Kasım Ayata (K.A:) (1953) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Devim GECE (D.G:)
K.A: Biz mahkemeye o zaman daha sonra Deniz’lerin yargılandığı bir yer var yani Mamak Cezaevi’nden gidip bizi oraya götürüyorlardı, Dışkapı’da bir yer var, o yerde yargılanıyoruz, yani duruşma yeri oradaydı. Daha sonraki dönemde şeye getirdiler, cezaevine getirdiler yani Mamak Cezaevi’ndeki yerine getirdiler. Gidip gelirken ellerimiz kelepçeli gidiyorduk, yani koğuştan çıkar çıkmaz görevliler hemen bizi kelepçeler, arabaya bindirirlerdi, cemseye bindirirlerdi. Yani tabi ki şey kadar, 12 Eylül kadar şey yoktu o zaman yani hani… hani ona kıyaslanırsa ehveni şer deniyor ya, çünkü sonuçta inzibatlar, askerler görevlerini yapıyorlardı yani. Bizi karakola götürüp getirirken öyle şeylerini falan görmedik yani, hani bize dayak atacak veya şunu yapacak, onur kırıcı şeylerde bulunmadılar, zaten biz de ona müsaade etmiyoruz, yani çünkü sonuçta biz mahkemeye gidip geleceğiz yani, öyle bir şeyimiz olm… Avukatlarımız da bizi işte savunurken zaten iddianamede bizim zaten söylediklerimiz belliydi ama onların, sadece söylememiz değil onların işkence sonucu bu ifadelerini aldıklarını da onları mahkeme heyetine falan belirttik, onlar hakkında suç duyurusunda bulunduk, bize işkence yapanlar hakkında. Tabi ki sıkıyönetim olmasına rağmen yani 12 Eylül gibi olmamasına rağmen yine de bazı avukatlara bile söz hakkı verilmiyordu yani. Yani şu, şu şöyle şöyledir dediği zaman eğer mahkeme heyetinin hoşuna gitmiyorsa kabul etmiyorlardı.
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
Tunceliliyim dediğimde lisede, herkes bakardı ya Tuncelili!
K.A: Ben 29.10.1953 tarihinde, bir dönem adı Dersim, sonra Kalan, sonra Tunceli olan ilin Ovacık ilçesinde doğdum. Annem daha doğrusu annemin büyükannesi Dersim’in eski mebusu Diyap Ağa ile Dersim isyanı lideri olarak tanımlanan Seyit Rıza’nın torunu…. Çocukluğum evde anlatılan Dersim anılarıyla geçti.
Babam Ovacık’ta dava vekilliği yaptığı için Ovacık’ta okudum. 6 kardeşiz. Büyük ablam Süleyman Cihan’ın annesi…
Ben 68’de Ankara’ya gelip liseye kaydımı yaptım. Sonra masraflarımız yüksek olunca Ankara’da 1 yıl çalışmak zorunda kaldım.
Ağabeyim üniversitede okuduğu için, Yükseliş Mühendislik Mimarlık okulunda çalıştım. Ondan sonra Türk Tarihi Kurumu’nun matbaasında çalıştım, sinemalarda mesela müdürlük yaptım.
D.G: Yıl kaçtı?
K.A: 68’de ben geldim, 69’da öğrenci hareketleri başlamıştı, 70’e doğru iyice hızlandı tabi. Bizimkiler bahsediyor, ya işte Frukolar şöyle yaptı, Frukolar böyle yaptı! Diye…Ağabeyime diyorum bu Frukolar kim? Meğerse polislermiş, o zaman toplum polislerine Fruko diyorlarmış, işte onlar okula gelip baskı yapıyorlar, kafasındaki o kask dolayısıyla onlara fruko adını takmışlar.
D.G: Evet. Peki, yani sizde coşku yaratan bir an, olay ve tanıklık oldu mu lisede, lise dönemlerinde, okulda ya da okulun dışında çok mutlu olduğunuz anlar, zamanlar? Ya da yaşadığınız ilk bir şey, daha önce hiç Tunceli’de yaşamadığınız, hayatınızda yaşadığınız ve sizi çok etkileyen bir şeyler?
K.A: Bizim okul, Yıldırım Beyazıt Lisesi futbolda hemen hemen çok yetenekli sporcuların olduğu bir okuldu… Yıldırım Beyazıt Lisesi 10 bin kişi üzerinde bir öğrenci grubu vardı. Yani sabahçı, öğlenci, akşam üç bölüm eğitim vardı. Birçok tanınmış politikacı ve bürokrat yetiştiren bir lise…
D.G: Yıldırım Beyazıt.
K.A: Yani şey bir okuldu yani, hani tanınan bir okuldu. Ankara’da üç tane lise vardı, üçün içinde bir tanesi Yıldırım Beyazıt Lisesi, birisi Atatürk Lisesi, birisi de şey, Gazi Lisesi.
D.G: Peki, lisede böyle edindiğiniz yeni hobiler oldu mu, neydi?
K.A: Spor….çocukluğumdan itibaren…
Genellikle Cumhuriyet okunurdu. Ben Yeni Ortam okurdum. Amcamın oğlu Hıdır Aydın İşçi İşçi Partisi için çalışıyordu, Kemal Burkay zamanında…
Ankara’dayken de Ulus’ta heykelin önünde Aydınlık, İşçi Köylü Gazetesi satıyorlardı. Birçok öğrenci ellerinde gazete satıyorlardı. Kitle dergisi vardı o zaman, okurdum.
D.G: Peki. Artık yani 68-69-70, 70 Darbesine doğru ilerliyorsunuz, gidiyorsunuz. Bu okul boykotlarından bahsettiniz üniversitelerde, yani bu Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde hiç boykot oldu mu?
K.A: Olmadı. o dönemde Ankara liselerinde olmadı ama üniversitelerinde, mesela Dil Tarih’te, Siyasal’da, Hukuk’ta işte fen fakültelerinde falan çeşitli okullarda, Gazi’de olduğunu biliyorum. Çünkü size söyledim, mesela amcamın çocuğu vardı İ.A. Gazi’de okuyordu, faşistler mesela bunlara baskı yapıyordu, saldırıyorlardı. Onlar bir de yatılı okul, yatılı okuyordu yurtta kalıyorlardı. Bunlar tabi kendilerini savunmak için onlara karşı mücadele ediyorlardı, hani onları işte okuldan atmak, biliyorsun yani yatılı olduğu için onları buradan atalım da, gibi şeylerde bulunuyorlardı.
D.G: Evet. Peki, siz Ankara’da lise döneminde doğrudan haksızlığa uğradığınız zamanlar oldu mu, yani bireysel olarak? Ya da haksızlığa uğradığınızda bunun Dersimli olmanızdan kaynaklı ya da Alevi kimliğinizden ötürü olabileceği ihtimali üzerinde hiç durmuş muydunuz lisede, böyle şeyler hiç hissetmiş miydiniz?
K.A: Yani Lisede…. Biz Aleviyiz falan diyemiyorduk yani. Mesela ben fen bölümü öğrencisi olduğum için de zaten derslerim falan iyiydi yani ders çalışan bir öğrenciydim, öğretmenler tarafından da sevilen sayılan, benim de onlarla hani bir problemim olmayan bir öğrenciydim. Zaten öğretmenler de okulda böyle bir öğrenci ister zaten hani suya sabuna dokunmayan, dersini çalışan bir öğrenci ister, ben de zaten o tiplerden biriydim.
D.G: Peki siz Tunceli’den Ankara’ya giderken babanız ve anneniz tarafından bu gibi konularda hiç uyarıldınız mı? Yani oğlum bak, sana birileri böyle şeyler sorduğunda şöyle şöyle cevaplar ver, kendinden bahsetme, kendini gizle gibi böyle telkinler hiç aldınız mı?
K.A: Yani kendini gizle anlamında değil de yani bizim orada işte çevremiz var, onlarla tanışın, onlarla gezin tamam mı, gibi şeyler yapıyorlardı, hani illa da gidin de işte biz Aleviyiz, Dersimliyiz falan demenin de bir şeyi de yok dediler. Ama ben mesela yani nerelisin, Tunceliliyim derdim yani, o zaman zaten Dersim yoktu da nerelisin? Tunceliliyim! Yani çoğu insan Tuncelili demekten çekiniyordu o dönem, benim geldiğim dönemde Tuncelili diyemiyorlardı çoğu insan. Ben Tunceliliyim diyordum, okulda da diyordum. Mesela ben Tunceliliyim dediğimde lisede, herkes bakardı ya Tuncelili! Ben o zaman bilmiyordum, meğerse o zaman Tunceli işte Aleviymiş şuymuş diye şey yapardı. Mesela bizim lisede bir kız vardı, şeyli bir… hâkimin kızıydı, daha sonra arkadaş olduk yani benim şeyimdi, arkadaş, sevdiğim bir kızdı. Mesela ben fen bölümü öğrencisiydim ona hatta bazen yardımcı oluyordum, çünkü ben üçüncü sınıftaydı o birinci sınıftaydı. Mesela evlerine gittim işte şey falan, ben Cumhuriyet falan okuyorum, adam sordu ne okuyorsun falan, Cumhuriyet okuyorum dedim, hâkim, aferin dedi bak, şeye dedi ki, kızına, bak sen dedi gidip de şu bu magazini okuyacağına Cumhuriyet okusana dedi, bak çocuk Cumhuriyet okuyor. Yani o zaman onun demokrat olduğunu anladım, çünkü hâkim öyle şey yapmaz, düzeni savunan biri olur. Ama Annesi, Alevi misin? Deyince, ben de Aleviyim, Tunceliliyim dedim. Birden renklerinin kaçtığını gördüm mesela, öyle şey yaşıyorsun, yani kendini o anda ezik hissediyorsun sanki ayrı bir dünyadan gelmişin gibi yani.
D.G: Evet. Peki, artık siz bu politik birtakım gelişmelerle karşı karşıya kalıyorsunuz, onları idrak ediyorsunuz, farkına varıyorsunuz ve o farkındalık bir şekilde gelişiyor. Hani artık yani liseyle beraber o politik hatta nasıl girdiğinizi, nasıl yakınlaştığınızı konuşabiliriz, eğer lise dönemine dair başka söylemek istediğiniz bir şey yoksa.
K.A: Yani liseyi bitirdikten sonra tabi herkesin amacı üniversite sınavına girmek, işte hazırlanmak şunu yapmak bunu… biz de üniversite sınavına girdim 72’nin sonu, şey, 73’tü zannediyorum. Bizim girdiğimiz sene üniversite sınavları iptal edildi her ne olduysa bilmiyorum. İptal olduğu için ben şeye gittim, Tunceli’ye gittim tekrar sınavlar oluncaya kadar.
Tunceli’ye gittiğimde, 73 döneminde Ecevit iktidara gelmişti, Refah Partisi’yle hükümet kurmuşlardı, Mili Selamet Partisi pardon. Bir Ecevit rüzgârı vardı işte Karaoğlan, işte toprak işleyenin su kullananın bilmiyorum ne, herkeste bir şey var, çünkü devrimcilerin çoğu içeride zaten, herkes biraz hani bastırılmış, e ne olacak? İşte CHP’ye sarılıyor insanlar bir şey umuyor hani yeni bir şey arıyor, işte Adalet Partisi gitsin, yeni bir şey gelsin!
Ağabeyim Tunceli’de meteoroloji müdürü olduğu için ve ben daha önce Tunceli’de çalıştığım için Tunceli’ye gittim. O zaman Tunceli’de İşçi Kitabevi vardı, B.İ.’nin babası çalıştırıyordu orayı. Kitabevin de birçok öğrenci, ellerinde dergiler, konuşuyor, tartışıyorlar vs… İlgimi çektiği için, sürekli oraya gitmeye başladım.
Tunceli Lisesi’nde Fehmi Altınbilek diye bir teğmen var, teğmen mi üsteğmen mi bilmiyorum. O zaman biliyorsun liselerde milli güvenlik derslerine subay gelirdi. Milli Güvenlik derslerine Fehmi Altınbilek geliyormuş. İşkence ve Fehmi Altınbilek adı sık sık geçiyordu. Ayrıca, İbrahim Kaypakkaya yakalanmış, Diyarbakır’a götürülmüş… vs. vs… Bunlar konuşuluyordu.
O zaman tabi bizim M.A. da İbrahim Kaypakkaya’yla aynı okulda aynı düşünce de olduğu için işte o da aranıyormuş. M.A. nereli? Pardi köyünden…O zaman bizim köyden, lisede okuyan, öğretmen okulunda okuyanların çoğunu gözaltına almışlar, Diyarbakır’a götürmüşler, işte işkenceler falan yapmışlar. Konuşulanlar bunlar.
Sonra ben tabi tekrar köye gittim, köyde birkaç ay kaldım.
Ankara’ya geri döndüm. O zaman hani politik bir çalışma yok. Ortaokulda beraber olduğum M.A.K. , İstanbul Üniversitesi’ni kazandı, A.C. işte hukuk fakültesini kazandı, Hüseyin Şakül diye bir arkadaş vardı hukuk fakültesini kazanmıştı, aynı sınıfta okuduğum H.Ş. Cerrahpaşa Tıbbı kazanmıştı.
Ben de 74’te Gazi’ye kaydımı yaptım. Ayrıca bir de onların mülakat sınavları vardı, onu da kazandım kaydımı yaptım. 74’te bir yandan şeyde çalıştım Türk Tarih Kurumu’nda hani kendi harçlığımı çıkarmak için, bir yandan da işte okula gittim.
Sonra 74 yazında tekrar Ovacık’a gittim, köye gittim. Orada amcaoğlu M.A.’da İbrahim Kaypakkaya’ya ait yazılar ve bir kısım sorgu ifadeleri içeren yazılar vardı, verdi, okudum. Daha önce Ovacık’a geldiğimde de Z.U. ile sohbetim olmuştu.
Yazıları okudum, bayağı etkilendim.
Köyden Ankara’ya geldim ben tekrar. Mehmet Çetin onlar Elâzığ Ticaret’te okuyorlarmış, orada da işte olaylar falan olmuş, faşistler bunlara saldırıyormuş, tasdiknamelerini vermişler bunları göndermişler.
Ya dedi, bizi buraya sürdüler, Ulus’ta, Meslek lisesi var. Oraya kaydını yapmış… Bir gün o da bize geldi oturduk konuştuk, sohbet ettik, başka bir gün yine geldiğin de bazı yazılar falan getirdi. Baktım, ben bunları okudum, dedim. Sonra başka bir gün bir yazı, Milli Mesele konusu işleyen yazısını getirdi. Birlikte okuduk, konuştuk. Çok etkilendim, mesela. Okullarda Kürtçe konuşmanın neden yasaklandığını, yapılan zulmü anlamamızı sağladı.
