Muzaffer Bal (M.B:) (1948) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişiler: Yücel DEMİRER (Y.D:) Devim GECE (D.G:)
M.B: Halkın Sesinde benim mektup şeklinde bir yazım yayınlandı. Sovyetler Birliğini eleştirdiğim bir yazı o dönem, Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin arasını açmaktan dava açıldı ve ben 4 ay ceza aldım, Sağmalcılar cezaevinde adli mahkumlarla kaldım, 3 aya yakın kaldım sonradan avukat arkadaş şey yaptı, şeyleri saydırdı, birinci şubeye çok girip çıkmıştım. bütün onları saydırdı. ben de oradan İvrindi’ye gönderildim İvrindi cezaevine, E tipi cezaevleri çıkmıştı, oradan Sağmalcılardan İvrindi’ye gönderildim. Halbuki tahliyeme bir hafta falan vardı, ona rağmen mahkum diye oraya şey yaptı. İvrindi’ye gittim bir hafta sonra da elden eşim getirdi tahliye şeyini, savcı Mete, Gülay Göktürk’ün eşi Mete vermiş, yani elden gönderme yok ama o bir şekilde vermiş, eşim de hiç oraları bilmemesine rağmen getirdi, bir cumartesi geldi. İvrindi çok küçük bir yer, orada kalamayacağı için o geri döndü, evrağı verdi. Pazar günü de tahliye ettiler, bu sefer kimlik yok üzerimde. Balıkesir İvrindi’den çıkıp geleceğim, sıkı yönetim var her yerde, sonra müdür de yok Pazar günü, sonra baş gardiyana şey yazdırdım, bir tane kimlik yazdırdım daktiloda, benim oradaki dosya bilgilerimi ona koyduk, kağıt şeklinde yani onunla çıktım geldim, yani öyle bir şey yaşadım fakat 1’inci şubeye haddinden fazla 20-30 defa girip çıktık, belki atladığım bölümlerden bir tanesi bu Garbis Altınoğlu 12 Mart’tan sonra Yaşar diye bir arkadaşıyla benim ilişkilerim tespit edilmiş polis tarafından ben görüştüm fakat Yaşar’ı bulamıyorlar benden de Yaşar’ı öğrenemiyorlar böyle bir şeyle beni takip ediyorlar ikide bir içeri alıyorlardı öyle bir dönem atlattık.
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
Kızılbaşların şöyle bir anlayışı vardır, Ermeniler bize yakın.
“… iki kardeş siyasi olarak aktiftik, bir kardeşim Dev-Genç o dönem oradan gelerek onlar daha sonra TKP’ye İGD’ye evrildi, ben İbrahim hareketine… , Garbis ile bu düşüncemi olgunlaştırdım.
“Şimdi Garbis Altınoğlu, Kemal vardı işte Boğaziçi’nde okuyan arkadaşlar o zaman Robert Kolej idi ismi şimdi Boğaziçi Üniversitesi oldu, Robert Kolej öğrencileri biz gecekonduda olduğumuz için bunlar, sosyalist düşünceye sahip arkadaşlar, gelip gecekondularda bize yardım ediyorlardı. Derken burada tanıştık. Garbis sürekli bizimle ilgilenmeye başladı özellikle de benimle. Diğer arkadaşlar da vardı, giderek işte kitap getirme, tartışma filan… Garbis Altınoğlu Hisarüstü’ne yerleşti, yani Robert Kolej’de yatılıydı. Daha sonra o ayrıldı, Hisarüstünde bir arkadaşın bir fazla gecekondusu vardı oraya yerleşti. Orada eğitim çalışması yapıyorduk, okuyorduk, o şekilde. Fakat o zaman bu kadar ayrışmalar tam olarak yoktu, TİP, Dev-Genç, Fikir Kulüpleri Federasyonu, o, hemen hemen Garbislerde netleşmişti. Daha sonra Aydınlık, İşçi-Köylü gazetesi satmaya başladık, daha sonra Proleter Devrimci Aydınlık… ”
“İşçi, işçi orada hiçbir işçiyi tanımıyorum ben… ama oradan bir işçi geldi, elimdeki bütün gazeteleri aldı… servis otobüslerine çıktı, her bir koltuğa koydu, her bir gazetenin parasını da aldı getirdi.. Dedi ki; ‘Evladım ne korkuyorsun ’‘Siz’ dedi ‘İşçiler için uğraşmıyor musunuz?’ Evet dedim, işçiler için uğraşıyoruz ‘ dedim. Dedi ki; O zaman korkmayacaksın, geleceksin gazeteyi vereceksin, almayana da zorla vereceksin, gitsin okusunlar’ dedi.
Fakat tersaneye hiç giremiyoruz yani tersaneye uzun yıllar giremedik çok tutucu bir yerdi, MHP’liler örgütlüydü, oraya daha sonra bir işçi soktuk ve oraya da gazete girmeye başladı yani oraya da İşçi-Köylü sattım, İşçi-Köylü satarken parasını, Cağaloğlu’nda Yerebatan Sarnıcı’nın oralarda bir yerde yanlış hatırlamıyorsam İşçi-Köylünün bürosu vardı, parayı gidip oraya veriyorduk.İlk götürüşümde yerleri süpüren biri var ona dedim ‘Gazetelerin parasını vereceğim, kimse yok mu’ dedim, dedi ‘Bana verin’. Ya dedim size niye vereyim ben dedim yetkili birini göreceğim dedim.Güldü, dedi gazeteyi okuyorsun değil mi? Dedim okuyorum. Sen ‘İbrahim Kaypakkaya’nın yazılarını okuyor musun? İşte o benim’ dedi.Yerleri süpüren İbrahim Kaypakkaya’ymış ben o zamana kadar bilmiyorum. Aydınlık’taki yazılarını okuyordum. Doğu Perinçek’i de orada tanıdım, o dönem gazeteye gidip geldikçe tanıdım sonra biz Garbislerle Aydınlık’tan ayrıldık. Aydınlık ikiye ayrıldığı zaman Proleter Devrimci Aydınlık’ta kaldık biz. Mahirlerin çıkardığı Aydınlık ismi Ak Aydınlık mıydı öyle bir şey, biz ama Proleter Devrimci Aydınlık’ta kaldık, Doğuların çıkardığı Aydınlık’ta… daha sonra oradan da ayrıldık, bir grup arkadaşla ama ben çok böyle işte önde giden biri değil sıradan biri, militan, öğrenmeye çalışan.O zaman Adil Ovalıoğlu var, K.K. var, Banu var yani şimdi bunlar, bir sürü, Yaşar diye bir arkadaş vardı bunlarla beraber ayrıldık bunlar daha çok Boğaziçi, Robert Kolej ve biraz aydın kesimi diyebileceğim öğrenci kesiminde oluştu.İşte İbrahim’in daha sonraki yazılarında vardır, sokak köşelerinde, okul köşelerinde ahkam kesiyorlar diye yazdı aslında Garbis Altınoğlu’nu kastettiği bir yazıdır… Sonra da işte Adil Ovalıoğlu cinayeti oldu. Benim hatırladığım Türkiye sosyalist hareketinde ilk iç çatışma diyebileceğimiz.”
