ben uyduruk isim veriyorum bir şeyler anlatıyorum yani komik tabi yani şey olanlardan okuyoruz ya ben aranan bir insan değilim, kimse beni hani beni öğrenci hareketinden tanırlar, böyle bir şey yaptım kendimce, akşama kadar falan neyse ismimi unuttum geçmiş gün işte soruyorlar söylemiyorum falan işte kılık kıyafete bakıyorlar falan hemen iyi bir aile çocuğu olduğuma hükmettiler işte öyle geliyorlar ikna etmeye çalışıyorlar işte neyse uzatmayayım o arada Kutsiye’nin ölmediğini öğrendim o tabi çok beni sevindirdi diğer arkadaşın öldüğünü tabi başka kelimelerle söylüyorlar o kısmını.

       Şimdi orada önemli bir nokta var benim açımdan önemli bir nokta var, Kutsiye ile Ahmet Muharrem’i çıkardıktan sonra operasyonda ön planda yer alan daha önce içeride gördüğüm polislerden bir tanesi diğer polislerin omuzlarında dışarıya çıkarıldı, silahını yukarıya kaldırmış diğer eli yumruktu galiba işte havada, halkın büyük tezahüratları arasında çıktı şöyle bir kısa dolaştırıldı o manzara halen benim kafama resmedilmiş, çıkmaz sonra polisi ben tahliye olduktan sonra, 1 buçuk sene belki 2 sene çünkü mahkemelere gidip geliyordum bir gün gördüm, duruşmalara da gelmişti ama duruşmalarda o polis son derece ezikti işte beni göstermesi söylendi gözüme bile bakamadı, ezberletilmiş 3-5 cümle söyledi, silahı benim ceketimin cebinden çıkardığımı söyledi, benim ceketimin cebi de o kadar küçük ki mümkün değil. Evde buldukları bütün trençkotları bana giydirdiler iki kişi o zaman daha da zayıfım ona bile inanmadılar yani neyse şeye öyle yazmışlar iddianameye, o polis benim aleyhime ifade verdi sonra benim eve yakın bir durakta otobüs bekliyorum bir anda göz göze geldim polisle bir şaşkınlık tabi bende de onda da. Ben önüme dönüp tekrar baktım polis yok.

       Yani insan hayatının, onun açısından da öyle tabi ortam değişmiş sol bir dalga yükseliyor bırakın kitleleri mahkemeler bile hani bu işleri nasıl bitirsek derdinde bence çünkü tavırlar falan önemli ölçüde değişti. Belki muhasebe yapmıştır ne kadar yapığı da şüpheli de. Kayboldu gitti şimdi o iki tablo benim için önemli.

      G.K… Peki tutuklandığınızda nelerle karşılaştınız?

F.S…İşte malum prosedürler uygulandıktan sonra orada tabi tacize uğradık kadın olarak, taciz şey elle taciz tabi o sözlü tacizler onun bini bir para zaten hani böyle seri bir tacize ilk defa orada uğradık ama ben şöyle değerlendiriyorum bir önemi yoktu benim için yani şöyle yoktu tabi çok kötü bir durumda şeye oturtuyorum hani beni aşağılamak için şey yaptıklarını ben kesin orada şey yaptım, anladım ve öyle küfürler öyle kişiliksiz şeyler ki hayatımda ilk defa duyduğum şeylerdi onlar, orada çok tuhaf bir şey yaşadım yani kadın sorunu ile ilgili bu tarzı ben önemsemiyorum herkes çok kötüsünü yaşadı, falakaya yatırıyorlar şimdi orada bu şeyin altından, bu maske gibi bir şey, iğrenç bir şey gözünüzde altından görüyorsunuz, ayakkabılarını görüyorsunuz, pantolonlarını görüyorsunuz.

       Şimdi bir tip var, o tipi işkencede değil orada bile onu fark ediyorsunuz, o tip orada ayak işlerini yapan birisi …. bir pantolon var, kahverengi dubleli onu görüyorum şimdi bitti bizim sorgular, şeye gideceğiz, nereye gideceğimizi de bilmiyoruz da, savcılık olması muhtemel, Gayrettepe yeni açılmış o zaman yanımıza polisleri kattılar bir baktım o polis, …kahverengi pantolonlu polisimiz, şeye gittik, Sansaryan’a gittik, Gayrettepe tam faaliyete geçmemiş parmak izleri orada alınacak, bu polis benim yanımda tabi bizim üstümüz başımız perişan o hırkamın düğmeleri kopmuş, saç baş kir içerisinde yani kokmuş bir görünüm var, gittik parmak izi için, iğrenç bir şey oturuyor masanın başında. Yanımda da o sıralarda yakalanmış iki arkadaş var şöyle dedi polis bana ‘’sen hangisinin metresisin’’ dedi öyle bir kaba şey herhalde bir irkilmişim yanımdaki polis şöyle yaptı bana hemen, elimi öyle çok kuvvetli tuttu dedi ki ‘’doğru konuş’’, siyasi bu kız dedi. Neyse adam bu çok ilginç bakın orada, şubede her türlü hakarete uğruyoruz, tacize uğruyoruz orada olabilir ama ben bu polisin yanındayken bir kadın olarak beni oraya götürüyor, başka bir adam beni taciz edemez, polis beni o sebeple savundu.

G.K… Sizinkilerin hiç bu süreçten haberi yok değil mi?

F.S…A yok, süreçten haberleri var bizimkilerin hemen avukat tutuyorlar ve de avukatımız da Orhan Apaydın o zaman, Orhan Apaydın işte sıkıyönetim mahkemelerinden gerçekten çekinilirdi ben tanık olduğum için söylüyorum, bir şahsiyet öyle hatır için alıyor yani davayı çünkü benim bir akrabam onun yanında çalışmıştı onun hatırına alıyor.

      Orhan bey hemen şubeye geliyor işte bana para verme şeyine sonra bana davranışları değişti yani ama 4-5 gün herkes gibi işkence vs bunların şeyi yok fakat ondan sonra beni götürmediler şeye sorguya, tutup kağıt verdiler işte ifadeni yaz vs sanıyorum hani böyle sahip çıkılması belli ölçüde etki ediyordu sonra şey çok kadro da değildim ben sonuçta onlar bizi bizden daha iyi biliyorlar orada gördüm onu, hani örgüt içerisinde tanıdığı kişiler onunda etkisi olabilir ama öyle bir tutumda onları bayağı bir frenledi o döneme dek tabi yürüyecek halimiz kalmamıştı.

G.K… Şeyde, Sansaryan’a, han…

F.S…Sirkeci, sonra işte savcılığa gittik.

G.K… Nereye?

F.S…Selimiye’ye gittik, mesailer dolmuş cuma akşamı imiş savcı gitmiş, iki günde orada kaldım, orada da tuvalete gidiyoruz tuvalet kapısı açık kalacak diyorlar bir er var, git diyorum, diyor yasak, kapının önünde dur, kapının önünde duruyor fakat çok rahatsız edici bir şey, emir böyle diyor camdan kontrol edeceğiz siz ne yapıyorsunuz diye.

        Koca bir koğuş bende tek başıma orada şey yapıyorum tabi askeri usulleri bilmiyoruz, orayı, Selimiye kışlasını bilen bilir çok geniş böyle pencere içleri vardır, canım sıkıldığı için pencerenin dışına oturup seyrediyorum dışarıyı öyle, askerler orada talim yapıyorlar. Hani yaylalar, yaylalar o zaman bile varmış, önde çok ciddi bir subay, 5-6 sıra çok ciddi koşuyor arka sıradakiler yukarıya bakıyor. Beni gördüler orada askerler, herkes bana bakıyor öndeki 3-4 sıra dışında. Öndeki subay durdu sonra ne olduysa bir süre sonra dediler cam üstüne oturmayacaksınız yani bunlar kadınlara bakışla ilgili, o konuda bazı fikirlerin oluşması hep şey olmuştur. Daha önce ufak tefek duyumlarım tabi vardı da bizzat yaşadım onları.

G.K… Şeyde peki siz hareketten birilerini gördünüz mü? Selimiye’de, Sansaryan’da…

F.S…Sansaryan’a sadece işlem için gittik tabi iki arkadaş daha vardı birlikte yakalandığımız. Hafif yaralı arkadaş bir de başka bir arkadaş, onun kim olduğunu da şubede anladım. Üç kişiydik, onlar alt koğuşta veya yan koğuştaydı, işte şeylerle vuruyorlardı, bende birkaç vurdum da belki onlar bir mesaj vermeye çalışıyorlardı anlamadım doğrusu.

      Sonra işte 2 gün Selimiye’de kaldık, ifade verdik savcıya yani çok da şey almadı doğrusu savcı çünkü zaten çözülmüşlerdi büyük ölçüde. İbrahimler zaten yakalanmış, İstanbul’da tahmin ediyordum 8-10 kişi ya var ya yok dolayısıyla onlar çözdüklerine herhalde hükmettiler. Hedefledikleri birkaç kişi vardı, gösterdiler fotoğraflardan onu anladım. Onlar üzerinde duruyorlardı mesela bir tanesi bizim okuldaki bir arkadaştı yani bizim hareketle ilişkimizi sağlıyor onun için bayağı sopa yedim. Bu yani.

G.K… Sonra nereye götürdüler?

F.S…Sonra Sağmalcılara cezaevine gittik, cezaeviyle ilk tanışmam tabi fotoğraf çekme vs işte koğuş kapıları açıldı şangırtılarla ilk defa tabi cezaevi görüyorum. Bir koğuşa girdim öyle gayet şey, ev ortamı gibi bir salon kütüphane var, çiçekler var işte kadınlar var işte hoş geldin beş gittin faslından sonra işte biri ağlıyor. Üst katta yatakhane, tuvalet vs var gayet güzel bir mekandı yani öyle korkutucu bir hava yoktu. 

       Şubeden sonra cezaevine geldiğimizde ya çok rahatlatıcı bir şey yani. 5 yıldızlı bir otele gelmiş gibi oluyorsunuz. çünkü işkenceye gideceğiz korkusu yok.

       Şube’de şöyle bir şey olmuştu o zaman polislerin içerisinde de bir saflaşma, ayrışma var, Pol-Der’li polisler var onun hali bile farklı.. Mesela bir tanesi geliyor ‘’halen burada mısın’’ falan yani numara değil, samimi olarak şey yapıyor. Mesela elma falan veriyorlar, meyve suyu dağıtılırken mesela artan elmaları bana atıyordu Pol-Der’li polisimiz öyle anladım yani.

       Sonra polisin bir tanesi, polis mi anlamadım onu. Aileye iyi olduğumu, çok ciddi bir hasar falan olmadığını söylemiş . Sanıyorum Pol-Der’li bir polis.

G.K… Peki Sağmalcılarda sizinle adli koğuşlar bir arada mıydı?

F.S…Hayır başlangıçta öyleymiş fakat daha sonra ayırmışlar, ben gittiğimde sadece siyasi suçlular demeyeyim tutuklular ve hükümlüler, hükümlü yoktu. Hüküm giyenler zaten başka cezaevine naklediliyordu, THKO’cular vardı, Doktorcu bir arkadaş, Mihriciler, Cepheciler en kalabalık grup onlardı. Cepheciler bölünmüştü: Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli ye yakın olanlar ve de ötekiler… birde bizler vardık.

      Biz, Kutsiye zaten hastaneye götürüldü, başlangıçta 3 kişiydik sonra bir arkadaş geldi kısa bir süre sonra oda bir öğrenci arkadaş. Sonra bir operasyonda, Zeki Şerit ve Yalçın Büyükdağlı vardı onlarla yakalanan bir kadın arkadaş geldi oda bir çatışmada kadın arkadaşın kolu önemli ölçüde yanmıştı sonra Diyarbakır’dan bir kadın arkadaş geldi. O bir hayli sonra geldi, dosyalar birleşince oradaki operasyonla o getirildi, toplam 6 kadın vardık yani iddianamede adı geçen 6 kadın. Toplam 88 kişilik bir davaydı bu durumda yüzde beş bile olmuyoruz galiba o dönem için konuşuyorum.

      Bu kadınlardan bir tanesi Kürdistandan gelen kadın arkadaştı onun dışında hepimiz şehirli orta sınıf, üniversite öğrencisi genç kadınlardık.

G.K… Koğuşta kaç kişi kalıyordunuz?

F.S…Değişiyordu koğuşta kadın sayısı, benim gittiğim dönemde 40- 45 civarındaydı sanıyorum sonra bazı arkadaşlar sevk edildi, bazı tahliyeler oldu şöyle bir şey vardı aslında bizim operasyonlar dönemi 12 Mart rejiminin artık çöküşe geçtiği dönemlerdi, dışarıda bir muhalefet güçleniyordu, yükseliyordu.

      Biz cezaevine girdikten bir süre sonra, kısa bir süre sonra dışarıda ciddi bir muhalefet olduğu haberleri gelmeye başladı… ailelerden, avukatlardan…. şimdi o dönemde tabi CHP’ye büyük bir sempati var, CHP’nin söylemleri işte toprak işleyenin su kullananın gibi, onu 77’demi kullandı o zamanda mı kullanıyorlardı tam hatırlamıyorum bak. Çok popüler bir politikacı, 12 Mart rejimi çöküyor artık dış basında ayyuka çıkmış işkenceler, Erenköy’de işkence evinin adresi falan çıkmış böyle bir dönem. Bizim öyle bir avantajımız oldu diyebilirim. Yani hani bazı arkadaşlar çok yoğun işkence gördüler ama şey hissedildi yani mahkeme süreci başladıktan sonra bile, mahkeme heyetinin tavrını anlatırım af gündeme geldikten sonra.

      Şimdi erkek arkadaşlar başka bir cezaevindeydi fakat haberleşme inanılmaz boyutlardaydı, Parti- Cephe davası başladı, mahkemeye gidenler ilişki yöntemlerini orada bir sürü yöntem geliştiriliyor, mektuplar uçuyor, askeri cezaevi olduğu için oraya her kitap girmiyordu ama Sağmalcılar cezaevinde Marksist yazılar mevcuttu yani dışarıda ne varsa içeride vardı öyle bir kontrol falan da yoktu. Cezaevi 2ci müdürü zaten son derece hoş görülüydü en azından bizlere karşı, onlar sadece 2ci müdür siyasilerden sorumluydu, yoklamaya bile ben bir kere rastladım. Avlu vardı bazen avlunun kapısını kapamayı unutuyorlardı tabi bir gece çok hoştu.

      Bir yaz gecesi böyle avluda falan oturmuştum, çok ciddi bir şey görmedik, baskı görmedik Sağmalcılarda yalnız şey oldu şöyle bir şey vardı. Askeriyeyle ilişkilerde bazı şeyler ciddi sorunlar doğuruyordu mesela Hatice Alankuş arkadaşımız 23 yaşında genç bir arkadaşımızdı. Cezaevi ihmali yüzünden…  bir askeriye doktoru geliyordu bize, biz asker statüsündeydik o zaman. Karavana yiyorduk hatta… Hatice, askeri hastaneye gidiyor, psikolojik deyip yolluyorlar çok ciddi hastaydı korkunç acılar çekiyor haber yollanıyor doktora, hiçbir şey yok diyor doktor en son artık dayanılmaz acılarla mecbur kaldılar götürmeye hastaneye, bağırsak düğümlenmesi ve çok geç kalınmış ve arkadaşımız orada vefat etti. Birkaç ay önce de annesi vefat etti, kızının acısıyla yaşadı, Hatice’yi öyle kaybettik o bir şeydi.