Sonra Kemalizm’i okumaya başladık. Biz Kemalizm’e karşı büyük bir şey duyuyorduk, biliyorsun yani Mustafa Kemal işte ilkeleri falan şunlar bunlar! E burada okuyorsun tam tersi, Mustafa Kemal işte faşisttir şudur budur. Sonra… patron ağa devletini yıkacağız diye küçük bir kitap vardı, yani bir sürü şey okuduk onunla. Sonra çalışmaya falan başladık yani bunları okuyalım, yayalım falan dedi, tamam dedim. Biz hem onları okuyorduk hem de yavaş yavaş Halkevi’nde tartışmalar oluyordu, bu tartışmalara katılıyorduk. Halkevi’n de Deniz’lerin, Mahir’lerin düşünceleri ve mücadelesi anlatıldığı ve konuşulduğu için bir fikrimiz oluşmuştu. Okuduğumuz yazılar ile İbrahim’in düşüncesini, mücadelesini öğrendik. Hayranlık duymaya başladık. Malatya Kürecikte çalışmış, Dersim’de çalışmış, Çorum’da…
İbrahim’in düşüncelerini kitlelerle paylaşmaya yani onu diğer yerlerde anlatmaya başladık, çünkü yavaş yavaş devrimci mücadele şekillenmişti Ankara’da yani. Biz mesela şimdi Gazi’de okurken zaten AYÖD kurulmuştu Ankara Yüksek Öğrenim Gençlik Derneği diye, biz de zaten dernek üyesiydik. Aynı zamanda ben Gazi’de öğrenci temsilcisiydim, Gazi Beden Eğitimi bölümünde. Yani hem Gazi’de de hem de diğer şeyler mesela Siyasal, şu bu diğer merkezi bir şeye bağlıydık, AYÖD’e bağlaydık. Onda sonra, tabi AYÖD de o zaman Dev Genç kontrolündeydi ama içinde her kesimden insanlar vardı. Ama şey olarak hani ideolojik olarak tam anlamıyla ben şuyum demiyor, çünkü merkezi bir örgüt olduğu için. Halkın Kurtuluşu kesimi Yurtsever Devrimci Gençlik diye bir isim kullanıyordu. Sonra işte dernekte, Halkevleri’nde kendi siyasi görüşümüzü ifade etmeye çalıştık. Yani Mehmet konuşuyor, Mehmet’in arkasından ben konuşuyorum, benim arkamdan başka bir arkadaş varsa o da söz alarak konuşuyor. Yavaş yavaş derneklerde, sendikalarda görüşümüzü işte İbrahim’in siyasi çizgisini anlatmaya başladık.
D.G: Evet bir aradan sonra devam ediyoruz görüşmemize. Kasım ağabey yani tercihinizi neye göre belirlediniz, aktif siyasete başladınız yıl nedir? Aktif siyasete başladığınız yılda iktidarda hangi parti vardı ve ülkenin içinde bulunduğu bu ekonomik, sosyal, siyasal tablo nasıldı? Ve siz bu siyasal tablonun değiştirilmesi için mücadele eden hangi kesimler içerisinde yer aldınız, mesela gençlik ki, işçi-sendika mı, işsiz ya da meslek sahibi gibi yerler mi, dernekler mi? Ya da işte TÖS, TÖBDER, TMMOB gibi yerler mi? Bunlarla başlayabiliriz.
K.A: Şimdi İbrahim’in düşüncesini öğrendikten sonra onun siyasi çizgisini, derneklerde sendikalarda, ondan sonra çeşitli platformlarda dile getirmek için yani mücadele içine girdim. Yani onun düşüncelerini fiili olarak benimsedim artık, kendime bir yön verdim artık. İşçi sınıfının kurtuluşunu, emekçilerin kurtuluşunu, yoksulluğun bitmesinin, Kürt sorununun çözümünün İbrahim’in siyasi düşünceleriyle olabileceğini düşündüm, bu yönde mücadeleyi yürütmek için de karar aldım kendim yani kimsenin baskısıyla, kimsenin şeyiyle yapmadım bunu. Bunu da çeşitli yerlerde, işte demin söylediğim gibi derneklerde, işte TÖB-DER’de hani bizim kendi şeyimiz olduğu için mesela eğitim kurumu olduğu için, TÖB-DER ’de, sendikalarda, mesela çalıştığım kurum, şey vardı daha önce işte Türk Tarih Kurumu’nda, işçi sınıfı içinde. Onları mesela seminerler olurdu, Basın İş Sendikası’nda, biliyorsun bizim o zamanki şeyin, Türk Tarih Kurumu basın şeyine bağlıydı, oradaki sendikada mesela işçi sınıfının düşüncelerini gündeme getirirken, kendi sorunlarımızı, fabrikada yaşadığımız sorunları, işsizlikle ilgili sorunları gündeme getirirken İbrahim’in düşüncelerini, perspektifini de değerlendirerek bunu yapıyordum. Mesela öğrenciyken öğrenci derneklerinde gündeme getiriyordum, Halkevlerinde işte şeyde kurulan, hani mahallelerde kurulan Halkevleri’nde orada düşüncemi gündeme getiriyordum. O dönemde iktidarda CHP vardı yani Milli Selamet Partisi’yle Cumhuriyet Halk Partisi’nin ortak bir hükümeti vardı 73-74 döneminde zaten. Öğrenci gençlikte de demin dediğim gibi, yeni yeni kımıldamalar başlıyordu, yavaş yavaş siyasetler ortaya çıkıyordu.
D.G: Peki, hareketteki pozisyonları, üyelikleri ve konumları biraz konuşalım. Harekete nasıl üye olunurdu, üyelik statüsü nasıl gelişirdi? Üyelik öncesi bir süreç var mıydı?
K.A: Yani üyelik süreci şudur, İbrahim Kaypakkaya’nın siyasi çizgisini benimseyen, onun ilkelerini kavrayan, program ve tüzüğünü yani TKPML’nin program ve tüzüğünü bilen, onun propaganda ve ajitasyonunu yapan, ona uygun davranışlarını yani hani gerek bireysel davranışlarını gerekse toplum içindeki davranışlarını ona göre şekillendiren, hareketin ne bileyim yani… politik çizgisine uygun davranan, kitle ilişkisini geliştiren kişi yani parti üyesi olabilir, öyle bir şeyimiz var zaten. Biz de zaten parti üyesi olunca, zaten sempatizanlıkla başladık, önce sempatizanlıkla başladık zaten parti, yani ben parti üyesiyim, parti üyesi olacağım, yönetici olacağım diye şeyimiz zaten içimizde yoktu, böyle bir şey de düşünmüyorduk zaten. Tek hedefimiz şeydi, o siyasi çizginin kitleler tarafından kavranılması, benimsenmesi, düşüncesiydi. Zaten İbrahim Kaypakkaya’nın siyasi çizgisini yani öğrendikten sonra onun zaten kendisi daha sonra da anlatacağım gibi, mesela belgelerinde, yazılarında, yani bizim hareketin, hareketimizin yani partimizin propagandasını yapabilecek, ajitasyonunu yapabilecek bir, bir politik dergiye, gazeteye ihtiyacımız vardır, anlayışı var.
Şimdi onun için de birinci elde biz de mesela bir yayın çıkarma çalışmak, kitlelere ulaşabilecek başka araçlar, olanaklar arayışına girdik.
D.G: Evet. Peki, ben diğer soruma geçebilirim. Hareket içinde konumlar arasında hiyerarşik bir durum var mıydı, yani ast-üst ilişkisi var mıydı? Varsa eğer bunu belirleyen ölçütler yani kriterler neydi? Örneğin hareket içinde bulunma süresi, alınan sorumluluk ve benzeri ölçütler miydi?
K.A: Ast-üst ilişkisi tabi ki vardı ama şey vardı, demokratik bir şey vardı, yani benim çalıştığım arkadaşlarla, beraber mücadele ettiğim arkadaşlarla hotzotçu bir şey yoktu, Önceleri Mehmet Çetin ile çalışma yürütüyorduk, sonra M.A.K. geldi, üç kişiydik Ankara’da zaten. Partimizin politik çizgisini kitlelere ulaştırmak için, ondan sonra gerek ne bileyim yani toplum nezdinde, gerekse bireysel bazda onun kitlelere ulaşması için elimizden gelen çabayı sarf ediyorduk. İlişkilerimiz geliştikçe iş bölümünü yapmaya başladık.
D.G: Yani hiyerarşik ilişki?
K.A: Hiyerarşik ilişki… yani birbirimizle bağlantılı olarak vardı tabi.
D.G: Anladım, sizin üstünüz Mehmet Çetin.
K.A: Evet, mesela Mehmet politik olarak daha ileriydi yani
D.G: Yani hareket üyelerinin profili nasıldı, etnik kökeni olsun, toplumsal sınıfı olsun, yöresi olsun ve benzeri gibi, inanç olsun ve benzeri neydi yani bu gibi özellikleri sizce neydi?
K.A: Ben ilk başta, ilk başta gördüğüm kadarıyla etnik kökenleri yani çoğu mesela Dersim bölgesinden olan arkadaşlardı benim tanıdığım arkadaşlar. Değişik milliyetlerden insanlar vardı, Karadeniz bölgesinden olan insanlar vardı, ondan sonra yani hemen hemen… her milliyetten şey vardı diyebilirim yani. Hani illaki şu, bundan olsun… Biz çalışmaya zaten başlarken sen şundansın, bundansın diye bir şeyimiz olmadı yani, hiçbir arkadaşımız arasında da olmadı, bizim için de olmadı. Sadece onun İbrahim’in siyasi çizgisini kitlelere taşıma şeyimiz vardı, görevimiz vardı. Yani bu insanlar nasıl örgütlenebilir, bu insanları nasıl partiye kazandırabiliriz yani harekete kazandırabiliriz? Kazandığımız insanların da kitleler içinde çalışma yapması çabası içindeydik.
D.G: Evet. Peki, yani hareket içerisinde işte bu etnik olsun, dini aidiyetler olsun ve benzeri kimlikler açıkça belirtilebiliniyor muydu? Bu konuda hiç sorunlar yaşandı mı?
K.A: Yani biz İbrahim’in siyasi düşüncelerini kitlelere anlatırken hiçbir zaman hani politik düşüncelerini onların dini inançlarını, şunu bunu şey yapmadık yani ateist midir, dindar mıdır, şu mudur onun kimliğini bakmadan onun gerçekten ezilen, sömürülen, horlanan insanların kurtuluşu için mücadele etmesi gerektiğini anladık. Yani Kürt meselesinin çözümünün nasıl olması gerektiğini, ondan sonra işte ne bileyim bir insanın yoksulluktan nasıl kurtulması gerektiğini, bir öğrencinin daha iyi okulda nasıl okuması gerektiğini yani bu sistemin, bu gerici sistemin nasıl düzeltilebileceği konusunda görüşlerimizi ifade ediyorduk. Yani onun aidiyeti veyahut da ait olduğu kimlik üzerinden değil. Mesele şimdi biz hiçbir zaman işte biz Aleviyiz, biz işte bilmiyorum Sünni’yiz, biz Ermeni’yiz, biz Kürt’üz, şuyuz buyuz kimliği üzerinden hiçbir zaman yani propaganda ve ajitasyon yapmadık ve öyle bir kimlik üzerinden de örgütleme yapmadık yani. Tek amaç, çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının işçi sınıfının kurtuluşu için bir çalıştık, bu yapının kurtuluş için tek doğru yapı olduğunun anlatmaya çalıştık.
D.G: Evet. Peki, hareket ya da parti içerisinde diyelim, kadınların konumu nasıldı, kadınlar hiyerarşik basamaklarda hangi konuma kadar gelebiliyordu?
K.A: Yani örgütlenme içinde kadın ve erkek arasında herhangi bir ayrım yoktu, belki de hatta kadınlara biraz daha yani öncelik tanınıyordu.
D.G: Peki önemli pozisyona gelmiş kadın ya da kadınlar var mıydı hareket içerisinde, varsa kimlerdi?
K.A: Yani hareket içinde ön planda olan tabi o zamanki örgütsel yapı gereğiyle şeyler vardı tabi ama o zaman partimizin yani çalışma sistemi içinde illegalite olduğu için onları o anda hani şey yapmamız mümkün değildi. Ama sonuçta… yani beş altı kişi vardı bu… yani mesela hem semt komiteleri şeyinde görev yapan hem il komitesi bazında veyahut da kadın çalışmaların da görev yapan arkadaşlarımız falan oldu. Mesela eylemlilikler de beraberdi, her türlü şeyde onlar da vardı tabi.
D.G: Kimlerdi o kadınlar?
K.A: Yani… şu anda isim olarak hatırlamıyorum ama mesela H.U. vardı mesela bizde, daha sonra Mamak Cezaevi’ne yattı. F.A.B. vardı benim bildiğim yani böyle hem örgütleme faaliyeti içinde bulunan hem çeşitli eylemliliklerde olan.
D.G: Peki, parti içi demokrasi nasıldı, yani antidemokratik uygulamalarla hiç karşılaştınız mı ya da tanık olduğunuz şeyler oldu mu?
K.A: Yani antidemokratik şeyler… pek şey görmedim. Yani demokratik merkeziyetçilik vardı bizde zaten yukarıdan aşağıya doğru bir merkeziyetçilik vardı, aşağıdan yukarıya doğru da demokrasi şeyi var. Yani benim çalıştığım süre içerisinde ne ben ne de yönetici kademede olan arkadaşların antidemokratik davranarak sen şunu yapamazsın, sen bunu yapamazsın anlayışıyla hareket etmedi, yani eğer bir sorun varsa tartışarak o sorunu çözerdik.
D.G: Yani hiç olmadı mı antidemokratik bir uygulama sizin döneminizde?
K.A: Benim dönemimde görmedim yani arkadaşlar arasında, antidemokratik… çünkü bir… Yani bizde şey olayı yoktu, mevki, hırs olayı olmadığı için biz sadece biri, kendimizi sempatizan düzeyinde görüyorduk, yani biz işte parti üyesiyiz, biz şöyle il sorumlusuyuz, biz şu bölge sorumlusuyuz, biz şu sekreteriz diye şeyimiz yoktu. Biz çalışan yani İbrahim Kaypakkaya’nın belirttiği ilkeler doğrultusunda çalışan, her parti üyesi her parti adayı, her parti şempatizanı kendi başına bir yöneticidir anlayışıyla hareket ettik.
D.G: Peki, şimdi ben biraz da böyle bir 1976 öncesini sormak isterim, siz 74’de hareketin içerisine girdiğiniz için. Dev Genç, yani tabi 12 Mart öncesinde TÖS-DER var, Türkiye Öğretmenler Sendikası da var da Dev Genç, Aydınlık Sosyalist dergi ki bu dergi 14.sayısından itibaren ikiye bölünüyor PDA ve ASD olarak devam ediyor. Proleter Devrimci Aydınlık, İşçi Köylü gazetesi, Devrim dergisi ve benzeri gibi, hangi gazete ve dergileri okudunuz ya da hangilerinden etkilendiniz?
Bulunduğunuz o siyasal dönemde yani okullarda, faaliyet alanlarınızda o dönemdeki o iktidarın uygulamaları nelerdi? Bu gibi dergilerden hangileri elinize geçiyordu, bu hareketlerin yaklaşımlarını biliyor muydunuz?
K.A: Proleter Devrimci Aydınlık vardı, o da böyle işte halk savaşı bilmiyorum işçi sınıfının mücadelesini ön planda tutan yazıları olduğu için onu alıyordum. Onun dışında zaten devrimci dergiler de okunuyordu… Ama İbrahim Kaypakkaya’nın siyasi yazılarını okumaya başladıktan sonra Aydınlık dergisinin hiçbir değerinin olmadığını gördüm ve ondan sonra hiçbir zaman da okumadım onu, sadece tartışmalarımız olurdu onlarla.
D.G: Ne gibi tartışmalar olurdu?
