Feride Ayata (F.A:) (1958) © ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi. Devim GECE (D.G:)
F.A: 12 Eylül sonrasında altı yedi ay sonra tekrar cezaevine görüşe gittiğimde Mamağı tanıyamadım. Yani altı aylık, yedi aylık süreçte sanki aradan bir asır geçmişti. Oraya gittiğimde, biz görüşe gittiğimizde askerler, asker dipçikleriyle bizi itiyorlar, saatlerce gece mesela gece karda kışta gidiyorduk, kilometrelerce yürüyorduk, ben NATO yolunda oturuyordum, Nato yolundan Mamak cezaevine gidebilmek için gece karda gidiyorduk. Orda saatlerce şey sıra bekledikten sonra isimlerimizi yazdırıyoruz, sonra küçük gruplar halinde bizi içeri görüşe alana kadar, yani gecenin ikisinde gidiyorsun ikisinde, üçüne yakın gidiyorsun, orda ertesi günün saat iki buçuk, üçe kadar grup grup alınan şeylere ancak o zaman izinle şey yapıyordu, kısacık bir sürede görüşülüyordu ya da cezaevinde eylemliklere katıldı diye çoğu kez biz geri dönüp geliyorduk “Sizinkiler” diyor du “Eyleme katıldı, direnişe katıldılar, görüş yasağı var görüşemez”. Yani ben defalarca gidip cezaevinin kapısından geri döndüğümü biliyorum.
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
Biz mutlu bir aileydik. İbrahim ağabeyim, kardeşlerim hepimiz çok çok mutluyduk.
FERİDE AYATA 1. GÖRÜŞME
D.G: Evet, 12 Ağustos 2017 biz şu an Feride ablamızla görüşeceğiz. Feride Ayata aynı zamanda İbrahim Kaypakkaya’nın da kız kardeşi. Feride Kaypakkaya Ayata da diyebiliriz. Şu an Kasım Ayata ve Feride Ayata çiftinin evindeyiz. Ankara Eryaman’dayız. Ben Ufuk Demirbilek kamerada Özer İnal arkadaşımızla görüşmemize başlamak üzereyiz. 12 Ağustos 2017
U.D: Feride abla hoş geldin.
FERİDE AYATA: Sizde hoş geldiniz.
U.D: Teşekkürler, çok sağ olun. Feride abla ilk olarak çocukluğumuzla başlayalım diyoruz, az önce de konuştuk arada. İşte nasıl bir ortamda doğdunuz? Annenizle babanızla olan o diyaloğunuz nedir? Kaç kardeşsiniz? Kaç yılında ve nerede doğdunuz? İlk olarak bu bilgilerle başlayalım sonrasında çocukluğunuzu konuşalım. Zaten aralarda sorularım olacak.
FERİDE AYATA: Kayıtlarda 1958 yılı ocak ayı olarak geçmesine rağmen Nisan’ın ortalarında Karakaya köyünde dünyaya gelmişim. Ailemin üçüncü çocuğuyum.
…..
Ya her sene bir kardeşimin olduğunu hatırlıyorum. Annem sık sık doğum yapardı. Biz mutlu bir aileydik. İbrahim ağabeyim, kardeşlerim hepimiz çok çok mutluyduk.
03:35
FERİDE AYATA: İbrahim ağabeyim sömestr tatillerinde gelirdi o zaman Hasanoğlan öğretmen okulunda okuyordu. Ağabeyimle ilk diyaloglarım, Hasanoğlan öğretmen okulunda okuduğu dönemlerdir. O zamanlar sömestr tatillerinde geldiği zaman bizim evde bi bayram havası eserdi, çünkü ağabeyim gelince bizim yaşantımıza yeni şeyler eklenirdi. Ya bir hikaye kitabı getirirdi, ya bir masal kitabı getirirdi, ya bir dergiden bir şeyler ya da bana okulda ilkokulda müzik kolu başkanı olduğum için bana yeni marşlar öğretirdi, türküler öğretirdi “hadi benim bacım” derdi “sen” derdi ben toplum karşısında çıkıp hani kendimi fazla ifade etmediğim için onu da yenme babında beni de her zaman şey yapardı, böyle yönlendirir, cesaretlendirir ” hadi benim bacım, sana şu türküyü öğretim sen git sınıfta bunları anlat, bunları koro şeklinde söylettir” derdi.
D.G: Hangi türküyü öğretir di size?
FERİDE AYATA: Yani o zamanlar şey vardı “Drama köprüsü”nü söylüyordum.
D.G: Ağabeyiniz mi öğretti İbrahim ağabeyiniz?
FERİDE AYATA: Tabi tabi, ağabeyimin türkülerinden, söylediği türkülerden şey vardı “Malatya’dan Çıktı Kızıl Makine” daha sonraki dönemdi düzeltiyorum. Yani “Drama Köprüsü ”nü söyletirdi başka halk türkülerinden söyletirdi. Sonra bunları ben alır, müzik kolu başkanlığı yaptığım için sınıfta söylerdim, arkadaşlarıma aktarırdım.
Ağabeyim geldiğin de, hepimiz yan yana gelir onun anlattığı öyküleri can kulağıyla dinlerdik. O bizim gözümüz kulağımızdı.
U.D: Peki ben daha ağabeyinize daha sonra geleceğim. Babanız nasıldı? Biraz babanızı ve annenizi konuşalım.
Sizin annenizle olan o özel ilişkiniz nasıldı? Anneniz nasıl bir kadındı? Evlatlarına karşı nasıl bir kadın, özelde size karşı nasıl bir kadın, ev içerisinde nasıl bir kadın daha tabi köy ortamı peki babanız diğer taraftan babanızın sizinle olan o diyaloğu, tıpkı annenizde olmuş olduğu gibi sorduğum gibi biraz anne ile babayı konuşabiliriz.
00:38
FERİDE AYATA: Annem bizim köyün dışında başka bir köyde doğmuş büyümüş, 13 yaşında babamla evlenmiş birisi… Ablaları, kardeşleri yanında büyüdüğü için daha içe dönük, fazla konuşmayı sevmeyen ama sevgisini gözlerinde yansıtan sakin sessiz bir insandı. Babamsa tam tersi konuşkan, dışa dönük, diyaloglarında net olan bizimle ilişkilerinde daha şey olan birisiydi. Annem toplum baskısını üzerinde çok yoğun hisseden onun dışına çıkamayan birisiydi. Yani düşündüklerini, üzüntülerini her şeyi açık açık ifade edebilen birisi değildi onun yüzünden anlardınız bir şeye karşı üzülüyor mu, seviniyor mu, onun bakışlarından hissederdiniz, yani isyankarlığını falan pek görmedim.
D.G: Sizinle olan ilişkisi, çocuklarına?
01.55
FERİDE AYATA: Bize karşı sevgi doluydu. … yani bir beden diliyle her şeyini anlatırdı, naif bir insandı.
FERİDE AYATA: Annem ilkokul üçüncü sınıfa kadar okutulmuş…bize, okuyun…geri kalmayın” derdi. Elimize kitap alıp okuduğumuz zaman bizi desteklerdi. “Okuyun” derdi. Biz mesela elimizde öykü kitabını alıp okumaya başladığımız zaman… evin bir büyüğü bütün kardeşlerini toplar, kardeşlerin hepsine öyküler okurdu çünkü babam ya da İbrahim abim olmadığı zaman Haydar abim varsa Haydar abim eline kitap alır okur. Çünkü bizim ailede kitap okuma alışkanlığı ta 1960 lı yıllardan beri vardı.