       Bir olay daha yaşadık oda o operasyonda kolu yanan arkadaşı gelip almak istediler, haber geldi işte gelsin diye işte teslim edilmeyeceği söylendi falan barikatlar kuruldu, madeni dolaplar var. İşte be bulunduysa kapıya yığıldı. Önde daha iriyarı kadın arkadaşlar var işte hasta bir iki arkadaş aşağıya indirildi onlar ciddi rahatsızdı işte daha güçsüz olanlar kademe kademe sıralandık işte en arkada da kadın arkadaş. Yüzbaşı geldi, Harbiye’den geliyor, işkenceler, herkese değil ama bazılarına orada yapılıyordu orada da tutuluyordu şöyle işte ismiyle sesleniyor, ‘’dışarı çıkınız, elimizde emir var sizi götüreceğiz’’ sonra arkadaş bağırıyor ‘’ sizden korkmuyoruz’’ gibi falan ‘’korkmuyorsan gelirsin’’ falan böyle yarı dalga geçer şeyde yani bayağı kararlı bir şeydi orası.

      Ali Hamit denilen bir gardiyan var çok işkenceci bir de kemik kıran Arif bunlar ön planda asker arkada duruyor karışmıyor zaten operasyonlara o tür şeylere. Bizim barikatlar çok uzun olmuş emeklerle harcanan, genç bir gardiyanı çıkardılar iki tane balyoz darbesiyle bizim kapılar çıktı ona göre imal edilmiş, yapılmış, dizayn edilmiş yani hiçbir faydası olmadığını gördük atlayarak yani bir dakika ancak sürdü yararak, fırlatarak, izbandut gibi bazıları zaten kolundan tuttuğunu fırlatıyor, yol açtılar ve götürdüler arkadaşı. Ama kararlı bir direnişti sonra bize isyan davası açtılar, komik bir davaydı o, dava süreci de o gardiyanın bir tanesi ifade verirken mahkeme heyeti bile dalga geçiyordu, bunlar mı sizi dövdü falan dedi, evet dedi tabi.  O erkeklik gururu şey, önemli, yediremedi sesi bile çıkmadı, kafasını ancak salladı hatırlayabildiğim kadarıyla yani kadınlardan dayak yemek, yani dayak yediğini iddia ediyor aslında bir iki tekme yemişti o kadar ve müthiş gerildi ve düştü bayıldı ve oda zaten bir ilginçti.

G.K… Ne kadar kaldınız?

F.S…14, 15 ay civarında kaldım ben.. Zaten af çıktı, af söylentileri başladı dışarıda çok ciddi bir hareket var, kampanyalar var zaten cezaevi yönetimi bile gevşetti işi. Mahkemeler devam ediyor fakat o dönem sıkıyönetim mahkemeleri bile bugünle karşılaştırdığımda en azından konuşuluyordu, konuşturuluyordu mahkûmlar.

      Şimdi ben aslında şeye dönmek istiyorum. Bu üç metinden bahsettik şimdi burada bence öne çıkan üç şey vardı yani önemini vurgulamak için söylüyorum. Birincisi; devlete karşı tutum yani devlet mekanizması parçalanmadan, devlet mekanizması devralınarak sosyalist bir sistemin inşa edilemeyeceği, bu 1ci mevzu, bu çok önemli. Yani reformlarla vs işte parlamenter mücadele ile….  parlamenter mücadele ret edilecek bir şey… bununla böyle bir rejim kurulamayacağı. Hani TİP’in o reformcu anlayışlarına karşı örnekleme olsun diye söylüyorum,  diğer fraksiyonlara girmeyeyim de.

       İkincisi; Kürt meselesi, Kürt meselesi tabi ki TKP döneminde gündeme getiriliyor yazılıyor çiziliyor ama bu konuda uzlaşmacı bir tutum TKP’de, buna tesadüf 1937’de TKP’nin hazırladığı bir raporu daha önce de okumuştum. Bir gün göz gezdirme şansım oldu, meseleyi nasıl ele aldıkları konusunda. TKP içerisinde bir kadro farklı değerlendiriyor onu da biliyorum. Ama resmi rapor şöyle: orada işte feodal ağalar beyler var, Kemalist Hükümet bunlara karşı bir takım önlemler alıyor. Bu minval üzeri bir rapor.. Yani oradaki baskıları falan şüphesiz ret etmiyorlardır ama Kemalist rejimin oradaki sözüm ona feodal ilişkileri tasfiye yönündeki adımlar belli ki olumlanıyor raporda. Bu son derece önemli. Ha şimdi ben o tezlerin bütünlüğünü kabul ediyor muyum devlet konusunda, evet.

      Kürt meselesinde şunu belirteyim bir yanlış anlama olmasın, HDP’li değilim, HDP içerisinde her şeyine katılan bir insanım daha sonra yer aldığım yapılarda da o konudaki tutumum belli. Görüşlerimde bir değişiklikler var yani bu meselenin nasıl çözümü olacak. Ulusların kaderlerini tayin hakkı ile ilgili elbette ulus ayrılabilir her topluluk ayrılabilir sadece ulus değil başka topluluklarda hiçbir tereddüttüm yok ama buna daha sonra döneriz demokrasi meselesi ile ilgili bunun çıkışıyla ilgili bazı şeylerim var.

       Aslında ulusların kaderini tayin hakkı geçerken söyleyeyim Vilson klasiklerinde yer alan bir şey…Şimdi komünistler olarak uluslara devletlere karşı olması gerekir. Öyledir. Yani biz bir ulusun, ulusların eşitliği için değil uluslara karşı mücadele etmek zorundayız. Biz , Türkiye’de elbette en yakıcı Kürt meselesidir, Türk devletinin o Türk Sünni yanına karşı şöyle ifade edeyim özellikle. Bir devletin dini, ırkı, mezhebi falan olmaz mesela Kürt hareketinin de bugün, birçok sol hareketinde öyle Kürtler tanınsın, e bende Çerkez’im, Çerkezleri de tanıyın, … böyle bir şey. Fransız ihtilali mesela insanların eşitliğini savunur, yurttaşların eşitliği… Ulus, kapitalizmin ürünü, kapitalizmden sonra ulus devletler çıkıyor. E, şimdi tutup, yani Kürtler tanınsın diye bir şeyim olamaz benim.

 

      Benim görevim bu devlet, TC devleti hiçbir ulusa, hiçbir ırka, hiçbir cinsiyete ait -çoğaltın bunu- devleti olmamalı. Mesela bugün Kürt hareketinin Türkiye partisi olacağız şeyi var, doğru öyle olması gerekir ama bunun için tüm ulusları, toplulukları tüm ezilenleri diyelim, alevisi, kadınları bunları kucaklayan, işçi sınıfını… tabi Marksizm’in abc’si bence işçi sınıfı…  tek başına işçi sorunları üzerinden asla bir şey gerçekleştiremez yani sosyalizmin inşası bile mümkün değil.

….

Mesela ben şimdi solun çok bu noktada olduğunu düşünmüyorum, demokrasi mücadelesi içerisinde ha bu ne kadar uygulanır o ayrı. Yurttaşların eşitliği, insanların eşitliği yani.

G.K… Peki siz Sağmalcılardayken farklı şeyler yapıyor muydunuz?

F.S…Hayır hayır hiç öyle bir şey olmuyordu çünkü… Parti-Cephe’nin bölünen o iki kesimi arasında bir şeyim vardı onlar ayrı komündü bizde.  Yusuf Küpeli bizimle ilgilendi. Yani bu süreç farklıydı kadınlar arasındaki…  yani birlikte yiyip içiyorduk.  Yani ortak bir eğitim… ben zaten karşıyım öyle bir şeye. Tartışma ortamı falan yoktu biz kendi aramızda bir çalışma yürütüyorduk ne kadar verimlidir o tartışılır ama ortak okuma, eğitim falan hiç verimli olmadığını o zaman da gördüm şimdi aynı şekilde düşünüyorum, bence bir şeyleri inceler tartışırsınız o ayrı meseledir ama öyle bir şey yaşamadık.

G.K… Peki dışarıda hareketle nasıl iletişim sağlıyordunuz? Parti-Cepheliler kendilerince bir şey bulmuşlar mesela sizin irtibatınız nasıl sürüyordu?

F.S…Tabi sen dışını kastediyorsun zaten az sayıda insan kalmıştı onu da biliyorduk yani 3-5 kişi benim bildiğim yani duyduğum onlar dışarıda bir şey yürütmüşler bir süre sonra duyduk biz fakat şöyle bir şey yapmıştık biz, çocukça bir şeydi belki ama dışarıdan bu yazıları, bahsettiğim 3 metni mumlu kağıda yazdırıp içeriye getirttik. Bunu bir de iki arkadaş yaptırdık, iki kadın arkadaş diğer arkadaşlara bile söylemedik çünkü hani çok illegaliteye dikkat ediyoruz. Tahta çerçeveler getirdik serigrafi tekniğiyle biz bunları çoğaltmaya çalıştık ama başaramadık, bir şeylerde hata yaptık düzeltemedik. Geceler boyu inip yemekhane de çalışıyorduk olmadı vazgeçtik aslında gereksiz bir faaliyetmiş, yurtdışında o sırada bunlar yapılmış zaten ama bu bahsettiğim çalışma hani artık affın çıkacağı nasıl olsa kesin, ona yakın bir şeydi, dönemdi.

      O metinler zaten iddianamede vardı öyle bir şeye ihtiyaç yoktu biz sadece dışarı çıktığımızda elimizin altında bu kaynaklar olsun hemen faaliyete atılalım bunları yayalım biçimindeydi.

Şimdi 3cü nokta, biraz dağınık oldu bu. Devlet meselesi dedim ulusal sorun dedim-ki orada bu Kürt meselesini dillendirmek, mahkemelerde özellikle mahkemelerde çok önemliydi yani o devlet tüm ezilenlere hani kadınlar vs işçiler ama birde ezilen milliyetlere de tarih boyunca büyük haksızlıklar yapmıştır bunu gündeme getirilmesi çok önemliydi.

       Üçüncüsü Kemalizm tabi Kemalizm malum tüm toplumda hatta ben şunu söyleyeyim ki o zaman hepimiz milliyetçiydik ve farkında bile değildik bunun yani benim demin bahsettiğim o şey konusunda, ulusalcılık, ulusların kaderini tayin hakkı yani meseleye bakış. Kürtlerin eşitliğini bile savunabilirdim 10 sene sonra veya Çerkezlerin, bu çözüm değil çözüm demokratik cumhuriyetti diye düşünüyorum bugün. Demokratik cumhuriyet son derece umutlu bir şey bence, yani tüm ezilen katmanların hukuki eşitliği, sosyal eşitlikten bahsetmiyorum, hukuki eşitlik, kim olursa olsun.

G.K… Yani kağıt üzerinde eşitlik.

F.S…Ha o ne kadar uygulanır tartışılır tabi. Bugün mesela kuzey ülkelerinde, balkan ülkelerinde hani… demokrasi özgürlükler rejimi değildir, hak demokrasi denen bilmem sosyalizm döneminde öyle özgürlükler cenneti değildir. Bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aracıdır devlet, ha teorik olarak bunu yapmaya çalışır ama siz bir mücadeleyle bunun koşullarını yaratırsanız o kadar basit bir şey değildir. Demokratik cumhuriyet böyle bir şey aslında bunun gerçekleştirilmesi zaten sosyalizmin yolunu açacak bir adım.

      Ha bir de o dönemde benim birçok eleştirim var yani bugün tespitlerim babında var. Bahsettiğim bu temel meselelere ilişkin var ama bu üç konu gerçekten bu hareketi öne çıkaran bizim gözümüzde, noktalardı. Ha tek ülkede sosyalizm meselesi mesela bu mümkün değil yani. Bunu birçok sol hareket bu noktaya geldi şimdi ben neyin etkisi olduğunu düşünüyorum.

      Biz tarihi TKP üzerinden yakın olmasının da çok etkisi var, Sovyetler Birliğiyle çok yakın ilişkiler kuruldu.  Mesela ben Stalinciliğin bu hareketler üzerinde etkisinin çok olduğunu düşünüyorum. Usta olarak kabul ediliyor da benim için öyle değil, yıllar sonra benim görüşlerimde çok köklü değişiklikler oldu, yani biz bu enternasyonalizm meselelerinde ulusların eşitliğini savunuyoruz, ulusları yok etmeyi değil, ulusların eşitliği, oda bir tür milliyetçilik.

      …

Lenin, …‘’eğer bir Alman devrimi takip etmezse bizi o devrim yozlaşamaya mahkûmdur’’ der. Ki Rosa Lüksemburg hepsinden önce görüyor bunu. O kadar doğru tespitler yapmış ki nitekim gelişmeler yine de böyle gidiyor Lenin’in müdahale etme şansı yok, belli bir süre sonra zaten rahatsızlığı var, bir klik parti merkez komitesini tamamıyla ele geçirmiş.

      ….

       Şimdi bu görüşleri ben tabi 80’li yıllardan başlayarak bu değişikliklere yönlendim daha önce farklı bir şeyde değişimlerde oldu.

G.K… Evet 23 Nisan 2017, Onur Vakfındayız Kadıköy’de görüşmemize devam ediyoruz. Feryal hanım 1973 yılında Sağmalcılar cezaevindeydiniz, bir önceki görüşmemizde orada kalmıştık ve şeyi çok konuşamamıştık hani cezaevinde hangi sol örgütlerden kimler vardı? Oradaki ilişkiler nasıldı? Hareketle iletişiminiz nasıl sağlanıyordu? Biraz bunlardan bahsederseniz ilerleyebiliriz.

F.S…73 Nisan’ında 1ci şubeden çıkıp Sağmalcılara gittiğimde tabi büyük bir rahatlama hissetmiştim zaten herkesin psikolojisi aşağı yukarı aynı çünkü o işkence korkusunu falan atmışsınız neyse. Cezaevine geldiğimde tabi sıcak bir karşılama oldu, birkaç saat içerisinde orada birkaç komün olduğunu öğrendim daha önce şekillenmiş bu komünler.

      Komünlerden biri DHKP/C’li arkadaşların komünü.. Bir de DHPK/C’den tam kopmuş demeyelim de onun içerisinde belki bir muhalefeti temsil eden Yusuf Küpeli ve ona yakın arkadaşların oluşturduğu bir komün vardı. Benimle daha çok bu arkadaşlar ilgilendi. Bunun dışında bağımsız duran Kıvılcımlı grubundan bir arkadaş hatırlıyorum, Mihri Belli ’ye yakın onun grubundan arkadaşlar vardı, onun dışında başka oluşum yoktu zaten o dönemde, böyle bir durum söz konusuydu. 

      Giderek bu oluşumu nasıl gerçekleştirdiğini sorguluyor tabi insan, büyük şeyler yaşandığını, büyük demeyelim de kavgaya varan tartışmalar olduğunu öğrendim mesela dışlanan arkadaş vardı, sol içi şiddetin belki o dönemdeki en çarpıcı örneği bavul cinayeti diye anılan o cinayetle adı geçen bir kadın arkadaş, dışlanmıştı Parti-Cephe ve Ordudan arkadaşlar tarafından. Asıl bu konu üzerinde ben durulması gerektiğini düşünüyorum ama söyleşi açısından çok önemli olduğunu sanmıyorum dolayısıyla bu komünler sonuna kadar böyle devam etti, cezaevinden çıkana kadar çok ciddi bir sürtüşme yaşanmadı o dönemde, tartışma bile olmadı sanırım, gündelik hayata dair bazı basit şeyler olabilir, tartışmalar olabilir. Yaşantı bütün cezaevlerindeki gibiydi işte komün nöbetçisi olur haftada bir gün temizlik yapılır yine nöbetçiler tarafından ve onlar listelerle bir gün önce de ilan edilirdi böyle bir işleyiş vardı. Oradaki görevleri aksatma durumu olmuyordu hasta olan arkadaşlar adına o görev zaten üstleniliyordu. Gelen karavana yemekler yeniyordu terbiye edilerek vs şimdi bunlar gündelik hayata dair şeyler.