“Garbis yoksul bir aileden, çok yoksul bir aileden geliyor, Amasyalıdırlar onlar, Amasya’da ayakkabı dükkanı vardı, küçük tamir dükkanı. Çok rahattı çok kolay uyum sağladı ve halk onu kabullendi yani daha doğrusu halk her geleni kabulleniyordu ilginç bir yapı o Hisarüstü dediğimiz yer. Garbis çok iyi uyum sağladı mesela şöyle bir şey de olmadı. Ermeni olması sorun olmadı. Kızılbaşların şöyle bir anlayışı vardır, Ermeniler bize yakın. Bu nereden geliyor tam olarak bilmiyorum ama bugün bile konuştuğun zaman bize en yakın inanç Ermeniler diyorlar belki oradan da gelen bir şeydir. Garbis bir de şeydir, iyi bir örgütleyicidir yani ters düşmemeye çalışır dikkat eder. Diğer yandan gelen arkadaşlar da öyle, sadece onlar değil mesela Troçkistler… Ha.. daha sonra 69’du zannediyorum bir duvar gazetesi çıkarmaya karar verdik. Hisarüstünde, aynı köyden arkadaşlarla beraber, biraz sol düşünen arkadaşlarla beraber.
Y.D: (Kardeşiniz ya da akrabalar arsında siyasi sıkıntı çok olur muydu? Yoksa daha yumuşak mı geçerdi?)
“Yok çok sertti, mahallede belki başka grup olmadığı için yani sağcı grup olmadığı için. Mesela MHP’li şu bu yok, kendi iç çekişmeleri öne çıktı bu sefer, kendi kendilerine baskı yapmaya başladı gruplar. Özellikle Dev-Yolcularla İGD’liler, bizimle İGD’liler arasında mesela Dev-Yolcularla hepsi akraba, buna rağmen Dev-Yolcularla İGD’liler arasında silahlı çatışma filan çıktı. Bir kadın vuruldu, sıradan bir kadın vuruldu ölmedi, o sert tartışmalar 12 Eylül’e kadar devam etti. Yani birbirimizle konuşamıyorduk ben mesela kardeşimle konuşamıyordum, amcamın oğlu da TKP’liydi onunla konuşamıyordum. Şimdi çok komik geliyor ama o dönem o sertlikte bir şey sürdürüldü dar yapıdan dolayı.”
“İlk yıllarda darbe, 27 Mayıs darbesi olmuş ondan sonra Adalet Partisi gelmiş ve devam ediyor Demirel yani 12 Mart’a kadar devam ediyor. Sanat okulu hemen hemen ikinci sınıfa kadar aktif siyasetin dışında. Terziler filan sağcı Demirel filan diyebiliyordunuz onun dışında fazla şey yok. Hatta şöyle bir şey de var benim kafamda en azından, Menderes’i astılar iyi oldu ama Demirel çıktı demek ki asılmakla bu işler bitmiyor diye kafamda öyle bir şey oluştu ama Menderes’in asılmasının gerekli olduğuna inanmışım mesela şimdi öyle düşünmüyorum ama o dönem öyle düşünüyorum ve uzun yıllarda böyle düşündüm. 27 Mayıs’a darbe demiyordum ama şimdi darbe diyorum ama o zaman darbe demiyordum işte anayasasıyla, bilmem nesiyle bir de bunu iç totalist olduğum dönemlerde savunarak geldik, Garbis’e karşı da savunuyordum mesela Garbis’e karşı Kemalizm’i de savundum. Yani hemen hadi Garbis’i tanıdık bizi kitledi olmuyor yani dediğim gibi genlerimizde var halen olduğuna ben inanıyorum zaman zaman ortaya çıkıyor. Fakat Demirel dönemi, o dönem belki siyasi hareketlenme çok olmadığı için sanki çok yumuşakbir dönem geçiriliyormuş gibi kafamda kaldı, şu anda da öyle düşünüyorum fazla bir şey yok. Eylemler olsa bile yürüyüşler öğrenci yürüyüşleri bunlar, işçi hareketleri fazla değil, 12 Mart’a kadar en azından. Ben o dönemi çok ilgilenmediğim için çok bilmiyorum ama demir döküm işçilerinin eylemleri vardı. Bütün bunlara mesela Demirel’in ‘Yollar yürünmekle aşınmaz’ sözüyle yumuşak davranılıyordu. Polis teşkilatından belki biraz bahsetmek gerekir. Mesela karakollardaki polisler gerçekten hiçbir şey bilmiyordu, inanılmayacak derecede saflardı.Biz mesela şimdi tarihini tam hatırlamıyorum, yerli malları haftası için Töb_Der, Tös mü Töb mü şimdi tam hatırlayamıyorum, yani öğretmenler sendikası bir yerli malları haftası için afişlemeler hazırladı birde Dev-Genç aynı gece ikisinin afişini de yapıyoruz Hisarüstü’nden Hisar’a indik devam ediyoruz Sarıyer istikametine, Yeniköy’e geldiğimizde gece saat üç filandı. Şubat ayı, biraz yağmur yağıyordu, kar yağıyor gibi iki tane sarhoş geldi yaklaştı dedi ‘Kardeş ne yapıyorsunuz siz burada’.Dedik afiş yapıyoruz, iyi ama dedi arkadan sizin afişleri söküyorlar dedi. E kim söküyor, bekçiler söküyor dedi.Gece bekçileri vardı, biz iki arkadaşı bıraktık, iki arkadaş geri gittik üç arkadaş orada bekliyoruz deniz kenarında. Onlar daha gelmeden bir araba durdu yanımızda taksi yani damalı değil küçük otomobil durdu içinden biri indi. Ne yapıyorsunuz gençler dedi, afiş yapıyoruz, gelin bakalım dedi, binin arabaya dedi bizde öyle hiç itirazsız bindik arabaya doğru götürdü bizi Yeniköy karakoluna.Karakola girdik, nöbetçi komisermiş sivil. Şöyle oturun dedi o içeri girdi bekçiler bizi dövecek neredeyse nedeni de evlerinden kaldırılmışlar afişlemeyi sökmeleri için. Küfür ediyorlar. Komiser çıktı sobayı yakın dedi, karakolda soba yanıyor, odun kömür alın bu bekçilere üstüne de çay koyun dedi gidin Sarıyer börekçisinden de börek alın gelin buraya dedi. Para verdi onlar gitti, duruyoruz biz bekleme yerindeyiz savcıya sorması lazımmış o saatte de soramıyor, bir gürültü geldi telefonda bu bağırıyor filan komiser, o ara beni çağırdı dedi ki gel bakayım buraya dedi bende tam kapının karşısında oturuyordum gittim.Yav dedi, bu Dev-Genç nedir ya dedi Dev-Genç diye biri telefon etti bırakın onları yoksa gelir orayı yakar yıkarız diye. Kim lan dedi bunlar burası devletin yeri diyor… şimdi Dev-Genç’in bir örgüt olduğunu bile bilmiyor. Al dedi konuş, birde soruyor dayak atıyormuşsunuz bilmem ne yapıyormuşsunuz, çocuklar rahat mı, niye bırakmıyorsunuz. Neyse ben aldım telefonu işte Dev-Genç’ten biri, şimdi ismini de söyleyeceğim unuttum, dedi nasıl filan dedim iyi valla sobayı yaktılar, Sarıyer börekçisine adam yolladılar komiser filan dedim dedi yanında kim var dedi, komiser var deyince komiser ya ben çıkıyorum dedi siz rahat konuşun. O çıktı, biz rahat rahat konuştuk sonra dedik bir şey yook, bizi bırakacaklar savcılıktan. Sabah savcıya sordular savcıda zaten gitsinler demiş, savcıda zaten bizim sol kanattan biri çıktı. Sarıyer savcısı yani karakollar bir şey bilmiyordu.