D.G: Ne okurdunuz?
03:46
FERİDE AYATA: Fakir Baykurt’un kitaplarını okurduk çünkü İbrahim abim getirirdi. İnce Memed leri okurduk çünkü babam Köroğlu’nun destanını okudu, Karacaoğlan ı okudu yani o dönemdeki var olan kitapların hepsi bizim evde mevcut olurdu çünkü bunların hepsini abim getirdi. Hasanoğlan öğretmen okulunda okurken artık oralardan mı şey yapardı? her geldiğinde koltuğunun altında birkaç kitap olurdu, biz onu özlemle beklerdik gelir gelmez hemen şey yapardı “bak size neler getirdim”. Mandolin çalardı kendisi keman mandolin çalardı evin içine canlılık getirirdi, babam çok güzel türküler söylerdi. Abim mandolinle çalar babam türküler söyler sanki abimle babam yan yana geldiği zaman yani farklı bir dünyaya giderdik yani… köydeki diğer ailelerden farklıydık. Onlar sabahleyin erken kalkıp buzağılarının, ineklerinin peşinden gidip tarımdan yorgun argın döndüğünde yemeklerini yer çekilir, akşamın yedisinde çekilip uyurlardı. Ama biz öyle değildik Ay ışığında bizim bir evimiz vardı, gecekondu balkonumuz vardı. Ay ışığıydı böyle tepsi gibi o balkonun tam karşısından doğardı kocaman böyle bahçemiz. Biz o balkona oturur abimin veya babamın anlattığı o hikayeleri dinlerdik. Öyküler anlatırlardı, babam gençliğindeki yaşadığı olayları anlatırdı. Kerbela ben genellikle Kerbela destanını anlattırırdı ebem uyuyana kadar onu anlatırdı ondan sonra da bizi alır Köroğlu’nu okurdu Karacaoğlanları okur onların içindeki türküleri sesli sesli söylerdi. O ayın ışığında, o mehtapta o sakinlikte bir taraftan şeylerin derenin hemen kenarında kurbağa seslerini dinlerken o köyün bilindik sesleri bir taraftan kurbağa sesi vardı, bir tarafta gecede farklı sesler var, ama onun içinde babamın masalımsı o sesindeki o tını çok güzeldi, Bize hikayeler anlatırken kendimizden geçerdik.
D.G: Mesela hangi hikâyeyi anlatırdı? Bi tane böyle anlatabilir misiniz? Aklınızda var mı o hikayelerden böyle biri babanızın anlattığı?
06:26
FERİDE AYATA: Babamın anlattığı hikayeler genellikle işte köy şeyi Köroğlu’nun o destanını anlatırdı okurdu bize anlatırdı Köroğlu’nun Bolu Beyine karşı direnişini anlatırdı, atını nasıl eğittiğini anlatırdı, verdiği mücadeleyi anlatırdı yani çocuk hafızamızda onun neyi anlatmak istediğini oradaki kişinin ne kadar yiğit olduğunu mert olduğunu hiç bir şeye karşı yenilmediğini hani anladığımız kadarıyla onları şey yapardık ama babam onu anlatırken hikayenin içine girip bize o hikayelerin yaşatmasıydı yani onun anlatırken biz hikayenin içine girer yaşardık. Mesela İnce Memed’i okurken, İnce Memed’i okurdu. İnce Memed’in ağaya karşı direnişini oradaki vermiş olduğu mücadeleyi, dağlardaki o mücadelesine
D.G: Bunları gerçekten anlatır mıydı babanız?
FERİDE AYATA: Tabi okur ve anlatırdı bize.
D.G: Abiniz de orda mıydı? Yanınızda?
07:42
FERİDE AYATA: İbrahim abim de ordaydı tabi. İbrahim abimle birlikte anlatırlardı ve İbrahim abim babam olduğu zaman kendisi okumazdı çünkü babamdan onları dinlemesi çok hoşuna giderdi. O gün kitapları özellikle babama getirirdi ki “Babacım bunu oku, biz senin ağzından dinlemek istiyoruz”, yani babamı o tür şeye yönlendiren babam zaten okumayı seven bir insandı. Okuma yazması yokmuş okuma yazmayı askerlikte öğreniyor. Çok zeki bir insandı, pratik zekaya sahip yani inşaat alanında da kendisinde de, şeyinde de öyle hesaba kitaba dökmeden böyle kalem falan almadan bir çok şeyi kafasından hesaplayan bir insandı. Kendisi inşaat ustasıydı. Ufak tefek yani 1.70 boylarına yakın ya da şey öyle birisi renkli gözlü ama cesareti, cesurluğu konuşurken bir şey anlatırken sana o bakışlarındaki verdiği güven çok önemli.
D.G: İnşaat ustası derken, Hangi branşta? Yani?
08:50
FERİDE AYATA: Ya inşaatın her alanında.
D.G: Her alanında
FERİDE AYATA: Mesela şey mi, kapı mı yapıyor? Pencere mi yapıyor? Onun kendi aletleri vardı böyle kesici aletleri onlarla ağaçlara şekil verirdi. Kapı pencere yapardı doğrama kapı, pencereler şey yapardı köy evlerine yani babamın eline alıpta yapamadığı inşaatla ilgili yapamadığı pek bir şey hatırlamıyorum.
D.G: Yani fayans, duvar, beton, ağaç?
FERİDE AYATA: Yani o zaman ağaç şey taşlarla örülürdü duvarlar. Diğer kerpiçleri biz kendimiz yapardık böyle kasalarla kor çamurla samanla biriktirir onu çamur haline getirir onları kasalarda belli şekillerde şey yapardık kerpiçleri bahçemize dökerdik, bizim önümüzde bizzat kendisi yaptığı için, ben kendisine amelelik yaptığım için o dönemde bire bir bunu birlikte yaşadığım bir şeydi.
D.G:Peki babanızın yapmış olduğu ev hala duruyor mu?
FERİDE AYATA: Tabi ikisi de duruyor
U.D: Her şeyi babanız yaptı?
FERİDE AYATA: Tabi tabi
D.G: Ve o ev hala duruyor?
FERİDE AYATA: Ve hala duruyor.
D.G:: Peki, yani böyle masallar, hikayeler ve kitaplar baba tarafından.
FERİDE AYATA: Babam kendisi şeyler, şiirler yazardı.
D.G: aaa
10:47
FERİDE AYATA: Tabi, onun o bak 1960 lı yıllarda bize şey yaptı, Bir gün yorgun argın geldi işte evde hepimiz bir şeyler şey yapıyoruz “Hadi baba bunu anlat, Hadi baba bunu anlat” dedi ki “Ben bugün şiir yazdım size şiir anlatayım, söyliyeyim” dedi.
Ustanın elinde çekiç, madırga
Dökülmüş etleri kalmış elinde kaburga
Aman kızlar siz varmayın ustaya
Eli de yok bakamıyor hastaya
Annem hastaydı, kendisini o kadar çaresiz ve şey hissediyordu ki. Yani anneme yararı dokunamıyor ama kendisi çok yorgun biz ondan bir şeyler bekliyoruz. Bizi rahatlatmak içinde türküler söylerdi yazdığı şiirlerden şey yapardı o dönemler yeni yeni şiirler yazıyordu yani evet.