       O dönemde yapılması gereken bence bu sol hareketin uğradığı o yenilginin değerlendirilmesiydi tabi bu da sol grupların programlarını gündeme getirip bence tartışmaları gereken bir dönemdi. Yenilgilerin nedenlerini en azından anlamak babında ama bu bizim örgüt açısından yapılmadı oysa koşullar son derece müsaitti bunun için. Bir eğitim faaliyeti vardı, okuma faaliyeti diyelim işte komünümüzde 5 kişi vardı yani bizim örgütten, o arkadaşlarla birlikte sol literatürü elimize geçtiğin de oradan okuyorduk. Ama bu okumalar daha çok tezleri doğrulama anlamında okumalardı ve çok yararlı olduğunu söyleyemeyeceğim, bir bilgi birikimi yaratmıştır yani onu kabul etmek gerekiyor.

      Erkek arkadaşlar başta Selimiye’de idiler daha sonra Davutpaşa’ya geçtiler sonra Maltepe’ye gittiler vs. Şimdi cezaevleri arasında büyük bir trafik vardı yani iletişim, bilgi vs. Haberleşme mesela şöyle yapılıyordu, avukatları bir yana bırakırsak, mahkemelerde değişik biçimlerde işte kibrit kutularının altına o zaman kibrit kullanılıyordu, pelur kağıdına yazılan küçük şeyler notlar olabiliyordu bunlar, bazı eşyalar olabiliyordu ufak tefek. Daha sonra bu iş iyice ileriye götürüldü mesela ben şunu hatırlıyorum, hangi kitap olduğunu söyleyemem bugün ama mesela erkek arkadaşların kaldığı, askeri cezaeviydi onlar sol kitaplar giremiyordu ama Sağmalcılar ’da gayet rahattı, bayağı ciddi kütüphanemiz vardı ve açıktaydı kitaplar.

      Ne yapıyorduk, kitabı bölüştürüyorduk aramızda diyelim ki 10 sayfayı ben yazacağım veya yorulana kadar ben yazacağım, pelür kağıdına ince ince kitabı yazıyorduk sonra yine bunları parça parça mahkemelerde ulaştırıyorduk onlarda daktiloyla bunu kitap haline, broşür haline getiriyorlardı.

Bunun için metotlar bulunuyor yani o koşullar insanlardaki yaratıcılığı da harekete geçiriyor, bütün örgütler yapıyordu bunu daha sonra daha modern yöntemler geliştirilmiştir hatta daha sonra biz tahliye olduktan sonra dışarıdan bir takım nesneleri ceza evine sokmaya başladık mesela radyo parçaları içeriye gönderiliyor, bunlar monte edilip radyo haline getirilirdi veya işte ısıtıcılar yapıldı yani işte askeri cezaevinde bile çay yapılıyordu koğuşlarda ha yönetim bunu bilmiyor muydu, bence biliyordu önemli ölçüde de. Mesela radyo bir arama sırasında çöp tenekesine atılmış denetim yapan subay oradan çıkarmış sonra ne olmuş hatırlamıyorum yani. Durum böyleydi.

       Şimdi o dönemde yapılan bizim örgüt açısından savunmalar önemli, siyasi savunma yaptı birçok arkadaş özellikle örgütün ileri gelenleri tırnak içerisinde diyeceğimiz arkadaşlar ve daha geniş çaplı yaptılar bunu ama orada bir şeye dikkat çekmek gerekiyor bence. Uzun uzun işkenceler anlatıldı mesela oysa bu, bahsetmek gerekir tabi de yani ben o zaman da bugün bile bunların çok etkili olduğunu düşünmüyorum. Siyasi savunmalarda daha çok şöyleydi, örgütü, kişileri fetişleştirme yani bu toplumlar daha çok böyle zaten yani örgüt bir araç değil doğu toplumlarında, araç değil amaç adeta.

      Daha sonra yaşanan sol içi tartışmalarda veya örgütlerin aralarındaki tartışmalarda çok büyük zararlar getirdi bu anlayış, kendini aşamama tarzında oldu bu, kişiye tapma anlayışı, yanlış tarih anlayışı bence yani tarihi kitlelerin değil de kahramanların yarattığı şeklinde. Bütün bu savunmalarda aslında bilinçli, bilinçsiz buna hizmet etti, bilinçli olduğunu söylemiyorum doğrusunu söylemek gerekir.

       Şimdi bence o süreç solun uğradığı bu yenilginin nedenini çok ciddi biçimde tartışmaktı, bir genel nedenler olabilir bir de her örgütün kendi iç tartışmaları olabilir. Neye bağlandı o yenilgi işte çalışma tarzı, gizlilik, örgütlenme biçimleri vs. oysa bir programa karşılık gelen, adı öyle olmasa bile, görüşler var daha önceki bölümde bahsetmiştim sanıyorum. Bunlar bence masaya yatırılıp hiç korkmadan tartışılmalıydı. Şimdi bizim yapı açısından şöyle bir handikap vardı, cephe dağılmış, kendi iç bütünlüğü yok, THKO öyle, TİKKO neredeyse fire vermeden o süreci atlattı, sağlam bir duruş var, mahkemelere karşı öyle, poliste de fena değil.

       Bu aslında daha sonraki süreçte kendine aşırı güven işte bu bahsettiğim noktalarda, noktaları öne çıkarıp sürekli ona vurgu yapmak gibi bir durum yarattı ve bahsettiğim, yapılması gerektiğini söylediğim o tartışmalar yapılmadı dolayısıyla 74 affında dışarıya çıktığımızda görüşlerimizde aşağı yukarı hiçbir değişiklik olmamıştı. Çalışmayı sürdüren arkadaşlar o eski görüşler temelinde bölgelere dağıtıldılar.

G.K… İçeride peki size şeyi sordular mı? Devam edecek misiniz? Etmeyecek misiniz?

F.S…A tabi

G.K… O nasıl oldu?

F.S…O şöyle oldu, 3 kişilik bir heyet kurulu tespit edilmiş bunda ölçü sanıyorum polisteki tutum olabilir ve de tabi mücadeleyi devam ettirecek o kararlılıkta olan arkadaşlar sanıyorum diyorum. Af çıkma söylentileri başladığında veya kısa bir süre önce tek tek görüşme yapıldı bizlerle mahkemeler sırasında çünkü mahkemelerde ara veriliyordu, yemek arası, orada böyle görüşmeler oldu, ne yapacağımız soruldu, herkeste tabi kendisine dair beyanlar da bulundu, böyle oldu çıktıktan sonra görev bekledik.

G.K… Göreviniz ne oldu sizin? Nasıl başladınız?

F.S…Benimle ilgili şöyle, içeriyle ilişki kurma biçiminde bir durum vardı, okula döndük hepimiz yani dönme teşebbüsünde bulunduk herkes beceremedi bunu veya işte okul yönetimlerinin tutumları farklı idi. Bizi hemen kabul ettiler hatta bir haftaki sınavlara bile rahatça girdik, bizim fakülteden cezaevinde yatmış arkadaşlar, böyleydi.

      Bundan sonraki şeyde İstanbul’a dair mesela bir gençlik derneği kuruldu ben onun içinde yer almadım. Bazı arkadaşlar o gün ki anlayışlar çerçevesinde işte en kararlı, silahlı mücadele konusunda deneyimli veya yetenekli diyelim çünkü çok fazla bir deneyimden bahsetmek mümkün değil, o arkadaşlarda o alanda temel mücadele alanı olarak kabul edilen kırsala gönderildiler.

       O bölgeler daha çok Kürt alevisi insanların yaşadığı bölgelerdi, Tunceli malum, Diyarbakır’da nasıl bir faaliyet olduğunu bilmiyorum ama daha çok Kürdistan’a gitti arkadaşlar, Ankara’da belki bir faaliyet vardı ama oradaki faaliyet bile hatırladığım kadarıyla yani örgütlü bir faaliyet veya işte o bölge örgütlerinin resmi olarak kurulma sistemi 75 yılında oldu. 75 yılına kadar ben İstanbul’da kaldım, cezaevine gidip geliyordum ve bu konuda izin de almıştım o izinin nasıl çıktığı da şöyle bana arkadaşlar şunu söylediler, aftan hemen sonra, bir başvuru yap cezaeviyle görüşme talebinde bulun, bende kabul edileceğine dair hiçbir şey taşımıyordum ama bir dilekçe yazdım hemen tamam dediler. Bana bir kart verildi Selimiye’de dediler görüşebilirsiniz son derece kolay oldu bu izini almak.

G.K… Akrabanız yok, görüşeceğiniz kim?

F.S…İşte bir arkadaş benim nişanlımdır şeklinde bir ifadeyle o izini aldım ben, her hafta cezaevine gidiyordum, Maltepe’deydi o dönemler arkadaşlar, görüşüyordum arkadaşlarla, kitap falan götürüyordum hatta şöyle bir olay da yaşadım bu arada ben şeyi belirtmek durumundayım, ben sürekli takip edildim o dönemde sürekli takip edildim.

       Mesela çok komik bir şey bazı dergilerin içeri girmesi yasaktı, gelişi güzel seçilmişti bence onlar, mesela ilke diye bir dergi, ilkeydi galiba şimdi bunu istediler arkadaşlar, ben bir matbaacı da güzel kestirdim onu başka bir derginin kapağını koyup diğer kitaplarla teslim ettim. Kontrol ediyorlardı, ediyorlarmış demek ki mesela bir çıkışta cezaevi müdürü kibar bir şekilde bana dedi ki, bu dergiyi içeriye almıyoruz Feryal hanım dedi tabi ben çok mahcup oldum. Yani yemiyoruz dediler bu şeyleri, durum böyleydi, artık kıpırdayamaz hale geldim ben bir noktadan sonra.

G.K… Şey siz içerideyken aile ilişkileriniz nasıldı? Kim geliyordu sizi görmeye?

Mesela harçlık getiriyorlar mıydı?

F.S…Şimdi beni ziyarete her hafta babam düzenli geliyordu, ablam o kadar düzenli olmasa bile sık sık geldi, annem hiç gelmedi mesela bu süre zarfında hiç görmedim annemi. Mektuplaşıyorduk onu da mektubunda izah etti yani gelemeyeceğini o koşullarda bir görüşme gerçekleştiremeyeceğini bana mektupla bildirdi. Ben zaten tahmin etmiyordum geleceğini, bu şüphesiz bütün aileler gibi tepkiden falan kaynaklı bir şey değil salt yani gururuna yediremediği için yaptığı bir şeydi, bir durumdu diyelim.

       Son zamanlarda ziyaretler laçkalaştı diyelim çünkü artık 12 Mart rejimi çökmüştü, af söylentileri vardı ve dışarıda da ciddi bir muhalefet gelişiyordu. Biz bunu tabi okuduğumuz gazetelerden ve gelen ziyaretçilerden, avukatlardan öğreniyorduk, yönetimde bir gevşeme, bu dışarıdan gelen yemekler vs. daha önce böyle bir şey söz konusu değildi onlar serbestçe içeriye giriyordu vs.

      Şimdi bu cezaevleri sürecinde ilk başlarda daha farklıydı durum mesela şeye değinmek gerekir, Hatice Alankuş adında bir kadın arkadaş bağırsak düğümlenmesinden öldü ve bizimle ilgilenen bir askeri doktordu onun kasıtlı davranışı yüzünden müdahale edilemedi oysa vaktinde müdahale edilseydi kurtarıla bilinirdi. Onunla ilgili mesela ciddi bir direniş göstermedik, gösteremedi yani o şey, o bilinçte değildik büyük ihtimalle sonra tepkiler oldu.

       Kitlesel bir direniş bizim örgütten bir arkadaşın, Nezihe Bahar, o sorgulanamamıştı, çatışmada vücudunun bazı yerleri yanmıştı süre dolduğu için onu getirdiler cezaevine kısa bir süre sonra da almak için geldiler. Orada isyan diyebileceğimiz bir durum yaşandı. Şeyden geldi subaylar, Harbiye’ye götürüyorlardı o zaman birkaç askerde vardı sanıyorum işte gardiyanlar, subaylar rol oynamada işte barikat kuruldu üst katta, ranzalar sabit zaten metal dolaplar, tabureler vs. hata birkaç arkadaş alt mutfak, yemekhane bölümünde kaldı işte çok direnemedik çünkü çok güçlüydü karşımızdakiler. Biz farklı bir şey beklerken bir balyoz darbesiyle o kapıyı çıkardılar gayet kolay bir biçimde hemen girdiler içeriye orada bir direnme oldu ama gardiyanları tahmin edersiniz, hepimizi savurarak zaten çoğumuz ufak tefek falan çocuklarız diyebiliriz, fırlattılar ve götürdüler arkadaşımızı.

       Sonra o konuda bir dava açıldı bize tabi bu boyalı basın bayağı yaygara kopardı, kadın olması bütün yargılananların malum o zaman Günaydın, Hürriyet gibi gazetelere iyi bir malzemeydi onlar açısından işte her duruşmada bizim resimlerimiz çıkıyor falan öyle bir şey yaşadık yani cezaevinde benim olduğum dönemde en ciddi direniş o idi.

G.K… Duruşmalara nasıl götürüyorlardı?

F.S…Duruşmalara askeri araçlarla götürülüyorduk, kelepçeleniyorduk o kelepçeleri de biz çıkarabiliyorduk elimizden hani zayıf olanlar falan bunu gayet kolay yapıyordu bazen tamamen de sıkışıyordu ama kötü davranılmıyordu yani hatta bir albay vardı. O albayda ne tesadüftür ki benim ilkokuldan bir arkadaşımın babasıydı, beni biliyormuş, tanıyordu hatta araba vapuru ile geçiyorduk bize çay bile ısmarlıyordu bazen tabi yolcular büyük bir merakla bizi izliyorlardı, askeri aracın içinde.

       O dönemlerde gidiş gelişlerde kötü bir şey olmadı hatta şöyle bir şey yaşadık. Bir gün Selimiye’ye gittik işte subay şişman ve hantal birisi, bizde koşarak merdivenleri çıkıyoruz, koridorlarda koşar adım neredeyse giderken bir faşist yüzbaşı vardı, çok sert bir şekilde, kaba bir şekilde bizi durdurdu böyle bağıra çağıra, bizim subay geldi arkadan bir tokat akşetti. Tabi askeri hiyerarşide büyük bir hakaret. Alt rütbedekilerin hani üst rütbedekilerin yanında müdahale etmesi bir duruma. O yüzbaşı bizim yanımızda bir tokat yedi. Sonra bir daha da gözükmedi ortalıkta. Duruşmalarda o yüzbaşı coplarla falan askerleri saldırtmıştı.

      Mahkeme heyetindeki tutuma gelirseniz Yaşar Değerli malum tabi ama o kadar değersizdi ki mahkeme heyeti gözünde bile bunu gayet rahat söylüyorum. Mahkeme başkanı sık sık azarlardı Yaşar Değerliyi ve hatta yeni not tutulduğu da oldu hatırladığım kadarıyla, birkaç kere de oldu bu, oturum şekli falan çok sert müdahaleleri oldu. Tabi mahkeme heyetleri farklıydı Remzi Şirin örneği var DHKP/C 1ci davasında o mesela uzaklaştırılmıştı görevden, adam işini yapıyor yani hani demokrat falan değil büyük ihtimalle ama hani burjuva hukuk çerçevesinde de bir şeyleri uygulamaya çalışıyordu. İdam cezası vermediği için adamı attılar. Savcılar faşist tabi tüm mahkemelerde ama bizim şey öyleydi, heyet, mahkeme başkanı daha ılımlı bir adamdı diyebiliriz.

