Neslihan Havva Köymen (N.H.K:) (1960) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Devim GECE (D.G:)
Aday gösterdik ve çalışmasını yapıp onun seçilmesini sağladık.
N.H.K: Ev kadınlarıyla ilgili çalışma yürütmeye başladım. Yine bunun nedeni o çevredeki işçi kadınların beni çalıştığım fabrika biliniyor, Tuzla’da istasyonda herkes birbirinin nerede çalıştığını biliyor benim hareketle ilişkim kurulmasın diye, yani işçi kadınlar beni öğrenmesin diye çalıştırılmadığımı yani işçi kesimi içinde çalıştırılmadığımı anladım.
Ama kendi fabrikam içinde arkadaşlarla, yani içerdeki arkadaşlarla çalışmaya başladım. Onların, onlarla tartışmaya fırsat buldukça iş ortamında tartışmaya, bir araya gelmeye başladık. O arada sendika çalışması, seçimleri oldu. Sendika seçimlerine iyi bir arkadaşı, iyi bir arkadaş derken demokrat bir arkadaşı sendika seçimlerinde aday gösterdik ve çalışmasını yapıp onun seçilmesini sağladık.
Görüşmeden Fabrikalar Sendikalar Grevler ile ilgili bölüm:
1976’da daha mezun olmadan çalışmaya başlamıştım. Temmuz ayında da Tuzla’da Alamsaş diye Alarko Holding’e bağlı ağır makine sanayi bir fabrikada çalışmaya başladım. O yıllarda Türkiye’de öyle ağır makine sanayi pek yoktu. Çok önemli bir fabrikaydı. Üç vardiya çalışılıyordu ve bin beş yüz – iki bin çalışanı olan bir fabrikaydı. Ben de orda teknik ressam olarak işe başladım. Fakat bu fabrikanın asıl önemli olan tarafı orada ülkücülerin çok yoğun ve örgütlü olmasıydı. İlk işe girdiğim sıralarda Türk-İş’in bir sendikası vardı. Daha ben fabrikayı tanımaya fırsat bulamadan bir sabah işe geldik ki her taraf silahlı adamlarca sarılmış. Memurlar sendikasızdı, onların da önünü kestiler, hepimizi topluca yemekhaneye götürdüler. Meğer bir noter de getirmişler. Bütün işçileri silah zoruyla diğer sendikadan istifa ettirip MİSK’e (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonuna yani DİSK’in tam karşıtı Ülkü Ocakları ve MHP taraftarı bir sendika) bağlı bir sendikaya (şu anda hatırlamıyorum hangisi) üye yaptılar. Memur denen beyaz yakalılar o zamana kadar sendikalı değillerdi. Onları da ilk defa zorla sendikalı yaptılar ve ben de bir MİSK sendikasının üyesi olmuş oldum. O sırada bizim siyasetle daha yeni bağ kurmuştum. 1976’nın sonbaharı olsa gerek…
D.G.: MİSK’li oldunuz.
N.H.K.: Ama tabi ki orada MİSK’te olsa ilerici işçiler de vardı. İlerici insanlar bir şekilde birbirlerini buluyorlar. O işçilerle bir araya geldik, ne yapabileceğimizi konuştuk. Tabi DİSK’inde dışarıda başarılı çalışmaları var, çok kalabalık kitleleri mitinglerde yürütüyor, bambaşka bir hava var. O havadan da etkileniyoruz ve buradaki sendikayı “nasıl değiştiririz” diye heyecana kapılıyoruz. Sonrasında, tabi oradaki insanları iyice tanımaya başladım. ÜO’nın çok üst düzey yöneticileri orada çalışıyor görünüyorlardı. Görünüyorlardı diyorum, çünkü aynı zamanda Maltepe Tekel Sigara Fabrikasında da işçi olarak görünüyorlarmış. Bunu daha sonra öğrendim, basından da teyidini aldım. Şöyle ki; 1.90 boylarında Hüseyin Altay isimli bir işçi vardı. Dev gibi iğrenç bir varlıktı. Ben tabi o zaman tanımıyordum bu kimdir, kim değildir diye ama zamanla tanımaya başladım. Meğer Anadolu yakası (ÜÖ) Ülkü Ocakları’nın üst düzey yetkililerinden bir tanesi imiş ve eli kanlı bir katilmiş. Tuzla istasyonunda devamlı devrimcileri bulup dövermiş, hatta devrimci bir çocuğu ağaca astığı anlatılıyordu. O Parti tarafından cezalandırıldığı zaman gazeteler Tekel işçisi diye yazmıştı.