İşte yine bir afişlemede, biz afişi bitirdik Robert Kolej’e geldik her yerimiz kostik…. Dediler Garbis afişte yakalanmış Bebek karakolunda, gidin bir bakın dediler belki bir şeye ihtiyacı olur. Yanımda bir arkadaşla gittik, gittik ki Garbis Altınoğlu oturmuş Amerikan emperyalizmini anlatıyor polislere onlarda kuzu kuzu dinliyorlar biz gittik işte hoş beş işte. Bize de niye geldiniz dedi polislerden biri, dedik arkadaşımız sigara içiyor belki sigarası yoktur, sigara getirdik filan dedik.. ya dedi.Çok iyi rahat ama dedi bize Amerika emperyalizmini anlatıyor sabahtan beri anlatıp duruyor dedi yani böyle bir şeydi karakollar ve polisler öyle bir yapıydı o dönem.”
Y.D: (Peki geri dönelim harekete, hareket içerisindeki o dönemde konular nasıldı yani hiyerarşik bir ilişki var mıydı? Alt- üst ilişkisi işte bunu belirleyen varsa kriterler nelerdi? Yani örneğin hareket içerisinde bulunma süresi, alınan sorumluluk vb gibi ölçütler mi belirliyordu acaba biraz burayı konuşalım, açalım…)
“Şimdi ben bizim Garbis ile olan ilişkilerde bir yapı oluşmamışken Adil Ovalıoğlu olayı oldu. Birde 12 Mart geldi ben 12 Mart’ta Garbis Altınoğlu’yla beraber ayrı bir eve çıktım Baltalimanı’nda, evi terk etmiştim.”
“Adil Ovalıoğlu’nu, Garbislerle beraber ben hiç görmedim veya gördüysem de bilmiyorum. Garbis Maltepe cezaevindeydi o zaman bunlar, Recep var. Banu’nun soy ismini unuttum, örgüt içi bir tartışma çıkıyor, örgüt içi tartışmada bunlar Adil Ovalıoğlu’nu bir şekilde öldürüyorlar sandığa koyuyorlar denize atmak üzere gidiyorlar yakalanıyorlar.Yani o kadar, çok detayını bilmiyorum ama bu.”
Y.D: Bavul cinayeti diye bilinen süreç değil mi?
“Daha sonra öğrendiğim şeye göre, Adil’in ben ayrılıyorum demesi üzerine öldürülüyor. Adil Ovalıoğlu Garbisin üzerine kaldı. fakat olay olduğunda Garbis cezaevindeydi. Daha sonraki konuşmalarımızda peki cezaevinde olmasaydın buna okey dermiydin çünkü sonuçta oda o heyetin içinde olacaktı o grubun içinde olacaktı evet dedi derdim. Şimdi, şu anki düşüncemle demem dedi. Peki neden? Biz o dönem Hindistan’daki Çaru Mazumdar hareketini takip eden Türkiye’deki ilk grubuz. Çaru Mazumdar’ın böyle bir anlayışı var, hareketten, partiden, Hindistan Komünist Partisi ya da Çaru Mazumdar ismiyle iş yapan bir yapıdan ayrılan öldürülür çünkü hareketin sırrını dışarı taşırır mantığıyla bakılır bu ideolojiyle yetiştik.O ideoloji Adil Ovalıoğlu’nun ölümüne neden oldu. esas şey bu, diğerleri işin teferruatı. İşte Garbis Altınoğlu onun için ben o günkü anlayışıma göre okeylerdim ama bugün okeylemem diye söyledi.Hatta bunu Adil Ovalıoğlu’nun kardeşine de bunu açıkladı, biz üçlü oturduk. .Bu, oturup konuştuğumuz bir şey çünkü benimde merak ettiğim bir şeydi. Ben yargılandım ve askere gittiğimde yargılanıyordum ve askerde beraat ettiğimi öğrendim. Diyarbakır’da ifade verdim, Van’da da ve daha sonra da beraat ettik birkaç arkadaşla beraber. Yani Adil Ovalıoğlu olayı ile ilgili bilgim bu kadardır yani.”
“Ben legalde çalıştığım için hareket içerisinde disiplinli bir yapıda olmadım fakat bunu Garbis Altınoğlu’ndan biliyorum çünkü biz harekete sonradan İbrahim Kaypakkaya hareketinin yani TİKKO daha kurulmadan tek bir hareket halinde devam ederken katıldık. Garbis ile ben.Birkaç arkadaş müracaat edildi harekete katıldık, okeylendi alındık. O ara sendika kurduk, Garbis Altınoğlu’nun yine bu Çaru Mazumdar’dan etkilenen bir anlayışla kızıl sendikacılık, Hindistan’da kızıl sendikacılık vardır onların aynısını Türkiye’de yaşatmak için İleri Maden-İş’i kurduk.”
“Ben şeyi, arkadaşlarda yani içinde çok fazla yani üye miyim üye değil miyim, neresindeyim hareketin onu da bilmiyorum açıkçası, ben legalde çalışan biriyim ne iş verirlerse yapıyorduk ama üyelik meselesi hiç ne sorduk ne de kimse bana böyle bir şey söylüyordu. Yani ben işçi sınıfı içerisinde çalıştım daha sonra Maden-İş’ten ayrıldıktan sonra da Aziz Vatan’a bağlı olarak işçi sınıfı içerisinde çalıştım yani hareketi orada temsil ediyordum ama üyelik yok.Yalnız tanıdığım arkadaşlarda müthiş bir örgüt disiplini denen katı bir disiplin vardı yani bu sadece TİKKO’ya veya ona ait değil hemen hemen gruplarda bu katı disiplin vardı.Tam bir, ben şey diyorum ona ordu yapılanması gibi bir yapılanma var yani bunda hepsini kastediyorum mesela farklı bir düşünce edindin bunu önce sorumlunla tartışacaksın, sorumlun bilmem kiminle. Onu sen dillendiremiyorsun, hareket içerisinde kabul görmediği müddetçe dillendiremiyorsun öyle bir disiplin.Mesela buna çok net örnek vereyim, ben Garbis’i halen çok sevdiğim için ondan çekinmeden örnek verebilirim mesela Garbis parti disiplinine çok sıkı sıkıya bağlı dogmatik biridir yani şey olarak da, şuanki yapısını bilmiyorum ama bütün çalışma hayatı boyunca ben onu takip ettim, hareket yarı- feodal diyorsa o kapitalizmi orada görmüşse bile yarı-feodal demeye devam eder, hareket Mao’yu savunurken Mao’yu savunur, en iyi şekilde savunur, hareket Mao’dan kopup Enver hocacı olduysa, Enver hocacı olur ama şimdi inanıp inanmadığını bilmiyorum.Ama bu harekete, disipline uyma meselesinde benim hiç böyle bir disiplin anlayışım olmadı onun içinde belki de ne üyelik bildirilmiştir.Be ben hep muhalifimdir hayatımda halen öyle yaşıyorum, düşünen çok okuyan, okuduğunu da gizlemeyen, farklı düşündüğü zaman farklı şey yapan bir yapım oluyor. Ama disiplin meselesinde tanıdığım, örgüt içerisinden tanıdığım arkadaşlar vardı bizi de denetleyen arkadaşlar vardı çok katı disiplinci bir anlayışla geliyorlardı ve onu sürdürdüler.Belki de örgütlerin bölünmesi bu katı disiplindendir. Yani hareket olarak demiyorum, bir yere gidilecek, zaten disiplinsizler adama diyorsun ki kardeşim işçi sınıfı içerisinde çalışmak o fabrikaya girip yıllarca çalışmaktır yani bu disipline uymaz fabrikaya girer 3 gün sonra bir bahane yapar kaçar ama iş ideolojik savunmalara, görüş meselesine girdiği zamankatıdırlar ve örgüte bağlı bir şekilde yaparlar bağlı olmayanlarda zaten ayrılıyor ayrı örgüt kuruyor veya öyle devam ediyor. Ben bunu Zemin dergisinde yazdım, sosyalist demokrasi, örgüt içi sosyalist demokrasi yazısı.Örgütlerin bu kadar parçalı hale gelmesi bugünde aynı şeyi savunuyorum, örgüt içi demokrasinin olmayışı, tartışmaların örgüt içerisinde ciddi şekilde yapılamaması, merkeze tabi kalınması, merkez ne söylerse onun okeylenmesi şeklindeki gelişen yapı, buna ters düşenlerde bu sefer ayrılıyor, ayrılınca da evine gitmek istemiyorsa, yiyip içip yatmayı ve hala mücadeleye devam etmek istiyorsa kendi grubunu kuruyor veya yine kendisine yakın gruba geçiyor devam ediyor ki bu kadar parçalı çıkıyor.”