G.K… 14 Ay içeride kaldınız.

F.S…Evet 14 ay, Mart, Mayıs.

G.K… Kaç kere duruşmaya gittiniz, geldiniz.

F.S…A çok gittik geldik, defalarca şimdiki gibi değildi o zaman yani iki haftada bir, haftada bir duruşmalar oluyordu. İddianame baştan sona okunuyordu işte o prosedür uygulandı yani, herkese savunma hakkı veriliyor öyle çok müdahale olmadı yani savunmalar yapıldı, bugün ki gibi değildi yani.

G.K… Peki herkes kendisi mi yaptı savunmasını?

F.S…Tabi herkes tek, tek.

G.K… Sizde mi siyasi savunma yaptınız?

F.S…Siyasi savunma sayılır ama yani şöyle çok da hatırlamıyorum ama o görüşleri savunduğumu söyledim, örgüt üyesi olmadığımı söyledim ama yani o görüşlere katıldığımı söyledim bu minvalde bir şeydi yani o mesela sayfalarca savunma yapan arkadaşlar gibi şey değildi. Sözlü savunma yaptım yazılı olarak sanırım vermedim böyle bir savunmaydı bütün arkadaşlar aşağı yukarı aynı tavrı takındılar.

       Orada diğer davalardaki gibi çözülen af dileyen olmadı böyle bir şey yaşanmadı. Bizim davanın en şey yanı oydu bence, en güçlü kılan yapıyı o tutumdu.

G.K… Sizin davanın adı neydi?

F.S…TKP/ML TİKKO diye anılıyordu.

G.K… Sonra çıktınız tabi bu genel konjonktür nedeniyle 74’teki afla çıktınız. Bir yıl kadar İstanbul’da kaldınız, sınavlara girdiniz mi Haziran’da?

F.S…Evet girdim sınavlara ve çok gariptir birçoğundan da geçtim yani bir hafta şöyle bakmam yetti aslında niyetim falan yoktu ama hem o görüntüyü kurtarmak, çok olduğunu zannetmiyorum da, aile ile ilişkileri daha şey tutmak, devam ettim.

       Şimdi orada şöyle bir şey vardı 12 Mart sonrasında bir yükseliş vardı, devrimci bir dalga vardı zaten affın çıkması da onun sonucu oldu. Toplumda büyük bir umut vardı yani bu böyle devam edemez değişime ihtiyaç olduğu şeklinde büyük bir umut ve cezaevinden çıkan solcularda bir coşkuyla falan karşılandılar yani coşku dediğim yani sıcak karşılandılar o koşullar bence çok daha iyi değerlendirilebilinirdi, tüm sol açısından böyle.

G.K… Nasıl bir karşılama yani kahraman gibi mi karşıladılar?

F.S…Yani çok öyle diyemesekte.

G.K… Nasıl yani biraz daha böyle somutlaştırın hani çıktınız okumak için mi gittiğiniz yerlerde, örgütlemek için mi gittiğiniz yerlerde bunu nasıl gördünüz?

F.S…Şimdi şöyle gençlerle yaşlıların tutumu tabi farklı, şöyle bir şey uyandırdı bizde o işkenceler, toplumda mağduriyet durumu hani mağdur insanlara yaklaşım gibi bir durum vardı. Daha önce söz etmiştim işkenceleri uzun uzun anlatmak şimdi iki şey etki yaratıyor bence. Bir yılgınlık yaratabilir bunu fazla vurgulamak, bundan bahsedilmesi anlamında söylemiyorum.

      Mesela ben o savunma sırasında o işkenceleri falan anlatamadım yani doğru bulmuyordum aslında hani ayrıntısına kadar anlatmak bence hani tam yerli yerine oturtamıyordum o zaman ama insanlığa o kadar ters bir şey ki bu belki gururuma yediremiyordum, böyle bir durum. Bahsettim işte herkes gibi falakaya çekildim işte elektrik verildi, dövüldüm vs gibi böyle geçiştirmeye çalıştım. Ben o konudaki görüşümü halen muhafaza ediyorum yani toplumun yaklaşımı birey olarak daha çok, ‘’ yazık oldu bu çocuklara’’, ‘’ ya bunlar iyi aile çocukları’’ falan ‘’mağdurlar’’ gibi.

       Tabi şeyleri soruyorlar ‘’gerçekten siz işkence gördünüz mü’’, ‘’var mı böyle bir şey’’ diye soruluyordu. Yani o manada iyi karşılandık ama bence hani bizim yapmamız gereken daha çok politik meseleleri öne çıkarmaktı yani. Yani tamamen oraya kilitlendik odaklandık demiyorum ama böyle bir yan etkisi oldu o mağduriyetlerin bize diyebilirim.

G.K… Oradan biraz bahsedelim, yönetim kadrosu da içeride değil mi?

F.S…Yönetim kadrosu büyük ölçüde içeride, son 1 yıllık süreç içerisinde, neredeyse randevuları ayarlama noktasına kadar içeriden talimat diyeyim alıyoruz. Hatta şöyle komik bir şey, bugün durduğum yerden, o günde ters geliyordu tabi de. Rutin olarak Kürdistan’dan gelen arkadaşlar var ama her zaman gelmeleri söz konusu değil ben Fatih’teki evimden kalkıp Pendik’e gidiyorum, tren istasyonunda o arkadaşı bekliyorum bu noktaya kadar içeriden yönetiliyor. Bunun birçok sakıncası var, bir kere demokrasi ile bağdaşır bir yanı yok, kadro politikasının yanlışlığını yani yanlış bir yanını da gösteriyor, dışarıdaki arkadaşlar esas olarak sonuçta bu mücadeleyi yürütecekler en azından pratik kısmını yürütecekler bu bile kavranmış değil. O insanların inisiyatifini geliştirme anlamında böyle bir şey zorunlu, 1 sene kadar böyle devam etti durum.

       Kürdistan’a giden arkadaşlar zaman zaman dönüyor tabi ki bende sohbetlerimiz arasında oradaki durum hakkında genel çizgileri de, daha fazla bilgi sahibi olduğumu söyleyebilirim. Şuydu arkadaşların izlenimi, artık köylerde pek kimse yok, insanlar şehirlere göç ediyorlar, göç etmişler büyük ölçüde, köydeki öğretmenler ve lise talebeleri dışında nerdeyse ilişki kurulabilecek hiç kimse kalmamış dolayısıyla propagandalarını da onlara yapıyorlar zaten geçmiş dönemde o bölgelerden gelen arkadaşlar daha çok öğrenci kökenli arkadaşlardı.

      Yönetim mevzuu böyleydi yani üst yönetim cezaevinde dışarıda bir şey oluşturulmamış oysa yapılması gereken dışarıda tamamen yönetim örgütlenmesi ve o şekilde götürülmesiydi işlerin tabi buna karşı bir tepki vardı daha sonra bu tepkiler iyice arttı, bunları da anlatırım.

      Mesela ben İzmir’e gittiğimde, Orhan Bakır’la birlikte biz ilk defa gitmiştik çok ciddi şey olduğunu gördük yani bu konuda, öyle şeyler oluyordu ki, iki şey geliyor, açıklama, birbiriyle çelişen şeyler bunlar. Her tarafta yaşanan durumlar karmaşaya yol açıyor, sürtüşmelere yol açabiliyor yani çünkü bir şeyleri deklare ediyorsunuz ilişkilerde bulunduğunuz kişilere tam tersi bir şey geliyor sonra yani bu gibi durumlar bile yaşanmıştı. Daha sonra tabi bu durum değişti.

G.K… İçeriden gelen yönetici kadronun, içeriden gönderdiği talimatların kapsamı neydi? Yani sizin dışarıdaki saha çalışmalarınızı, örgütlenecek kesimlere ilişkin o pratik işleri de mi belirliyor.

F.S…Evet, evet yani teorik olarak o arkadaşların yapacağı katkılar tabi ki…  Bütün sorunların örgüt içerisinde tartışılıp karara bağlanması lazımdı örneğin 75 yılında bir seçim yapılmıştı o seçim önce boykot edilmişti yani öyle bir şey geldi içeriden, talimat, yani öyle bir ileri götürüldü ki dediğim gibi randevuları bile şey ayarlıyorlar tabi yani hiç doğru olmayan ve tepki çeken bir durumdu bu.

G.K… Peki siz çıktıktan sonra 1 yıl kadar İstanbul’da kaldınız daha sonra Kayseri’ ye mi gittiniz?

F.S…Hayır İzmir’e gittim ben, İzmir’e gittik, yeni bir bölgeydi yeni açılan diyelim. Oraya işte Orhan Bakır’la birlikte gittik daha sonra iki arkadaş daha geldi başka arkadaşlarda eklendi yani sıfırdan başlayan bir çalışmaydı. El yordamıyla neredeyse, zorlayarak imkânlarımızı, hiç tanımadığımız ortamlara bile girerek bağlar yaratmaya çalıştık.

      Tariş hareketliydi o dönemde direniş veya grev vardı sanıyorum orada mesela işçi kadınlarla ilişki kurmuştuk, genç kadınlardı bunlar evlerine gidip kalıyorduk. Üzüm, incir işletmeleri vardı, küçük küçük işletmelerde vardı mesela bir arkadaş gelip orada çalışmıştı bağ kurmak için oradan gözlemlerini aktarıyordu. Geniş bir tarım işçisi kesimi vardı Çiğli o zaman nerdeyse İzmir’in çok dışında neredeyse kırsal diyebileceğimiz bir kesim, o tarım işçilerini tanımak için en azından o Tariş’te işçilik yapan çok genç bir kadın arkadaş aracılığıyla ben mesela pamuk işçileriyle birlikte pamuk tarlalarına gitmiştim fakat çok zor bir çalışma ben 3cü günde hastalandım, yorgan döşek yere serildim ve hani işçilerin öyle romantik bir yanı olmadığını yaşayarak gördüm bir daha da öyle bir şeye teşebbüs etmedim.

       Daha sonra bir girişimim daha oldu Adana’da, o girişimde de beni götürmeyi kabul ettiğini söyleyen kadının aslında beni aldattığını ben dayanamayacağım için o koşullara beni götürmeyeceğini söyledi. Benim devrimci olduğumu bilmeyen bir insandı o, komşumuzdu, bu.

G.K… İzmir’de Tariş direnişinin örgütlenmesinde.

F.S…Yo, yo örgütlenme demeyelim çok iddialı bir şey olur o. Bizim için o dönemde yapılacak şey bağ kurmaktı gençlik içerisinde, işçileri içerisinde bağ kurmak. Şöyle bir şey yaşandı o dönemde kıra giden arkadaşlar orada örgütlenmenin koşullarının çokta olgun olmadığını o aslında şeyi sorgulamak yani kırdan şehre halk savaşı yani temel güç ne olacak belki kavram olarak bunlar dile getirilmiyordu ama buydu aslında şimdi bizde işçilerle bağ kurarken aslında sınıf içerisinde nasıl bir çalışma yürütülecek, sendikalarla ilişkiler nasıl olmalı, sendikalar nedir, gençlik yapılanması belki biraz daha tartışılmış ama bunlara çok fazla kafa yormuyorduk belki önümüze çıkan sorunlar vardı bağlamında tartışılıyordu.

       Kendi birimlerimizde ve bölge örgütlerinde vs yani bunun ötesinde hani o şeyin stratejinin yani programın tartışılması anlamında değildi ama tökezlediğimizde çok açıktı o süreçte. 76 yılında nitekim örgüt içerisinde birkaç arkadaşın başlattığı diyelim bir kampanya, Türkiye’nin sosyo ekonomik yapısının tartışıldığı bir şey, başlatılmak istendi. Kısa bir metindi o metni hatırlıyorum bir, bir buçuk sayfalık bir şey, birkaç madde halinde.

       Türkiye’nin kapitalist olduğunu düşündükleri, bunun tartışılması gereken bir husus olduğu dillendiriliyordu ama başlatılan o kampanya bence iyi yürütülemedi yani bunu da bence art niyet aramıyorum ama şöyle tepkiler gelişti, ‘’ işte kavga kaçaklığıdır bu’’, ‘’ihanettir’’, ‘’ revizyonizm’’, ‘’ihanettir’’ vs yani o malum yaftalar yapıştırıldı o arkadaşa yani böyle başladı tartışma. Tabi o başlatılan tartışmada iyi yürütülemedi bence deneyimsizlik, demokrasi anlayışının belki yeterince gelişkin olmaması daha farklı bir yöntem izlenebilirdi. N

G.K… TİKKO’dan mı?

F.S…Tabi yani yönetim TİKKO yönetimi ama bunu kişiselleştirmek doğru değil yani o anlayışı taşıyan arkadaşlar gündeme getirdiler e bu tabi bölgelere gitti metin. Büyük tepkiler tabi doğurdu ama bunun yanında bu meseleyi araştırmak lazım, tartışmak lazımdı ben o düşüncedeydim şahsen çünkü bölgedeki açmaz diyorum ben ona, açmazlar bunu zaten gündeme getirmişti o tartışma metni de bunu zaten belgeliyordu zaten yani en üst yönetim açısından. O dediğim durum yani yönetimin içeride olması durumu söz konusu değildi o zaman tamamen dışarıdaydı. O şey yani içeriden bir takım talimat demek ne kadar doğru bilmiyorum ama o durum son bulmuştu zaten o dönemde.

       Biz 76 Nisan ayında oluyor bu konu, İzmir’de büyük bir operasyon yedik. Ben ve bir arkadaş dışında bölgeden çıkamadı birçok insan, ben tesadüfen İstanbul’a gelmiştim, Orhan’la İstanbul’a gelmiştik. Şöyle oldu tekrar geriye döneceğiz iletişim kuramadık arkadaşlarla veya tam hatırlamıyorum böyle bir durum olabileceğine dair birtakım işaretler vardı. Son anda şöyle bir karar aldık o gidecek ben ertesi gün gideceğim öyle de yaptık. Şöyle bir durum oldu ben tesadüfen kurtuldum oradan, evinde kaldığımız arkadaş. Ben hatta ertesi gün çantamı aldım çıktım kaldığım evden.

       Otobüsü beklerken, Topkapı’daydı o zaman o büro, evinde kaldığım arkadaşın geçtiğini gördüm kapının önünden böyle çok olağanüstü bir şeydi hemen çıktım arkasından seslendim. Bu arkadaşta Hrant Dink, hemen gel falan dedi, televizyonda tesadüfen görüyor İzmir’de operasyon, Orhan yaralı olarak şey yapmış, durum bu. Yani o tartışma ve operasyon aynı gün oldu, orayı şey yaptılar, büyük darbe yediler. Daha sonra bir arkadaş ancak çıkabilmiş oda Halkın Yolu’ndan arkadaşların desteğiyle olmuş. O arkadaşta Cemil Oka yani isimlerini verdiğim arkadaşlar bugün hayatta olmayan arkadaşlar olacak onun dışında ben kişileri şey yapmak istemiyorum kişi adı vererek.