K.A: Yani işte İbrahim Kaypakkaya’nın siyasi çizgisinin onlardan hani ayrışma döneminde yaptığı şeyler, örneğin mesela görünüşte işte halk savaşını savunduklarını ama pratikte savunmadıklarını gördük yani eylemlerinde de görüyorduk onu. Şimdi mesela biz işte üniversite gençliği döneminde de onlar, mesela okullardaki faşist saldırılarda hiçbir zaman bizim yanımızda yer almıyorlardı. Yani ya gelmiyorlardı ya da tarafsız kalıyorlardı, e bu anlamda onların hiçbir devrimciliğinin olmadığını gördük.
D.G: Peki, bu 12 Mart Muhtırası olarak bilinen bu 12 Mart Darbesini nasıl yaşadınız? Yani sizdeki etkisi neydi, çevreniz nasıl karşıladı? Örneğin 12 Mart döneminde yani bu Erim hükümetleri, sıkıyönetimin kaldırılması, bu DGM’ler, kurulan DGM’ler var 1973’de. İşte Ecevit-Erbakan hükümeti var, 1974 Kıbrıs Harekâtı var, bunlara dair ne söylemek istersiniz, DGM ve bu Kıbrıs Harekâtına yönelik?
K.A: Anladım. 12 Mart Darbesi tabi ki devrimcilere yapılan yoğun baskılar, ondan sonra işte egemen sınıfların iktidarını sürdürmesi için yapılan bir darbedir, bu tamamen demokratik güçlere karşı yapılan bir darbedir. Yani, üniversite gençliğine, ondan sonra işçi sınıfına, emekçilere, yoksullara karşı yapılan bir darbedir. Tabii ki, olumsuz etkileri büyük oldu.
DGM’lerin kurulması da zaten yine devrimci demokrat insanların yargılanmasından başka bir anlama gelmiyor, biz zaten 74 ve sonrasındaki eylemlerde, mitinglerde devamlı DGM’lerin kaldırılması için mücadele ettik, DGM’ler kapansın gibi sloganlarla şey yaptık, mitinglerde devamlı bunu haykırıyorduk yani, çünkü o zaman DGM’ler gerçekten çok büyük bir zulüm mekanizmasıydı.
D.G: Peki Kıbrıs Harekâtına dönük?
K.A: Kıbrıs harekâtı da dediğim gibi, 73-74’te zaten Milli Selamet Partisi’yle Ecevit bir hükümet kurdu. Kıbrıs savaşı başladığında da kitlelerde biraz milliyetçi duygular tabi kabarmaya başladı, 74 şeydi zaten Ecevit rüzgârı vardı yani. Ama bu rüzgara ve milliyetçi kabarmaya rağmen, Ecevit Tunceli’ye gittiğinde yoldaşlarımız onu protesto etti.
D.G: Açalım, açalım.
Ö.İ: Sizden ziyade hani hareket nasıl bakıyordu?
K.A: Hareket zaten faşist bir hareket ve işgal olarak değerlendiriyordu.
D.G: Evet. Şey, işçi direnişleri var yani o dönemde Aliağa, İpraş Rafinerileri, Ereğli Demir Çelik, Türk Demirdöküm, Sungurlar, Pirelli, Goodyear, Tofaş, Renault, Profilo grevi ve benzeri gibi. Yani bu, bu dönemde işte seçimler var, seçimler döneminde yükselen bir sol siyaset sempatisi de var. İşte af var, bu af sonucu, tutuklanan devrimcilerin içeriden çıkmaları var. İçeriden çıkanların dışarıya politikası ve etkisi nedir, bunları konuşabiliriz, yani bu işçi grevleri ve dışarıya çıkan devrimcilerin politikaya olan etkisi?
K.A: Ecevit rüzgârı esiyordu. Bu rüzgar 74 affına dönüştü! Yani bu bile aslında devrimcileri hani kitlelerden koparmak için yapılan bir şeydi. Baksana işte, işte Ecevit olmasaydı siz içeride kalırdınız anlayışını gündeme getirdi. Ha oysa onun öyle olmadığı belliydi, devrimci hareketleri sindirmek yani gelişecek, ondan sonra filizlenmiş tekrar yeniden boy gösterecek olan devrimci hareketi, devrimci mücadeleyi susturmak için yapılan paravan bir olaydı yani. Bu anlamda işçi hareketleri yapılıyordu, grevler, ondan sonra sendikalar grevlerde ondan sonra çeşitli kurumlar mücadele başlamıştı tekrar yani gene öğrenci olayları başlamıştı. Bu anlamda kitleler artık yavaş yavaş safını belirlemeye başlıyordu yani.
D.G: Evet. Peki, öğrenci gençlik dernekleri var zaten az önce de bahsettiniz Ankara’da öğrenci dernekleri, ben buna dair sorumu sormak isterim yine de. İşte ADYÖD Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Öğrenci Derneği 1974…
K.A: He, he, Yurtsever Devrimci Derneği.
D.G: Evet. İYÖKD var İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği yine 1974’te kuruldu. İşte 1975 yılında sıkıyönetim tarafından kapatılmış. İYÖD var İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği 1975, İYÖKD kapatılınca yerine kurulmuş bu. DGD var Devrimci Gençlik Derneği. Genç Hukukçular Derneği. İşte il, yöre, başkaca birçok dernekler var. Bu derneklerle ilişkileriniz oldu mu? Örneğin Tunceli Yurt Yaptırma ve Yaşatma Derneği, Bingöllüler Derneği, Adıyamanlılar Derneği, Vartolular Derneği ve benzeri gibi, bu derneklerin faaliyetlerinden sizi etkileyen bir çalışma oldu mu hiç? Olduysa nasıl oldu? Sizin için önemli miydi? Bunlardan bahsedebilirsiniz.
K.A: Yani zaten öğrenci gençliğinin hani en çok değer verdiği şeyler öğrenci dernekleridir. Daha önce de zaten belirttim yani en büyükleri yani her, her ilin kendine göre bir yüksek öğrenim derneği vardı. Mesela işte demin söylediğiniz gibi İYÖD, İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği. Ankara’daki AYÖD’dü Ankara Yüksek Öğrenim Derneği. Ankara’daki AYÖD merkezi bir dernekti.
Yani Ankara’daki bütün yüksek öğrenim kurumlarını kaplayan mesela işte Gazi’yi kaplayan, ODTÜ’yü kapsayan, Siyasal’ı kapsayan bir dernekti ama ayrıca Siyasal Bilgiler derneği de vardı, işte Gazi Der ’de vardı ben mesela içindeydim. Ama AYÖD üst birlikti yani öğrencilerin üst birliğiydi, kararlar oradan alınıyordu, yani bir boykot yapılacaksa, bir eylem yapılacaksa AYÖD’den alınıyordu ki merkezi olsun diye, çünkü aksi halde öğrenci katılmaz ona. Öğrenci katılmadığı için de şey başarılı olmaz yani eylem başarılı olmazdı. Diğer yerde mesela işte diyelim ki Devrimci Doğu Kültür Ocakları Derneği vardı, TİP vardı mesela TİP, TİP DER Türkiye İşçi Partisi’nin mesela derneği vardı. İşte Tunceli Derneği vardı bilmiyorum ne, bir sürü dernek vardı. Şimdi bunların içinde biz elbette ki öğrenci olduğumuz için mesela AYÖD’e gider gelirdik veya da kendi okulumuzdaki hani derneğimiz vardı mesela ona giderdik. Veyahut da işte işçi sınıfı, hangi işçi sınıfının derneği var oraya giderdik, TÖB-DER’e giderdik yani TÖB-DER de bir şeydi mesela öğretmen kuruluşuydu, çoğu hani insanların onun içine gelir, çünkü öğrencilere orada gelen demokratik kitleye hani derneklerinde yer verirdi orada faaliyet yürütmeleri için, çalışma yapabilmeleri için. Veyahut da yapılan işte baskıları, diyelim ki falanca yerde işte okul baskınları olmuş, öğretmenler sürülmüş, yani bütün hani işçi sınıfının mücadelesi, öğretmen mücadelesi, öğrenci mücadelesi… hepsinin tek bir elden yürütülebilmesi için dernekler zaten birbiriyle koordineli olarak çalışırdı yani. Ben de bunlardan işte demin söylediğim gibi TÖB-DER’e giderdim, AYÖD’e giderdim, ondan sonra işte Tunceli Derneği’ni biz kurmaya çalıştık, çeşitli nedenlerden dolayı yapamadık yani, Ankara’da mesela Altındağ’da belgelerini hazırladık, emniyete götürdük işte şunu hazırla mazırla derken ama olmadı, öyle kaldı yani.
D.G: Peki, şey yani siz bu Ankara öğrenci derneğinde çalışmalarınıza başlarken örgütlüydünüz değil mi?
K.A: Tabi canım yani ben 74’te zaten örgütlüydüm yani.
D.G: O zaman…
K.A: Biz 74’te zaten fiilen şeye başladık yani mücadeleye başladık demin söylediğim gibi.
D.G: Yani hareketinizin bu öğrenci derneklerindeki çalışma tarzından biraz daha açarak bahseder misiniz, yani neye önem verirdiniz, insanlara nasıl ulaşırdınız, bu öğrenci derneklerinde ne gibi tartışmalar yürütülürdü?
K.A: Aslında şöyle bir şey var yani mesela şimdi tabi o günkü koşullarda siyasi oluşumların elbette ki gücü oranında dernek kurma şeyleri vardı, yani birinci hedef kendi derneklerini kurmak. Mesela işte diyelim ki işte yeni demokratik şey, yurtsever devrimci gençlik yani Yurtsever Devrimci Derneği mesela şimdi bunlar mesela Halkın Kurtuluşu’nun derneğiydi, adam gücü olduğu için ayrı kurmuş, AYÖD’den ayrı.
Şimdi senin zaten hareket olarak gücün olsa, potansiyelin olsa, çevren olsa, kitlen olsa zaten sen ister istemez kendi politikana uygun bir dernek kurarsın. Ama şeyin olmadığı için, kitle, o andaki çünkü demin söylediğim gibi, bizim hiçbir yayınımız yok yani, İbrahim’in düşüncesini gündeme getirecek, partinin propagandasını yapacak, ajitasyonunu yapacak dergimiz yok! Kitleler tarafından İbrahim Kaypakkaya’nın düşünceleri bilinmiyor yani!
Yani biz bile mesela diyelim ki bir derneğin içinde çalışıyoruz, örneğin ben AYÖD içinde çalışıyorum, AYÖD’ün içinde ya da YDG’de çalışıyorum, ben çalıştığım kurumun yayınını satmak, onun propagandasını yapmak zorundayım. Çünkü adam benim kendi çalışmamı yapmama, benim propagandamı yapmama müsaade etmiyor o dernek. Ama diğer şeyler, ortak olan yerlerde ister istemez kendi propagandanı, ajitasyonunu yapabiliyorsun yani. Zaten bizim o dönemdeki politikamız şuydu, hangi dernek olursa olsun o derneğin içine girip çalışacaksınız, partinin propagandasını yapacaksınız yani ilkelerini savunacaksınız. Yani diyelim ki, demin söylediğim mesela faşizm, Kemalizm, milli mesele, ülkenin ekonomik durumu, gençliğin durumu, yani ne olursa olsun isterse boykot olsun, hangi, güncel meselelerden tut uzun vadeli meselelere kadar hepsini tartışacaksınız, propaganda yapacaksınız, ajitasyon yapacaksınız, kitleleri kazanacaksınız! Bizim partinin propagandası buydu zaten amacı, örgütlenmemin hedefi buydu. Biz de o doğrultuda zaten mücadele veriyorduk yani. Diyelim ki kendi okulumda propaganda yapıyordun, kendi siyasetimi propaganda yapıyorum, e şimdi diğer, benimle aynı dernekte üye olan yani dernek üyesi olan arkadaşlar çeşitli düşüncede olmasına rağmen, ben de orada kendi düşüncemi ifade edebiliyorum, orada, mesela orada taraftar bulabiliyorum yani çevre yapabiliyorum. Veya işçi sınıfının mesela bir derneğinde, bir toplantısında, bir panelde kendi düşüncemi ifade edebiliyorum. Ben mesela bir tartışma programı oluyor üniversite bazında veyahut da herhangi bir diğer siyasi grupların mesela olduğu bir ortamda, ben orada çıkıyorum mesela, benim siyasi görüşüm şudur, diyebiliyorum! Ama şunu diyemiyorum, ben işte YDG adına hareket ediyorum, ben işte şundan diyemiyorum, çünkü yani yasal olarak TKPML adına propaganda yapamıyorsun ama Kaypakkaya’nın görüşü şudur diye ifade edebiliyorum.
D.G: Evet. Peki, ne gibi taraftarlar bulabildiniz yani hatırlıyor musunuz o dönem kazandığınız, size yakınlık duyan, sizden etkilenen kimler vardı, hangi arkadaşlarınız vardı bu öğrenci dernekleri içerisinde?
K.A: Yani öğrenci dernekleri içinde bayağı arkadaş falan edindik yani.
Yani Siyasal’da olsun, ondan sonra hukukta olsun, ODTÜ’de olsun, ondan sonra Gazi’de olsun çeşitli illerden gelip orada okuyan insanlardan taraftar edindik. Onları da örgütlemek için elimizden geleni yaptık yani.
….
D.G: Peki, ben biraz da şeyi konuşmak isterim, TÖS ve TÖB-DER’i, yani Türkiye Öğretmenler Sendikası TÖS, TÖB-DER, Türkiye Öğretmenler Birliği Derneği. Bu meslek kuruluşunda tabi faaliyet yürüttünüz.
K.A: Ben TÖB-DER içinde, TÖB-DER bazında.
00:39:05
D.G: Yani hareketinizin kurumlar içindeki çalışma tarzı neydi? Az önceki o öğrenci derneğine benzer bir soru sormak istiyorum, ne gibi çalışmalarınız oldu, tarzınız neydi? Ne gibi tartışmalar yürüttünüz? Kazandığınız taraftar ya da sempatizan ya da örgütlü öğretmen arkadaşlarınız oldu mu? Biraz da TÖS ve TÖB-DER içerisindeki faaliyetinizden bahsediniz.
K.A: Yani TÖS önceki dönemin kurumudur, bizim dönemde TÖB-DER vardı.
Hareketin o, oradaki amacı öğretmenleri örgütlemek, yeni yeni kazanımlar kazanmak, işte taraftar bulmak, hareketin en büyük özelliği, hangi kurumda olursa olsun o insanları kazanıp parti içine aktarmaktı yani hani profesyonel çalışmaya aktarmaktı, onların ekonomik-demokratik talepleri göz ardı edilmeden…
D.G: Evet Kasım Ayata ağabeyimizle olan görüşmemiz ikinci günüyle devam etmekte. Eryaman’da Kasım ağabeyin evinde görüşmemize devam ediyoruz, kamerada Özer İnal, görüşmede ben Ufuk. Kasım ağabey en son şeyde kaldık yani 1975 ve öncesini biraz konuştuk. Şimdi 1976 ve sonrasına ilişkin konuşalım istiyorum. MC hükümetleri, yani bu kontrgerilla faaliyetleri, paramiliter güçlerin işte okullarda, fabrikalarda ve sokaklardaki saldırıları, hiç yani bu saldırılardan doğrudan etkilendiniz mi? Ya da tanık olduğunuz bir saldırı oldu mu? Bu saldırıları konuşabiliriz, kontrgerilla ve paramiliter güçlerin sivil faşistlerin saldırılarını.