Y.D: Zemin dergisi hareketinizin çıkardığı bir dergi mi?
“Hayır, hayır o çok sonra. Ben sadece o şeyi belirtmek için söyledim.”
“TİKKO içerisinde Ermeniler baştan beri vardı ve devam ediyordu. Ermeni arkadaşlar daha çok orada yoğunlaşmıştı hatta, Kürt arkadaşlar da mesela özellikle Dersimli arkadaşlar hareketin önemli yerlerindeydi.Şöyle espriler yapılırdı Dersim hareketi işte Tunceli hareketi diye ama öyle değildi tabi ki yani Karadeniz’den çok azdı benim hatırladığım kadarıyla çünkü hepsini tanımıyorum.Yani hepsini tanımadık legalde olduğumuz için çünkü bunlar daha çok illegal hareket içerisinde, Urfa’dan S.A. vasıtasıyla o bölgeden arkadaşlar vardı. Tarsus bölgesinden vardı mesela benim bildiğim. Onlar Halkın Yolu ile TİKKO arasında paylaşılmış gibiydi, bir kısmı Halkın Yolu mesela Haşmet Zeybekler filan Halkın Yolu diğer bazı grup arkadaşlar vardı onlar da TİKKO içerisinde örgütlenmişti. Bunların bir kısmının Garbis’ten gelen bir şey olduğunu sonradan görüyorum. Kayseri Sarız’dan vardılar yani benim hatırladığım bu.”
Y.D: Örgüt içerisinde kadınların pozisyonu neydi , ona ilişkin neler söylersiniz?
“Bizim TİKKO içerisinde yani üyelik vasıfları demiyorum onu bilmiyorum ama aktif çalışan mesela grev çadırlarımıza gelen DGD’li bayağı öğrenci kadın aktif öğrenci kadınlar vardı. Ama yükselme mevki, onu bilemiyorum tabi ama bu yönde hiç engel yoktu… böyle bir engelleme veya tam tersi teşvik diye bir şey olduğunu biliyorum. Genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde erkek egemen bir sosyalist hareket var yani şeyi de görüyoruz Parti-Cephe’dede mesela ya ciddi İlkay Demir’in dışında böyle öne çıkan bir kadınla, çok çalışan vardı ama bir tek İlkay öne çıkmıştır diğerlerine baktığın zaman hep erkektir hareket içerisinde. Kitle var yani Behice önemli kişiliklerden biri ama onun dışında böyle önemli, işin hamallığını kadınlar götürdü onu biliyorum yani tabanda çalışan, koşturan, bir sürü işyerlerinde de çalışan vardı ama tepede böyle sivrilip bilinen kadın yok.Erkek egemen bir yapı gibi Türkiye sosyalist hareketi gibi geliyor bana.”
“(Örgüt içi demokrasi) En belirgini biz orada gördük bu sosyoekonomik yapı tartışması başladığında. Ben İleri Maden-İş sendikasının başkanlığını yapıyordum o dönem şimdi tarih 1976 mı onu tam hatırlayamıyorum. Ben kapitalizmi savunuyordum, Türkiye’de kapitalizm gelişmiştir hatta milli demokratik tezinin yanlış olduğunu sosyalist devrimin buna, sosyalist devrimin savunulması gerektiğini savunmaya başladık.Üç arkadaşız İstanbul’da yani dördüncü yoktu, güçlü bir DGD’miz var, o dönem çok popüler İbrahim’in hareketi. Yani ben nasıl izah edildi onu bilmiyorum ama hakikaten diğer hareketlere göre çok popüler özellikle direnişte, İbrahim’in direnişi efsaneleşmiş, İbrahim efsaneleşmiş…”
(Örgüt içi demokrasi devam) “Şimdi kapitalizmi tartışıyoruz, üç arkadaş kapitalizmi tartışıyoruz biri Aziz Vatan bu hareketin İstanbul sorumlusu merkez komiteden ve İstanbul sorumlusu. S.A. vardı o, Urfalı bir arkadaş, birde ben kapitalizmi savunuyoruz, 75’in sonu 76 evet, kapitalizmi savunuyoruz sonuçta ikiye ayrıldı hareket yarı-feodali savunan arkadaşlar kapitalizmi savunan arkadaşlar. Şimdi gördüğümüz arkadaşlarla tartışıyoruz. Aziz Vatan daha üst düzeyde sorumlu olduğu için o daha üst düzeyde tartışmalar yürütüyor, kopuş tamamen gerçekleştikten sonra hemen ilk ayrılan arkadaşlar İleri Maden-İş’i ele geçirme mantığını yürüttüler ve kongreye gittiler.Biz zaten kalmamıştık, 3 kişiydik ve devrettik fazla da şey yapmadık o kongrede. İlginçti, Aziz Vatan illegal olduğu halde gelmişti kongreye daha sonra ben kendi mahallemde kapitalizmi savunmaya başladım, kendi mahallemizde de bir grup oluşmuştu onlarla sonra ben o güne kadar halen Garbis’i kendi manevi liderim olarak kabul ediyorum yani gerçekte olmasa bile. O Maraş, Elbistan’daydı ama manevi lider olarak halen kabul ettiğim için o dönem ben onunla görüşmek istedim kimse göndermedi ya yasak zaten örgüt içi öyle rastgele görüşmek.Fakat ben, bir başka arkadaş Elbistanlı bir başka arkadaş vasıtasıyla beraber gittik Garbis’i bulduk. Bahanesi de vardı, termik santral işçilerinin örgütlenme meselesini bahane edip gittik. Uzun uzun, bir buçuk ay tartıştık dediğim gibi Garbis çok, örgüte çok bağlı olduğu için yarı feodal demeye devam etti hatta aramızda şöyle bir şey geçti ben ona dedim örgütten ayrıl yani git yurt dışına bir düşün, taşın. Çok zeki biridir, sonra kararını ver sonra tekrar örgüte gir ama bir bağımsızlaş bir kendine gel dedim.Yok, o onu devam ettirdi işte ondan dolayı benimle mesela örgüt ilişkilerini tamamen kopardı yani önceden ayrılmama rağmen şey yapıyordu.Aynı şey
Üç Dünya Teorisi’nde ortaya çıktı, tartışmaları sürdü bu sefer. Halkın Birliği içerisinde sürdü, reddediyorduk…”
“H.Ş. ile bir tartışma götürdük hatta bizim mahallede oldu, mahalledekilere şey dedim ya şimdi ben Üç Dünya Teorisi’ni savunacağım, gelen arkadaş Üç Dünya Teorisi’ni örgüt disiplinine uyarak reddediyor. Yoksa o Üç Dünya Teorisi’ni savunur dedim. Dedim hiç karışmayacaksınız siz, hakikaten öyle yaptık valla oportünistlik falan yapıyorsun dedim H.ye… H.halen beni oportünist diye çağırır. Fakat bütün ilişkileri tabi ki kesiliyorlar…”
Y.D: Buraya hemen gelirken ayrılık bu 3 arkadaşın ayrılık aşamasında tartışmaların düzeyi neydi? Tansiyonun düzeyi neydi? Herhangi bir şiddetli tartışma ya da bir şiddet kullanımı oldu mu?