     Biz şöyle bir şey izliyorduk ben kendi adıma çok doğru olduğunu düşünüyorum. Gittiğimiz bölgelerde diğer yapılarla iyi ilişkiler geliştirmek ve onu yaptık orada ve de destek de gördük. Şöyle mesela bir durum ben size anlatayım Halkın Yolu’ndan arkadaşlar o zaman tabi Halkın Yolu değil isimleri yani örgütlenmeye çalışıyorlar eski kadrolar. Kadın arkadaş yokmuş o bölgede herhalde mesela bir ev tutulacaktı beni götürdüler, yardım istediler ben gittim yani birisinin eşi diye mesela böyle bir güven ilişkisi yaratmışız daha sonra evlerinde mesela şey yapıyorlar birkaç arkadaşı, saklıyorlar, böyleydi.

      Yani o örgüt fetişizmi falan ne kadar güçlüyse o kadar tecrit oluyorsunuz ve ortak iş yapma şansınız da ortadan kalkıyor bunu aşabileceğiniz noktada birçok yararı oluyor.

G.K… Peki siz İstanbul’daydınız ailenizle kaldınız, İzmir’e dönüyorsunuz…

F.S…Ama bu bahsettiğim olay 1975, ben artık evi terk ettim yani ailemle en ufak bir bağım yok. Ben İstanbul’dayım bir süre kalacak yer arıyorum, elimde bir çantayla. Dolasıyla ilişki kurduğum tartışmalarda bu zaten takip etme durumu oldu bence yararı da oldu çünkü muhalefetin en dinamik kesimi diyelim şeydi, İstanbul’daydı o dönemde. Buradaki evlerde mesela bazı tartışmalar oldu. Ama benim gördüğüm arkadaşların birçoğu bunun  (sosyo ekonomik yapı vb. değerlendirmeleri) bir ihanet, kavga kaçaklığı olarak değerlendiriyordu bu çıkışı.

       Türkiye’nin sosyo ekonomik yapısının kapitalist olarak değerlendirilmesini işte eski strateji yani kırdan şehre halk savaşı yoluyla iktidarı ele geçirmek olduğunu ama bunun altında yatan şeyin, saikin aslında korku olduğu vs vs ihanet olduğu gibi iddiaları vardı.

      Ben o dönemde bir tek arkadaşla konuştum, birkaç görüşmemiz oldu o kapitalizmi savunan bir arkadaştı ve benim görüşlerine önem verdiğim bir arkadaştı. Benim meyilim de zaten o yöndeydi zaten bir sanayi kentindesiniz belki o çıkmaz, Kürdistan’daki o dönem yapılmaya çalışılan faaliyetin hani çok ta başarılı olmaması, kafam da o yönlü şüpheler. Çünkü şöyle bir şey var, tespit vardı, işte ‘’halkımızın büyük çoğunluğu silahlı mücadeleyle olacağını kavramış durumdadırlar’’ gibi.. e böyle bir şeyde yok.

      Bütün bunları birleştirerek ve işçiler arasına girdiğin zaman görüyorsun muazzam fabrikalar daha önce de görüyorsunuz da yani farklı bir gözle baktığınızda kavranacak halkanın aslında daha farklı olduğunu ben kendi açımdan, benim görüşlerim çerçevesinin olduğunu düşünüyordum zaten.

      Dediğim gibi İstanbul’da o arkadaşla birkaç kere görüştüm ama hani nerede yer alacağımı-ki gidişat bir ayrılığı falan gösteriyordu, belirlemiştim kafamda ama keşke o tartışmalar daha demokratik bir ortamda yapılsa idi, daha uzun bir süre de yapılabilseydi, sürece yayılsaydı daha farklı bir gelişme olabilirdi.

G.K… İstanbul’da çok kaldınız mı?

F.S…Hayır, hayır İstanbul’da bir ay falan kaldım sadece sanıyorum.

G.K… Ailenizle hiç görüşmediniz mi?

F.S…Hayır mümkün değil ben aranıyorum zaten yani eve baskınlar yapılıyor öyle bir şey söz konusu değil. Zaten İzmir’den sonra büsbütün aranır hale geldim. Sonra Kayseri’ye gidiyorum.

G.K… O nasıl oldu? Niye Kayseri?

F.S…Onu bilmiyorum, üst kurul herhalde karar vermiş tabi çok hoşnut olduğumu söyleyemem Kayseri gibi bir şehir fakat gittiğimde Kayseri’nin gerçekten bir sanayi şehri olduğunu falan gördüm. O ilk şey kayboldu bende. Orada çok fazla kalamadım özel durumumdan dolayı ama çok şey ilişkiler geliştirdim.

      Birde o sürecin benim açımdan şöyle bir yararı oldu, kendime göre çok ciddi okumalar yaptım, bir taraftan tartışma kampanyaları sürüyor işte bulabildiğimiz materyalleri okumaya, anlamaya diyelim çalışıyoruz bu sırada. Kapitalizmin gelişmesi mesela o ciddi bir şey onu falan okuyoruz, kaldığım arkadaşla birlikte işte tartışıyoruz kendimizce, böyle bir süreçti o fakat orada kalamadım. Bir olumsuz bir olay yaşadım, tamda çözemedik onu fakat orada kalmam benim açımdan artık hem de oradaki örgüt açısından tehlikeli bir hal aldı.

      Bir akşam yürürken sivil bir araç, iki kişi, arabayı üzerime sürdüler, ben hani şey olduğunu düşündüm yani bir kadına yapılan bir tavır olarak fakat öyle olmadığı anlaşıldı. Beni sıkıştırdıkları bir şeydi, defalarca üzerime araba sürdüler, bir ağacın arkasına sonra kendimi attım. Ayrıldığım iki kadın arkadaş tesadüfen geriye dönüp bakıp görüyorlar, koşarak geldiler falan işte el sallayarak, parmak sallayarak gittiler, siviller yani.

      Sonra o arkadaşın birini özellikle takip etmişler aylarca. Bir şey çıkmadı tabi bende oradan ayrılmak zorunda kaldım.

G.K… Evler, güvenlik sorununuz da var, kalabalık olur muydu?

F.S…Hayır, hayır iki kişi, kimse bilmiyordu örgüt içerisinde de kimse bilmiyordu o konuda son derece ilkeli davranıyorduk, bunun yararını da gördük yani.

G.K… Peki ne kadar kaldınız?

F.S…78 Aralık’tı sanıyorum geldiğimde şöyle oldu oda. Dergi yazı kurulunda görev verildi onun üzerine geldim İstanbul’a.

G.K… Ama orada bu ayrışmaya ilişkin tartışmalar sürüyor ve siz ne zaman.

F.S…Ayrışma çoktan gerçekleşti, 1976’da bitti o. Bahsettiğimiz tarih 1978 artık iki ayrı örgüt iki farklı yolda faaliyetini sürdürüyor.

G.K… Peki şey nasıl oldu hani ayrışmaları deklare ediliyor mu? Mesela sizin ayrılığınız, daha önceki metinde hizip….

F.S…O daha sonraki dönemde o kişisel bir şey tabi ona gireriz o 79 yılında olan bir şey.

G.K… Yani siz mesela kararınızı nasıl açıkladınız? Hani onun yöntemi neydi? Yazı yazmak mı yoksa artık gidip hani ben burada değilim böyle düşünüyorum biçiminde mi? Yani pratik olarak nasıl ifade ettiniz?

F.S…Şöyle 76’da TİKKO Halkın Birliği ayrışmasında, isimler o zaman öyle değildi TKP/ML Hareketi diyorduk dergi adıdır Halkın Birliği. Deklare ettik yani kişisel olarak ben Halkın birliğinde yer alacağım şeklinde beyanda bulunduk herkes kişisel eğilimini belirtti ondan sonraki yürüyüş öyle gerçekleşti.

     Kayseri’de karar verdim ben zaten oradaki arkadaşlarda aynı görüşteydi dolayısıyla orada böyle bir şey yaşamadık yani sürtüşmeler vs ….

G.K… Peki kentlere baktığımızda o ayrışmada mesela yoğunluk TİKKO mesela daha çok İstanbul muydu? Taşra mıydı? Böyle bir ayrımda bulunabilir misiniz?

F.S…TİKKO’nun cezaevi sürecinden sonra öğrenci kesimi içerisinde ağırlığı vardı ve bir miktar işçiler içerisinde.  İstanbulda ağırlıklı olarak TİKKO saflarında kaldı arkadaşlar. Şöyle ifade edersek şehirli kesim diyebileceğimiz daha çok küçük burjuva kökenli ailelerden gelenler Halkın Birliğinde yer almış olabilir diyorum yani benim gözlemim.

      G.K… Peki direnişinizi de konuşalım, Adana’dan geldiniz.

F.S…Sanırım yani aralık ayı gibi olmalı, dergi için geldim İstanbul’daki faaliyet, dergi ve gazeteleri okumak, sabahtan akşama kadar yürüyen bir çaba bu ve tespit edilen başlıklar üzerine yazılar kaleme almak şeklindeydi. Çok yoğun bir gazete, dergi okuma süreciydi mevcut bütün gazeteleri aşağı yukarı alıyorduk ve tarıyorduk. Benim yani o dönemde İstanbul’da öyle kitle şeyim olmadı, dergide yürütülen bir faaliyetti.

      Şimdi tam o tarihlerde, o günlerde Maraş katliamı oldu, Arlık 25’ti sanıyorum daha önceki katliamların bir devamı niteliğinde. Birtakım suikastlar aslında bir darbenin mayalanmakta olduğunu ayan beyan ortaya koyuyordu, sıkıyönetim zaten geldi dergi çıkarmak bile son derece güç o dönemde. Önce Ankara’da hatırladığım kadarıyla basıldı daha sonra orada sıkıyönetim ilan edildi, tersi de olabilir bu, bir tek İzmir vardı sıkıyönetim ilan edilmeyen.

       İzmir’e götürülüp o zamanki teknik son derece geri, elde dizgi yapılıyor, bir arkadaş İzmir’e götürüyordu oradaki matbaada basılıyordu böyle zorlu bir faaliyetti o alan. Benim o İstanbul’daki süre de bir senelik bir süreç, yayında dergideydi yani.

      Tabi bu süre zarfında Halkın Birliği olarak işte derginin çıkması da hangi tarihe denk düşüyor tam hatırlamıyorum bu kapitalizm üzerine yürütülen tartışmalardan sonra mesela faşizm üzerine bir tartışma süreci başlatıldı. Daha canlı tartışma dönemiydi o süreç, onunla ilgili yazılar yer alıyordu mesela dergilerde nispeten canlı bir süreç diyebilirim o döneme.

      Tabi bu dönemde mesela ben şeyi hatırlıyorum, Stalin’i falan tartışıyorduk en azından bulunduğumuz bölgedeki arkadaşlarla çok ciddi kuşkularımız vardı. Bendeki ilk ciddi şeyler, hareketin çizgisiyle ilgili tabi aslında o 30’larda batıda yaşanıp bitirilen tartışmaların Türkiye’deki başlangıcı gibi bir şeydi sanıyorum ciddi kuşkular vardı bazı arkadaşlarda bende de vardı Stalin’e ilişkin oda tamamen Rusya’daki, öğrendiğimiz kadarıyla, ulaşabildiğimiz kadarıyla parti içinde başlamak üzere demokrasiye dair tartışmalardı.

       Mesela 2ci dünya savaşı sırasında Hitlerle yapılan anlaşma ama sonra öğreniyorum ki aslında batıdaki bütün komünist partileri bir depremle sarsmış o anlaşma son derece dogmatik tabi. Türkiye’nin devlet olarak konumunun burada büyük rol oynadığını düşünüyorum bunu sanıyorum demokrasi bahsinde tekrar soracaksınız.

G.K… Girin bence oraya yani parti içi demokrasiye bir girelim yani siz olduğunuz dönemde neler gözlemlediniz? Bölümlerin durumları nasıldı? Cinsiyetçilik yapılıyor muydu? Ya da bölgecilik, etnik renkler ne kadar açık edile biliniyordu?

F.S… Bunu parça parça esasen, demokrasi demiştiniz, demokrasi en başa. Şimdi bir takım parti organları veya örgüt organları varlığı, en yüksek kongre olmak üzere parti içi demokrasi işlediğini göstermiyor zorunluluktan kaynaklı tabi birtakım eksiklikler olabilir ama sırf onlara bağlamakta doğru değildir diye düşünüyorum. Hem bu TİKKO döneminde hem de o ayrılıktan sonra aslında çok demokratik bir işleyiş olduğunu ben düşünmüyorum yani bazı tartışmalar yapılıyordu mesela bu ayrışmayı getiren kapitalizm tartışması yani Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısıyla ilgili bu sürecin çok işletilemediğini gösteriyor, sağlıklı bir süreç değildi bu.

      Demokrasi kültürü yok bu toplumda dolayısıyla bu sol yapılarda dâhil demokrasiyi özümsemiş falan değiliz yani insanları, en geri unsurlara, sempatizanlara kadar bu işin içine katmak, görüş almak vs sağlıklı bir şekilde yapılmadı zaten süre bence kısaydı hani,  bir süre sonra zaten fiili olarak kopmuştu bu yapı daha çok kendi içimizde bunu tartıştık diyebilirim ayrılıktan sonra.

      Cezaevi süreci ve bir sene sonra içeriden yönetilmesi örgütün yani bu kavramın aslında lafının edildiğini ama pratikte uygulanmadığını da gösteriyor, ben halen olduğunu düşünmüyorum. İçinde yer aldığım benim hiçbir yapıda demokratik bir işleyiş yok başta program olmak üzere böyle bir anlayış yok. Hani kültürel bazda da böyle bir şey yok diyorum en başta programda olmalı. Ben geçen defa bunu anlatmaya çalışmıştım yani demokrasi sırf kişisel ilişkilerde uygulanan bir şey değil.

        Örgüt içi demokrasi-ki bu hani oturmadığının en güzel kanıtı örgütler arasındaki o rekabet o çatışmalar, öldürmeye kadar varan o uygulamalar bunun en net kanıtı ama görünürdeki kanıtları bunlar. Ha nereden devraldık biz bunu, bence Stalinzm’den devraldık çünkü oradaki iyiyi 30’lardan itibaren ağırlıklı olarak yaşanan süreç, Moskova duruşmaları vs partinin merkez komitesinin çok büyük bir bölümünün fiili olarak ortadan kaldırılması, oradaki uygulamalar oradaki baskılar bunun açık kanıtı. BU anlayışlar geldi buradaki örgütlere yerleşti ve parti için her şey mubahtır anlayışı yerleşti. Neyse ki benim olduğum süre içerisinde o ayrılıklar döneminde böyle bir şey yaşanmadı.  Ama daha sonra ne kadar doğrudur bilmiyorum, böyle şeylerin olduğunu duyduk.

G.K… TİKKO içerisindeyken mesela o iç şeyi nasıl tanımlıyorsunuz? Hareket içindeki yapıyı, organizasyon şemasını.

F.S…Yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir yapılanma katı bir disiplin anlayışı, ne kadar uygulandığından bağımsız olarak söylüyorum bunu. Böyle bir durum vardı zaten içeriden talimatların gelmesi kimsenin pek fazla da belki görüntü de görüntü olarak fikrini alması filan bunu gösteriyor, uygulamalar böyleydi ama tabi dışarıda o bölge örgütleri oluşturulup hani bu işlerin öyle de gitmeyeceği görülünce inisiyatif kullanıp o bölgeler kendi kararlarını da alabiliyorlardı.

G.K… Şey mesela yukarı da merkez komite altta.