K.A: Ya zaten Ecevit hükümetinin yıkılmasından sonra MC hükümeti iktidara geldi. Onların gelmesiyle beraber gelişen devrimci hareketi susturmak için yeniden saldırılar başladı, çeşitli okullarda işte buna karşı boykot eylemeleri işte işçi grevleri yerini almaya başladı. Acımasızca saldırılar devam etti. Çoğu okullarda işte öğrencilerin üstüne bombalar atıldı, işte mesela İstanbul Üniversitesi’nde Beyazıt’ta çıkan öğrencilerin üzerine bomba atılmıştı. Ankara’da… Devlet Mühendislik Mimarlık öğrencilerinin gittiği işte fen fakültesinden öğrencilerin gittiği bir kahve tarandı, orada öğrenciler hayatını kaybetti.
D.G: Hangi öğrenciler hayatını kaybetti, kimdi hatırlıyor musunuz?
K.A: Yani Sami Ovalıoğlu’ydu zannediyorum eğer yanlış hatırlamıyorsam, o kahvede hayatını kaybetmişti, öldürülmüştü. Daha önce de bu şeyde… diğer üniversitelerde de hayatını kaybeden öğrenciler vardı. Mesela Hacettepe Üniversitesi’nden Dersimli bir kız vardı İngilizce bölümünde okuyordu, soyadını şu anda hatırlamıyorum ama eğer hatırlarsam onun ismini de söyleyebilirim. İşte Hakan Yurdakuler öldürülmüştü.
D.G: Bunlar sizin harekeniz içinde olan insanlar mıydı?
K.A: Yok devrimci mücadele içinde bulunan öğrenciler, tabi o dönemde faşizme karşı mücadele eden devrimci öğrencilerdi yani. Yani sonuçta gelişen devrimci mücadeleyi engellemek için faşistlerin yaptığı saldırılardı, bu saldırılarda hayatını kaybeden devrimci öğrencilerdi.
D.G: Evet, başka yani Ankara’da ne gibi saldırılarla karşı karşıya kaldınız?
K.A: Ya Ankara’da mahallelerde saldırılar oluyordu.
Bu sadece Ankara’da değil, Türkiye’nin geneline bağlı olarak Ankara’da da yapılan faşist saldırılardı yani, yani bunu… Çünkü her gün kahveler taranıyor, mahalleler taranıyor…
D.G: Evet. Peki bu 78-79 bu Ecevit hükümeti zamanında da yani o dönemi kapsayan işte Maraş, Çorum, Sivas, Malatya Alevi katliamları söz konusu. Hiç bu katliamlara tanık oldunuz mu? bu katliamlar sonucunda ne hissettiniz ne düşündünüz, bireysel olarak ve hareketiniz neler yaptı kendi bölgenizde?
K.A: Ya zaten devrimcilerin esas görevi halkın ve kendisinin can ve mal güvenliğini sağlamak ve onların daha iyi bir hayat yaşaması için mücadele etmektir. Maraş Olayları’na zaten gelmeden önce Türkiye’nin çeşitli yerlerinde zaten eylemler başlamıştı… Mücadeleyi susturmak için. Mesela Ankara’da çeşitli mahallerde işte diyelim ki Köstence’de Ankara’da işte Nato yolunda, Hüseyingazi’de, Piyangotepe’de çeşitli yerlerde gelişen mücadeleler hem faşist saldırılarla hem devletin saldırılarıyla yok edilmeye, boğulmaya çalışılıyordu. Buna karşı mücadele eden devrimcilerin, halkın üzerine de daha önce söylediğim gibi, acımasızca saldırılar düzenleniyordu. Mesela Piyangotepe’de yapılan bir kahve saldırısında yine 7 kişi hayatını kaybetmişti. Balgat saldırısı da olmuştu, Balgat’ta gene faşist saldırılarda bir sürü kişi hayatını kaybetti. Yani okullarda mesela, üniversite gençliği üzerinde yapılan saldırılarda hani bu gelişen işte saldırılar, faşist saldırılara karşı mücadele eden öğrencilerin üzerine acımasızca panzerlerle şeylerle, tank şeyleriyle saldırmaya başladılar, tabi orada hayatını kaybeden bir sürü öğrenci oldu. Mesela benim bunlardan bir tanesi [1]Eşari Oran diye bir arkadaş ve benim kucağımda can verdi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, bizim üzerimize saldırdılar.
Hakan Yurdakuler’in cenaze şeyi vardı, biz onu protesto etmeye gittiğimizde bize, önümüze, tankla saldırdılar. Hatta otobüsü sıkıştırıp bizi neredeyse duvarın, yani duvarla şeyin arasında kaldık, panzerlerin arasında yani kendi hayatımızı zor kurtardık o zamanın koşularında, çünkü hepimiz şeye sığınık, Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültesi’nin bahçesine attık kendimizi orada, üzerimize saldırdılar. Orada üniversite şeyleri, hocaları gelip de müdahale etti işte polislerin hani o şeye girmemesi için, çünkü o üniversite kampüsünün içine herkes girmeye çalıştı. Orada işte sonradan anladığım kadarıyla, bizim üzerimize atılan şeyden sonra, Eşari Oran’ın öldüğüne tanık oldum yani. Zaten hayatımız şey değildi yani hani bir can güvenliğimiz yoktu okula gittiğimiz zamanlarda da bir tartışmaya gidip döndüğümüzde de veya mahalle örgütlenmesi için, mücadele etmesi için gittiğimizde de, döndüğümüzde de, ne zaman hayatımızı kaybedeceğimiz meçhuldü, çünkü can güvenliğimiz yoktu yani. Ama biz de elimizden geldiği kadar kendimizi müdafaa etmek için mücadele ediyorduk oradaki halkla beraber, oradaki insanlarla beraber direnmeye devam ediyorduk. Tabi o zaman şey yoktu, halkın kendini savunabilmesi için bir araç yok, eli kolu bağlı yani ne yapabilir ki yani! Kendisini tanka, topa, tüfeğe karşı, şeye karşı, onların baskılarına karşı, saldırılarına karşı kendi güvenliğini alabilmesi için bazı araç ve materyallerin olmasız lazım, onlardan yoksun insanlar.
D.G: Evet tekrar bu Alevi Katliamlarına dönecek olursak…. Tanıklığınız var mı? Katliamlardan sonra hareket olarak, bireysel olarak, Maraş, Çorum, Sivas, Malatya?
K.A: Tabi bu demin söylediğimiz saldırılar Türkiye’nin hemen hemen her yerinde devam ediyordu, sadece Ankara’yla sınırlı değildi, İstanbul, İzmir, işte çeşitli yerlerde devam ediyordu. Bu sizin bahsettiğiniz Sivas, Maraş, Çorum Katliamları da zaten bunun en üst sınırıydı. Maraş Olayları’nı protesto etmek için bir miting düzenlendi Tandoğan Meydanı’nda, biz o mitinge katıldık, iyi bir miting oldu, kitle katılımı vardı ve o miting sonrasında da, daha sonra da 24 Aralık Maraş Olayları’nı protesto etmek için şey, siyaset olarak İstanbul’da bir miting düzenlendi. Büyük bir mitingdi gerçekten, sadece hareketin düzenlediği bir mitingdi, geniş bir katılım oldu Maraş Olayları’nı protesto etmek için.
Çorum Olayları’ndaysa kendim Çorum’a gitmiştim o zaman orada akrabalar falan vardı, Milönü’ndeki saldırılara da tanık oldum. Ama bizden sonra da çok büyük bir katliam olmuştu. Yani biz gittiğimizde her gün saldırıların olduğu insanların artık kendilerini korumak için yani artık barikatlar şunlar bunlar kurduğu bir dönemdi. Sonra bir…
D.G: Biraz bahsedebilir misiniz Çorum’da sizin tanık olduğunuz…
K.A: İşte onu söylüyorum, Çorum Mil önü Alevilerin yoğun yaşadığı bir bölge olduğu için bu tür saldırılar yani sonuçta Aleviler üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Çünkü Çorum’da, Sivas’ta, Maraş’ta hepsi aynı şeye yönelen, aslında devrimci mücadeleyi bölmek için yapılan bir şeydi, mücadele karşıtı bir şeydi. Ve bizim gittiğimizde de Ankara’daki direnen, mücadele eden mahallelerdeki direniş gibi orada da Çorum’da da direnişler başlamıştı çeşitli mahallelerde ama en çok Milönü’ndeydi. Bizim o dönemde insanlar işte orada barikatlar kurarak kendilerini savunmaya başladılar. Fakat biz oradan döndükten sonra büyük bir katliamın olduğunu öğrendim yani.
D.G: Peki yani o dönemde Milönü’nde yaşayan Aleviler ne konuşuyorlardı, size ne anlatıyorlardı? Siz oraya hareketi temsilen mi gitmiştiniz yoksa?
K.A: Hareketi temsilen değil şey olarak gitmiştim, akrabalarımız vardı onları ziyarete gitmiştik. Ama dediğim gibi yani sadece bu eylemler hani bir günlük, iki günlük eylemler değil, hemen her gün eylemler vardı zaten, Çorum’un sadece merkezinde değil yani köylerinde de Alevilere saldırılar yani vardı yani, çeşitli köylerde artık birbirinin köyünden geçemez durumdalardı hani oradaki anlatılanlardan, zaten bildiklerimizden, saldırılar falan vardı.
BU saldırıların esas hedefi gerçekten gelişen o kitlesel mücadeleleri, devrimci mücadeleleri, devrimci mücadeleye akan o şeyi, hızı kesmek için yapılan olaylardı bence.
D.G: Peki, yani bir, protesto yürüyüşünden başka bir şeyi olmadı o zaman hareketinizin bu katliamlar karşında en azından Ankara’da, Ankara bölgesinde?
K.A: Yani zaten söylediğim gibi, hani ona karşı yapılacak hani demokratik haklarımızı kullanarak yapacağımız eylemlerdi zaten. İşte hani kitlelerin daha fazla örgütlenilmesi, işte bu gelişen saldırılara karşı daha mücadeleci bir şeyin izlenmesi konusunda elbette ki bir şey yap, var yani mücadele perspektifi olarak vardır yani.
D.G: 1977 seçimlerini konuşalım biraz da nasıl bir atmosferde geçti 1977 seçimleri? Yine bu seçimlerde biliyorsunuz Tunceli’den bir bağımsız aday gösterildi, hareketinizin galiba bağımsız adayıydı bu, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ne öğrendiğiniz bu bağımsız adaya dönük? 1977 seçimlerini değerlendirebiliriz Ankara’yı, Tunceli’yi.
K.A: Yani Türkiye geneline bağlı olarak zaten seçim havası yavaş yavaş doğmuştu. İşte MC’den insanlar kurtulmak için, Ecevit’in iktidara gelmesi için çoğu insanlarda bir şey vardı. Biliyorsunuz bunlar işte özgürlükten, demokrasiden bahsederlerdi ama iktidara geldiklerinde de halk düşmanı olduklarını göstermiştir. Çünkü biz tabi daha önceden bir tecrübesizliğimiz vardı yani 73 seçimlerinde Ecevit iktidara geldiğinde işte böyle bir daha önceki konuşmalarımızda bahsettiğimiz gibi, efsane olarak tanıtıldı, işte Karaoğlan olarak tanıtıldı! Herkes dağa taşa işte Ecevit yazmaya başladı ama sonra 74 seçim şeyinde, 74, yani 73-74’te Milli Selamet Partisi’yle hükümet kurup da iktidara geldiklerinde yaptıkları icraatlarda da pek o kadar şey olmadıklarını gördük. Hani özgürlükten, demokrasiden yana olmadıklarını, gerçekten esas hedeflerinin kurulu düzeni daha fazla onarılması, daha iyi bir şekilde yürümesi şeklinde olduğunu gördük. Partimizin, hareketimizin esas temel felsefesi normalde seçimleri boykot kararıydı yani felsefi olarak o savunuluyordu, çünkü seçimlerin halkı kurtaramayacağını, sadece parlamentonun göstermelik olarak bir maske olduğunu, yani burjuvazinin bir maskesi olduğunu bize söylüyordu. Zaten Kaypakkaya da kendi yazılarında parlamentonun bir maske olduğunu, gerekirse burjuvazinin o maskeyi yırtıp atacağını, kaldıracağını, siyasi partilerin sadece halk kitlelerini uyutmak için bir araç olduğunu göstermişti. 12 Mart’ta mesela biz gördük, işte gerekirse Demirel hükümetine al şapkanı git dedi, gitti yani halkın oylarıyla gelmiş bir şeye.
Daha sonra da 12 Eylül’de göreceğiz ki, sadece Adalet Partisi hükümetine değil, sadece bir hükümete değil, CHP’sine de MHP’sine de şey partisine de Selamet Partisi’ne de git dedi 12 Eylül’de, hepsi şapkasını aldı gitti, halkın yani oylarıyla gelen insanları bir tarafa aldı götürdü. Şimdi bu anlamda parlamentonun bir maske olduğunu gerçekten biz biliyoruz, oraya da devrimcilerin hani oy vererek iktidara gelemeyeceğini, halk yığınlarının kendi gücüyle, kendi emeğiyle çalışarak, ondan sonra mücadele ederek ya bu parlamentonun, sadece parlamentonun değil bu sistemin değişmesi gerektiği konusunda bir düşüncemiz vardı. Ama 77 seçimlerinde, güçlü olduğumuz yerde siyasal düşüncelerimizin propagandasını yapmak amacıyla bir aday gösterilmesi gündeme geldi. Ağabeyim İbrahim Ayata o zaman makine mühendislerinde yöneticiydi, TMMOB yöneticisiydi. Aynı zamanda işte Makine Kimya genel müdürlüğünde
Daire Başkanlığı yapıyordu O, Dersim bölgesinde, Tunceli bölgesinde bağımsız aday olarak katıldı ve bunun için de seçimlerde büyük bir çalışma yapıldı. Ben seçime gitmedim ben buradaydım. Ama o bölgede çalışan arkadaşlar ve diğer katılan işte öğretmeni, öğrencisi diğer arkadaşlar büyük bir çaba sarf ederek, köy köy dolaşarak oradaki insanlara parlamentonun ne olduğunu, yani sadece seçilmenin milletvekili olmanın kurtuluş olamayacağını, ama parlamentoda gerçekleri ifade etmek için aday olduğunu anlatıyorlardı.
Halkın Kuruluşu’nun destek verdiği bir aday vardı Ahmet Demirdöğen…
Yine karşısında bir aday daha vardı Ali Haydar Veziroğlu. O da gene uzaktan akrabamız olur, anne annemle teyze çocukları yani… o da CHP’den aday olmuştu.
Ama her neyse Halkın Kurtuluşunun adayı gözaltına alınıp tutuklanınca, ağabeyim O’nun kazanabilmesi için, adaylıktan çekiliyor.
D.G: Peki, ağabeyiniz bu hareketin bir örgütlü bireyi miydi yoksa dışarıdan bağımsız bir insan mıydı?
K.A: Örgütlü bireyi değildi ama bizim politikaya yakın, ya zaten onun hani biraz da bürokrat şeyi olduğu için yani olaylara daha değişik gözle bakan ama doğrularda da yanımızda olan biriydi ama örgütlü olan biri değildi. O tamamen bir bürokrat nasıl olur, öyle bir şeyi vardı ama bize yakın olan biriydi. TMMOB kongresinde Denizlerden, Mahirlerden, İbrahimlerden kongrede bahsedecek kadar cesaretli biriydi, yani.