D.G: Az önce okudunuz bi tanesini var mı başka öyle aklınızda olan?
FERİDE AYATA: Yani babamın şiirleri çoktu tabi.
D.G: Eğer ezbere biliyorsanız buyurun.
FERİDE AYATA: Yani abimle ilgili diğer birçok şiirleri vardı babamın şu anda hani aklıma gelen şiirlerden birisi abim ile ilgilisini biliyorum.
D.G: Buyurun
FERİDE AYATA: Sene 1970 in yani o 79 da kardeşim ile dünyaya geldiğinde
D.G: Hangi kardeş? Başka kardeş mi?
12:15
FERİDE AYATA: Evet, 1979 da kardeşim İbo dünyaya geldi onu kucağına aldığında abimle ilgili bir şiirini yazmıştı o zaten mezarı başında da şey yapıyor
Uçağa bindiğimde görüşmeye gelmiş idi yanıma
Faşist cellat kıymış tatlı canına
Kalmayacak faşistlerin yanına
Gel gidelim oğul Anadolu’ya
Çorum iline
Uçağa bindiğimde içim sızlıyor
Faşistler arkadan beni izliyor
Gözü yaşlı anan yolun gözlüyor
Gel gidelim oğul Anadolu’ya bizim ellere.
Bunu Emekçi seslendirmişti.
D.G: Evet yani Babanız o zaman bu şiiri
FERİDE AYATA: Bu şiiri kardeşimin doğduğu günde yazdı, Kucağına aldı
Sene 79 gördüm yüzünü
Seyrediyorum gök mavisi gözünü
Bundan sonra tutacağım sözünü
İşte yine geldim gene yanına Anadolu’ya
Yani 79 da kardeşimi kucağına aldığında duygulanıp abimle ilgili şiirini orda yazmıştı ve bunun gibi birçok şiirleri vardı, babamın yani basıma hazır birçok şiirleri vardı yani ben hatırlamıyorum o kadar çok şiirleri var ki abimle ilgili…
Mezara gittik bizi mezara sokmadılar onunla ilgilide birçok şiirleri var. Keşke yanımda olsaydı da birkaç tanesi size aktara bilseydim çok güzel sözler özlü şiirleri vardı, Ya toplumsal içerikli şiirleri vardı kendisi ile ilgili mesela o gün bir şeye, olaya kafası bozulmuştur oturur şiirler yazar öyle.
D.G: Çok güzel, Sevincini, kederini
FERİDE AYATA: Sevincini, kederini, isyanını kâğıda döken biri.. çaresiz kaldığı zaman sık sık söylediği türkülerden birisi…..
Kırata bindim de … kara dikmeden
Ölümüdür bu cefayı çekmeden
Olura olmaza boyun bükmeden
Bu yıllıkta göçmen oldu desinler
Aslan muradına ermiş desinler
15:00
Yani ney, kimin, hangi şairin şiirlerinden etkileniyorsa o günün duygusuna göre kalkar türkü söylerdi. Bakardı ki biz çok hüzünleniyoruz, bu seferde öyle coşkulu bizi neşelendirecek, motive edecek şeyler söyler, bizi halaya kaldırırdı. Bizi boy sırasına göre ya da yaş sırasına göre dizer, en başa da kendisi geçerdi. İbrahim abim onun yanına geçer, bizim Çorum türkülerinden başlardı “aşağıdan geldi aşağıdan” …..Yani bizim Çorum türkülerini bile unutmuşum, Çorumluluktan o kadar uzaklaşmışım ki…. Aslında çok kötü bir şey yani… Aradan bi 40-50 yıla yakın bir zaman geçince…. Çorum’da halaylarda söylenen türküleri biz sıra türküleri olarak söylerdik, halay çekerdik Allı turnamı söylerdik.
Allı turnam ne gezersin bu elde,
Yok mudur Vatanın ellerin hani?
Bizde ağırlamalarda söylenilen türkülerdi. Başlardı söylemeye… O’nun sesi güzel olduğu için ne söylerse hoşumuza giderdi.
16:38
FERİDE AYATA: Çocuktum. Eve abimin arkadaşları gelirlerdi. Siyasi tartışmalar yapıldığında çok ciddi şeyler olduğunun farkındaydık ama hani çocuk aklımızla ne olduğunu bilmiyorduk. Ama köylülerimiz ” Sizin kardeşiniz böyle devlete karşı geliyor, yani bu iyi değil” diyorlardı. Onların konuşması bizi korkutuyordu. Babam kaygılarını hiçbir zaman bize yansıtan biri değildi ama abimle konuşmalarında hararetli tartışmalarında ciddi şeyler konuşulduğu için biz korkuyorduk, yani nedir? diyorduk, Sonra sonra abim bizi yanına alıp marşlar öğretmeye başladı. İstanbul çapa öğretmen okuluna geçtiğinde arkadaşlarıyla bize gelmeye başlamıştı oradan İşçi Köylü dergisi getiriyordu. O dönemlerde bana öğrettiği marşlardan biri
Gün doğdu hep uyandık siperlere dayandık
Bağımsızlık uğruna da alkanlara boyandık
Ben bunu sınıfta şey yapıyordum.
Hayat denilen kavgaya girdik
Çelik adımlarla yürüyoruz
Bu marşları ben çocukluğumda söylüyordum ama nedir? bunlar neyi anlatıyor? onu bilmiyorduk.
Bir gün hiç unutmam, ilkokulda, içerde müzik dersi işliyoruz, birden kapı açıldı, içeriye bir kişi girdi. Resmi giyimli biriydi.
Şimdi müzik dersini görüyoruz. G. Hoca dedi ki; “Feride Kızım…”
Dedi, ama rengi attı sapsarı oldu. Giren kişi dedi ki “Hayır, devam edin” dedi.
Marş neyse öyle ben söylüyordum,
Gün doğdu hep uyandık siperlere dayandık
Bağımsızlık uğruna da alkanlara boyandık.
Şimdi ben tekrar hani hocamızın ya da içeri giren kişinin gözüne girelim, hani çocuksu şey, kendimizi gösterme şeyiyle öyle bir coşkulu söyletiyorum ki… Bizim hocanın öğretmenimizin yüzünde ter damlacıkları belirdi kıpkırmızı oldu. Yani biz söylerken bu niye korku içinde, kaygılı anlamış değiliz. Sınıfa giren kişi, öğrendiğiniz başka var mı? “Var” dedim. İşte o dönemde neler öğrenmiştik bunların hepsini işte
Hayat denilen kavgaya girdik… ondan sonra
Ankara’nın taşına bak onu uyarlama yapmıştık.
Ankara’nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Uyan uyan fakir halkım
Şu düzenin işine bak.
D.G: Kaç yaşındasınız, hangi sene?
22:45
FERİDE AYATA: İlkokul dördüncü sınıfa denk düşen dönemlerimi anlatıyorum. Abim bana neyi anlatırsa, ben gidip okulda onları söylüyordum marşları söylüyordum. O gün hocamın niye o kadar korktuğunu anlayamadım. En sonunda eve geldim dedim ki;
“Galip öğretmen çok korktu İbrahim abi” dedim. Koridor da onların konuşmasını duydum. Gelen kişi bizim öğretmene diyordu ki “Hakkında tutanak tutacağım, gidip ilçe Milli eğitime seni şikâyet edicem. Komünizm propagandası yapıyorsun, Komünist şarkılar, marşlar öğretiyorsun” dedi.