F.S…Bölge komiteleri, şehir komiteleri vs tabi en pratik parti yapısı en üstte merkez komitesi, altta bölge komiteleri ona bağlı şehir komiteleri, işçi komiteleri, gençlik komiteleri, mahalle örgütlülükleri yani nasıl isimlendirdiğiniz önemli değil yani birimler olarak bunlar. Esas olarak kurulması gereken fabrika komiteleri falan-ki onlar işçilerden oluşur o kollara vakıf değildik tabi öyle bir çabamız olmamıştı yani bizim anladığımız örgütümüzün fabrikada ki birimi idi.

      Oysa fabrika komiteleri çok farklı yani biz o şeyi, hiyerarşik örgütlenmeyi örgüt içerisinde falan hep yani halkı nasıl örgütleyeceğimizden çok kendimizi nasıl örgütleyeceğimiz tabi o birbirinden kopuk meseleler değil de ama uygulanan buydu, şema buydu yani.

G.K… Üyelik nasıl oluyordu?

F.S…Üyelik, aday üyelik diye bir statü vardı, aday üyelik bunun belli bir süresi olduğunu hatırlamıyorum ben, aday üyelikten üyeliğe geçiliyordu ama bizim nasıl oldu bilmiyorum kim karar verdi, direk üye olarak biz başladık. Cezaevinden sonra hatta ondan önce de üyeydim fakat ben çok kafa yormuyordum ben o meselelere yani kim üyeymiş kim değilmiş aslında bunlar şey hani liyakat esas denir ya bence bu esas alınmalı ama şöyle bir şey vardı. Kim daha keskin laf ediyor, kim silaha külaha daha meraklı bunlar öne çıkabiliyordu çünkü hani halk silahlı mücadeleye hazırsa eğer kurtuluşun öyle olduğu noktasına gelmişse tabi haliyle bu konuda en yetenekli olanlar ön plana çıkmalıdır böyle bir anlayış.

      Dolayısıyla teoriye ilgi teoriye hakimiyet bu konular daha az ilgi çekiyordu veya değerlendirilmeye alınıyordu tabi merkez komite bunu nasıl tartışır bilemem ama şeyi öneriyordu yani mesela bölgede şu arkadaş üye olabilir gibi öneriler gidiyordu tabi ki o noktada da komite etkili oluyordu. Yoksa merkez komite karar vermiyor. Bölgesinde kimin üye olacağı vs tabi üyelik önerisi falan giderdi ama esas kriter veya değerlendirmeyi yapan oradaki komitelerdir, bölge komitesi vs.

G.K… Peki hareket içinden tasfiye, cezalandırma bu tür şeylere tanık oldunuz mu siz? Nasıl oluyordu? Böyle bir mekanizma var mıydı?

F.S…Şimdi yaşadığım şeylerden hareketle söyleyeyim. Adana’da şöyle bir şey yaşanmıştı, hoşnutsuz bir iki arkadaşı…tecrit etme gibi bir durum yaşanmıştı sanıyorum hatta şöyle bir şey oldu daha sonra bir hizip çıktı bizim hareket içerisinde.

      Bu hizip, anlattığım TİKKO’yla hiç alakası yok yalnız Halkın Birliği ile ilgili bütün anlattıklarım. Yayın organını ele geçirdi oda tamamen şöyle oldu yayın kurulu bu hizip içerisinde de bir eleman sahibiymiş, sorumlu yazı işleri müdürü sanıyorum, dergiye el koydular fakat şöyle güzel bir şey oldu. Hiç onun üzerine gidilmedi tabi eleştirildi vs hemen Devrimci Halkın Birliği adıyla bir yayın organı çıkarıldı böyle bir konuda bile o dönemde bir çatışma falan olmadı. Bu bence o dönemde yaşadığım en demokratik olay yani merkez komitesi böyle bir çatışmaya girmedi mutlaka sert tartışmalar yaşanmıştır o ayrılan arkadaşlarla ilgili olarak.

       Ben bunu çok değerli buluyorum çünkü sol hareket içerisinde ben böyle bir hareket hatırlamıyorum mesela aynı dönemde Halkın Kurtuluşçuları bir bölünme yaşadı ve taşlı sopalı birbirine girdiler hani daha ötesini bilemiyorum ama böyle bir şey yaşandı. Örgütler içerisinde mesela silahlı çatışmalar yaşanıyor o dönemde acayip bir rekabetçilik. Halkın Birliği çok güzel bir sınav verdi, o konuda o dönemde.

      Adana’da yaşadığımız olaya gelince oradaki arkadaşlar kendilerine yakın buldukları birisi eliyle o dergileri alıyorlar ve evlerine götürüyorlar o arkadaş daha önce bizim sempatizanımız ama artık değil ve ne yapacak, tanıdığı insanlara bu dergiyi dağıtacak şimdi Adana’da yaşanan bölünme olayı şöyle oldu. İki arkadaş bilmiyorum belki o bölgeden birisinin yönlendirmesi o konuyu daha sonra araştırma fırsatım olmadı, gidiyorlar dergilere el koymak üzere arkadaşın evine giriyorlar, sempatizan arkadaşın. Tam o sırada arkadaşın eşi iki çocuğuyla eve geliyor ve çok korkuyorlar ve çok büyük tepki gösterdiler haklı olarak mesela bu önemli olay.

      Bu olay tek taşına kimin yaptığından, kime yapıldığından bağımsız olarak aslında tüm örgütlerin mesela demokrasi konusunda bir tartışma konusu olabilir, buradan çıkarak mesela öyle yankı bulmadı. Ben çok tepki duydum bu olaya hatta şöyle bir durum vardı o arkadaşın eşinin kimliğini ben kullanıyordum bu olay üzerine gittim kimliği iade etmek için benim kimliğim falan yok üzerimde arkadaş almak istemedi en azından sen yeni bir şey edin ondan sonra ver o mağdur durumda diye mesela bu çok ilgi görmedi oradaki arkadaşlar arasında ha iyi olmuş gibi geçti gitti.

       Bu çok kötü bir şeydi bence oradaki kitleler açısından yani bizim kitlemiz açısından diyeyim. Birçok bölgede buna benzer olaylar yaşanmıştır mesela bunlardan hareketle parti içi demokrasi diye tartışılabilinirdi, her olay da tartışılabilinirdi, çok ciddi ele alınmıyordu bu konular o zaman çünkü öyle bir anlayış yoktu.

G.K… Kadınların durumu neydi? Merkez komitede falan çok etkili oluyorlar mıydı?

F.S…Şimdi ilk TİKKO’nun oluşumunda 7 kişi var hiçbiri kadın değil, Kürt arkadaşlar var şehirli arkadaşlar var, kadın yok, erkek egemen bir şey yani bugün biraz daha kırılmış olabilir ama özünde pek fazla değişen bir şey yok. Tutum olarak ben bir şeye şahit oldum yani bizzat kişiliğime dönük.

      Bir kadın olarak bir şeyde görev alamayacağımı söylemiş bir erkek arkadaş ve o erkek arkadaşta alt organda çalışıyor ben onun üstünde, bunu şey için söylemiyorum. Bir kadın olmam, beni hiç tanımıyor o organdaki yer alan öteki arkadaşı hiç tanımıyor o bir erkek arkadaş itirazı bana mesela somut bir örnek olarak, en çarpıcı örnek bu.

G.K… Onu nasıl duydunuz siz? Direk yüzünüze mi yoksa duydunuz mu?

F.S…Direk yüzüme yapmadı öyle söylemiş bana bildirildi ama tartışma şeyimiz olmadı zaten çok kısa süre sonra operasyon oldu, tartışmadık ama mutlaka tartışılırdı. Böyle bir şey yaklaşım vardı.

      Bu ayrılık sırasında kadın arkadaşlar daha çok nerede yer aldı derseniz o konuda bir şeyim yok hani oranlamak çünkü o dönemde benim de öyle bir anlayışım çok fazla yerleşmiş değil sadece bunu kadınlara dönük bir şey ama bizde sizden aşağı değiliz gibi yani teorik bir şey yok hani zemine oturtamıyoruz. O zamanki anlayış şu zaten Marksist yazılarda da okuduğumuz bunlardan farklı şeyler değil, kadınlar çalışma hayatına girecek tamam bazı sorunlar var ama bunların çözümü sosyalizmdir, anlayış 3 aşağı 5 yukarı bu şekilde.

      O kadar geri ki mesela şeyi hatırlıyorum ben, bizim dergide yayınlanmıştı, Necmiye hocanın bir makalesi, Enver hocanın eşi olur kendisi, şöyle de bir şey anlatıyor. işte çalışmayı ön plana çıkarıyor, ekonomik bağımsızlığa sahip olacaksın… giderek daha da özgürleşirsin. Bu da bir adımdır, gerçektir de sonra şöyle diyor kadın ‘’ bakınız burjuvalar istediği kadar çocuk doğuruyor ama işçi sınıfı kadınları doğuramıyor’’ muş, bu kadar geri anlayışlar bakın ve bu bir tepki de çekmiyor fazla. Yani bunu ben görüyorum kadınlar, çok ayıp bir şey yani o gün ki anlayışım çerçevesinde ama mesela bunu getirip ya arkadaşlar biz bu kadın sorununu bir tartışsak nasıl olur gibi bir şey yok. Büyük ihtimal bunu gündeme getirsek zaten reddedilecek ya da işte geçiştirilecek.

      Şimdi en aşağıdan en yukarıya kadar anlayış bu, birçok kadında bile halen var olan anlayış yani biz sınıf mücadelesinde yer alacağız, en önde yer alacağız görün bakalım yani hani bizimle sizin aşağı kalır yanımız yok noktasında bir anlayış. Aslında pratikte bence bu yapılarda birçok erkekte bunu görür pratik içerisinde yani hani kadınlar uzun süre bu şeyi yürütüyorsa kabul etmek zorunda kalıyorlar bunu ifade etmek zor olabilir mutlaka.

       Şöyle bir şey olmuştu mesela tarih 78 olabilir, 77 olabilir bir toplantı yapıyoruz tesadüf 8 Mart’a denk gelmiş, çok geri benim bilincimde çok geri o konuda, ben şöyle bir şey önerdim belki son anda aklıma geldi oturdum kısa bir şey yazdım 8 Mart’a dair bir şey, bir kadın arkadaş çıkıp bunu okumalı dedim yani o gün böyle bir şekilde anmak gerekiyor. Ben çıkıp okuyamam o konuda çünkü hukuken durumum özel, bir kadın arkadaş bulamadık o anda, çıkıp sahnede bir şey okuyacak, kısa bir metin. Mesela daha önce bunu düşünmememiz, hepimiz için geçerli değil mi, işte 8 Mart’ta minikte olsa bir evde, ne bileyim dernek vardı sanırım o tarihlerde bir etkinlik yapmamak ne kadar büyük bir eksiklik ama bilinç seviyemiz o düzeyde yani o dönemde.

G.K… O yazdığınız notu o ortamda kadın olmadığından değil…

F.S…Değil çok kadın var ama çıkıp hani sahnede bunu şey yapmak onun getirdiği bir çekingenlikti sanırım. O toplantıda ne olduğunu bile hatırlamıyorum çok alakasız 8 Mart’la da yani sempatizan kadınlar yani öyle örgüte ait de bir şey değil, çekindi kadın arkadaşlar yani bu hani polisiye bir şey değil çok basit bir metindi zaten utandılar diyorum yani o cesaret yoktu, medeni cesaret ondan kaynaklı bir şey olabilir.

       Şimdi daha sonraki süreçte ne kadar gelişti bu bilinç bence çok fazla da gelişmedi, mücadele içerisindeki kadınlara bir saygı vardı ama bir çekingenlik falan da vardı. Şöyle bir şey şimdi hatırladım bir evde kalıyoruz, genç biri öğrenci herhalde o dönemde birlikte kalacağız, dedi ki ben hayatımda ilk defa, bir kız arkadaşla aynı evi paylaşacağım, benim için  çok şey hani bilmeni isterim falan dedi. Yani Kürt bir arkadaş, eğitimli bir arkadaş bana bunu dillendirdi, dedi ki yani böyle bir şey yaşıyorum ben. Bir çekingenlik vardı o arkadaş bunu dile getirdi, gözlemim bu, bizdeki bilinç seviyesi de o, geneli böyle yani. Yani feminist bilincin zerresi yok yani gözlemlerle yaşayarak bir şeylere karşı çıkıyoruz veya tartışıyoruz o düzeyde.

G.K… Hareketin içindeki kadınlar kentli, tırnak içerisinde orta sınıf mıydı?

F.S…Genelde tabi belli bir yere gelen kadın arkadaşlar böyleydik.

G.K… Giyiminiz, kuşamınız nasıldı?

F.S… Şimdi giyim kuşam biz öğrencilikten gelen insanlarız, modern işte kıyafetler o dönem zaten 68 kuşağı herkes mini etekle geziyor işte hiç fazla bir tepki görmüyor yani o camia içerisinde tabi Kürt arkadaşlar tepki duyuyor olabilirler ama dile getirmiyorlardı bunu. Sonra şöyle bir şey oldu, kitleselleşince hareket, sol hareketin tümü için geçerli bu, kır kökenli arkadaşlar veya hani şehre göç edip işçi semtlerinde veya kenar mahallelerde yaşamış işçi kökenli aileler bunların sayısı artıkça bir tutuculuk yani en azından o konuda başladığını hissediyorsunuz.

      Mesela ben Adana’ya gittiğimde şimdi işçi mahallelerine gidiyoruz orada kadın işçiler iş elbisesinin altına pantolon giyiniyorlar, gündelik hayatlarında da elbiselerinin altında pantolon var hep veya pijama türü şeyler var. Biz işçi mahallelerine girmek için, zaten terk etmişiz o kıyafetleri pantolon giyiniyoruz artık 72-73 falan…bizde onlar gibi giyinmeye başladık yani tuhaf geliyor yadırgıyoruz kendi içimizde, ben kendi hissiyatımı aktarıyorum ama hani oraya uyum sağlamak adına çünkü tutucu aileler.

      Bunların bir bölümü aleviler falan ama hani öyle pantolonla falan hoş kaçmayacağını düşündük demek ki öyle pantolon üstü etek bölümü başladı hayatımızda, büyük bölümü öyle geçti zaman zaman çok uzun etekler giydik, oradaki işçi kadınlar dikiyordu bize onları da kullanıyorduk ama dediğim gibi o yöntemi de uyguladık. Onu benimsediğimiz için değil araziye uyum içindi sanıyorum veya dışlanma korkusu belki olabilir, göze batmamak vardı mesela benim açımdan. Fazla o mahallerde dolaşırsanız zaten şey kaynıyor oralarda, siviller vs. Tabi safça bir yanda var bu işin içinde yani zaten siz oraya hangi kıyafetle giderseniz gidin sizi bir şekilde tespit ediyorlar yani farklı bir yerden geldiğinizi.

       Şimdi yıllar sonra, şöyle bir anekdot size aktarayım yine dernekte yaşadığımız bir şey bu. Yaşam ağacı derneği 2000’li yıllarda kuruldu, bu dernekten şöyle bir şey geldi, 8 Mart’la ilgili bir toplantı yapalım, kadın erkek bütün arkadaşlar bu toplantıya katılalım şeklinde. Ben iki feminist arkadaşla ilişki kurdum zaten tanıdığım arkadaşlar. Bu arkadaşlarla kompozisyonu bildikleri için bende bahsettim biraz yani oradaki yapıya uygun bir şeyle geldiler-ki biri ciddi bir araştırmaydı daha sonra zaten kadın çalışması yapan arkadaşlar bunlar.