D.G: Peki ağabeyinizin bağımsız milletvekili olmasına karar veren hareketiniz bu kararı bölgesel düzeyde mi aldı yoksa merkezi bir karar mıydı, bu konuda bir bilginiz var mı?
K.A: Yani o zaman zaten biliyorsunuz bölgesel bir çalışmamız vardı hala, çünkü 78 konferansı olmadan önceye kadar ki süreç…tabi ki bölgesel bir karardı.
D.G: Ama bu bağımsız aday olma kararını Ankara bölgesi aldı galiba, doğru mu anlıyorum acaba?
K.A: Ankara bölgesi… aldığını zannetmiyorum ben. Yani çünkü başka bölgeden gelen arkadaşlar vardı, onlarla bir görüşme oldu, ondan bilgim var yani onların konuştuklarına dair ama daha önce de söylediğim gibi, genelde diğer bölgelerin de ortak bir şeyi olduğunu zannediyorum.
D.G: Peki şeyi çok merak ediyorum, ağabeyinizle görüşmeye giden örgütlü insanlar kimlerdi ve ağabeyinize Tunceli’de eşlik eden örgütlü insanlar kimlerdi? Kimler vardı ağabeyinizle görüşmeye giderken ve ağabeyinizin bu çalışmayı yürütürken yanında olan kimlerdi?
K.A: Yani ben o konuda kesin bir şeye sahip değilim, çünkü hani benim dışımda görüştükleri için. Ama öyle bir görüşmenin olduğunu biliyorum yani.
D.G: Anladım. Peki, şimdi 1976 1 Mayıs’ı ve 1977 1 Mayıs’ını konuşalım. 1976’da Ankara, siz neredeydiniz bilmiyorum ama!
K.A: Ankara’daydım.
K.A: Yani 76 1 Mayıs’ında zaten miting yapıldı Ankara’da, Tandoğan’da bir miting yapıldı, büyük bir katılım vardı. Biz de siyaset olarak zaten o mitinge katıldık. O zaman en büyük ve güçlü kuruluş TÖB-DER’di, TÖB-DER öncülüğünde yapılıyordu eylemler. Diğer sendika ve demokratik kitle örgütlerinin faşizme karşı eylemleri oluyordu, mitingleri. Biz yapılan bütün eylemlere siyaset olarak katılıyorduk yani ama legal alanda kendimizi ifade edeceğimiz bir yayınımız vs. yoktu. Bizi ifade eden sloganların yazıldığı bez afiş-pankart açarak katılıyorduk. Geniş katılımlar oluyordu işte Tandoğan’da, genelde bütün Ankara’daki mitingler Tandoğan’da oluyordu. Tandoğan’dan sonra da işte Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başka bir şey var, Cebeci tarafında bir şey var, Kurtuluş Parkı var, orada sona eriyordu. Orada da işte yine insanlar kendi düşüncelerini ifade edecek şekilde kitlelere hitap ediyorlardı, biliyorsun genel siyasi şey yani tablo bu. Bittiği yerde de yine kitlelere söyleyecekleri bir şeyler varsa, onları motive edecek yahut da gelecekle ilgili, hazırlıkların yapılmasıyla ilgili çalışmalar hakkında bilgi vererek eylem sona ererdi yani.
K.A: 77 1 Mayıs’ında da daha geniş bir katılım oldu, İstanbul’da biliyorsun çok büyük bir facia yaşanmıştı. Biz de o mitinge katılmak için gitmek istedik ama Ankara’da da miting olduğu için Ankara’da 1 mayısı kutladık. Ama 77’de o yapılan saldırılar sonucunda çok büyük bir üzüntü ve acı yaşadık. Onlarca insanımız hayatını kaybetti ve 1 Mayıs 77 tarihe kanlı 1 mayıs olarak geçti.
D.G: Ankara’da ne oldu 77’de? Mesela 76 ve 77’de kitleniz ne kadardı? Hangi isim adı altında yürüdünüz, ne gibi sloganlar attınız? Diğer siyasetlerle aranızdaki olan o iletişim nasıldı alanda, bir tartışma oldu mu? Özellikle bunlardan bahsedebiliriz, yani döneme ilişkin gerçekten gün yüzüne çıkmamış, az konuşulmuş ya da az yazılmış ya da hiç yazılmamış birtakım bilgileri gün yüzüne çıkartmak amaçlı hani bu görüşmeyi yapmaktayız, buna dair daha spesifik bilgiler hatırlıyorsanız paylaşın lütfen.
K.A: Bizim bir yayınımız olmadığı için hani propaganda açısından ancak kendi görüşlerimizi ifade edebilecek sloganlarla katılıyorduk? Yaptığımız mesela bir afiş vardı, bir mitinge katıldığımızda işte ülkeler bağımsızlık, milletler özgürlük, halklar devrim istiyor diye bir sloganımızı pankart olarak taşıyorduk. İşte altına hani şu anda yazılacak bir şey de görmedim ben yani ne yazacağız oraya, hiçbir şey yok ki, isim yok ki yani! Sadece pankartlarla katılıyorduk.
…..
’76 da arkadaşlar şey içinde tartışmalar başladı hani ülkenin ekonomisiyle ilgili ve bir çok konuda farklı düşüncelerde bir ayrılık yaşanmaya başladı.
O zaman tabi biz (Mehmet Çetin ve M.A.K) mesela mücadeleyi daha yükseltmek için bazen gece yürüyüşler yapardık. Mesela bir gün üçümüz gittik Ankara Gölbaşı ilçesi var yani buradan 40 kilometre uzaklıkta zannediyorum, gece üçümüz oradan Ankara’ya kadar yürüdük. Gece yürüyüşlerini öğrenmek için hani kendimizi daha iyi yetiştirmek, işte araziyi tanımak, bölgeyi tanımak bakımından. Yani ilişkilerimiz gerçekten sadece arkadaşlık, dostluk, yoldaşlık ilişkilerinden öte artık bir yere geldi, birbirimize çok güveniyorduk. Ondan sonra hani elimizden geldiği kadar hareketimizin, partimizin propagandasını yapmaya çalışıyorduk ama parti içinde gelişen düşünce ayrılıkları bizde biraz motivasyon bozukluğu yaptı. Mehmet arkadaş işte ülkede kapitalizmin egemen olduğu tezinden yana olduğunu, daha doğrusu parti içinde yapılan tartışmalarda ondan yana olduğunu söylüyordu. Biz de o tartışmaları kendi aramızda yapıyorduk…
Ki İbrahim yoldaş hani parti içinde farklı görüşler olabilir ama önemli olan bunların konuşarak, tartışarak, ikna edilerek yapılması konusundaydı. Böyle olmadı. Konuşmak-tartışmak yerine ayrılık tercih edildi ve arkadaş kendi tavrında kararlı olduğunu falan söyledi. Bu konuda arkadaşın ikna edilmesi için…
D.G: Arkadaştan kasıt Mehmet Çetin?
K.A: Evet, arkadaşın ikna edilmesi için (M.A.K. Bizden yanaydı, daha doğrusu yani politik çizgiden yanaydı.) bir ara başka bölgeden arkadaşlar geldi. Tunceli bölgesinden Ali Haydar Kutan diye bir arkadaş vardı o geldi, İstanbul’dan A.C. geldi, konuştular, Mehmet ikna olmadı, diğer kesimde kaldı. O zaman işte Halkın Gücü ve Halkın Birliği şeklinde iki şeye ayrıldı hareketimiz. Biz tabi Halkın Gücü yani var olan çizginin devamını savunuyorduk ama değişik düşüncelerinde parti içinde tartışılabileceğini, konuşulabileceğini savunuyorduk.
D.G: Biz daha oralara geleceğiz, onlarla ilgili sorularımız var. Arzu ederseniz biz burada kesip şeye dönebiliriz, 76-77 1 Mayıs’ına, en son şey dediniz işte bir pankart vardı, isimsizdi galiba o pankart değil mi?
K.A: Evet, evet. Bunu size hani bu arayı açmamı, bu bağlantıyı birlikte kurmamın nedeni şudur, yani hani ayrılık olmadan önceki zaman diliminde katıldığımız etkinliklerde hareketin legal alanda bir yayını vs. olmadığı için imza olarak sadece benimsenen bir sloganın yazıldığı bez pankart kullanıyorduk.
D.G: 76-77 1 Mayıs’larında alandaki sayınız neydi?
K.A: Ama… evet 76-77… ben 78 1 Mayıs’ı mıydı zannediyorum, evet, 200 kişilik bir grupla ben Altındağ’dan kitleyi yürüttüğümü biliyorum yani.
D.G: Peki, yine bu dönemde çıkan bazı yayın organları var, işte Kızılyol İstanbul bölgesi, Devrimci Komünist İzmir bölgesi, Kurtuluş Yolu bu Kızıler grubu, hizbi olarak geçen grup. Proleter Birlik HB grubu, Komünist Merkez Yayın organı, İşçi Köylü gazetesi, Partizan dergisi ve benzeri gibi yani bu gazete ve dergilerden hangileri elinize geçiyordu ve hangilerini okuyordunuz? Halkın Gücü gazetesini hiç duydunuz mu? Bu gazeteyle ilgili neler biliyorsunuz?
K.A: Demin de söylediğim gibi, ayrışma olduktan sonra yani Halkın Gücü ve Halkın Birliği şeklinde zaten insanlar artık kendini ifade etmeye başladılar, biz Halkın Gücüyüz, siz Halkın Birliği’siniz şeklinde.
Diğer şeye gelince de bizden işte birkaç arkadaş da Ahmet Kızıler grubuna katıldılar. Kurtuluş Yolu diye bir gazete çıkarmaları bu arkadaşlara cazip geldi.
D.G: Kurtuluş Yolu’nun merkezi Ankara’ydı o zaman?
K.A: Zaten Kurtuluş Yolu yani dediğim gibi dört, beş kişiyi geçmezdi zaten Ankara’da.
D.G: Yani onlar iktisadi yapı olarak neyi savunuyorlardı yani yarı kapitalist…
K.A: Onlar da yarı kapitalist falan şeyi savunuyorlardı.
D.G: Proleter Birlik gibi?
K.A: Proleter Birlik çizgisine yakın…
D.G: Ama yine de yan yana değillerdi.
K.A: Yok yan yana değillerdi, onlar zaten bir süre sonra dağıldılar, Ankara’da dört, beş kişiydi ama başka bölgelerde olup olmadığını da bilmiyorum.
D.G: Daha sonradan harekete döndüler mi yoksa savrulup gittiler mi?
K.A: Daha sonraları Halkın Birliği içinde bazı arkadaşlarımızın döndüğünü gördüm, hatta Mehmet Çetin’in bile daha sonradan geri döndü.
D.G: Peki ben burada başka bir soru sormak istiyorum. Polatlılar grubu, hiç duydunuz mu Polatlıları?
K.A: Hayır, Polatlıları duymadım, ilk defa sizden duyuyorum yani.
D.G: Ankara yani bu şeyde, Dersim’de bir öğretmeni vuran bir Levent adında birisi var.
K.A: Biliyorum Levent’i.
D.G: Onun daha sonra Adana’da mı, Ankara’da mı bir Polatlılar grubu kurduğu, kendi başına buyruk hareket ettiğini ben bir görüşmecimizden dinlemiştim, F.G.’dan dinlemiştim bunu.
K.A: Anladım, yani…
D.G: O da Ankara bölgesiydi galiba.
K.A: Yani F.G.’yla pek şeyimiz olmadı, sadece cezaevinde görüştük. ‘79’da ben cezaevine girdiğimde F.G. ile görüştük.
D.G: Polatlılar grubunu duymuştum.
K.A: Ama onunla da böyle bir şey belki de hani konuşmadığım için böyle bir şey ifade etmedi, olabilir ama ilk defa sizden duyuyorum ben yani. Ama bu arkadaşın Mazgirt’teki öğretmen olayından dolayı cezalandırıldığını biliyorum.
D.G: Levent denen kişinin.
K.A. Evet.
D.G: Peki, bu, bu dönemde hareketinizin emekçiler içinde çalışmaları nasıldı, yani bu meslek kuruluşlarıyla olan ilişkileri nasıldı?
00:51:01
Örgütlenmesi nasıldı? İşte derneklerde, sendikada, fabrikada, mahallede, gençlikte, öğretmen örgütlenmelerinde, bunu biraz konuşmuştuk ama bu, bu soruyla biraz daha açabiliriz.
K.A: Yani tabi ki 76 ayrılığından sonra daha net bir çizgi de örgütleme çalışması yapacağımız için rahatladık. En azından hani kesin çizgin belli olmuş, bizden ayrılan insanlarla tartışmaktansa kendi yolumuza devam edip hani böyle partinin propagandasını yapabilecek, kitleleri örgütleyebilecek, Kaypakkaya’nın çizgisine uygun mücadele yöntemlerini halk kitlelerine ulaştırabilecek bir şeyimiz olması daha iyidir yani onlarla niye zaman kaybedelim!
Daha sonra biz elimizden geldiği kadar mahallelerde örgütlendik, öğretmen kesimi içinde örgütlendik, gençlik kesimi içinde örgütlendik, hatta işte gençlik derneği oluşturma çabalarımız oldu. Bunun için de yoğun bir çalışmaya girdik. Mesela Altındağ bölgesinde büyük bir çalışmamız oldu.
18 Mayıs Mahallesi vardı Ankara’da, orada gecekondu, toprak işgalleri vardı, orada gecekondu yapılıyordu, arkadaşlarımız gecekondu yapımı çalışmalarına katıldılar.
Mahallelerde yine demin söylediğim gibi, tabi faşist saldırılar falan durmuyordu, aksine saldırılar her geçen gün artıyordu. Mahallelerde örgütlenme yapıyorduk, işte bu Kayaş’ta mesela Tepecik Mahallesi’nde, Altındağ’da, Nato Yolu’nda, ondan sonra İncirli’de, Keçiören’de, çeşitli bölgelerde hem çalışma yapıyorduk hem de bazı siyasetler vardı bizden yardım istiyorlardı onlara yardıma gidiyorduk.
Tabi öğrenci gençlik içinde, mesela işte mühendislikte okuyan arkadaş vardı, fen fakültesinde okuyan arkadaşlar vardı, hukukta okuyan arkadaşlar vardı, ODTÜ’de okuyan arkadaşlar vardı.
K.A: Yani diyeceğim hem memur örgütlenmesi içinde çalışmamız vardı, hem öğrenci gençlik içinde çalışmamız vardı hem semt çalışmamız vardı.
….
D.G: Evet bir meyve arasından sonra görüşmemize devam ediyoruz. Kasım ağabey artık şeyi konuşalım açık açık, illegal yaşantını, yani Ankara’da illegal hayat nasıl sürüyor, nasıl devam ediyordu? Militan arkadaşlarınız kimlerdi? Ne gibi eylemsellikleriniz oldu? Buyurunuz, illegal hayat diyelim.