“Komünizm nedir?” dedim yani “Bizim söylediğimiz neydi ki? yani bu kadar tehlikeli şeyler mi söylüyoruz?” Öğretmenimiz çok korktu daha önce söylediğimizde hiç korkmuyordu. “Bu gelen kişi kim abi?” dedim. Dedi ki “Benim bacım sen endişelenme”. Ama dedim “Galip öğretmenimiz çok korktu”. ” Görevden aldıracağını falan söyledi”.
“Sen merak etme” dedi, bana. Sırtımı sıvazladı, yanaklarımdan öptü, “Aslan bacım” dedi “Sen” dedi “Şarkılarından, marşlarından geri kalma çekinme söyle” dedi. “Ben” dedi “O kişiyle konuşurum”.
Adil Ovalıoğlu, Mehmet Altun o dönemlerde bizde kalıyorlardı. Bunlar Üniversiteden bir dönem uzaklaştırılmış ama köylerde örgütlemeye falan gelmişlerdi. O kışın bizde kalmışlardı.
Bir iki saat sonra baktım ağbim, Mehmet Altun, Adil Ovalıoğlu ve sonradan müfettiş olduğunu öğrendiğim kişi ile bizim evin hemen karşısında sivri tepe var, oraya doğru yavaş yavaş yürüdüklerini ama hararetli hararetli konuştuklarını gördüm. Yani yüksek sesle konuşuyorlardı aradaki kişi de sessizce onları dinliyordu sonra ertesi gün okula gittiğimizde G. Hocanın yüzünün rahatladığını o kişininse bir daha sınıflara girmediğini direk tekrar Sungurlu ya gittiğini duydum. Daha sonra bizim öğretmenimiz anlattı geldi o akşam dedi ki “İbrahim sana teşekkür ediyorum” dedi, “Beni, görevden almakla tehdit etti” dedi “O kişi” dedi, yani işte biz o zamanlar çocuğuz ne verirlerse, ne şey yaparlarsa bunun içeriği nedir? özü nedir? şey yapmadığımız için ha bunları söylüyorduk işte kaygılar ve korkuları işte o insanların yüzünde gördüğümüz şeylerdi, söylediğimiz kelimeler ne kadar ciddi şeyleri anlattığını onların yüzündeki o kaygılardan anlıyorduk, yarattığı tepkilerden anlıyorduk. Abim evin içinde babam olmadığı zaman aileyi bütünleyen, ailenin bütün her işine koşan mesela onun Hasanoğlan’dan geldiği zaman o dönemde 6, 7 tane arkadaşı vardı aynı köyde, aynı okulda okuyan onlar gelince üzerlerinde böyle ütülü gömlekler, pantolonlar falan çeşmenin başında, köyün ortasında akan çeşmenin başında kenarda dururlar kızlara caka satarlardı. Ama İbrahim abim, İbrahim abim oradan gelip.
D.G: Abiniz ütülü gömlekler giyerdi, kızlara caka?
FERİDE AYATA: Abim değil, yani abimle aynı dönemde okuyan çocuklar köye geldiğinde onlar elbiselerini özellikle köyde giyerlerdi. Bu şeritli şapkaları vardı. Kocaman cakalı şeritli şapkalar, ondan sonra ütülü gömlekler, pantolonlar giyerler köyün kızlarına caka satarlardı, çeşmenin başına geçerler, akşamları köyün kızları da oraya gelir su alırlar onlar onlara laf atar, caka satarlar. Abimin hiç böyle bir şeyi olmadı. O , olabildiğince doğaldı, yani insanlarla diyalog kurmaktan çekinmeyen biriydi. O’nun için yaş farkı hiç bir zaman sorun olmazdı yaşlısıyla da diyaloğu çok çok iyiydi, e genciyle de çocuğuyla da çok iyiydi yani eğer yaz döneminde gelip te tarlalarda buğdaylar biçilmeye başladığı zaman tırpanı alır annemle birlikte gider, ben de onlara öğlenleri yemek götürürdüm tarlaya. Tarlalar köyden çok uzak değildi yakın olduğu için yani sırtıma kardeşimi de yüklerdim, bir elimde de şey onlara yemek götürürdüm tarlaya. Gittiğimde bunlar karşı tarladaki hemen sınır komşuları ile ya da öbür sınır komşuları ile karşılıklı bunlar türküler söylerdi. Hele derdi “Satılmış amca hele bi şey yap, sen şu türküyü çok güzel söylüyordun, ya bi asıl, sıcak tepemize vurdu zaten bir iki türkü söyle de daha rahat çalışalım” derdi. Kendisi de söylerdi. Hani demek istediğim kendi yaşıtları gibi değildi.
02:02
GÖRÜŞME DEVAMI
00:15
D.G: Ceza evinden çıktınız bir doğum meselesinden bahsettiniz oradan ele aldıktan sonra o meseleyi anlattıktan sonra şeye değinmek istiyorum, yani tutukluluğunuz dönemi yani tutuklanmadan önce hatta 12 Eylüle doğru giden bir süreç vardı, bu süreçte hareketin bir öngörüsü var mıydı? Bunu siz gördünüz mü? Eğer bir öngörüsü var ise buna karşı herhangi bir ön hazırlık süreci oldu mu? Bunu da öğrenmek istiyorum, o doğum meselesini anlattıktan sonra.
00:46
FERİDE AYATA: Biz cezaevindeyken zaten Olağan üstü haller (OHAL) olmuştu ama bunun yanında semt çatışmaları artık en üst düzeye çıkmıştı, yani direnişler Üniversitelerdeki, okullardaki direnişler… biz ceza evinde çıkmadan önce toplu tutuklamalar oluyordu, artık bir koğuşla olan şeyi bizim kadın koğuşu bir koğuştu, kaç tane üç tane koğuş birden açıldı. O kadar Üniversite gençliği Üniversitedeki o olaylar oluyor, okullardaki direnişler Eğitim-Sen’cilerin direnişleri falan eylemlikleri, halk direnişleri o mahallelerdeki çatışmalar falan arttığı için bundan kaynaklı da toplu tutuklamalar oluyordu yani artık askeriye de şeyde iyice baskısını yoğunlaştırmış Olağan üstü hal (OHAL) ilan edilmiş, okullar karakol haline getirilmişti. Yani dışarı çıktığımda büyük bir kaosun içine çıkmıştım zaten. Ve bizim arkadaşlar en sıcak dönemlerde gene mahalle çatışmaları en üst düzeye çıkmıştı.
D.G: Bunları biraz açabiliriz, bu mahalle çatışmaları militan gruba saldırıları.
FERİDE AYATA: Militan gruba evet,
D.G: Maraş, Çorum
FERİDE AYATA: Evet Maraş, Çorum
D.G: Şeyler de vardı
FERİDE AYATA: Evet şimdi Maraş olayları arkasında
D.G: Semt çatışmalarını da biraz açalım.