Bitişiğimizde Profilo ve Piresiz diye bir fabrikalar vardı ve bizim hareketimizden Ali Rıza Boyoğlu o fabrikalardan birinde çalışıyordu. O fabrikada Maden-İş vardı ve okul arkadaşım olan İrfan Öğütçü ve arkadaşları oraya da MİSK’i sokmaya çalışıyorlardı. Dolayısıyla herhalde önce dövülmüş, sonra işten atılmış. Onu da bizim iş yerine almaya çalışıyorlardı. Ve hatta alınmış da olabilir. 76’da Fikirtepe’de bir arkadaşımız öldürülmüştü; Zülfikar Uralçin, İrfan Öğütçü’de o semtte oturuyordu ve o olaya katıldığı söyleniyordu.
Kendi fabrikam içinde arkadaşlarla çalışmaya devam ediyordum. Onlarla fırsat buldukça iş ortamında bir araya gelmeye, tartışmaya başladık. O arada sendika seçimleri oldu. Sendika seçimlerine iyi bir demokrat arkadaşı aday gösterdik ve onun seçilmesini sağladık. Bu arkadaş kendini çok fazla göstermeyen, oldukça iyi düşünceleri olan, diğer tarafın da saygı duyduğu çok efendi bir arkadaştı. Dolayısıyla MİSK içinde bir tane sol görüşlü sendikacı soktuk ve en yüksek oyu aldığı için sendika temsilcisi oldu. İsmi Emin’di. Yanlış hatırlamıyorsam endüstri meslek lisesi çıkışlı ve tornacı idi. Ki tornacılar bir hiyerarşi varsa her zaman hiyerarşinin üstünde yer alırlar. Bu çalışmaların belli bir aşamasında benden o arkadaşları -ki sekiz on kişi kadar olmuşlardı- daha profesyonel bir başka arkadaşa devretmemi istediler. Sen artık fabrika içinde çalışmadan kendini çek dediler. O arkadaşları bir gün Kartal TÖB-DER’de (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) bir başka arkadaşla tanıştırdım. Şimdi Süleyman Cihan olduğunu biliyorum. Ve ben artık onlarla bağımı kopardım. Sanırım 1978 sonlarıydı.
Bunun nedeni de tabi fabrika içinde açığa çıktım. Bir takım olumsuz davranışlara maruz kalmaya başladım. Örneğin vinçle benim bulunduğum yere tepeden metal parça düşürdüler, kafama gelse ölebilirdim. Onun için artık beni bölümümden fabrika içine yalnız başıma göndermemeye başladılar. Dolayısı ile işçilerle içeride görüşmem olanaksız oldu. Bu arada Zülfikar Uralçin’in ölümüyle alakalı bulunduğu için İrfan Öğütçü dediğim okul arkadaşım cezalandırıldı. Parti üstlendi. Hayati isimli birisi vardı, parmaksız diyorlardı. Söylenen o ki, bomba yapımı sırasında elinde bomba patladığı için üç parmağı yoktu. Yani devrimcilere atılan bombaların bir kısmını o yapıyormuş. Özellikle parça tesirli bombalar bizim fabrikada yapılıyordu. Onu da cezalandırdılar. Öncesinde Hüseyin Altan’ın cezalandırılması da vardı. Tüm bu cezalandırmalar için Parti bildiri dağıttı. Ve ben orada artık çıbanbaşı sayıldım.