K.A: Yani illegal çalışma demek zaten aslında bize göre illegal değil de burjuvaziye (gülüyor) göre illegal, çünkü İbrahim Kaypakkaya’nın bir sözü var, biz kendi siyasi düşüncelerimizi hiçbir yerde açıklamaktan korkmayız, halkımızdan saklayacak hiçbir şeyimiz yoktur diyor, biz aslında devrim için mücadele ediyoruz, yoksul insanlar için mücadele ediyoruz, bu anlamda halktan saklayacağımız hiçbir şey yoktur! Fakat burjuvazi, egemenler, emperyalistler, faşistler bizim düşüncelerimizi engellemek için illegal olarak görüyorlar. İllegalite, kendimizi faşistlerden, gericilerden korumak için yapılan bir çalışmadan başka bir şey değildir. Yani sonuçta işçi, köylü, emekçinin kurtuluşu için mücadele vermek için kendimizi korumadır aslında illegalite.
Ama tabi ki biz sistemi bildiğimiz için, yani bu sistem en ufak bir demokrasi mücadelesi veren insanları işte cezaevine atmak, gözaltına almak, işten atmak, okuldan atmak, görevine son vermek gibi bir planı olduğu için, e tabi ki devrimciler de kendilerini korumak zorundadır. Ya biz bu anlamda illegal diyebiliriz yani. Şimdi bunun şeyi de şudur; kendini düşmandan korumak için kendini güvenceye almak, partinin düşüncelerine uygun yapılan çalışmaların zarar görmemesi için, büyük bir titizlikle egemenlerden uzak tutmak yani arkadaşlarına, yoldaşlarına zarar vermemek için yapılan bir çalışmadır.
Bunun için de tabi ki biz faaliyet gösterirken parti tüzüğü doğrultusunda, ilkeleri doğrultusunda aile ilişkilerimizi bile sınırlamak zorunda kalıyorduk. Çünkü hani artık hani günlük olarak evine gidip işte okuluna gidip şunu yapan insanlar olmaktan değil, artık aile bağlarını bile keserek çeşitli ilişkiler yani sosyal ilişkiler içinde, politik çalışmaların içinde bulunduğun için ona göre yeni bir şekillenme içinde bulunmak zorunda kalıyorsun. Bunun için de elbette ki illegal çalışma zorunludur. Çalışmaları çok güvenli bir şekilde tutmak, düşmana bilgi vermemek anlamında en doğru olan bir yoldur, çünkü İbrahim Kaypakkaya’da yine kendi yazılarında, illegal çalışmayı esas alan, legal çalışmayı da tali alan bir program sunmuştur bize. Gerçekten bunun deneyimleri şöyle açık, örneğin bir dernek kuruyorsunuz sosyal faaliyet yürütmek için, işte siyasi düşünceni açıklamak için, kitlelere ulaşmak için bir dernek kuruyorsun, bir sendika kuruyorsun ama gerektiğinde burjuvazi geliyor sendikaya kilit vuruyor. E kilit vurduğu zaman, sen o zaman elin kolun bağlı kalıyorsun. Devrimciler de buna karşı işte en zor koşullarda mücadeleyi sürdürmek için illegal çalışmayı esas alırlar. Biz de bu temelde partimizin programı doğrultusunda, tüzüğü doğrultusunda, onun ilkeleri doğrultusunda, siyaseti doğrultusunda illegal çalışmayı esas alarak mücadeleye başladık. Bunun için de çeşitli diyelim ki ev toplantıları olur, işte partinin mesela siyasetinin, ideolojisinin daha iyi kavranması için eğitim çalışmaları olurdu. Tabi bunlar sınırlı kalırdı mesela iki kişiyle, üç kişiyle. E çünkü daha fazla insanın oraya gelmesi hem kendi güvenliğimiz açısından hem de biliyorsun bazı başıbozukluklar var işte hem onun bilincinde olmayan kişiler işte topluma o anda sızdırabilir, yapabilir, o şekilde bizim çalışmamızı da engelleyebilirdi, sekteye vurabilirdi. Onun için dar bir kadroyla ya da bir arkadaşlar grubuyla çeşitli evler tutarak, mesela bir ev yerine iki üç ev tutarak değişik arkadaşları orada barındırarak mücadeleyi sürdürmeye çalışıyorduk.
Tabi ki illegal çalışmada biliyorsunuz deneyim de önemli, yani güvenilirlik, deneyim, çünkü bunlar çok önemli bir şey. Sempatizan grup içinde, taraftar grup içinde, partiye yeni insanlar kazandırmak, onlara yeni görevler vermek veyahut da onların işte çalışmalarını denetlemek, kontrol etmek zor bir iş yani kolay bir iş değildir. İçinde bulunduğun koşullar da onu gerektirir, çünkü hem kendi güvenliğini sağlayacaksın hem de o ilişkide bulunduğun insanları, yani yetiştirdiğin, partiye kattığın insanların güvenliğini sağlamak için illegal çalışmanın esas olduğunu söylüyoruz. Bu anlamda tabi ki isim farklı kullanıyorduk, kendi ismimizi kullanmıyorduk, diyelim ki başka bir isim kullanıyorduk.
D.G: Peki hiç Ankara bölgesinde ve civarında gerilla faaliyetini başlatmak istediniz mi, hiç bunun tartışmaları oldu mu kırlık bölgelerde?
K.A: Gerilla faaliyeti Halk Savaşının temelini oluşturur. Belli bölgelerde hazırlık aşaması sonrasında başlatılması için bazı bölgelerde faaliyetler olmuştur.
Ancak büyük kentlerde gerilla mücadelesi esas mücadele biçimi değil, kentlerin özgün durumuna göre mücadele biçimleri ile esas mücadele biçimi desteklenecek faaliyetler içinde olduğu için burada da arazi tarama çalışmaları yapıldı.
D.G: Evet. Ben o zaman ayrılık sorusunu bir daha tekrar edeyim. Yani bu 76’da KK Koordinasyon Kurulu ve 1980’de GKK Geçici Koordinasyon Kurulu, keza Bolşevik ayrılığı 1981 Avrupa, yani bu ayrılıklarda nasıl etkilendiniz? Tavrınız ne oldu? İlişkide olduğunuz o hareketin tabanıyla, toplumsal kesimdeki karşılığı ne oldu, etkisi, bunları konuşabiliriz.
K.A: Yani tabi ki biz başından beri İbrahim’in ölümünden sonra yeniden, hareketin yeniden toparlanması, yeniden merkezi bir hale dönüşmesi için mücadele esas hedefimizdi ve onu böyle hani bir, yeni evlenen bir insanın çocuğunu, çocuk sahibi olması gibi bir şeydi.
Yani kendi gözbebeğimiz gibi bekledik, yani merkezi bir hareket olsun, merkezi bir bütünlük olsun, işte yayınımız olsun, gazetemiz olsun, kitlelere işte hani herkes bir yerlerde görev alsın anlayışı birinci plandaydı. ’76 ayrılığı bu bakımdan elbette sekte vurdu.
Mahallelerdeki çalışmamız da dahi, TİKKO’cular bölünmüş, deniliyordu. Tabi biz onlara kendi siyasetimizi anlatmaya çalışırken onların da böyle söylemesi bizde bir motivasyon eksikliğini gündeme getiriyordu, bu da çalışmalarımıza bir sekte vuruyordu yani.
D.G: Peki, GKK nasıl oldu 1980, yani oradaki ayrılık neydi?
K.A: O 1980’i ben şey yapamıyorum, çünkü, 79 da zaten benim cezaevi sürecim var, 79-80 öyle.
D.G: Yani siz bu GKK ayrılığını duyduğunuzda ne hissettiniz içerideyken? Yani nasıl değerlendirdiniz?
K.A: Ya tabi ki daha önceki ayrılıklar gibi insanda büyük bir olumsuz etkileri oluyor.
D.G: Peki. 1980 öncesinde malum yaygın olan sol içi çatışmalar var. Bu sol içi çatışmalarda hiç zarar gördünüz mü? Hareketinizin bu çatışmalarda, çatışmalardaki tutumu ve tavrı ne oldu? Ya da hareketinizin bu çatışmalara, sol içi çatışmalara olan bakış açısı neydi diye sormak isterim. Belirgin bir tavrı var mıydı? Sizi etkileyen bir sol içi çatışma, şiddet ne oldu? Bunlar karşısında ne düşündünüz ne hissettiniz?
K.A: Dev Yol’da bir bölünme oldu Dev Sol çıktı arasından, onlarla onun arasında bir çatışma vardı.
Ondan sonra işte Aydınlık’la Halkın Kurtuluşu arasında bir çatışma oluyordu. Bunlar işte Tunceli’de zannediyorum bir yaralanmaya ve ölüme neden olmuştu, cezalandırma olayı olmuştu. Dev Yol’dan kopan bir Kurtuluş grubu vardı, onlarla onlar arasında işte okullarda şurada burada, mahallelerde ayrılık neticesinde çatışmalar oluyordu.
D.G: Peki hareketiniz bir yani hiç sol içi çatışmanın içerisine girdi mi Ankara bölgesinde?
K.A: Aydınlık ve TKP ile çatışmalarımız oluyordu. Onlar da zaten devrimcilere karşıydı.
TKP, İGD Maocu olarak tanımlanan, silahlı mücadeleden yana olan gruplara karşı silah kullanacak kadar kin içinde davranıyorlardı. Demin söylediğim gibi mesela işte bu mahallelerde yazılamalara bile adamlar silahla karşılık veriyorlar, bizim bölgemize giremezsiniz, şöyle yapamazsınız diyerek yani bizim arkadaşlarımıza, yoldaşlarımıza silahla şey yapanlar vardı TKP, İGD’liler, onlarla bir şeyimiz oldu çeşitli mahallelerde.
D.G: Evet. Peki, yani yine bu tarih aralığında şey var, işte HB Halkın Birliği, HK Halkın Kurtuluşu, HY Halkın Yolu, TSİP Türkiye Sosyalist İşçi Partisi, İGD İlerici Gençler Derneği, Aydınlık, Kurtuluş, Dev Yol ve benzeri gibi. Yani bu gibi siyasal oluşumlarla ilişkileriniz nasıldı, bu hareketlerin çıkardığı yayın organlarını hatırlıyor musunuz, bu yayınları takip ediyor muydunuz? Bu siyasal hareketlerle merkezi ya da yerel düzeyde ilişkileriniz ve irtibatlarınız nelerdi? Hiç oldu mu işte ortak kampanyalar yürütmek gibi ve benzeri? Yani kısaca, iktidara karşı mücadele eden diğer sol kesimlerle ilişkiler nasıldı?
K.A: Yani şimdi… Bunlar içinde bize en yakın, siyasi çizgi anlamında demiyorum ama mücadele anlamında bize yakın olanlar Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu, belki biraz da Dev Sol hani mücadele anlamında kuruluşlardı. Bunlarla işte mesela çeşitli yerlerde bazen iş birliği, yani güç birliği yaptığımız yerler olmuştur mesela, Altındağ’da yapmışızdır, işte faşist saldırıların olduğu mahallelere ister istemez hani güç birliğini oluşturmak için o insanlarla yan yana geldiğimiz olmuştur. Mesela Keçiören’de Halkın Kurtuluşu’ndan olan insanlar gelip bizden yardım talep etmiştir, yardım edilmiştir.
Benzer iş birliği diğer mahallelerde de ve üniversitelerde de olmuştur.
………..
D.G: Sanırım bunu içeride kurmuş olabilir Polatlılar grubunu, bilemiyorum.
K.A: Olabilir.
D.G: Olabilir. Peki, artık 12 Eylül Darbesi arifesindeyiz, yani hareketinizin darbeye karşı bir hazırlığı var mıydı, bir öngörüsü var mıydı? Darbenin sizdeki yansımaları ne oldu, hareketinizdeki yansımaları?
K.A: Ya zaten darbe yaklaşırken diğer tarafta zaten yavaş yavaş sivil sıkıyönetim ilan edilmiş gibiydi zaten. Mahallelerde şurada burada, askerler zaten devriye geziyordu yani onar kişilik, beşer kişilik gruplar halinde mahallelerde. Bir ön hazırlık gibiydi. Zaten Maraş Katliamı olduktan sonra sıkıyönetim ilan edilmişti. Bu anlamda devrimci grupların yani bizim de içinde yer aldığımız grupların, hareketlerin mücadelesi devam ediyordu ama bir 12 Eylül tarih olarak değil ama bir darbenin geleceğini devrimciler de tahmin ediyordu.
Mahalleler devrimcilerin kontrolüne geçmişti zaten, iş yerleri işte üniversiteler, ondan sonra kamu kuruluş ve kuruluşlarında artık bir itaatsizlik şeyi vardı yani artık insanlar hani devrimci mücadeleye daha yakın duruyordu. Tabi bu da burjuvaziyi ürkütüyordu yani, ister istemez onlar da kendi saltanatlarını daha iyi hale getirmek için, devrimci mücadelenin önünü kesmek için saldırılarını devam ettiriyorlardı. Bunu da bahsettiğim gibi, sıkıyönetimlerle yavaş yavaş gündeme getiriyorlardı, işte mahallelerle, işte askerleri göndererek, oradaki işte mücadeleye sekte vurarak gözdağı vererek daha doğrusu sürdürmeye çalışıyorlardı. İşte yapılan yazılamalar falan vardı duvarlarda şurada burada, onları işte gerek ev sahiplerine gerekse olmazsa belediye vasıtasıyla onları sildirmeye çalışıyorlardı işte hani işte, bir daha işte yazmayın şöyle yapmayın! Yani bunun amacı zaten biliyorsunuz ki tamamen propaganda ajitasyonun önünü kesmek, halk kitlelerinin kitlelerle olan ilgisini falan kesmekti yani. Bu anlamda tabi ki biz de kendimizi hani ne bileyim yani bir geri çekilme anlamında değil ama yeniden bir şekillenme şeklinde veyahut da işte böyle bir darbe olursa, şey olursa ne yapabiliriz, nasıl bir şey yapabiliriz? Yani yeraltına çekilme veyahut da işte mücadeleyi biraz daha şey yapma, geriye çekme anlamında bazı şeyler düşünülüyordu yani.
D.G: Evet. Şeyden bahsedebiliriz yani bu darbe öncesinde gözaltı, tutukluluk ve hükümlülük dönemlerinize değinebiliriz. Yaşadıysanız gözaltı ve sorgu süreleri ki yaşadınız, nerede ve nasıl yaşadınız, bu sırada neler oldu? Tanık olduğunuz işkence, infaz ve benzeri gibi olaylar nelerdi? Sizi birebir etkileyen önemli tanıklıklar neydi? Bunlara değinebiliriz öncelikli olarak, yani gözaltı ve sorgu süreleri ve burada yaşanan işkence ve infazlar, buyurunuz.
K.A: Evet. Yani daha önce de belirttiğim gibi yani ben hem öğrencilik hayatımda hem çeşitli faaliyet içinde bulunduğum için defalarca gözaltına alındım.
Bir gözaltı sırasında ilginç bir şeyle karşılaştım.
Bir grup arkadaşla birlikte bizi okuldan aldılar Çiftlik karakoluna gittik, bizi bodrum kata attılar.
Bir müddet sonra bir polis geldi, Kasım Ayata kim? Diye sordu.
Benim dedim. Komiser sizinle görüşecek dedi. Ben de dedim herhalde bunlar ifade alacaklar. İçeri girdim, sonra şöyle biraz durdum, dedi ki, sen beni tanıyor musun? Yok dedim. Peki sen Nizam Saltık’ı tanımıyor musun, dedi? Ben senin kirvenim dedi.