FERİDE AYATA: Şimdi 1 Mayıs’ta İstanbul daki o katliamlar arkasından şeyin Kahraman maraş olayları arkasından Çorum olayları arkasından Çorum katliamı arkasından başka yerlerde toplu katliamlar mahallelerde kahve taramaları falan o kadar olaylar oluyordu ki biz bunların hiç birisini artık takip edemez duruma gelmiştik yani, her yerden katliam haberleri geliyordu. Öldürülen arkadaşların isimleri geliyordu, tutuklamalar geliyordu her yerden mahalle çatışmalarında yaralan arkadaşlarımız oldu yani hani devlet bunu kontrol edemez artık ne kadar baskıyı arttırırsa arttırsın yadsınamaz bir siyasi gelişme vardı yani. Halk destekliyordu, halktan desteğini almış hareketlilikler vardı. İşçi bilinçliydi toplu eylemlikler yapabiliyordu, grevlere gidiliyordu, iş yerler kapatılabiliyordu yani hani burada grev vardır yani hani çalışma alanı durdurulur hayatı etkileyen bir çok eylemlilikler gelişebiliyordu. Yani geliştiği bir dönemdi dışarı çıktığımda bunlar olurken tabi biz gelişen hareket içinde şeyi görebiliyorduk olağan üstü hal, sıkı yönetim olağanüstü hal ve bunun arkasından bir darbe gelebileceği öngörüsü. Zaten insanlara şey yapıyordu artık yavaş yavaş bir hareket daha olabilir diye düşünülüyordu. Yani bununla ilgili alınan tedbirler var mıydı? Yani işte silahlı eylemliklerin biraz daha ön plana çıkması, Semtlerdeki direnişlerin biraz daha örgütlük şeyle genişlemesi, diğer siyasi gruplarla hani birlikte bir eylemliklerin artması ondan sonra İzmir’deki başka yerlerdeki bu dayanışma hareketlerinin İstanbul’daki dayanışma hareketlerinin artması…. Elbette bunun arkasında bi illegalitenin ne kadar sürüp ne kadar sürmediği, ne kadar işler ne kadar işlemediğini bilemedim çünkü cezaevinden yeni çıkmışım tekrar gözetim altı süresi var takip ediliyorum, ilişkilerim sürekli mercek altında. Nerde ne yapıyorum? kimlerle görüşüyorum? sürekli şey altındaydım izleniyordum, onun için hareketin içerisine giremedim geride kaldım. Ve kalmak zorundayım ben kimle görüşürsem ona zararım dokunacağını biliyordum yani. O dönemde işte eşim öğretmenliğe başlamıştı o hareketin içerisindeydi bütün olayların şeyin hepimiz ister istemez olayın içinde geride kalsan da olayın içindesin. Sokakta gidiyorsun çatışma var. Sen onun içindesin, yani mahalle de bir çatışma, direnişler var onun içindesin hani bi eylem bir şey örgütün içinde olmasanda olayların içerisindesin, bireysel olarak kişi olarak pat diye gidiyorsun ve o olayların içerisinde onda şey yapmak zorundasın, bi risk yaşıyorsun.
D.G: Sizin tavrınız neydi?
05:55
FERİDE AYATA: Ya, nasıl?
D.G: Diyelim ben herhangi bir eylemin içinde kaldın?
FERİDE AYATA: Eylemin içinde kaldığım zaman nasıl bir direniş gösteriyorsun taşla, sopayla saldırıyorsa sende o halkın içinde onlarla birlikte o direnişe katılıyorsun.
D.G: Halk nasıl bir tepki gösteriyordu bu tür saldırılara karşı? Bu tür saldırılara karşı halkın tepkisi nasıl olurdu? Halk
FERİDE AYATA: Halk örgütlüydü halk örgütüne sahip çıkıyordu arkasındaydı yani birlikteydi, dayanışma müthişti yani o dönem…Türkiye siyaseti en elverişli dönemi o dönemdi zaten hakim sınıflarda bundan korktu, Darbeyi hemen akabinde yaptı. Yani fabrikalardan ses geliyordu, köylülerden ses geliyordu, toprak işgalleri vardı, direnişler vardı. Yani şehirlerdeki mahalle örgütlerinden ses geliyordu, her yerde direnişler, çatışmalar yani artık bunlar belli bir örgütlülüğün en üst düzeye geldiği dönemlerdi. Ama bu seferde hani illegalite deliniyordu yani. Hani örgüt ne kadar genişlerse kontrol etme mekanizması da o kadar şey yapıyordu azalıyordu. Çünkü her yerden katılımlar her yerden, kimdir? necidir? yani polis midir? Ajan mıdır? kontrol edebilme şeyliği azalıyordu yani çünkü hareket genişliyor. O arada tabi operasyonlar oluyordu, operasyonlar büyük operasyonlarla DEV YOL operasyonları oldu ilk etapta. Yüzlerce kişi toparlandı Türkiye geneline yayılmaya başladı. Ben eşime şunu dedim “tamam, bunun arkasından büyük bir operasyonda bizim arkadaşlara gelebilir, biraz temkinli olsalar hani birbirlerine verdiği randevuları, isimleri, mekanları, şeyler yakalanan insanların hala oralarda karakol kurulup kurulmadığını çünkü bir kişiyi yakalanıyor gidiyorlar bir yerlere karakol kuruluyor o karakol nasılsa artık o kişi kaldırılmış diye çok önemsemiyor bizim arkadaşların çoğu da karakol kurulmuş yerlerin tekrar oralara gitmesi onlarla ilişkiye geçmeleri, hani çocuğu yakalanmış gidip onlardan bilgi alma. Aslında en büyük gaflet… biz oralardan gittik. Yani gözetim altında tutulan ailelerle tekrar şey yapmak ve kendi peşlerine polisi takmak bir başkalarına zarar vermek. Yani bizim hareketin en büyük zararı o oldu illegaliteyi fazla saymamız. Daha çok duygusal davranmak, hani arkadaş tutuklanmış şey yapmış gidip haber alayım, şey yapayım örgütlülüğün dışına çıkmak yani. Yani bizim oradaki yakalanmaların çoğu Ankara bölgesindeki diğerlerine onu tam şey bilemiyorum onunda bazı işte diğer arkadaşların yazmış olduğu anılarından okuyorum şimdiki aynı Ankara’da yapılan hataların İstanbul bölgesinde başlıyor bölgelerde yapıldı. Bu tamamen duygusal hareketlilikti yani. Bize en büyük zararı dokunan onlar oldu. O dönemlerde işte yavaş yavaş halk hareketlerine ısınan bir ortam görüyorsun kızgın bir ortam onu kontrol etme mekanizması daha dar kimisi diyor ki artık biz bunları dizginleyemiyoruz, bunları durdurma şeyi ve fark ediyorduk, hissediyorduk yani bu kadar direnişler kurtulmuş bölgeler vardı. Hani şu bölge buranın, şu bölge öbür siyasetin, bu bölge bilmem neyin? 18 Mayıs mahallesi Partizanın artık yani siyaset ismi verilerek mahalleler vardı yani. O şu mahalle, o şu siyasetin kontrolünde diyebiliyorduk. Ve halk yanındaydı, halk yavaş yavaş silahlanıyordu çünkü bir toplu katliamlar Maraş olayları olmuştu, etnik katliamlar vardı, bi Çorum olayı olmuştu, etnik katliamlar vardı yani insanlar artık şey diyor du hani bir örgütün arkasındayız “tamam”. Bu sadece bir öğrenci olayı değil etnik kökenimizden kaynaklı biz de katliamlara uğrayabiliyoruz. Onun için halk ta bu sefer aslında kendileri örgütlenmeye girdi önüne bir siyasi gücü alıyordu ama artık onlarda silahlanmanın kaçınılmaz olduğunu görüyordu. En hızlı olduğu dönemler.