“Ya ben şimdi orada bilerek es geçtim kimseyi suçlamak istemiyorum çünkü o günkü şartları düşündüğüm zaman karşı grupta bende olsam bende öyle davranırdım onun için bir şey demiyorum ama bugün baktığımda yanlış bir şeydi.Ciddi şekilde Aziz Vatan’a ayrılan arkadaşlar ki İstanbul’un hepsi yarı-feodaliteyi savunarak ayrıldı biz üç kişi kaldık o dönem daha sonra toparladık. Bana karşı şiddet sözlü de olsa uygulanmadı zaten muhatap değildim ben esas muhatap Aziz Vatan’dı. Aziz Vatan’a iki üç yerde ciddi şekilde saldırdılar vurmadılar ama üzerlerine yürüdüler bunlardan bir tanesi 1976 1 Mayıs’ı.O ilginç bir 1 Mayıs’tı, bir arkadaşımızın da öldüğü. 76 1 Mayıs’ında Beşiktaş’tan yürüyüş başlattık Aziz Vatanda bizimle sendikada yürüyor fakat sendika işçileriyle beraber yürüdüğümüz için tartışma daha devam ediyor bu kapitalizm tartışması, birkaç arkadaş bu yarı-feodaliteyi savunan arkadaşlar Aziz Vatan’ı yürüyüşten atmak istediler o zaman işte S.A. arkadaş da çok sevilen bir arkadaştı hareket içerisinde yani mevkisini bilmiyorum ama ciddi sevilen biriydi.O mani oldu, ona karşı gelemediler ve o şekilde şey yapıldı. Bütün hareketlerde şu var onu da belirteyim ben, sadece kendi hareketim değil tüm hareketlerde ayrılanlara karşı bir kin, nefret ve şiddet var yani ben şeye benzetiyorum, mesela MHP’den ayrılanlar şimdi MHP’nin ülkücüleri, MHP’ye bağlı olanlar mesela gidip şeye saldırmıyor CHP’lilere HDP’lilere bile artık saldırmıyor bir tek MHP’lilere saldırıyor. Türkiye sol hareketinde hep vardı ayrılan herkese karşı kin, nefret ve şiddet var daha sonra bir sürü şiddet olayına şahit olduk işte bunların ilk başlangıcı bizim Adil Ovalıoğlu yani ciddi bir olay. Kapitalizm tartışmasında ciddi şeye maruz kalındı yani konuşturulmuyor, şey yapılmıyor daha sonra da enteresan bir şekilde de o yarı-feodal diyenlerin çok büyük bir bölümü kapitalizmi kabul etti ve tekrar beraber devam ettik ondan sonra benimle ilişkisi kesilene kadar hareketin devam ettik.Ben işçi sorumlusu olarak devam ettim onlar şey olarak devam etti. Ha bu ara hareketin şeyini, tamda o sendikanın şeyini söylemek lazım İleri Maden-İş’i biz kurduk ve önemli ki tane direniş sürdürdü, isterseniz oradan şey yapalım çünkü.”
“Şimdi ikiye ayrıldığı zaman biz Proleter Aydınlık yanında kaldık o dönem, İşçi-Köylü satıyorduk zaten fakat ben yani en azından Sosyalist Aydınlık’ı almaya devam ediyordum, Mahirlerin çıkardığı Aydınlık’ı almaya devam ettim hatta bende birkaç say kalmış şu anda arşivimde. Şöyle bir yol izliyordum, yani bunu abartı olarak söylemiyorum ben biraz özgürlüğüme düşkün biriyim ve farklı şeyleri okumayı seviyorum ve yetiştirdiğim arkadaşları da böyle yapıyordum. Mesela mahalle çalışmamızda daha çok yoğunlaşıyorduk, mahalle çalışmamızda her sol dergiyi aldırıyorduk ve kadrolara okutuyorduk kadro dediğim yani sıradan insanlar yani genç arkadaşlar, bunları okutuyorduk. Bunları okuyacaksınız karşı tarafı da bileceksiniz ben bu yolu hep izledim zaten siyasi hareketle organik olarak çok iyi bağ kuramamamın orada mesela kadro olarak yükselemememin nedeni buydu diye düşünüyorum. Çok da sevilen biriyim, çalışan biriyim, çok da iyi çalıştığımı zannediyorum ama uyum sağlayamıyorum çünkü gördüğüm her yanlışı tartışmak istiyorum, konuşmak istiyorum, yanlış olduğunu söylemek istiyorum öğrenmeye daha açıktım. Zaman zaman sinirlenmiş olabilirim ama bu hep böyledir yani onun için Aydınlık’ın her ikisini de okuyordum, her iki toplantısına da gidiyordum. Orada o zaman bu kadar katı disiplinler yoktu. Mesela İşçi-Köylü satarken ilginç bir şey oldu, ciddi şekilde İşçi-Köylü satılıyordu kahvelerde, orada, şurada alıcısı vardı fakat ben okunup okunmadığı kafama takılmıştı yani gazete alıyorlar tamam ama bu gazete okunuyor mu? Sadece laf olsun diye mi alıyorlardı, bir gün gazeteyi sattım kahvede, gittim 5 dakika dolandım o kahveye çay içmeye geldim kasıtlı olarak ya bir tane gazete masanın üstünde kalsın hepsini yere atmışlar, alıyorlar ama okumak yok, okumuyorlar yani o dönem öyle bir şeydi.”