Nizam Saltık. Babam bahsetmişti o zaman Nizam Saltık diye bizim kirvelerden yani aile dostlarımızdan… adam burada amirmiş. Önce Altındağ karakoluna, sonra işte emniyette çeşitli yerlerde görev vermişler, daha sonra da Çiftlik karakoluna sürmüşlerdi.
Ondan sonra bana niye geldiniz diye sordu? Dedim ki, biz okula gidiyoruz, faşistler bize saldırıyor, bizim okumamızı engelliyor, biz de karşı çıkınca bizi alıp buraya getiriyorlar.
Bana dedi ki, sen şimdi aşağıya in dedi, ben biraz sonra sizi çağıracağım. Size biraz bağıracağım çağıracağım ama sakın siz alınmayın, dedi.
Neyse ben aşağıya geldim, Mustafa Doğan vardı Halkın Kurtuluşundan bir arkadaşımızdı, sonradan vefat etti. Mücadeleci bir arkadaştı gerçekten. Dedim Mustafa tanıdık birisi var dedim, herhalde bize bir şey olmayacak, anlattım yukarıda yaşadıklarımı… Çok geçmedi yukarıya çıkardılar. Faşistleri de getirdiler. Hepimizi dizdiler sıraya böyle. Ya dedi nedir dedi, işimizi gücümüzü bırakıp dedi sizinle mi uğraşacağız dedi, işimiz gücümüz mü yok bizim dedi! Bundan sonra dedi, böyle bir şey istemiyorum falan… Bağırdı çağırdı. Dedi gidin, bir daha da sizi görmek istemiyorum!
Bizi bıraktı. Sonra biz dışarı çıktık. O bizi bekleyen sivil ekipler, ya biz sizi okula bırakalım falan, dediler. Sanki bizi koruyorlarmış gibi, daha önce bizi yani ne bileyim elinden gelse bize her türlü işkence yapacak adamlar birden bizi okula bırakmaya yani o arabayla bırakma teklifi yaptılar. Biz kabul etmedik tabi, arkadaşla bindik okula gittik. Arkadaşlar bizi görünce çok sevindiler.
Yine bir başka gün faşist işgali vardı. Faşistler polis ile birlikte saldırıyordu. İşgali kırmak için okuldayız. Tabi Gazi büyük bir kampüs… yani 10 bin, 20 binin üzerinde öğrenci kitlesi var. Ama tabi aktif, görünür mücadele eden, yön veren belli gruplarla beraber 100-200 kişi vardık. Polisler bizi bir tarafa topladılar, kitleden ayırdılar. Spor kompleksi vardı, onun içine koydular. Sizi sıkıyönetime götüreceğiz dediler.
Sıkıntı olabilecek evraklar vardı, orada çalışan tanıdık arkadaşlar vardı, onlara verdim. Biraz beklettiler, yani bir iki saat, sonra cemseler geldi bizi sıkıyönetime götürdüler. Mamak sıkıyönetim komutanlığına götürdüler. 200 kişi kadar vardık. Tabi öğrenci kitlesi olduğu için hani öyle büyük bir baskı yok. Ben de rahatım, en azından politik bir şey değil yani örgütsel bir iddia ile gelmemişsin… O konulara artık alıştığım için bana biraz daha rahat geliyordu. Oraya gittik, sonra bizim ifadelerimizi aldılar, işte bayağı sürdü. İfademizi aldıktan sonra bizi tekrar cemselerle Cebeci’ye bıraktılar. Tabi bu arada saçlarımızı kesmişlerdi. (gülüyor) yani ilk defa üniversite gençliği… şimdi biz dedik okula gidersek herkes bizi bilecek yani sıfıra vurdular saçlarımızı resmen. Sonra ben oradan tuttum işte eşimin babasıgile gittim, Kaypakkaya’nın babası benim kayınpeder olur, oraya gittim. Onlar beni şöyle görünce önce tanımadılar! Çünkü gecenin yarısı.
………
Daha sonra işte yine bir gün 18 Mayıs Mahallesi’nin arkasında bir mahalle daha var daha önce size bahsetmiştim, Akdere Mahallesi, orada arkadaşlar falan, çalışma falan yürütüyorlar. Orada bir yazılama falan yapılması, bildiri dağıtılması şeklinde bir şey gündeme geldi. Tabi o zaman da bir arkadaşımız benim haberim olmadan bir yazılama falan yapıyor, yazılmaya çıkıyor, ben kendisine demiştim ki, bugün çıkma yani bir de 18 Mayıs Mahallesi’nden dolayı hani çatışmalar falan var, polis şeyleri var. O arkadaşımız tabi yazılamaya çıkıyor. Yazılamaya çıktıktan sonra bir grup arkadaşla birlikte yakalanıyor
Bu operasyonda benim evime de operasyon yapıldı, beni de gözaltına aldılar. Emniyete götürdüler, sonra eşimi de getirdiler.
İşkence; askıydı, suydu, elektrikti! Yani onlar artık oraya düştüğün zaman yani onlar için bir kobaysın yani, istediği zaman işkence yapıyor. Bir süre sonra bizi aşağıya indirdiler, şey katına, müteferrika diye bir yer var bir de alt katta, oraya gittik. Orada da iki oda var, hani gelenlerin hepsini aşağıya alıyorlar.
Bir süre sonra yukarı götürdüler, işkenceye aldılar. Eşim işkencede gerçekten daha çok etkilendi, hastaneye kaldırdılar geceleyin yapılan işkenceler sonucunda. Ben hiçbir suçlamayı kabul etmedim.
Ondan sonra ifademizi aldılar o zaman gözaltı süresi on gün müydü, yedi gün mü öyle bir şey. Bizi sıkıyönetime götürdüler. Mamak’a gittik, orada A blok var, daha önce işte Muzaffer Oruçoğlu’nun falan orada kaldığı yer, onun arkasında B blok var, C, böyle şey halinde devam ediyor….
Eşimi A blokta bıraktılar bizi C bloğa getirdiler. Diğer siyasetlerden yatan arkadaşlar vardı. O zaman eşlerin yan yana gelme şeyi vardı, ben oradaki şeyden görüşerek, cezaevi sorumlularıyla görüşerek eşimin bulunduğu şeye, önce B bloğa geldim.
Sonra ben A blok, B blokta işte hücre, koğuş var Deniz’lerin yattığı koğuş, bizi oraya koydular. Orada bir, bir ay falan kaldım zannediyorum. Bir ay sonra yine oradaki cezaevi müdürüne, eşim A blokta dedim, ben de o bloğa gitmek istiyorum diye dilekçe verdim. Kabul ettiler, ben A bloğa gittim. Burada daha önce Keçiören bölgesinde yakalanan arkadaşlarımız vardı. Yani kaldığım koğuşta bizden 5-6 arkadaş vardı, bir de Dev Yol’dan arkadaş vardı, Dev Sol’dan arkadaşlar vardı. Orada da tabi eylemlilikler gene devam ediyordu, yani eylemlilik hiçbir zaman bitmiyordu orada. Koğuşlarda işte yemek almama eylemleri oluyordu, yemekleri boykot etme durumu oluyordu, yani böyle şeylerimiz falan da oluyordu orada.
D.G: Tabi ben, biz bu görüşmeyi 80’lerin sonuna kadar sınırlı tutuyoruz şimdilik, daha sonrasında yine devam ederiz ve edeceği de. İlk mahkemeye çıktığınız yıl hangi yıl acaba?
K.A: Yani ilk mahkemeye çıktığım yıl 79’daki sıkıyönetim dönemi yani daha sonra ben 12 Eylül’de tekrar…
D.G: Mahkemeye ne zaman çıktınız siz?
K.A: Mahkemeye işte kaç ay? 3 ay mı, 4 ay falan sürdü yani mahkeme süreci, biliyorsunuz yani hemen şey hazırlanmıyor iddianame falan.
D.G: Peki o zaman o yargılama safhasını falan konuşabiliriz. Yani örneğin dava dosyanızın adı neydi? Dava arkadaşlarınız kimlerdi? Yargılama öncesi ve yargılama safhasında tanıklıklarınız nelerdir, mahkeme safhası özellikle? İşte duruşmalar, duruşmalara gidiş gelişler, mahkeme heyetinin tavrı? Aileler ile olan ilişki? Avukatınız ya da avukatlarınız? Avukat görüşü, avukat savunmaları? Yani yargılama safhasında tanık olduğunuz ve sizi en çok etkileyen olay ya da olaylar nelerdir? Bunları konuşabiliriz.
K.A: Yani zaten demin söylediğim gibi, belli bir zaten, içeri düştükten sonra zaten bir avukat tutmak şey gerekiyor. Biz de bir avukat zaten şey yapmıştık, tutmuştuk, avukatım şu anda milletvekili olan, şu anda CHP’de milletvekili olan Şanal Saruhan’dı, onun eşi de zaten Dev Yol davasından 12 Mart döneminde yargılanan bir arkadaş.
D.G: Neydi, adı neydi?
K.A: Şanal Saruhan.
D.G: Saruhan.
K.A: Evet. O avukatımdı, aynı zamanda onunla çalışan Emin Değer vardı, o da eski bir subay zannediyorum, subay, emekli subay, emekli bir şey zannediyorum.
O dönemin yani iyi avukatlarından olanlardı, bunlar genelde tabi ceza davalarına girenler falan vardı. Bizim öbür arkadaşımızın avukatı da bizim Tuncelili şey vardı, Hüseyin Duman diye bir arkadaş vardı, o da emekli albay. Tabi ki iddianame hazırlanıncaya kadar bayağı süre geçiyordu. Deniz’lerin yargılandığı bir yer var, Dışkapı’da. Duruşma yeri oradaydı. Daha sonraki dönemde şeye getirdiler, cezaevine getirdiler yani Mamak Cezaevi’ndeki yerine getirdiler. Gidip gelirken ellerimiz kelepçeli gidiyorduk, yani koğuştan çıkar çıkmaz görevliler hemen bizi kelepçeler, cemseye bindirirlerdi.
Avukatlarımız da bizi işte savunurken zaten iddianamede bizim zaten söylediklerimiz belliydi ama onların, sadece söylememiz değil onların işkence sonucu bu ifadelerini aldıklarını da onları mahkeme heyetine falan belirttik, onlar hakkında suç duyurusunda bulunduk, bize işkence yapanlar hakkında. Tabi ki sıkıyönetim olmasına rağmen yani 12 Eylül gibi olmamasına rağmen yine de bazı avukatlara bile söz hakkı verilmiyordu yani. Yani şu, şu şöyle şöyledir dediği zaman eğer mahkeme heyetinin hoşuna gitmiyorsa kabul etmiyorlardı.
D.G: Peki aileniz, aile görüşü falan.
K.A: Aile görüşü… ailemden kimse yoktu burada zaten, eşimin babası falan geldi kayınpederim Ali Kaypakkaya, ondan sonra kayınbirader geldi bir sefer onunla bir görüşme yaptık. O da işte ihtiyaçlarımız temelinde bazı şeyler getirmişti, o zaman görüştük yani. Zaten ekonomik olarak da hani ihtiyacımız olan şeyleri onlar temin ediyordu.
D.G: Peki, dava arkadaşlarınız var mıydı? Dava dosyanızın adı neydi?
K.A: Yani daha doğrusu TKPML davası diye geçiyordu. Eşim vardı. H.K., C.Y. A.P. …. 6-7 kişi vardı.
D.G: Peki mahkeme heyetinin tavrı nasıldı yani avukatların dışında size karşı nasıldı? Siz kendi savunmanızı yapabiliyor muydunuz avukatların dışında?
K.A: Yani avukatlar zaten onlara, zaten biz yetki vermiştik. Siyasi savunma olmadığı için de zaten ben pek hani şey olarak görmedik ama mahkeme heyetinin sorduğu sorulara yanıt olarak tabi ki veriyorduk yani.
D.G: Peki nasıl sonuçlandı ceza aldınız mı?
K.A: Ben o davada ceza almadım, beraat ettim zaten 79 davasında. Daha sonra eşim de zaten beraat etti. H.K. da zaten silah taşımaktan zannediyorum bir ceza aldı 1 yıl mı, 2 yıl mı o da çıktı yani.
D.G: Evet. Peki, biraz şeyi konuşalım yani daha sonrasında tabi tekrar gözaltı ve tutukluluk da oldu, bu hapishane koşullarını biraz konuşalım yani fiziki koşulları konuşalım, hapishane yönetiminin uygulamaları, bu uygulamalara karşı tavrınız? Ortak hareket etme imkânı var ise neler yaptınız? Arkadaşlarınız ve yoldaşlarınızla olan ilişkiler?
K.A: Ya ben A bloğa gelmeden, B Blok’ta iken, biz de yani emniyete düşünce üyelik düşer, ilkemiz var. Ben zaten daha önce de söyledim, yani ben kesinlikle partimle ilgili hiçbir bilgiyi vermedim. Bu konuda zaten, yoldaşların da zaten bilgisi var, onlar da zaten öğrendikleri için ben B bloktayken R.Ö. diye bir arkadaş vardı, daha önce cezaevine düşmüştü. Onunla gelen zaten haberde benim cezaevinde sorumlu olmam gerektiğini söylediler bana. Ben de tabi kabul ettim yani ister istemez. R.Ö., F.G. ile yakalanmış, oraya gelmişti.
Orada da daha önce söylediğim gibi, cezaevinde elbette ki işte baskılar uygulanıyor, belli saatlerde diyelim ki dışarı çıkabiliyordun, avluya çıkabiliyordun, işte yemek sorunları vardı. Dışarıdan gelenlere karşı belli bir baskı vardı, işte tekrar cezaevine gelip de cezaevinden tekrar emniyete götürülen arkadaşlar oluyordu, biz de bu baskılara karşı onların götürülmemesi için direniş yapıyorduk.
Engellemek için yemek boykotu, gerek işte havalandırmaya çıkmama şeklinde veyahut da işte sayım vermeme şeklinde eylemler yapıyorduk. Bazen de yemek almıyorduk. Bunu tabi diğer koğuşlarla beraber, diyelim ki kızların koğuşu vardı yanımızda onlarla beraber diğer tutukluların yani bayağı çünkü on, beş on tane koğuş vardı, daha fazlaydı hatta onlarla beraber direniyorduk yani.
D.G: Evet, hani tabi o günlük yaşam içerisinde bu ortak alanları nasıl kullanıyordunuz? Yeme içme sorununun çözümüne dair neler yapıyordunuz? İşte sıcak su, banyo, çamaşır yıkama ve benzeri ihtiyaçlar nasıl karşılanıyordu? Örneğin parasal sorunu nasıl gideriyordunuz ya da nasıl ortaklaştırıyordunuz, komün var mıydı? Birlikte kaldığımız arkadaşlarınızla yani sosyal, siyasal ilişkiler nasıldı, ne gibi ortak kararlar alırdınız? Bunları konuşabiliriz.