80 Eylüle yaklaşırken ben eşime şey dedim yani “Kasım bizim bu okullardaki asker sayısı çok artmış”.
Yani 7 den sonra biz sokağa çıkamıyorduk. 7’den sonra sokağa çıktığımızda ya tutuklanıyorduk ya da hani çok acil hasta olmadığın sürece, bir gerekçen olmadığı sürece sokaklara çıkamıyordun.
11:10
Ama bunun yanında çatışmalar oluyor muydu? Oluyordu genelde. Eylemlikler oluyor muydu? Oluyordu.
Asker sayısı çok artmıştı, her yer karakoldu. Ya en sonunda bi Eylül akşamı biz konuşurken gece sabaha karşı bir çanta radyomuz var. Gece kalktım o sabaha karşı radyoyu açtığımda Kenan Evrenin bildiri okuduğunu gördüm. Ve TRT spikeri darbe olduğunu söylüyordu. “Kasım darbe olmuş!” kalk dedim. “Hadi be!” dedi. Yataktan kalktık, biz darbenin olduğuna daha inanamıyoruz. çünkü darbe bizim için yani hani tamam askeri hareketlilik şudur, budur gelişmiş, operasyonlar çok şeyler devam ediyor ama hani kişisel olarak biz beklemiyorduk Demek biraz hayalciydik, yani olmayabilir diye düşünüyorduk, açık şeylerimiz çok fazlaydı. Onun için gafil avlandık zaten.
D.G: Peki, birazda 12 Eylül’ü konuşalım o zaman. Darbeden sonra nasıl bir ortam oluştu? En azından bulunduğunuz bölgede…hareket nasıl etkilendi? Birazda bundan bahsettikten sonra
13:48
FERİDE AYATA: Ya darbe olduktan sonra büyük operasyonlar oldu, artık evler basılıyordu. Daha önce mahallelerde etkili kişiler, siyasi önderlik yapan kişiler gözaltına alınıp tutuklanıyordu. 12 Eylül öncesi örgütleme çalışmasında illegalite kurallarına sıkı sıkıya uyulmaması sonucu kafa kol ilişkileri vb. ile hareket ile ilişkilenenlerin 12 Eylül ile birlikte adeta bir ajan kadar zararları oldu.
12 eylülden hemen sonra dediğim gibi DEV YOL şeyler operasyonları başladı işte belli başlı sendika temsilcileri, sendika liderleri gözaltına alınması, DİSK in kapatılması, arkasından Parlamenterlerin alınması, operasyonlar… Bölge ilişkileri çökertilerek gidildi… Yakalananların verdikleri bilgiler ile karakol kurulan evlere, yerlere gidenler yakalandı. Arka arkaya büyük operasyonlarla bütün belli başlı örgütler toplanmaya başlandı.
12 Eylül’de büyük davalar başladı binlerce kişinin davaları. Bizim arkadaşlarda o dönemler işte Ankara bölgesinde çok büyük operasyonlar ile toplandı. Bir mahkeme süreci başladı mahkeme süreci devam ederken ben eşime dedim “Senin üzerinde de ifadeler vardır sende alınırsın” “Yok” dedi “Benim öyle bir şeyim yok” daha operasyonlar devam ediyor çünkü daha aldıkları zaman bir ay, iki buçuk ay falan emniyette tutabiliyorlardı o sıkı yönetim döneminde. Akla mantığa sığmayan işkence haberlerini alıyorduk. Artık yani büyük kayıplar yaşadığımız için her evden her şeyden insanların acısını görebiliyorduk.
İdamlar arka arkaya idamlar oluyordu bizim ceza evinde gördüğümüz o Necdet Adalıların, Erdal Erenlerin asılmaları gündemdeydi. Bu acılar içerisinde biz hepsini hissediyorduk. Ben beş aylık hamileydim şey hatta kasımın sonuna doğru aralık ayına varmadan Aralık herhâlde… büyük operasyonlar bizim arkadaşlar üzerinde de devam ediyordu eşime dedim “Seni de alabilirler” Ben o ara hastanede yatıyordum çıktım yani kürtajım hastayım evde yatıyorum eşim bir gece okuldan gelmedi akşam. Okuldan gelmedi o zaman hani her yerde telefonlar yok kulübelerde telefonlar var gittim kulübelerde telefon şey yapıyorum yani onlar da kırılmış, dağıtılmış olduğu için askerler tarafından iletişim şeyi olmasın diye onlarda şey yapılıyordu. En sonunda ertesi gün gelmedi eşimin okuluna gitmek zorunda kaldım. Eşimin okuluna gittiğimde dediler ki şey tutuklandı “Kasım tutuklandı, ondan sonra şu an da gözetim altında bizim yapacağımız bir şey var mı?” hani okuldaki yöneticiler, dedim tamam, tutuklandı en sonunda eve geldim rahatsızım ayakta kalamıyorum babamlara gittim iletişim kurmaya çalışacaksın ama kimle kuracaksın yüzlerce insan tutuklanmış, herkes yani seni gördüğünde sokakta yönünü döndürüyor korkuyor çünkü hani ne diyebilir sana? onunda ya bir yakını ya kendisi aranıyor ya kendisi şey konumunda.
19:29
FERİDE AYATA: Hani öyle bir kaos öyle bir sıkıntı içerisindeyiz ki kimlerin yanına gidip ne şekilde hani yardım alacağımızı bilemiyoruz çünkü herkes binlerce insan ya aranır konumda ya tutuklanmış konumunda bizim arkadaşlar hani yanına varıp ta bir şeyler sorduğun zaman demin dediğim gibi çocukları tutuklanan ailelere falan iletişim kurulduğu zaman gelen kişi de gözetim altında oluyor. Onu da hemen gözetim altına alıyorlar, takip ediyorlar onun için kimse kimsenin yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordu.
Öyle bir kaos döneminde işte mahkeme süreçleri başladı. İşkence uzun bir süre emniyette işkenceler ve işkencede kaybedilen insanlar oluyordu yani ne düşüncede davranacağınızı bilemiyorsunuz kaotik bir ortam. Ekonomik sıkıntılar hani şeylerde başlamış bu arada ben kişisel olarak kendim ne yapabilirim? diyordum. Kasım cezaevine girmişti rahatsızdım evin kirası şey yapıyordu ne yapabilirim? falan filan o şeyde de gene tekrar rahatsızlığım nüks etti çünkü yeni çocuk şey yapmışım kanamalarda var bir arkadaşım ailesinin yanında kalmak durumunda kaldım çünkü babamlarda kalma şeyim pek yoktu yani sürekli gözetim altında olduğu için orası hep polis baskısı olduğu için gelenler gidenler var mı? falan filan. Babam bu arada kardeşim Hakkı’yı yurt dışına gönderdi, ablamı yurt dışına gönderdi çünkü sürekli operasyonlarda tutuklanmalar falan hani ailede de kayıplar yaşanıldığı için babam artık bunların işkencede de öldürüleceğini…. çünkü bir örneğini, ben çocuğuyum kızıyım cezaevinde yatıyorum ve benim başıma gelenleri de duyduğu için kaç sefer hastaneye falan kaldırıldığımı, sağlık durumumun bozulduğunu panikledi gene onları Almanya ya gönderdi Aile dağılmıştı. Cezaevinden dışarı çıktığımda sadece iki küçük kardeşim, ebem kısa bir süre sonra babaannem vefat etti artık işte o tür şeylere dayanamadı üst üste gelen ölümlere. Babaannem vefat etti. Parçalanmış bir aile… ben dışarıdayım, ama sağlığım bozuk, Kasım tutuklanmış artık bizim hani kimsenin kimseye söyleyecek bir sözü yok çünkü ailelerin hepsi perişan. Siyasi hareketin içinde olupta şey yapan yaşayan, o durumu yaşayan ailelerin hepsi perişan… kendimi toparlayıp ayakta durmak zorundaydım. Kasım’a ekonomik destekte bulunmak zorundaydım, avukat tutmak zorundaydım… Dışarda yaşam devam ediyor gittim konfeksiyona girdim. Kaynım N. da tutuklanmıştı.