“12 Mart muhtırası verildiğinde ben Garbis Altınoğlu ile kalıyordum İstinye’de bir evde, sabah gazeteyi aldığımızda radyo falan yoktu yanımızda, darbenin olduğunu gördük. Darbe şunu söylüyordu bu darbe çok farklı darbe ciddi saldırılacak. Ama darbe söylentileri hep vardı zaten onu atlıyorum, saldıracaklar dedi tedbir almamız lazım önce kitapları temizledik ondan sonra da buluşmak üzere ayrıldık yani evi boşalttık daha doğrusu iki tane bildiri vardı bir Dev-Genç’in zannediyorum bildirisi.Darbeye bilmem kaç madde, 20 mi 24 mü öyle bir istek ve talepler vardı hatta bunu Garbis ile değerlendirdik bu çok saçma talepler dedik yani darbe talep sunamaz, böyle bir darbe değil dedi öyle bir şey var birde doktorun Yol dergisinde sanırım attığı başlık var, “Demokrasi kılıcını attı” diye. Dev-Genç’i yanıltan şeydi zannediyorum 9 Mart darbeciliği.Yani daha ileri daha şey diye. Doktor oldu bitti zaten biraz orducuydu yani ideolojik olarak da orduya devlete daha teşne bir yapısı vardı, biz oradan ayrıldık zaten ondan sonrada ben askere gittim 1973’te. Kıbrıs olayı askerde çıktı, Van’da jandarmaydım, o sırada cezaevi karakolundaydım. Cezaevi karakolu kalabalık, diğerleri 5-6 kişiydik karakollarda. yemekhanede yemek yerken bir astsubay geldi sohbet ediyoruz Kıbrıs’ı anlatıyor işte Türk ordusu girdi falan. Ben yine dayanamayıp ya ne işiniz var sizin Kıbrıs’ta ama bir taraftan da radyoda şeyler yayınlanmaya başladı Kıbrıs’a gönüllü gidecekler Aziz Nesinler bilmem neler neler listeler halinde gidip askerliğe müracaat ediyorlar biz Kıbrıs’a gideceğiz diye bende böyle bir şey söyleyince o şimdi şaşırdı, biliyor beni bütün erat biliyor yargılandığımı biliyorlar, Van Ağır Ceza’ya gelmişti dava orada yargılanıyordum bu sandık cinayetiyle ilgili.Oradaki Türkleri öldürüyorlar falan, onlar dirensin dedim orada o zaman sanıyorum Komünist Parti ciddi bir direniş gösteriyordu Makarios’a karşı, hatta silahla dağa filan çıktı öyle bir şey hatırlıyorum dedim.Gitsin onlara katılsınlar Makarios’a karşı. Karşı çıkanlarda var karşı çıkanlara katılsınlar tabi hiç kimse benim bu sözlerime iyi bakmadı herkes gülerek vatan hainliği yapıyorsun dediler. Kıbrıs’ı ele geçirdik o günden bugüne kadar da hiçbir zaman da Kıbrıs’ın işgalini savunmadım ve doğruda bulmadım. Kıbrıs olayı öyle şey yaptı. 12 Mart’tan sonra yine Garbis ile birbirimizi bulduk ve siyasete devam kararı aldık. Çok insan yoktu sonra diğer arkadaşları bulduk, İzmir’de falan vardı onları bulduk, toparlanırken bir taraftan da tartıştık ya boşuna toparlanıyoruz TİKKO’ya katılalım ve TİKKO’ya katılma kararı alındı.Müracaat edildi, hatta Garbis şey dedi, hep şeyden çekinmiştir, 12 Mart’ta tutuklandığı zaman Ermeni olduğu için çok fazla işkence gördü ve konuştu birkaç isim verdi bunlardan bir tanesi de benim mesela. Bu çok yayıldı.Onun için TİKKO’lu arkadaşlar çok sıcak bakmıyordu Garbis’e işte İbrahim’in onun üzerine yazdığı şeyi var, Robert Kolej’in sıcak odalarında ahkam kesiyorlar falan onu da kullandılar ama sonuçta kabul edildi
“DGM’lerde ben yargılanmadım çünkü askerken beraat ettim, sıkıyönetim gibi bir şey vardı İstanbul’da ona karşı ciddi bir eylem düzenledik sendika olarak oda enteresan bir şey. Dogmatizm belki şeyi oradan da hep karşıma çıkıyor, ben çadırdan gelmiştim çok yorgun ve bitkin haldeydim toplantı yapıldı yürüyüş olacak işte Halkevleri var, aydınlar var proleter aydınlar Doğu’ya bağlı Halkevleri var ondan sonra Sağlık-İş var H. diye bir arkadaş da başkanı. Bizden de sendika sekreteri E. bunlar masada tartışıyorlar arkada bizlerde dinliyoruz şey kararı alınacak, bildiri, slogan bir türlü uzlaşamıyorlar. Saatler geçti ben uyudum uyandım yine tartışıyorlar, ciddi uyumuşum uykulu uykulu elimi kaldırdım dedim ben bir şey söylemek istiyorum dediler buyur söyle, onlar son neticeyi oylama yapalıma bağlamışlar onu söylediler ve o ara uyandım.Dedim arkadaşlar oylama moylama olmaz, herkes sloganda serbest olsun bildirinin altına da, bildiriyi de yazmayın orada iki slogan için saatlerce uğraşacağız, oylamayı da istemiyorum.Dediler niye istemiyorsun dedim bakın Mao’nun bir sözü var ‘Doğrular kesinlikle oylanmaz’.Bazen azınlıklarda en doğruyu temsil edebilir bunu söyledim herkes pat diye durdu. Tamam dediler oylamayalım, herkes serbest slogan atsın.Tam çıkıyordum, G.G. pat diye yakaladı beni onu da çok eski tanıyorum yani servisle falan gelip gidiyor tanıyorum. Sana dedi bir şey söyleyeceğim, Mao’nun dört cildi var sende onu çok iyi biliyorum dedi.Beşinci yok dedi çıkmadı dedi ben beşinciyi İngilizce’den okudum dedim. İngilizcesi de iyiydi. Nereden çıkardın dedi.Yok ki deyince peki niye söyledin dedi. Muzaffer Bal bunu söylüyor desem dedim ikna olurlar mıydı, olmazlardı bu şekilde şey yaptım. Yani buda dogmatizm. Türkiye sol hareketi yani biraz oradan buradan çalıyoruz ama dogmatik bir harekettir.”
“İbrahim’in yakalanışı hareketi çok etkiledi, hareketin diğer arkadaşlarını. Çünkü biz o zamana kadar TİKKO’da değildik yani halen Garbis Altınoğlu ile küçük bir grup içerisindeyiz, ismi olmayan hiçbir yayını da olmayan…..
Çok fazla o yöne tanık olmadım fakat 12 Mart’tan sonra yani askerden dönüşümden sonra hızlı bir toparlanma dönemi geçiriyor TİKKO yani ben diğer hareketlerden daha hızlı geçirdiğini zannediyorum çünkü çok iyi bir genç kadrosu vardı çok iyi çalışıyorlardı hatta içlerinde şimdi ismini hatırlamadığım yemez içmez diye bir arkadaş vardı.Adamın yemek yediğini görmemişler ne oldu onu da bilmiyorum çok saygı duyduğum bir arkadaştı genç bir arkadaş, habire koşturuyordu. DGD çok popüler bir hal almıştı gençlik ve işçiler içerisinde mesela bir Berec olayları vardır ben Berec’e ziyarete gittiğim gün direniş dağıtılmış işçiler işgal etmiş zaten fabrikayı polis gelmiş komple dağıtmışve tam o anda rastladım herkes dağılıyor, kaçıyor, polis saldırıyor onlar kaçıyor. Tam giderken genç bir kadının kolundan yakaladım nereye kaçıyorsun ya dedim.Dedi polisten. E dedi erkeklerde kaçıyor aynen böyle o zaman dedim bunun toplanma usulü var bağır şimdi dedim erkekler ne kaçıyorsunuz, ‘getirin pantolonu alın eteği’ diye bağır dedim toparlanalım dedim.Sen kimsin filan dedi. Dedim ben sendikacıyım hangi sendika diye sormadı kadın bağırmaya başladı. Hazırmış, birden bire toparlandı işçiler, yürüyoruz şimdi işçi temsilcileri yürümek istemiyor gelip soruyorlar nereye yürüyoruz ben habire yürüyoruz diyorum. Düşündüm taşındım nereye yürüyoruz hakikaten, yürüyoruz tamam, şeyden katılanlar var akşam paydosundan sonra çevre işçiler katılıyor devasa bir yürüyüş oldu. Sendikacılar yok, benim aklıma şey geldi Valiliğe yürüyoruz dedim çünkü başka bir hedef yok. Neyse o zaman rahatladılar yürüyoruz şimdi sloganlar atılıyor o dönemin sloganları tam Aksaray’a yaklaşırken hem polis hem sendikacılar geldi ve durdurdular. İşte o sıra ilk mesela toparlanırken hiç ortada yoktu DGD, bir baktım bütün DGD kadroları orada haberleşme şeyi nasıl sağlandıysa en az 20-30 tanesi birden gelmişti. Tanıyanlar geldi tabi, başkan seninle beraberiz haydi yürüyoruz filan onlar hemen kordon altına aldılar çok aktif bir şekilde DGD öyle bir yapıydı. TİKKO işte o zaman çok iyiydi hem popülaritesi, İbrahim’in konuşmaması o çok önemliydi ser verip sır vermemesi İbrahim’i yüceltirken hareketi de yüceltti ama İbrahim üzerinden yüceldi 12 Mart’ta.”
