Muzaffer Bal (M.B:) (1948) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişiler: Yücel DEMİRER (Y.D:) Devim GECE (D.G:) Özer İNAL (Ö.İ:)
Görüşmeden Fabrikalar Sendikalar Grevler ile ilgili bölüm:
İleri maden-İş’i biz 7 kişiyle kurduk.
M.B: “Lise son sınıftık, 68’de. İşçi-Köylü satmaya başladık, Garbis de satıyor ben de satıyorum diğer arkadaşlar da satıyordu İşçi-Köylü ve Aydınlık. İşçi-Köylü gazetesi satarken ben genellikle Garbis ile çıkardım, fabrika önlerine çıkardık, İstinye’de Kavel kablo fabrikası var ondan sonra Belde-San var, Türkay Kibrit var bir de altta, deniz kenarında tersane var daha yukarıda da taş ocakları var. Niye bu kadar detay gösteriyorum çünkü buranın çalışan işçileri hepsi birbirinden farklı bir yapıda oldukları için işte gidiyorduk Belde-San daha çok ilgi gösteriyordu, Belde-San işçileri çünkü Hisarüstünden, gecekondudan Belde-San’da çalışanlar vardı onlar alıyordu diğerleri de alıyordu. Belde-San biraz farklıydı ama Türkay’la Kavel Kablo çok almıyorlardı, bakmıyorlardı bile. Taşocaklarından gelen şoförler saldırıyorlardı, taş taşıyan şoförler bizi görünce hakikaten küfürler, bir şeyle saldırıyordu onlar. Bir gün işte ben gazeteyi aldım gittim fabrikanın önüne sırayla çıkıyorlar, Türkay’ın önündeyim Garbis gelmedi e bekle bekle yok, işçi çıktı, ben korkuyorum yani işçiye gazete vermeye korkuyorum çünkü bazen saldırıyorlar böyle koltuğumun altında böyle duruyordum sadece kendi duyabileceğim kadarıyla gazete, ‘İşçi-Köylü’ diyorum biraz da geri dönmek işime gelmedi, bir kadın geldi dedi ‘Niye bağırmıyorsun’ dedi ‘Niye gazeteyi satmıyorsun’ dedi, dedim arkadaşım gelecekti, şey yapmadım ‘Ver bakayım şu gazeteleri’ dedi kaptı gazeteleri.”
“İleri maden-İş’i biz 7 kişiyle kurduk, burada yıllar geçti artık bazı şeyleri şey yapmak lazım. Mesela bunların hiçbiri işçi değil tepeden kurduk, bir tanesini hiç hayatımda görmedim. Adamı, ölü falan dediler sahte kimlik dediler ama kurduk bu nereden geldi…”
Y.D: Kimdi O 7 kişi kimdi?
Şimdi aklıma geldi, E.Ö. şimdi avukatlık yapıyor, M. diye bir arkadaş var hatırlamıyorum yani diğerlerini doğru dürüst ne sendikada gördük ne de şeyde çünkü onların bir kısmı takma bir kısmı bilmem ne öyle sürmüştü. M. arkadaş yardım ediyordu ama başka yerde çalışıyordu. Peki niye kurduk yani bence en önemli soru o niye kurduk? Hindistan’da bu tür sendikalar vardı, kızıl sendikacılık, örgüte bağlı sendika doğrudan örgüte bağlı sendika. Sendika vasıtasıyla işçi sınıfı içerisine yayılma. Bu Çaru Mazumdar’ın geliştirdiği bir teori ve bunu olduğu gibi, kalıp gibi alıp Türkiye’ye uygulamaya kalktık. İlk dönem ciddi sıkıntılar çektik, çünkü ekonomik sorun var profesyonel çalışıyorsun, sendika başkanısın koşturuyorsun bütün bu sıkıntıların içerisinde üyen yok, nereden üye bulacaksın, DİSK çok güçlü o dönem. yani Maden-İş falan çok güçlü bir dönemi, Türk-İş’in de çok güçlü bir dönemi. DİSK grevler götürüyor. Özellikle İbrahim Güzelce vasıtasıyla TKP’ye daha yakınlaşmış bir DİSK görüyoruz. Biz de koştur moştur işte diğer, hareketin diğer kadroları da onlar da yardımcı oluyorlar işte tanıdık manıdık derken Şişli Bomonti’de bir yer bulduk: Akar Kalıp. Buranın işçilerini sendikalaştırdık ve greve çıkardık oylama yapıldı, oylamada grev kararı alındı patronda ona uydu hemen