       Daha çok işte işçi kadınlar ve birazda karşılığı ödenmemiş emek vs işte işçi kadın olmak vs vs işte biraz şiddet, çok güzel bir sunumdu, sunum bitti. Görüşü olan veya sorusu olan var mı, kısmında … bizim arkadaşlardan bir tanesi, birazda sinirli bir şekilde ayağa kalktı ‘’ siz dedi bu kafayla hiçbir şey yapamazsınız’’… dedi… Kadın hareketi, çevre hareketi vs sınıf mücadelesine zararlıdır dolayısıyla mahkûm edilmelidir….  Kırılıyor bu anlayış giderek ama bazı arkadaşlar halen bu anlayışı taşıyorlar. Tabi kadın arkadaşlar hiç aldırmadılar daha sonra bunu yumuşatmaya çalışan arkadaşlar oldu, teşekkürler ve ufak tefek katkılar sundular falan ama 2000’li yıllarda bile bu tür yaklaşımlar var.

       Şimdi ben, 80’li yıllarda feminist hareketin Türkiye’de ortaya çıkması vardı tabi ve güçlenmesiyle birlikte birçok kadın arkadaş bu konuya kafa yormaya, okumaya vs başladılar başka konularda olduğu gibi ama daha çok bizim bu gelenek Halkın Birliği de dahil, bu mevzuya en yabancı kalan şey oldu. Kadın arkadaşlar dahil mesela benim daha sonra gördüğüm halen feminizmi bir şey gibi yani bir karşı devrimci akım gibi, en şeyinden, hafif ifadeyle, sınıf hareketini bölen bir akım olarak gördüler dolayısıyla ben bu cenahta, hepsini katıyorum, değişen çok bir şey olduğunu düşünmüyorum. Vardır tabi farklı yaklaşan arkadaşlar ama özetle durum bu.

G.K… Peki İstanbul’a geldiniz Adana’dan dergi çıkarıyorsunuz, İzmir’de basılıyor, bir arkadaş götürüyor orada bastırıp sonra ne oldu? 12 Eylül.

F.S…Bir şekilde geliyor onun ayrıntısını hatırlamıyorum veya bilmiyorum. Daha 12 Eylül’e gelmedik bu sefer şöyle bir tartışma başladı, bir açmaz var aslında hani 1 Mayıs olayı yaşandıktan sonra 77, benim tespitim odur ki yani sol, sol’un gerilemeye başladığı milat gibi düşünüyorum yani ben çok görünür bir şey olmasa bile.

      O şiddet hareketleri, sol’un çatışmaları, o maceracı kitle çizgisi birçok örgütte bence Sol’u gerileme içerisine soktu bu görülüyordu aslında bazı ipuçları vardı ama sıkıyönetimden sonra bir darbe veya çok büyük bir baskı dönemi yaşanacak. Buna karşı ne yapmak gerekir mesela tartışılması gereken konu buydu, Halkın Birliği içerisinde parti inşası mevzusu gündemdeydi o tarihlerde. İki anlayışla ortaya çıktı, bir tanesi parti inşası fikriydi, bende ne yazık ki bu görüşü savunan insanlar içerisindeydim karşı taraf azınlıktaydı, onların görüşü de Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu işte başka ufak tefek gruplar var yani bunlarla bir yapılaşma olabilir yani bunların yolu aranmalıdır şeklinde.

      Aslında bu yeni de değildi mesela 76 sanıyorum, 77 yıllarında bu üç yapı Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve de sanıyorum Partizan gözlemci olarak katılmıştı diye hatırlıyorum. Partizancı arkadaşlar bilir bunu tabi, gözlemci olarak gelen bir iki küçük grup daha olabilir. Bu birleşme mevzusu tartışıldı o zaman, 79 yılında Halkın Birliği içerisinde böyle bir tartışma vardı.

……

    …. Kısa bir süre sonra 12 Eylül geldi, bağıra bağıra geldi 12 Eylül, o süreçte yani 12 Eylül’ün hemen öncesinde biz örgütsüzdük ve de çok kötü durumdaydık. Aranan iki kişi, para yok aileden gelen sınırlı bir para çünkü bir noktadan sonra, ben İstanbul’a geldikten sonra aile ile bağ kurdum, maddi destek alıyorduk o destek hiç istemediğim bir destekti ama artık mecbur olduk yani. Kenar mahallerde birinde bir ev bulduk, kendimizi attık ve iş aramaya başladı arkadaş. Bir fabrikada iş buldu ama uzun süre, çok kötü, ekonomik manada yani günler yaşadık. Bir fabrika da hamallık yaptı yani kısaca diyebilirim, karnımızı zor doyuruyorduk yani herkes gibi işte ama şunu söyleyeyim o örgütlü hayatımızdan çok berbat bir durumdaydık ekonomik manada.

      12 Eylül öncesinde artık darbe geliyor her cuma günü bekliyorduk, cuma geceleri olur darbeler bu nedenle sanırım. İki tespit yaptık, bir ekonomik yönden güvenceye alalım kendimizi çünkü ailemiz garanti değildir. İki güvenli olmamız gereken bir ev bulmamız gerekir. Evi bulduk, 12 Eylül’den 15-20 gün önce, bir işte buldu arkadaş o bahsettiğim iş, hamallık yani. Bir tekstil fabrikasında, küçük bir tekstil fabrikasında iplik taşıyor, böyle bir işte nitekim darbe de geldi. O süreç tabi herkesin açısından çok zor ve örgütler çok kısa bir sürede tasfiye edildi.

      Biz bahsettiğim gibi o ev sayesinde, şöyle bir evdi o, kenar mahallede ama solun öyle fazla etkili olmadığı daha çok Yugoslav muhacirlerinin yaşadığı bir bölge idi orada ben ilkokul mezunu bir kadın, gariban bir kadın eşimde işçi öyle yaşadık. Cumhuriyet gazetesini bile hani şey, saklayarak getiriyorduk eve, öyle günlerdi o günler. Örgütler tabi darma duman edildi işte afişlerde benim resimler çıkıyor, gazetelerde çıkıyor, her an ev basılabilinir yani öyle bir dönemdi.

      Şimdi o dönem bizim açımızdan şöyle bir şeye yol açtı yani biz iyi kötü bir mücadele sürdürmüşüz, yılları alan bir şey bu, bir değerlendirme yaptık kendi adımıza, yapabildiğimiz kadarıyla o gün ki birikimlerimiz ölçüsünde, mütevazı olmamız gerektiğine karar verdik tabi her şeyden önce. Bir okuma süreci başlattık yani Türkiye’nin yakın tarihinden başlayarak, giderek gerileterek, o arkadaş tarihe falanda çok şeydi ve de geçmişte reddedilen o Stalinci gelenek ‘’hain, dönek’’ yaftası vurulan o muazzam literatürü okumamız gerektiği, Troçki’de bunların başında geliyor.

      Onlara ulaşabildiğimiz kadar, değişik kaynaklar…. Yani çok farklı bir okuma, geçmiştekinden farklı okuma, böyle bir şey yaşadık. Tabi feminist hareketle benim hani teorik bağlamda ilişki kurmam, düzeyde de olsa denk düşüyor yani bulabildiğimiz kadarıyla ama esas şeyimiz daha farklı bir okuma yapmak. Ayrıldıktan sonra bazı ufak gruplarla görüşmeler oldu ama yani onlarla yürümeyeceğimiz belliydi o dönem öyle.

G.K… Kaç sene yani 12 Eylül’den sonra ne kadar böyle yaşadınız? Ve sizin bu kimliklerinizi açık etmeniz ne zaman oldu? Yani ne kadar illegal yaşadınız?

F.S…25 Yıl falan yani 25 yıl civarındadır, benim ve diğer arkadaşın. Ben kaçak yaşadım yani. O dönemi şöyle şey yapayım 85’ten itibaren bazı yerlerde 87’den itibaren bir gevşeme dönemi ve bu yapıların kendilerini yeniden kurma dönemi başladı biz bu dönemde tabi dışarıya açıldık, illegalite var, Olağanüstü hal var halen İstanbul’da.

Mesela şey hatırlıyorum 87’de İstanbul’da bir ara seçim vardı, İstanbul 6cı bölgeydi o zaman öyle isimlendirildi, orada bir seçim vardı o seçim üzerinden SODEP’di o partinin o dönemki adı, miting düzenlendi. 12 Eylül’den sonraki ilk miting, biz o mitinge gittik, Saraçhane parkında yapıldı miting. Bütün yabancı basın orada, televizyon kanalları inanılmaz biz şaşırdık, insanlar yani çok sessiz bir kitle. SODEP solcular var, belli yani duruşlarından bile belli, Devrimci Yolcular var, Halkevciler falan olabilir. Nereden çıkardığımı bilmiyorum daha sonra o olay konuşulurken belki ben onun ayırdına vardım ve parkın içindekinden büyük bir kitle parkın dışında. Oralarda böyle yarı park gibidir, banklar falan vardır orada insanlar var fakat cesaret edip giremiyorlar, sessiz bir kitle düşünün, slogan falan yok veya çok ıvır zıvır şeyler.

İşte SODEP CHP’nin isimlerinden biri diyelim işte çıktı birileri konuştu kimsenin pek dinlediği de yok, neden bahsettiyse bir ses birden kahrolsun der demez o parktaki kitle hep birlikte ‘’ kahrolsun faşizm’’ sloganları atıldı ve devamlı atıldı sonra şimdi bu çok önemli bir şey. Yani bir şeyler mayalanmış yani bir dip dalga var o dalga belki başka yerlerde de olmuştur kitlesel bir şekilde kırıldı, müthiş bir şey bu yani. Öyle bir baskı dönemi yaşamışsınız ki devam etti ondan sonra, insanlar bağırıyor çağırıyor işte ‘’ Faşizme karşı omuz omuza’’ hatırladığım bu iki slogan zaten yeter yani bunlar.

 Sonra çıkışta bazı insanları polis enterne etti çok ta itiş kakış olmadı onları götürdüler, ne olduklarını bilmiyoruz. Halkevciler’miş onlar. Daha sonra bunu konuştuğumda mesela arkadaşlar, onlarda çok etkilendiğini, bir veya iki kişiyle konuştum bunu anlattılar mesela o dönem umut var yani hani askeri yönetimden sonra değişti birtakım şeyler. Mesela bir tanesi de şudur bu 81 yılında oluyordu muhtemelen, öyle korkunç bir baskı var ki, haberleri dinliyoruz malum Evren çıkıyor konuşuyor, birden ses kesildi, Evrenin sesi, enternasyonal yükseldi arkadan, ne kadar devam etti, 2-3 dakika fazla değil ve biz fırladık televizyonun başına müthiş bir şey nasıl bir moral. Sonra bunu da bu yayını da Dev-Yolcuların yaptığını, yayını yapan arkadaşa tesadüfen bunu anlatıyorum, dedi ki biz yaptık o yayını. Bir araçla yürüyerek yani araç hareket halinde, yayını yapıp hızla uzaklaşıyorlar. Öyle karanlık günlerdi o günler ama müthiş bir şey vardı yani bugünler sona erecek biçiminde nitekim öyle oldu.

Tabi birçok şeyi kendi aramızda o okumalar demiştim, sorgulamalar tabi ayrı ayrı oldu. Stalincilikten önce ben koptum yani bir şey vardı o okumalarda, duyumlarda yani başlangıçta sadece bu duygusal bir tepki olabilir ama bir temele bir zemine de oturdu mesela bir film ‘itirafı’ birçok kişi izlemiştir orada bu Moskova duruşmalarını anlatır, nasıl girdiğini bilmiyorum biraz Komünizmi kötülemek için olabilir mesela o film bende çok derin izler bıraktı birçok insanda aynı şeyi söylüyor, o duruşmalar korkunç gerçekten.

 12 Eylül süreci böyle baskıların nispeten azaldığı dönemde sol çevrelerinde yavaş yavaş örgütlenmeye başladı.

G.K… O mahalle İstanbul’da mıydı?

F.S…O Mahalle Yıldırım mahallesiydi, Metrise çok yakındır, 12 Eylül gecesi zaten tanklar oradan da çıktığında biz zaten dedik geldi, Cuma, bu cumaymış dedik öyle bir evdi. O ev bizi 7-8 sene kurtardı çok büyük payı vardır o evin, bizde dikkat ettik….tesadüfler, bizim dikkat etmemiz vs bizi sağ salim çıkardı o süreçten onu diyebilirim.

G.K… Hiç yurtdışına falan çıkma girişiminiz olmadı mı?

F.S…Şöyle bizim öyle bir niyetimiz yoktu başlangıçta 84 yılında, 84 yılındaydı işsiz kaldık tekrar bir işsizlik süreci, ben zaten çalışmıyorum, çalışamıyorum, çok zorladı koşullarımızı, devam etti o durum bunun üzerine dedik bir de yurtdışına gidelim. Yani artık açlığın sınırındayız. İşte iki tane pasaport edindik iki kanaldan yani yine sol çevrelerden. Fakat o pasaportları çok gözümüz tutmadı özellikle arkadaşa gelen pasaport çok kötüydü bence.

Birlikte değil ayrı ayrı yola çıkma kararı aldık diyelim gitme demeyelim çünkü gitme olmadı. Önce ben dedim çıkayım sonra orada imkanları zorlayıp arkadaş içinde bir şeyler yaparım ben. Otobüse bindim kapıkule de yakalandım ama şöyle pasaportun bir mührü dikkatini çekiyor denetim yapan kişinin… Saçımı hayatımda ilk defa o zaman boyatmıştım, kıyafet falan öyle şık, makyaj vs …Hayatımın rolü beni kurtaran rol aynı zamanda diyebilirim. …

Orada durduk birkaç gün öyle sol grupları falanda yakalıyorlar, getirdiler. Bir kadın var orada onun yanında kaldım ben. Bir olay olmuş böyle polislerin kendi aralarında böyle bir tatsızlık, böyle şey adamlar tiplerinden belli, polis şefleri falan böyle bir toplanıyorlar ama biz iki kadın olduğumuz için şeyde böyle kalıyoruz yani polislerin odası gibi bir yer hatta akşam televizyon falan seyrediyoruz tabi ben seyredemiyorum aslında içimden hani sonu ne olacak bu işin diye büyük bir şey içindeyim. Neyse aşağıdaki o karmaşanın etkisiyle sanırım bizi sevk ettiler, savcıya yolladılar, beni daha doğrusu, başkaları da vardı ama onlar şeydi, sınırı geçen kaçakçılar olabilir neyse bir polisle gidiyoruz. Polis genç bir polis iki senelikmiş galiba işte Almanya’da nişanlısı varmış falana benim de orada nişanlım var falan dedim.

Ben uydurdum bir hikâye… ben Almancıyım işte aile içi bir şiddet yaşıyorum, ailem beni uçağa bindiriyor ben iniyorum öyle bir hikâye tamda ayrıntısını şimdi hatırlamıyorum. Dedi orada bir savcı var o sizi bırakır dedi neyse o savcı sormadı bile yaşlı bir adam belli ki emekliliği gelmiş. Tesadüflerin çok rolü olduğunu düşünüyorum şöyle bir baktı benim ifademe gözleri de iyi görmüyor şöyle uzaktan kâğıda baktı. Böyle bir sepet var, o kadar çok insan yakalanıyor ki, İran-Irak savaşı var, göçmenler gidiyor onlar giriyor çıkıyor, otobüslerle geliyorlar yani o şubeye ifade veriyorlar yani şöyle bir sepet içi ifade dolu. Benim ifademi de böyle fırlatarak attı düştü sepete şöyle yaptı eliyle bana (git, git) ben nasıl ama savcının sesini bile duymadım ondan sonra ben tabi bu bir mucize benim hayatımda. Bavulumu alarak otobüse atlayarak İstanbul’a geldim tabi içimden şarkılar söyleyerek falan hatta ayrıldığım ev, ayağa kaldırırlar falan hani beni karşılayacak insan var çünkü, hani gelmedi bu ne oldu diye. Neyse ki öyle bir şey yapmamışlar kapıda beni görünce ilk sözü şu oldu arkadaşın ‘’yalnız geldin değil mi’’ dedim yalnız geldim. Sonra bir daha da hiç öyle bir teşebbüsüm olmadı zaten hiç istemiyorduk o bahane oldu bence bize bir daha yurtdışına gitme şeyi olmadı.