“TÖS daha çok TKP hakimiyeti altında olduğu için fazla bir şey yapmadık yani ben en azından hem alanım değildi hem fazla çalışamadık orada.Dönem ciddi şekilde TKP’liler kendi dışındaki gruplara karşı çok mesafe koyan yapıdaydı özellikle İbrahim Güzelce aktif olarak TKP’lilerle çalışmaya başladıktan sonra o mesafe daha da gelişti.”
Y.D: Maraş, Çorum, Malatya katliamlarından sonra
“Ben dediğim gibi hareketten tamamen ayrılmıştık ama şöyle bir dönem yaşadık hareketten ayrıldıktan sonra, yani Halkın Birliği’nden de ayrıldım daha sonra işte biz kendi kendimize bir yayın organı çıkarmaya çalıştık serigrafi baskıyla Emek diye bir broşür. “Emek” diye bir örgütlenme oldu yani kendi yapımızda, bizim o günkü küçük mahalli grup diyelim daha doğrusu grupçuk da yani Maraş olaylarının bir katliam olduğunu tespit etmek için bir alim olmak gerekmiyor. Çorum tabi çok önemli, Çorum hep atlanılan şeylerden bir tanesi. Çorum olayları, belki inanç bazında Kızılbaş hareketinin giderek yükselme dönemine geçmesi daha doğrusu tam yükselme dönemi değil tanınma kendini tanıtma yani birisi sorduğunda ben Kızılbaşım denilen bilen bir döneme geçti. Bu çok önemliydi, daha sonra yükselme dönemi Kürt özgürlük hareketinin sonucudur yani onu da belirtmek istiyorum not olarak düşmek istiyorum. Çünkü Kızılbaş hareketinin gelişimin önünü açan Kürt özgürlük hareketinin mücadelesidir.O mücadele cesaret vermiştir, hem Maraş hem Sivas hem de Çorum olayları tamda Kızılbaş hareketinin gelişebileceği, örgütlenebileceği bir döneme rastladı. Bunu devlet ne kadar tespit etti ne kadar etmedi onu bilemem ama dönem olarak böyle bir döneme rastladı ve yıldırma, korkutma başladı.Birde bu ara dönemde ilginç bir şekilde Dersim tartışmaları başladı en azından sol içerisinde.Daha geniş bir şekilde tartışılıyordu mesela Dersim, sol içerisinde benim hatırladığım tartışılmayan bir konuydu çünkü orada Dersim meselesinde önyargı vardı. Sovyetler Birliği’nden gelen iki mi üç müfettişin raporu var ‘gerici ayaklanma’ diye ona dayanarak. Hep dogmatizmden yakınıyorum, ona dayanarak Dersim hiç tartışılmayan sanki Kemalizm’e karşı gerici, hilafetçi bir ayaklanma gibi gösteriliyor. Ama işte bu Maraş, Sivas olaylarından önce tartışılmaya başlandı, devlet belki buradan benim kendi düşüncem bu hareketlenmeye karşı baskı olarak geliştirmiş olabilir diye düşünüyorum bazen.En serti Maraş’tadır, Çorumda işte.”
“(Halkın Gücü gazetesi için) Duydum. Elime Partizan geçiyordu, Ahmet Kızıler grubunun yayın organını çok iyi biliyorum Ahmet Kızıler’i çok iyi tanıyorum Halkın Birliği’nin çıkmasına karar veren arkadaşlardanız Aziz Vatanlar falan.O daha sonra merkeze geçti orada bir şeyi belki atlamamak gerekiyor mesela böyle bir yayın organı Cağaloğlu’nda çıkarıyorsan, ben bunu Aziz Vatan’la da tartışmıştım, Cağaloğlu’ndaki bütün basın o yayın organını çıkaran, başında olan kişiyi örgütün savunucusu olarak bilirler. Halbuki birçok hareket çok sıradan insan koyar o dergilerin başına ve hepsi yanlış bir imaj yaratır. Çünkü bir gazeteci gittiği zaman bulamaz eğer Halkın Birliği gazetesinden birisiyle konuşursa, Halkın Birliği’nin orada bürosunda kalan veya Halkın Birliği!nin sahibini bulur onunla konuşur bu seçimde de yanlış seçim yaptılar Hayrabet Honca’yı seçtiler.Bir defa Ermeni, en çok dikkati çekebilecek biri üzerine.Zaten Kayseri’de de vuruldu polis tarafından.İki, yetişmiş bir kadro değil yani Cağaloğlu’nda o kurtların içinde başa çıkabilecek bir kadro değil. Ha bunu sadece bizim siyasi hareket için söylemiyorum hemen hemen hepsi öyleydi bir tek bunların içerisinde Kurtuluşçular vardı çok daha farklı. Troçkistler vardı, Troçkistler zaten hep kendi yayınlarının başında olmuştur bunların illegalitesi falan yok. M.K. mesela hep dergi çıkarıyor derginin başında da yayınevi bulunuyor. O.D. yani onlar hep öyleydi ama daha radikal dediğimiz daha sosyalist soldaki arkadaşlar hep bunu yaparlardı.Polis de ona göre değerlendiriyor şey yapıyor mesela bana da önerdiler Halkın Birliği’nin sahipliğini, yazı işleri müdürlüğünü ben reddetmiştim o zaman.Ben hareketi temsil edemem diye. …”
(Hareket içindeki 1976 ve 1978 bölünmeleri)
“Bunlarla çok ilgilenmedim yani o dönem bana giderek uzaklaşıyordu, sosyoekonomik tahliller, halk savaşı, silahlı mücadele bilmem ne benim çok daha dışıma düştü.”
(Cezaevi deneyimi)
“Şimdi ben yargılandım ceza aldım ve cezaevine girdim, 3 aylık bir ceza aldım, Sovyetlerle Türkiye’nin arasını açmak suçlamasıyla.”