Fabrikada sendika beni işten çıkarmaya çalışıyordu. Hatta o sırada liseden tanıdığım ve okuldaki tek ülkücü kızı (özellikle memur kesimi dedikleri bu beyaz yakalıların arasında hiçbir adamları olmadığı için) bizim bölümde işe sokmaya çalışıyorlardı. O da teknik ressamdı. Arkadaşlar bana sorudular tanıyor musun, nasıl biridir diye. Tanıdığımı, ülkücü olduğunu söyleyip işe alınmasını doğru bulmadım. Ve işe alınmadı. Yani sendika istediği kişiyi bizim bölüme sokamadı. O zaman işten atılmam için benimle daha fazla uğraşmaya başladılar. Ama başaramadılar. Tehdit mektupları göndermeye ve beni takip etmeye başladılar. Mahallemize kadar takip edip rahatsız ettiler. Çevreden müdahale edildi, kaçtılar. Bizim geçlikten bir eleman DY’den birkaç genci de örgütleyerek beni İstasyonda karşılayıp eve bırakmaya başladılar. Bu durumlar sonrası İstanbul’dan gitmem gerekti.
….
D.G.: Peki bu dönemde hareketinizin emekçiler içerisindeki çalışması nasıldı? Yani meslek kuruluşlarıyla olan ilişkileri, oralardaki örgütlenmesi hakkındaki bir bilginiz var mı? Dernek, sendika, fabrika, mahalle, gençlik, öğretmen vb. gibi… Yani bu dönemde Devrimci Maden İş var, Bank-Sen var, Has-İş var, İleri Maden-İş var. Bu konulara dair bir şeyler söylemek ister misiniz?
N.H.K.: Tüm Maden İş’te sendikacı arkadaşlarımızın olduğunu ve o sendikaya hâkim olduğumuzu biliyordum. Yani o bizim sendikamızdı. Ama şöyle bir şey var; illegalitenin getirdiği bir alışkanlıkla kendi alanınız dışındaki alanlara girmezsiniz. O konuyla alakalı olarak basında ya da toplu sözleşmelerle alakalı Parti’nin yayınladığı bir yazı varsa ancak o kadarına hâkim olabilirsiniz. Dediğim gibi ben sendikal çalışma yürütürken zaten MİSK içindeydim. Sonra o ilişkilerimi de devrettim ve 1978’in sonlarına doğru sendikal çalışma içinden çıktım. Dolayısıyla o konularda basında ya da kendi yayın organlarımızda çıkanın ötesinde detaylı bir bilgim yok. Ama mesela şunu garipserdim; biliyorsunuz bizde DİSK TKP’nin sendikası olması nedeniyle ötekileştirilir, karşı devrimci ve sarı sendika statüsünde görülürdü. Çünkü biz TKP’yi Sosyal Emperyalizmin uşağı karşı devrimci olarak görüyorduk. Onlara Sosyal Faşist diyorduk. Böyle olunca da DİSK’e karşı da bir mücadele yürütüyorduk. Ve DİSK’in olduğu yerlere kendi sendikamızı sokmaya çalışıyorduk. Şimdi bugünkü aklım olsa şöyle derdim; “DİSK’in olduğu işletmeler zaten yarı yarıya kazanılmış, en azından demokrat görünüyorlar. Sendika ağalarının dışındaki insanlar demokratlar.” Biz diğer sendikaları hedef alsaymışız, onları dönüştürmeye çalışsaymışız daha iyi yaparmışız. Bugün böyle düşünüyorum. Ama tabi o zaman içimde bu konuya karşı bir tereddüt olsa da demokratik merkeziyetçiliğe uyma adına aksini savunmadım. Her zaman örgütümden yana tavır aldım ve onu uygulamaya çalıştım.