D.G: Orda bi şeyden bahsedelim eşiniz tutuklandıktan sonra, o hapishaneye gidiş geliş süreçlerinizden biraz bahsedelim hani oradaki muamele nasıldı?
FERİDE AYATA: Tamam, şimdi
D.G: Gidiş gelişler, hapishanedeki muamele
23:27
FERİDE AYATA: Eşim tutuklanmıştı. Emniyette uzun bir süreç işkenceye maruz kaldıktan sonra Mamak cezaevine gönderilmişti. Mamak cezaevinde görmeye gittiğimde, emniyetten getirdikten sonra o bizim yattığımız koğuşların önüne domuz kafesleri vardı, oraya koymuşlardı. Orda askerler tarafından korkunç işkencelere tabi tutuluyordu.
D.G: Nedir bu domuz kafesi?
FERİDE AYATA: Domuz kafesi, demir parmaklıklarla yapılan kafes…tutuklular oraya konulmadan önce dayaktan geçirilir ve bu kafesin içinde askeri kuralları uyması için zorlanır. Ben altı-yedi ay önce Mamak’ta kalmıştım, ama sanki aradan bir asır geçmişti yani.
Kasım’ı ziyarete gittiğimde Mamak’ı tanıyamadım. Oraya görüşe gittiğimizde askerler dipçiklerle bizi itiyorlar, saatlerce gece mesela gece karda kışta gidiyorduk kilometrelerce yol yürüyorduk, mesela ben Nato yolunda oturuyordum, Nato yolundan Mamak cezaevine gidebilmek için gece karda yola çıkıyorduk, gidiyorduk. Orada saatlerce sıra bekledikten sonra isimlerimizi yazdırıyoruz, sonra küçük gruplar halinde bizi içeri alıyorlardı. Yani gecenin ikisinde gidiyorsun, öğleden sonra saat iki buçuk, üçe kadar grup grup çeri alınıyoruz, görüş için kısacık bir süre veriliyordu ya da cezaevinde “Eyleme katıldı, direnişe katıldılar, görüş yasağı var” denilerek geri gönderiliyorduk. Yani ben defalarca gidip cezaevinin kapısından geri döndüğümü biliyorum. Çünkü yani, hani “Sizinkiler” diyor du, “açlık grevine katılmış, Sizinkiler eyleme katılmış, Sizinkiler mahkemede şey yapmışlar askerlere karşı gelmişler.” Onun için yani defalarca ben o kapıdan geri döndüğümü biliyorum. O kışta, o kıyamette sabahlara kadar orda bekliyorsun, kilometrelerce yürüyorsun, askerlerin davranışları sana zaten şey ben eşimle karşılaştığımda ve ilk Mamak’ı gördüğümde şok olmuştum. Hani biz rahatça geçtiğimiz kapılardan defalarca kontrolden geçiyorduk ve her askerin yani askerlerin yüzüne bile böyle bakman senin için suçtu “Niye yüzüme bakıyon, önüne bak!” Yani sen dışarda aile, sivil halk olmana rağmen, tutuklunun ailesi olmana rağman senin üzerinde bile yoğun baskıları vardı ki, içeride olanlara uygulanan baskıyı düşün. Ben, eşimi gördüğümde robot gibiydi, insanlıktan çıkarılmıştı dayaktan, işkenceden. Ben onu ilk gördüğümde tanıyamadım zaten çok fazla da konuşamadık. Yani, benim eşim gibi hepsi de öyleydi. Arkalarında asker tam tesisatlı silahı doğrultmuş, seninle ne konuşabilir? Neyi paylaşabilirsin. Bir taraftan idamlar, bir taraftan işkenceler devam ediyordu. Yani dışardaki yaşam içerdeki yaşam da böyle nefes alınamayacak gibiydi.
D.G: Necdet Adalı ve Eren demiştiniz
FERİDE AYATA: Evet.
D.G: Necdet Adalı ve Erdal Eren’den biraz bahsedelim.
28:50
FERİDE AYATA: Bizim kaldığımız kadınlar koğuşunun önünde havalandırma vardı, havalandırmaya getiriyorlardı Erdal Eren’i, Erdal Eren her zaman tek başına getirilirdi çünkü bir askeri öldürülmesinden kaynaklı olduğu için askerlerin de ona karşı hıncı büyüktü. Kişisel hınçları vardı, o çocuk her zaman o havalandırmanın içinde yalnız volta atardı. O havalandırmaya çıktığı zaman da biz kadın koğuşundan marşlar söylerdik, ona moral olmak için… şeyler söylerdik. Onunla konuşmaya çalışırdık, konuşurduk. her defasında bizimle konuşmaya yöneldiğinde tam askerler onu dipçiklemeye başlardı. Biz ona her zaman koğuş penceresinden şiirler okurduk ya marşlar söylerdik o havalandırmadan gidene kadar onunla sürekli diyalog halinde olurduk.
D.G: Ne gibi Marşlar, Şiirler?
30:22
FERİDE AYATA: Yani işte Aldırma gönülü söylerdik, Gün doğdu hep uyandığı söylerdik yani hani o dönemin yüreklendirici hangi marşlar varsa onları söylerdik yani. O da bundan mutlu olurdu çünkü çok şeydi ince yapılı bir çocuktu yaşı çok küçüktü zaten.
Aynı dönemde içerde yatıyordu bu sırrı verip ser vermeyen Doğu Perinçek yatıyordu. Doğu Perinçek havalandırmaya çıktığı zaman da aşağılamak için “sırrı verip ser vermeyen Doğu Perinçek” diye bağırırdık. Adamı havalandırmaya geldiğine geleceğine bin pişman ediyor gönderiyorduk.
Filistinli gerillalar yatıyordu Filistinli gerillalar vardı o dönemde onlar yatıyordu. Onlarla konuşmaya çalışıyorduk. Yani hatırladığım işte faşistlerden İsa Armağanlar şeyler Mustafa Pehlivanoğulları, İbrahim Çiftçiler falan vardı. Bunlar askerlerle falan çok içli dışlıydı, askerler bunlara çok hani baskı uygulamıyorlardı. Onlar bize laf atıyordu şey yapıyordu, onlar yüzünden epey bi eylemliklerimiz oluyordu yani. Çünkü her çıktıklarında biz sataşıyorduk onlara.
Necdet adalı yeşil yemyeşil gözleriyle orta boylu genç bir çocuktu. Onun aynı davadan yargılanan arkadaşları vardı bizim koğuşta. İdamla yargılanıyordu. Biz idamların olmayacağını düşünüyorduk. Birçok arkadaş kendisine “Ya Necdet sen idam sehpasına giderken sana gül atmayı unutmayacağız” esprisini yapıyordu. Şakacı bir çocuktu, esprili bir çocuktu. O marşlarımız, türkülerimiz ve basketbolu falan çok seviyordu. Diğer siyasi gruplar çıktığı zaman havalandırmada basketbol oynardı, voleybol oynarlardı. Yani bizde onu camdan seyrederdik ve diğer arkadaşlarıyla şamatalarını gır gır konuşmalarını dinlerdik.