“Şimdi yılını tam hatırlamıyorum. Halkın Sesi’nde benim mektup şeklinde bir yazım yayınlandı Sovyetler Birliğini eleştirdiğim bir yazı. O dönem, Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin arasını açmaktan dava açıldı ve ben 4 ay ceza aldım, Sağmalcılar Cezaevi’nde adli mahkumlarla 3 aya yakın kaldım.Sonradan avukat arkadaş şey yaptı, şeyleri saydırdı, birinci şubeye çok girip çıkmıştım bütün onları saydırdı bende oradan İvrindi’ye gönderildim. İvrindi Cezaevi’nde E tipi cezaevleri çıkmıştı. Halbuki tahliyeme bir hafta falan vardı. Bir hafta sonra da elden eşim getirdi tahliye şeyini.Savcı M. , G.G.’ün eşi M. vermiş yani elden gönderme yok ama o bir şekilde vermiş eşimde hiç oraları bilmemesine rağmen getirdi.Bir cumartesi geldi, İvrindi çok küçük bir yer orada kalamayacağı için o geri döndü, evrağı verdi, Pazar günü de tahliye ettiler.Bu sefer kimlik yok üzerimde, Balıkesir İvrindi’den çıkıp geleceğim sıkı yönetim var her yerde sonra müdür de yok. Pazar günü başgardiyana bir tane kimlik yazdırdım daktiloda, benim oradaki dosya bilgilerimi ona koyduk kağıt şeklinde onunla çıktım geldim.Fakat birinci şubeye haddinden fazla 20-30 defa girip çıktık belki atladığım bölümlerden bir tanesi bu.12 Mart’tan sonra Garbis Altınoğlu’nun Y. adlı bir arkadaşıyla benim ilişkilerim tespit edilmiş.Polis tarafından.. ben görüştüm fakat Y.’ı bulamıyorlar benden de Y.’ı öğrenemiyorlar böyle bir şeyle beni takip ediyorlar.İkide bir içeri alıyorlardı öyle bir dönem atlattık yani onun dışında Davutpaşa’da kaldım, örgütlerden ayrıldıktan sonra Emek diye küçük bir şey, serigrafiden çıkarıyorduk.”
(Emek) “2 mi 3 sayı mı ne öyle bir şey çıktı. Yani serigraftı 2 sayfalık bir şeydi. O yöntemi bir arkadaşla beraber yapıyorduk, bizim arkadaşlar bir tane soğuk demirci, sıcak demirci pencere kapı demirleri filan yapan bir arkadaşı Gültepe’de örgütlüyorlar.Daha sonra bunun kimliği olmadığı için polis alıyor içeri polis buna işkence filan yapıyor buda dayanabildiği kadar dayanıyor dayanamadığında da diyor ki ya bana bir kere gelmişti ben Muzaffer abiyi söylersem o yırtar diyor.Bende buradan bu işkenceden kurtulurum diyor beni öyle aldılar fakat hiç öyle olmadı tabi birinci şubeden yırttık yırtmasına, gittik Davutpaşa’ya Emek örgütü kurmaktan yargılandık.Fakat ispatlayamadılar ben Emek diye bir örgüt yok bu arkadaş dayaktan söylemiş dayak attıkça örgüt ismi söyler bu hale gelmiş durumda.Arkadaş yanlış biliyor Emek, insan emeğini savunmak diye poliste de ben böyle verdim yanlış yazmışlar dedim.Beni bırakacaklardı Selimiye’den 3 çuval kitaplar vardı, hakim dedi bunlar ne, kitap dedim dedi birde diyorsun ki ben örgüt üyesi değilim bu kadar kitabı olan örgüt üyesi olmaz mı?Değilim dedim nasıl aldın bende ukalalık yaptım dedim ki ver parayı birde araba ver, kamyon Cağaloğlu’ndan tümünü alıp getireyim git dedi hesabı sonra görürüz tutuklanmasına diye karar verdi. 15 gün sonrada çıktım orada İrfan Çelik’i tanıdım. H.Ş. oradaydı, İrfan oradaydı oradan çıktıktan bir hafta mı ne sonra 12 Eylül oldu. İrfanla orada tanıştım aynı koğuşta kaldık.
“Biz 12 Eylül’ü aşağı yukarı tahmin ediyorduk bunu nereden tahmin ediyoruz, bir tane astsubay bir arkadaşımız vardı denizci bu arkadaş bize bir hafta önce geldi askeriyede böyle bir dedikodu var haberiniz olsun ona göre tedbir alın dedi. O arkadaş da bize yakın bir arkadaştı birde ev yapmıştık ona gecekondu oradan da şey, Tokat Almus’tan bir arkadaş.Biz onun için acil bir toplantı yaptık bu Emek grubu denen grup içerisinde ve bu darbenin 12 Mart darbesine benzemeyeceğini çok dikkatli olunması gerektiğini ama kesinlikle de dağılmamak gerektiği konusunda da karar aldık.Toplantılara evlerde çay içerek devam etmeyi söyledik.Ve hakikaten darbe oldu ama biz darbe olur olmaz hemen 3-4 gün sonra, sıkıyönetim kalktıktan hemen sonra bildiri dağıtmaya başladık, ikaz etmemize rağmen arkadaşlar sinemalarda, otobüslerde dağıtmaya başladı.Küçük bir gruptuk, toplasan20-30 kişi yoktuk yani, Türkiye çapında.Ama onu yaptılar yani benim karşı çıkmama rağmen arkadaşlar daha cesaretli davrandılar. 12 Eylül’de biz yakalanmadık hiçbirimizi almadılar yani bizim mahalleden fazla insan alınmadı birkaç TKP’ye yakın arkadaş alındı. Katkı dergisine yakın arkadaşlar alındı, ama bizim mahalleden fazla insan gitmedi 12 Eylül’de ama göz açtırmadılar sürekli takip ettiler, yok bu kadar yani…”
“Şimdi DGD’den bahsederken unuttuğum bir şey var tam şimdi yerini bilmiyorum Karadeniz Mahallesi vardı gecekondu yapılıyordu ve ciddi bir şekilde DGD oraya katkı sunmaya çalışıyordu. Bende gittim bir keresinde fakat çok jandarma vardı.Jandarma bakıyordu bölgeye ve ciddi baskı yapıyordu hatta birinde ciddi tehlike de atlattık yani silah falan kullandı asker tamda bana rastladı yolda kaçarken.Diz çökmüş bir asker sürekli ateş ediyordu ben sağa sola kıvrılarak uzaklaşmaya çalışıyordum bir ara silah sesi duydum geri döndüm baktım başında biri, bizim arkadaşlardan biri şuanda bile ne ismini ne cismini bilmiyorum.Arkadan geliyor, o tabi arkasını görmüyor sürekli tek başına kalmış artık hedefi öldürmek onu. Başına vuruyor elindeki silahı alıyor oradan çıktı gitti.Ben gözlüyorum artık o gitti öyle kurtulduk o zaman DGDliler çok yardım ettiydi o mahalle daha sonra kuruldu.
“1980 den sonra, darbeden sonra darmadağın olundu ben ondan sonrada illegal çalışmanın değil legal çalışmanın doğru olabileceğini düşünerek siyasi parti çalışmaları yani legal bir parti çalışmasını yürütmeye çalıştım ve Zemin dergisini oluşturduk.Zemin dergisinde Troçkistler, Aybarcılar vardı, ben vardım, Birikim’den vardılar işte bağımsız veya küçük gruplara bağlı olanlar. 8-9 sayı çıktı yayın kurulunda oldum. B.S. vardı Anarşist, eski Kurtuluşçu şimdi anarşist ve o arada Aybar 1986’da şeyi toparladı Türkiye’de 100 tane işte kendi kafasına göre oluşturduğu ve Uğur Cankoçak’ın söylediği 100 tane toplayıp parti kurma.”