K.A: Mamak’ta, hemen hemen her blokta kaldım, yani A blok, B blok, C blok, D blok, E blok…. Yani 12 Eylül’le beraber hemen hemen bütün bloklarını öğrenmiş oldum. Onların içinde zaten en zalimane blok A bloktur yani en çok böyle baskıların, zulmün olduğu blok. Orada tabi ki haftada bir banyo sırası vardı, haftada bir gün. Havalandırma 1 saatti. Komün hayatı zaten vardı, ben C bloktayken de zaten bir komün oluşturmuştuk diğer siyasetlerle beraber. Hatta bizim şeyde gelen diğer şey tutukluları da vardı yani adi tutuklular diyelim, siyasi tutukluların dışında olanlar. Hatta onlar da bizim komüne özenerek bizim komüne katıldılar yani parasal yardımda bulunuyorlardı, bizim konuşmamızdan, davranışlarımızdan, sosyal ilişkilerimizden etkilenerek onlar da bizim komünde kalmayı falan denediler, yaptılar ve memnun oldular. Belki de düşünceleri falan da değişti yani o hani ortak yaşamın ne olduğu konusunda. A bloktayken de yine ortak bir komün vardı tabi. İşte bu çeşitli siyasetlerden, Dev Yol’dan, Dev Sol’dan, işte bizim siyasetten, Halkın Kurtuluşu’ndan ve orada yani tutuklu herkes komüne dahildi. Herkes kendi görüşmecisinin getirdiği parayı zaten komüne veriyordu.
Haftada bir, bir alışveriş şeyimiz vardı kantinden, ihtiyaçları neyse, kimi arkadaş sigara içiyordu, kimisi işte başka bir ihtiyacı vardı, onları da göz önüne alarak ihtiyaç listelerimizi yapıp işte bazen arkadaşlarımızın hani yemek yemediği dönemlerde oradan faydalanarak onu karşılamaya çalışıyorduk.
D.G: Evet. Hapishane sürecine dair başka anlatacağınız bir şey yoksa ben diğer sorumla devam etmek isterim.
K.A: Yani 12 Eylül’de de var biliyorsun, 12 Eylül sürecinde de ben cezaevine girdim. Yani ben zaten çıktıktan neredeyse yani bir yıl geçmeden tekrar ikinci bir Mamak süreci başlamış oldu. 12 Eylül’de gözaltı süresi 90 güne çıkmıştı yani 45 günden 90 güne çıkmıştı. Ankara’da bir operasyon sonucu 51 kişi yakalanmıştı.
12 Eylül’ün gelmesiyle beraber, demin dedim ya, nasıl olduysa bütün şeyler bir günde şey oldu yani, eylemler şeyler bitti.
Bizim siyasette de bayağı bir darbe yedi diyebilirim.
Emniyet sarayında tanıdığım hemen hemen yani hem örgütlediğim hem de benimle aynı üst komitede bulunan arkadaşlarım da dâhil olmak üzere onlarla emniyette karşılaştım.
D.G: Kimler vardı mesela üst komitede bulunan?
K.A: Yani benimle işte ne bileyim diyelim bir Ö.D. var sonuçta yani, bir işte bilmiyorum F.K., ismi değişen arkadaşımız vardı, Ali Yavuz Çengeloğlu vardı daha önce, sonradan işte MK üyesi İ.Ü. ’lar getirilmiş gitmiş sonradan yani daha önce ifadesi var, benim üzerime verdiği bir ifade var. Süleyman Cihan’ın beni kendisiyle tanıştırdığını falan söylemiş, ama Ali Yavuz Çengeloğlu’yla emniyette konuştuğumda yani 35 sayfalık bir ifadesinin olduğunu, tabi ben okuyamadım. Bunun da bir eleştiri olarak ele alınması ve araştırılmasını şey yapıyorum. N.Y. vardı.
İşte S.Ö. vardı, yani ismini sayamayacağım 51 kişi… Hasan Cevat vardı. Hasan sonradan öldü. Mamak bölgesinde örgütlü arkadaşımızdı.
Bunlar vardı. Ben orada birlikte faaliyet yürüttüğümüz arkadaşlar dahil, hiçbirini tanımadım, onlarda beni tanımadı!
Orada tabi yani yapılan işkenceleri zaten biliyorsunuz! 12 Eylül’de zaten 45 günlük bir sürenin hani şeyde geçmesi, binlerce insan var, öyle bir yapmışlardı ki artık o işkencelerde, her siyasete bir polis grubu bakıyor, yani Partizan’a bakan bir grup ayrı, Dev Yol’a bakan bir grup ayrı.
İşte Halkın Yolu’na bakan bir grup ayrı. Emniyette 45 gün mü, 46 gün, belki daha fazla bir zaman kaldıktan sonra bizi Mamak Cezaevi’ne götürdüler. Mamak Cezaevi’ne gittiğimizde de bir bölümünü bizden ayırdılar işte İstanbul’daki davadan dolayı, onlar İstanbul’a götürüldüler.
Mamak Cezaevi’ne gittik. Mamak Cezaevi’nde girişte daha önce görmediğim aslan kafesi diye tabir edilen bir kafes vardı. Bizim hepimizi oraya doldurdular ve çevremizde askerler, herkes elini uzatacak onlar vuracak! Yani ellerindeki sopalarla vuracak. Yani kendimizi kafesin içinde duran bir aslanın durumuna benzettik yani. Aslan bir kafesin içinde, diğerleri de mesela bir mızrakla süngülediğini düşün. Biz elimizde hiçbir savunma aracımız yok, zaten emniyetten gelmiş insanlar yani kaç şeydir hani oradaki betonda yatıyorsun, oradaki işkenceden kurtulup gelmişsin! Bir de burada o yetmezmiş gibi eline uzatıyorsun, hayvanca onlar seni sopalıyor! Ve sonra tabi bizi koğuşlara gönderdiler. Yani ben o zaman E bloğa gittik orada artık yani şey sayısı fazla olduğu için yani binlerce insan vardı Mamak Cezaevi’nde, her taraf dolu yani koğuşlar da ikişer, üçer yatılıyor. Aşağı yapılan koğuşlara gittik. O zaman mahkemeye çıkma süresi uzundu. Ben neredeyse yani kaç ay, dokuz ay, on ay belki de şeye çıkamadım, mahkemeye çıkamadık. Yine benim avukatım geldi Şenol Saruhan, yine aynı avukatım devam etti, onlar geldi işte dava dosyası inceleniyor dedi. O da tabi TKPML davası diye yine şey yaptı, geçti. Tabi öbür davayı da, benim daha önce yargılandığım dava vardı, o davayı da bu davayla birleştirdiler yani aynı, tek dava haline getirdiler TKPML davasını. O davada gerçekten Mamak’ta çok büyük işkenceler yaşadık. Havalandırmaya çıkarken çevremizde hep askerler işte bize tekme atanlar, bilmem ne yapanla yani zorla bizi taciz ediyorlardı. Hatta bir defasında, Raci Tetik’ti zaten o zaman şeyin sorumlusu, o cezaevi müdürü. Her birimize iki asker gelecek şekilde bizi sıraya dizdiler yani, bir asker önde bir asker arkada, bizi aşağıya eğdirerek, biri kafamızı tutuyor, diğeri coplarla bizi dövmeye çalışıyordu.
Sonra işte tek sıra halinde, zaten saçlarımız kesik biliyorsun hepsi tek tip, tek sıra halinde işte istiklal marşını okuturlardı, istiklal marşının bütün on kıtasını ezbere bize söylettirirlerdi yani. Daha sonra işte sıraya dizdikleri kişiye, sen istiklal marşını beşinci kıtasını söyle, sen üçüncü kıtasını söyle şeklinde yani hiçbir insana yakışmayacak şekilde, bize baskı ve işkence yapıyorlardı. Hâlbuki bu yani yapılan işkenceler ters tepti, daha da bizi kinlendirdi onlara karşı. Gerçekten de bunun şeyini yaşadık yani. Geceleri işte orada görevli teğmenler vardı mesela, onlar kurt köpekleriyle işte koğuşlarımızın önünden geçer, köpekleri böyle havlatarak onları, işte hay huy bilmiyorum ne, tangır tungur silah şey, sesleriyle bizi taciz ederlerdi.
D.G: Peki. Ben şimdi sizin, bu mücadele içerisinde sizin döneminizde var olan ve sizin döneminizde ölmüş ama sizin döneminizde var olup da sonradan ölmüş bazı isimleri okumak isterim. Bu isimlerden tanıdıklarınız var mıydı, varsa kimlerdi? Hangi alanda faaliyet gösteriyordu ve sizin üzerinizdeki etkisi neydi? Bunları biraz konuşmak isterim. Okuyorum Meral Yakar, Ali Haydar Yıldız, Ahmet Muharrem Çiçek, Atilla Özkan. Mehmet Kocadağ, Erdoğan Yalçıngil, Naci Güven. Tuncay Bali, Cemil Oka, Hüseyin Aslan, Hüseyin Çaparoğlu, Cuma Gül, Hasan Yıldırım. İsmail Poyraz, Hasan Kızılkaya, Müzeyyen Keskin. Bunlar 2 Eylül 1977 1 Mayıs şehitleri olarak geçiyor. Zülfikar Uralçin, Mehmet Zeki Şerit, Selahattin Doğan, İsmail Hanoğlu, Sırma Boyoğlu, Ali Yılmaz. Orhan Bakır, Efendi Diril, Raci Yılmaz, İbrahim Kara, Ali Geçgel, İrfan Çelik. Haydar Aslan, İhsan Parçacı, Süleyman Cihan.
Behzat Firik, Ali Sarıbal, Veysel Uyar, Erdoğan Tekin, Ali Uçar, Niyazi Gündoğdu, Medet Özbadem, Hasan Hakkı Erdoğan, Hayrettin Bakış, Zeki Uygun, Aziz Vatan, Bedi Avcı, Erhan Gencer, Nezih Uzuner, Kahraman Yılmaz, İsmail Özgül. Bu listede yer almayan ama hayatını kaybeden yakından tanıdığınız biri varsa kimdir, hangi alanda faaliyet gösteriyordu ve ne zaman, nasıl hayatını kaybetti? Bundan bahsedebilirsiniz ve aynı zamanda yukarıda sayılan isimler arasında birlikte faaliyet yürüttüğünüz kişiler var mıdır, varsa sizdeki iz bırakan çalışmaları ya da olayları nelerdir? Bu kişilerin ölüm haberlerini aldığınızda neler hissettiniz, bizimle paylaşır mısınız? Ben şöyle size de verebilirim bu arada.
K.A: Yani şimdi tabi ki bu devrimci mücadele içinde çalışıp da bedel ödeyen bir sürü yoldaşımız var. Her devrimci her an ölüme hazırdır zaten yani hani şey içinde, faaliyet içinde bulunan insanlar. Ama tabi ki yaşamak için elinden gelen her şeyi yapacaktır yani kendisini korumak için. Bu saydığınız kişiler arasında tabi ki tanıdığım insanlar var. Bir kısmının zaten, savunmalarını, özgeçmişlerini okudum, işte Mehmet Zeki Şerit, ondan sonra Muharrem Çiçek…. Bunların içinde Zeki Şerit’le tanıştım, Zeki Şerit’le bir konuşma şeyimiz oldu zaten, cezaevinde bir konuşmamız oldu, daha önce Ulucanlar Cezaevi’nde yatıyordu zaten. Süleyman Cihan zaten ablamın çocuğudur, ta çocukluktan beri tanıdığım ama daha sonradan da mücadele içinde, atıldıktan sonra…
D.G: Süleyman Cihan sizin ablanızın çocuğu mu?
K.A: Evet ablamın çocuğudur. Yani onu hem küçükken, küçüklükten beri, daha önce size konuşmalarımda bahsettiğim gibi işte ablamlara giderdik, şu, halamlara giderdim dediğimde daha küçüklüğümden beri, daha bu mücadeleye atılmadan önce yani benim veya Süleyman’ın mücadeleye atılmadan önce ilişkilerimizin olduğu, çok yakından bildiğim, en çok da hani ilişkimin olduğu yeğenlerimden birisidir diyebilirim. A. ‘le az görüşürdük.
Ama Süleyman’la daha önceki yıllarda yani 70’lerde, 72’lerde falan Ankara’ya o benim geldiğim dönemlerde de böyle çok yakın bir ilişkimiz vardı, çünkü gerçekten ilişkilerine, yani arkadaşlarına, dostlarına çok düşkün biriydi. Biliyorsun o dönemde ilişkiler önemli yani, siz bile mesela bir yere gittiğimiz zaman kardeşimi göreyim, amcamı göreyim şeklinde fedakâr biriydi gerçekten. Zeki Şerit de demin söylediğim gibi, cezaevinde görüşmemiz oldu, onu da biraz sonra zaten ifade edeceğim. Veysel soyadlarını bilmiyorum arkadaşların, demin söylediğim gibi uyar mı Veysel?
D.G: Uyar.
K.A: Veysel Uyar’ı tanırım, o da benim yanımda Ankara’dan tanıdığım biri. Erzincan bölgesinde bir çalışma yapıyordu o arkadaşımız. Buraya Ankara’ya geldiğinde yine benim yanımda kaldı 1-2 hafta, tabi daha sonraki dönemde bir, Hülükuşağı’nda yapılan bir çatışmada hayatını kaybetti. Erdoğan diye bir arkadaşımız var, o da zaten bizim köylüydü, onu da tanırım.
D.G: Erdoğan Tekin.
K.A: Erdoğan Tekin’i de tanırım. Ondan sonra şeyi de tanırım zaten, Efendi Diril’i de tanırım, o da zaten küçükken tanıdığım bir arkadaş, yani mücadele içinde, örgütsel faaliyet içinde benimle beraber olmadı, İstanbul bölgesindeydi zannediyorum ama kişi olarak tanıdığım, ailece tanıdığım birisiydi. Yani o, onlar, diğeri de zaten Ali Haydar Yıldız zaten onlar biliyorsun İbrahim dönemin zaten vurulanlar, hayatlarını okudum, biliyorum. Hani kimisini dediğim gibi… Erhan Gencer, karşılaştığımız, bildiğimiz arkadaşlarımızdır. Ama Süleyman Cihan benim gerçekten çok önem verdiğim yoldaşlar, yoldaşlarımdan biridir. Yani artık biliyorsun feodal ilişkiler değil de devrimci mücadele ön plandadır. Bizim mesela işte o ayrılık döneminin, döneminde zaten şeyde, M.A.K. dediğim arkadaş zaten cezaevine girmişti o da. Buradaki o mücadelenin sürmesinde gerçekten hani bize katkıda bulunan yani hem materyallerle hem değişik şeylerle bize şey yapan arkadaşımızdı Süleyman Cihan. Ali Yavuz Çengeloğlu’nu bilirim.
D.G: Peki, yani sormayı unuttuğumuz ama kayda geçmesini istediğiniz bir şey varsa onları da anlatabilirsiniz, sorularımız bu kadar.
K.A: Yani sizin sormak istediğiniz bir şey varsa ben bunları yanıtlayabilirim. Neredeyse 40 yıllık bir süreçten bahsediyoruz, tabi ki o kadar çok şey var ki, hani bazı şeyleri hatırlamak, o anı yaşamak, tabi ki siz sordukça hani insan daha da o anı hatırlıyor, sanki şu anda yaşıyormuş gibi bir his bende uyandırıyor o mücadele şeyi. Ama bir yandan da o… (çok duygulandı) … Süleyman Cihan… (ağlıyor)
D.G: Su içer misin ağabey, hemen yanında.
K.A: Yani özellikle Süleyman Cihan’ın (ağlıyor) kaybedilmesi, hani onun yakalanması gerçekten, İbrahim Kaypakkaya’nın… ser verip sır vermeyen ilkesine… uyması… yine de bizde bir umut… yarattı. Teşekkür ederim.
D.G: Peki, biz teşekkür ederiz.
[1] https://yesilgazete.org/blog/2016/04/09/amcam-hakan-yurdakuler/