Ben Martın sonunda Nisanın başlarında çıktım ve bu çocuk yedi, sekiz ay sonra idam edildi. Mecliste hemen onaylandı.
D.G: Evet, Biraz zor oldu ya
34:12
FERİDE AYATA: Çok zor bi süreç evet.
Yaşamımdan bir anektot geçeyim not olarak.
Şimdi benim düğünüm oluyor, bizim ev Nato yolunda. Mamak cezaevinin önünden geçen ana caddeden geçip İncirliğe geçmemiz gerekiyor. Benim gelin olup gittiğim ev de İncirlide Üzerimde gelinlik. Tam cezaevinin oradan geçerken “Denizler falan burada yattılar, burada idama gittiler, Onların hücrelerini çok merak ediyorum” dedim. Teyzemin kızları falan da dedi ki; “Yani üzerinde gelinlikle şunun düşündüğün şeye bak yani. Sen şimdi yeni bir hayata başlıyorsun, Denizlerin, Yusufların, Hüseyinlerin yattığı hücrelerimi merak ediyorsun?” “Evet” dedim, çok merak ediyorum”
Bu konuşmaların üzerinden bi on gün geçti onların bulunduğu hücrelerin yanındaki koğuştaydım.
Yani o kadar içten bir dilek dilemişim ki demek ki diyorlar ya “Dilek kapın açıktı”.
Güzel bir dilekte diledim ama yani onların orda onların yattığı yerleri görmek ayrı bir şeydi yani benim için.
U.D: Evet, ağzınıza sağlık, Şimdi sorularımız normalde bu kadar, Şimdi elimizde bir liste var yani bu hareket içerisinde hayatını kaybedenler, katledilenler üzerinden bu isimlerini sayayım ya da size vereyim siz okuyun buradan tanıdığız var mı? Ya da eksiklik varsa onları ekleyelim. Hareketin ilk oluşumundan itibaren muhalif kimliği nedeni ile hayatını kaybeden yüzlerce insan var.
(Listede hayatını kaybeden, öldürülen isimler okunarak)
36:14
FERİDE AYATA: Efendi Dirinin öldürüldüğünde ben şeydeydim Tunceli’de onun kendi köyündeydim bizzat yani cenazesine katıldım.
D.G: Ondan bahsedelim,
FERİDE AYATA: Evet
D.G: Yani bunları hatırladığınız sizin ilişkiniz olduğu isimler var mıydı? biraz bunlardan bahsedebilirsiniz.
FERİDE AYATA: Evet, Şimdi o Efendi Dirilin kendisini tanımıyorum. Süleyman Cihan’ın annesi benim eşimin ablası dolayısıyla ben tam da tesadüftür ki o günlerde Tunceli ye gitmiştim.
D.G: Efendi Diril’e mi?
FERİDE AYATA: Şey Tunceli’ne gitmiştim, evet. Görümcemlerde Süleyman Cihan’ın annesi beni davet etmişti, babası geldi götürdü. Oraya gittiğim günün ertesinde dediler, “İstanbul’da Efendi Diril öldürüldü, onun cenazesi gelecek hazırlıklar başlasın. Çevredeki ne kadar devrimci ne kadar yurt sever insanlar ne kadar çevresi varsa toplandılar e tabi ateşler yakıldı şeylerde türküler söylendi, ağıtlar yakıldı o gece. Efendi Diril’in cenazesi geldi, geldiğinde Süleyman Cihan’ı ilk defa ben orda gördüm. Zaten ondan sonra bir daha karşılaşmadık. Zaten sonra da katledildi. Süleyman Cihanlar falan Süleyman abi ve kardeşi Ahmet abi, İstanbul’daki devrimci arkadaşlar o çevredeki yüzlerce insanla birlikte cenaze köye geldi ve o zaman ben onun cenazesine katıldım, merasimde bizzat bulundum. Sabahlara kadar işte marşlar söylendi, türküler söylendi köy meydanında …. Cenaze töreninden sonra da ben kısa bir süre sonra köyden ayrıldım. Ben ayrıldığımda Süleyman Cihanlar annesi gilin evindeydi, ilk karşılaşmamız ve son karşılaşmamız oldu Süleyman abiyle.
D.G: Kısada olsa sohbet ettiniz
41:03
FERİDE AYATA: Şey cenaze ortamı olduğu için hani yoğun kalabalık ortamdı. Sürekli yeni gelen insanlar olduğu için hani o hareketliliğin içinde… Cenaze törenini, Oradaki köydeki yapılacak işleri falan filan her şeyden sorumluydu çünkü. Her şeyi denetliyordu, her şeyi soruyordu hani benimle oturup da bire bir sohbet edecek zamanı bulamadık yani. Yani “Nasılsın?” dedi, “Bizim yengemiz oluyorsun” dedi. Bana takıldı falan öptüm. Ama hani kişisel olarak oturup ta geniş geniş konuşma olanağımız olmaz olamaz çünkü binlerce insan gelmişti. Sorumlulukları vardı, İstanbul’dan gelen kişiler vardı. Yani orda yoğun bir hareketlilik olduğu için oturup geniş geniş konuşamadık yani.
D.G: Peki cenazeden biraz bahsedelim. Katılım nasıldı?
FERİDE AYATA: Katılım çok yoğundu. Halkın katılımı çok yoğundu. Özellikle Tunceli’den İstanbul’dan gelen çok sayıda kişi vardı. Büyük bir kalabalık vardı. Sevgi selinin aktığı bir kalabalıktı yani. Onu hatırlıyorum.
D.G: İsterseniz ben size listeyi bir verim sizde bir göz atın.
FERİDE AYATA: Zaten Meral Yakar’ı tarihimizden biliyorum. Ali Haydar Yıldız’ın yaralı olarak yakalandığını, sonra katledildiğini biliyorum.
…..
D.G: Peki, Teşekkürler. Evet şimdi bizim görüşmemiz buraya kadar. Bizim sormayı unuttuğumuz sizin kayda geçmesini istediğiniz bir şey varsa son söz sizdedir.
FERİDE AYATA: Yok ya, Zaten her şeyi üç buçuk günde uzun uzun konuştuk. Teşekkür ediyorum duyarlılığınızdan dolayı. Çünkü uzun zamandır geçmişe yönelik böyle irdeleyici, böyle uzun konuşmalarımız olmadı.
Genellikle babamın şeyleri var hani basın önünde açıklamaları var. Kardeşimin abimin siyasi süreci ile ilgili açıklamaları var. Bunlar biliniyor.
Ben daha çok abimin, ailemin yaşamından kesitleri anlatmaya çalıştım. (abimin hani siyasi yönünü herkes bildiği için) Bunu dinlediğiniz için, bu yönde araştırmalarınız olduğu için teşekkür ediyorum sizlere,Vakfa teşekkür ediyorum. Geldiniz, Sağ olun, varolun. Monoton hayatımıza bi güzellikler kattınız. Çok sağ olun. Teşekkür ediyorum.
D.G: Biz çok teşekkür ediyoruz, İbrahim’in bilinmeyen yönlerini anlattığınız için.