      O olayda bize bir iş imkânı açtı, ne kadar kötü durumdayız bir iş teklifi aldı arkadaş…

G.K… Sonra nerede işe girdi? Onun da kimliği biliniyor değil mi?

F.S…O çalıştığı yerde onu biliyorlardı …arandığını…  o kadar da aranmıyor, biliniyordu. Ben hep başka isimlerle kimliklerle yaşadım 20 seneden fazla o şekilde yaşadım. O sıralarda ben yasal partilerde çalıştım, ÖDP’deydim BSP’nin son dönemlerinde, arkadaşta dahil oralarda çalıştık başka isimlerle, afişte yapıştırdım bildiri de dağıttım bir şeyleri göze alarak… Çünkü o şekilde devam edemez hayat yani. Hayatımızı kazanmak için daha sonra arkadaş o işletmenin sorumlusu diyelim onlar müdür diyor ama öyle diyelim, oldu ben ders vermeye başladım yani o geçmişteki şeyler, birikimler sonuçta bize çok büyük olanaklar sağladı sonra hiçbir sıkıntı çekmedik ekonomik yönden diyebilirim. 90’lardan bahsediyorum. Hani bir eve kapanıp oturmadık biz o dönemde siyasi baskılar insanları bir takım sanatsal faaliyetlere de yöneltti işte edebiyat özellikle sinema günleri başladı 82 veya 83 o nefes alınacak bir alandı. Birçok kişiyle biz orada karşılaştık tekrar dostluklarımızı devam ettirme fırsatı bulduk. O da bir şeydi yani sanatta bir alandı e işte sinema dergileriydi o kadar çoktu ki o dönemde belki hiç takip edilmediği kadar takip edildi o dönemlerde…

       ÖDP içerisinde, birçok şey var, sol yapılarla daha yakından tanışma fırsatımız oldu, kadın hareketi de çok güçlü bir şey vardı. Yani biz ÖDP bir şeylere evrilecek diye gitmedik birçok kişide öyleydi zaten yani bir zenginlik kattı hem faaliyet anlamında hem de farklı anlayışlarla tanışma anlamında.

      Ondan sonra Troçkist bir yapı içerisinde yer aldık oda ne kadar sürdü bilmiyorum ama uzunca bir süre yer aldık yani biz kendimizi Troçkist olarak tanımlamadık ama o yapı içerisinde ciddi görevlerde aldık diyebilirim.

G.K… Geriye dönüp baktığınızda sol hareketi nasıl tanımlıyorsunuz? Nasıl görüyorsunuz? Aralarda söylediniz şu yapılmadı bu yapılmadı, yüzleşme yapılmadı diye hani daha derli toplu söylemek isterseniz diye tekrar.

F.S… Şimdi 68’de bir yükselme var, sol harekette bir yükselme ama çok büyük bir kopukluk var mesela 1920’li, 30’lu yıllarda ciddi bir şey var komünist hareket o dönemin koşullarında mesela bir TKP deneyimi var daha çokta Balkanlarda gerçek sınıf temelli bir şey var, hareket var ama 30’larda hatta var…Mesela Kıvılcım büyük bir Marksist, birçok şeyi olabilir hani politik manada katılmadığımız daha çok bunlar fakat çok zengin bir literatür var fakat uzun bir boşluk dönemi var 60’lara gelinceye kadar diyebiliriz.

Ama halen bir Kıvılcımlı var Mihri taşıyıcısı ama bir küçümseme var gençlerde, yersiz bir şey tabi gençlik açısından o bilgi, deneyimi dikkate aldığınızda o insanlara şey yapılmalıydı. Kıvılcımlıyı ben önemsiyorum şimdi çok önemsiyorum ama o dönemde babamın bir kitabıydı ona baktığımı hatırlıyorum ‘’27 Mayıs hareketi nasıl’’ vs gibi bir kitaptı dolayısıyla bizim ciddi bir teorik donanımız olmadan hani Marks’ı okumadan Marksist ilan ettik kendimizi. Geçmişte Marksist insanlar var her zaman tabi olmuştur da ama ben o yapıların Marksist olduğunu düşünmüyorum bende Marksist değildim.

Marksist olmak büyük emek, çaba gerektiren bir şey yani sosyalist hareketler tabi ama küçük burjuva sosyalist hareket diye tabir edebiliriz yani öyle bir kalıp olarak koymuyorum ama öyle yapılardı, Marksist örgütlenmeler değil ama örgütler içinde TKP/ML TİKKO hareketi gerçekten, üç noktada çok esaslı bir şey getiriyordu o dönemki sol hareketi. Kürt meselesi bunun başında gelir yani birçok eleştirdiğim yan var o tezlere dair ancak üç çıkış tek başına çok önemli.

Kıvılcımlı 30’lu yıllarda kitap hacminde bir broşür yazıyor ama 70’lerde o konuda sesi çıkmıyor mesela böyle ört bas edilmiş bir konu.

Diğer sol örgütlerde bu manada öyle ciddi bir şey yok, Kemalizm eleştirisi çok ciddi bir çıkış, eleştirilecek birçok yanı var bir de devlete dair, devleti yıkmadan hani reforme ederek sosyalizm inşa edilemez bu kadar geri bir noktadayız yani sol yapılar hatta 61 anayasasını savunma noktasında falan. Bunlar o zaman için son derece önemli bu anlamda çok önemsiyorum ben ve içinde yer almaktan da gurur duyarım ama bu tezleri ondan sonra aynen veya ufak tefek değişiklerle savunmak anlamına gelmez. Yani bunları tekrar tekrar okuyup tartışmalı, değişen koşulları da dikkate alacak bir yerden. Bunun yeterince yapıldığını düşünmüyorum yani bugün durduğumuz yerden baktığımızda.

G.K… Kültüre yansımasını ne yapacağız?

F.S…Ha şimdi şöyle anadilde eğitim, anadilini öğrenmeli, bir kişi bile olsa herkes anadilinde eğitim, Kürt’se Kürt, Laz’sa Laz ama anadilinde eğitim almalı… Bir tartışmaya da yol açmaz, matematik kitapları farklı mı? Bence tarih hep resmi tarih olacaktır büyük ihtimalle. Herkesin insanlık tarihini okuması, bu bir ütopyadır ama böyle olmazsa ben kurtuluşu görmüyorum.

       Ha kültürel olarak Kürtler tarihini araştırsın, gazetesini çıkarsın… ben kendi tarihimi araştırırım, gazetemi çıkarırım o ayrı bir şey yani… ama devletin bunların karşısında nötr olmasıdır bütün bu bahsettiğim. Bu da demokratik bir cumhuriyettir.

       …. ‘Gezi’ deneyimi demokrasi konusunda bundan sonraki halk hareketleri konusunda, örgütlenme konusunda bence ipuçları verdi. Gezi deneyimi benzer deneyler birçok ülkede yaşandı. Orada mesela antikapitalist Müslümanlar, feministler, sol örgütler… ama kitlenin çoğu hiç örgütsüz kesimlerdi..  hatta yer yer MHP’liler de vardı, ulusalcılar onlar öyle dedikleri için kendilerine diyorum, hepsi bir araya gelebildi. Ama tabi bizim sol örgütlerin hiçbiri öyle bir kalkışmayı öngöremedikleri gibi orada hiçbir etkileri de olmadı. Bana sorarsanız iyi ki de olmadı çünkü ‘hayır’ hareketinde olduğu gibi her örgüt kendisini dayatma durumuna gelecekti büyük ihtimalle.

       Bu örgütlere karşı büyük bir alerji hatta karar almaya karşı bir tepkisellik, Gezi’nin en büyük şanssızlığı oydu bence. Gezi gençliği diyelim hani politikayla belki ilk defa tanışan o kesim böyle bir şeye çok sıcak bakmadı …. Eğer bir şey filizlenebilecekse bu yapılar içerisinde, bu örgütsüzlüğü savunmak falan değil, örgütlerde bunun içinde yer alsın, propagandalarını yapsın ama karar alama daha öncesinde tabi tartışma süreçleri ve karar alma süreçleri bence çok demokratik bir şekilde organize edilebilinir. Bugün onun koşulları var mesela biz 7 Haziran seçimleri öncesinde böyle birtakım girişimler kurmuştuk. Bir tanesi işte ‘HDP’ye oy ver/barajı’ gibi bir girişimdi. HDP dışında biz broşürler bastık yani biz HDP’li değiliz ama şu şu nedenlerle HDP’ye oy veriyoruz çok sade kısa bir metindi bu. Stantlar açtık, Zeytinburnu’nda açtık örneğin, Eyüp’te, Gaziosmanpaşa’da broşürlerimizi dağıttık, her yerde stikır’lar yaptık mesela böyle şeyler.

        Sonra baktık bizim gibi bir sürü girişim çıkmış ortaya, onları davet ettik bazıları geldi toplantılar yaptık yani diyeceğim bugün teknik olanaklarla hani o demokrasiyi de şöyle vurguladık, oydaşma denilen bir yöntem, yeni yeni öğreniyoruz bizde, oydaşma  (bir grup, topluluk ya da toplumun üyeleri arasında, temel toplumsal değerler üzerindeki anlaşma) oy çokluğu değil. Eskiden ne yapardık, oylanır şimdi 4 kişiyiz bir kişi o kurumun sorumlusudur diyelim işte çoğunluk kararı geçerli, eşit çıkarsak sorumlu arkadaş hangi şeyi savunuyorsa onun görüşü kabul edilir bu demokratik bir şey değil aslında.

       Mesela o oydaşma denilen yöntemde bu çok öne sürüldü şöyle yapıyor diyelim ki bir konuda üç tane görüş çıktı ortaya oylamaya açılıyor diyelim ki ben en beğendiğim şeye en az itirazım olan görüşe sıfır veriyorum hiç kabul edemeyeceğim görüşe 10 puan veriyorum. Sıfırla 10 puan arasında istediğiniz puanı verebilirsiniz en az reddedilen görüş kabul ediliyor. Bunu gündelik hayattaki şeylerle de çeşitlendirmek mümkün hani hiç kimse neredeyse karşı çıkamayacağı çünkü görüşler gündelik hayatta da uyguluyoruz farkına varmadan.

      Bunları biraz incelemeye çalıştık mesela. Bunun koşulları var ama o örgütler ne kadar uyguluyor bilmiyorum ben içinde değilim çünkü ama uygulanmadığını da tahmin ediyorum HDP’de dahil. “Demokratik” yapılar iç örgütlenmede kararları bir yerden alıp aşağılara kadar götürüyor, problem bu noktada.

G.K… Peki yani eklemek istediğiniz bir şey var mı? Bence hikâyeyi tamamladık gibi geliyor. Bir de şeye çok girmedik hani dediniz ya arkadaşınızdan koptuktan sonra çok ekonomik zorluk çektik, örgütlüyken şey nasıl, illegal alanda çalışıyorsunuz o gündelik hayat içerisindeki ihtiyaçlarınızı örgüt nasıl karşılıyor?

F.S… Şimdi tabi sempatizanların destekleri oluyordu hani kamulaştırma denilen yöntemlerle çözülüyordu sorun tabi destek olan epey sayıda da insan vardı o konuda hani olanaklarını sunan. Şunu da belirtmekte yarar var o dönemde insanlar bir yapıya profesyonel devrimci biçiminde geldiklerinde bütün varlıklarını da getiriyorlardı. Biz öğrenciydik fazla bir şeyimiz yoktu ama ben bir örnek vereyim mesela aile içerisinde kız çocuklarına alınan o bilezikler vs o takıları mesela ben hepsini getirdim teslim ettim, bütün arkadaşlar sanırım böyle şeyler yaptı. Benim kişisel hesabımda hani ufak tefek bir birikimim vardı onu mesela getirdim, herkes bunu yaptı tabi sormadık kimseye sen nasıl geldin diye ben şimdi bunu söylüyorum hatta ilk defa söylüyorum ama herkes yapmıştır.

      Şöyle bir örnek biliyorum onu da o arkadaşla iletişimi sağlarken süreç uzamıştı oradan biliyorum-ki mesela işin boyutunu anlamanız açısından bu çok değerli bir şey. Arkadaşın ailesi çok varlıklıydı çok büyük arazileri vardı bu arkadaş o arazileri satıp bütün parayı ve çok büyük paraydı gerçekten çok büyük paraydı o zamanda çok büyüktü bugünün ölçülerine göre de çok büyük, hepsini verdi. Tabi o zamanki anlayışlarla bu olanakları bunlar hafife alınacak şeyler değil.

G.K… Peki teşekkür ediyoruz, eklemek istediğiniz bir şey varsa alalım.

F.S… Şu anda hatırladığım bir şey yok sonra hani sizin de sorulanız olursa ben seve seve.

G.K… Yani şey etnik aidiyetlere ilişkin bir şey söylemediniz henüz ama.

F.S… Yani Kürt arkadaşlar başlangıçta ağırlıktaydı, ayrışmadan sonra nasıl olduğunu tam bilemiyorum, tabi Partizandaki süreci yakından bilmediğim için…. Ama Halkın Birliğinde daha çok şehirli insanlardı sanıyorum.  Dolayısıyla Kürtlerin ağırlıklı durumu veya eşit olma durumu değişti diye tahmin ediyorum. Ama şöyle de bir gerçek var. Bizim ilişki kurduğumuz insanlar şehirlerde bile olsa daha çok Kürt ve alevilerdi dolayısıyla o durum yani hareketin tabanı çok fazla da değişmedi herhalde diye düşünüyorum, sayısal bir veri yok elimde.

      TİKKO’nun şöyle bir özelliği de vardı ilk dönemden itibaren, Kürtlerin yanında tabi doğal karşılıyoruz onu önemli sayıda Çerkez vardı, Ermeniler, 74’ten itibaren özellikle mesela Orhan Bakır ve onun çevresi salt o değil böyle bir mozaik görünümünde sanıyorum bunda milli mesele konusundaki o çıkışın rolü olmuştur. Mesela benim üzerimde etkili olmuştu o metni ilk okuduğumda, 72’den bahsediyorum kendimi o zamanda Çerkez olarak tanımlıyorum ha Çerkezceden bir iki kelime bir şey bilmiyorum yani kültürel olarak. Çerkezler ve Ermeniler hatırı sayılır şekilde yer aldılar bu hareket içerisinde.

G.K… Diğer hareketlerde.

F.S…Onlarda da vardır tabi yani zaten şöyle bir şey var, göçmenler mesela Kafkas ve balkan göçmenleri ilk politikleşen gruplar zaten…. Bunlar farklı biçimde olabiliyor mesela balkan göçmenleri TKP’nin ilk kuruluşunda esası oluşturuyor. Çünkü en eğitimli modern kimlikler Türkiye’de yaşayan bölümü. Çerkezler, Gürcüler vs bunlarda farklı nedenlerle yani savaşçı toplumlar olması vs. bir de onların şöyle bir şeyi var halen o komünal gelenekler, o paylaşımcılık falan oradan geliyor.

G.K… Çok teşekkürler.

Geleneğin Belleği Ana Sayfa