bir grev çadırı kurduk çok da güzel bir grev çadırı ve devam ettik kaç gün sürdü bilmiyorum.Bir ayı geçtik yani ben orada yatıp kalkıyorum, eve hiç gitmiyorum oraya DGD’den arkadaşlar geliyor, onlar yardım ediyor, yiyecek getiriyorlar koşturuyorlar. Başka yerlere girmeye çalışıyoruz derken Yargıtay’dan bir olaydan dolayı karar çıktı: Grev kararı alan mevcut işyerinde çalışma devam ediyorsa, çünkü çalışmayı engelleme hakkın yok ha biz engelliyorduk ayrı bir mesele, içeride çalışanlar tekrar bir oylama yapabilir yani çalışıyorsa dışarıda grevci olabilir ama içeride çalışıyorsa…O zaman patron şey yaptı kendi akrabalarını polis güdümünde içeri aldı çalışıyor gösterdi birkaç gün sonra da grev oylamasına gitti ve biz kaybettik, çadırı söktürmedik. Bu sefer bu işyerinde grev yazısının yerine 9. Yargıtay kararına karşı açlık grevi diye başladık.Ben başlattım, kendim tek girdim sendika başkanı olarak, aşağı yukarı bir 10-15 günde o sürdü.Ama tabi açlık grevinedir o dönem biz onu da bilmiyoruz yani açlık grevini ölüm orucu gibi algıladık fakat Tıp Fakültesi’nde okuyan arkadaşlar vardı, genç kadın arkadaşlar, onlar ilaç getiriyordu bir şey olmaz başkan iç bunları diyorlardı. Vitamin ilaçlarıydı, biz ne çay içiyoruz ne su içiyoruz, ne bir şey. Sonra anlattılar böyle bir açlık grevi yok bu ölüm orucudur, sen ilaçlarını şuyunu buyunu al o şekilde yedim. Ondan sonra doğal olarak o atılan grevci işçiler atıldı, polis de en son bizi oradan kaldırdı. Bu sefer biz, S.A. hep çadırda kalıyordu, S.A’la ikimizi grev çadırı yıkıldığında polis karakoluna götürdüler Nişantaşı’na.Polis karakolunda işte niye direniyorsunuz falan derken, ikinci şubeye gönderdiler Sirkeci’ye. Yanımızda küçük boylarda bir adam var polis ‘Mişon’ diye hitap ediyor.Onunla yola çıktık aynı arabada onu da bindirdiler yanımıza. Akşam üzeriydi, gittik. Girer girmez kapıdan bağırdı bu, bugün hiçbir şekilde kumar, mumar oynamayacaksınız, zar mar yok siyasi arkadaşlarımız geldi herkes ona göre davranacak, şuraya da bir çilingir sofrası kurun dediler.Bir mendil attılar orada ne varsa ekmek, bisküvi bilmem ne getirdiler bizim ama hiç sesimiz çıkmıyor.Ya dedik sen kimsin dedi ben ‘Cepçi Mişon, Mecidiyeköy, Taksim arasında çalışırım haftalık veririm karakola, bu hafta işe çıkamadım karakolunda parasını veremedim o yüzden beni aldılar’ dedi.Peki bizimle ne ilişkin var bu kadar şey davranıyorsun?Ben dedi aynı zamanda komünistim.
Ama dedi sizin gibi değilim, ben ihtilalciyim silahlı mücadeleyi savunuyorum, siz dedi sendikalarla uğraşıyorsunuz.O Kasımpaşalı Mişon sonra cebinden bir fotoğraf çıkardı biz tabi çok ilgi göstermedik birden, fotoğrafı çıkardığında Üsküdar’da Toptaşı Cezaevi var orada siyasilerle çektirmiş benimde bir amca oğlum vardı TSİP’ten içeri girdiydi oda dahil. Fotoğrafı cebinde taşıyor ben dedi, ben dedi bu gruptan bir tek dedi TİKKO’yu seviyorum o silahlı mücadele yürütüyorve onun için ben silahlı mücadeleyi savunuyorum dedi. Canımı isteseler veririm ama kimse ilişki kurmamış o cezaevinde öyle kalmış hatta bize şey dedi sendikanızın ne ihtiyacı varsa ben anında hazır ederim, paraysa para getiririm eşyaysa eşya getiririm. Ben eşya almıyorum ama alan arkadaşlara söylerim alırlar oraya getirirler derken biz bununla tabi ilişki kopardık yani o büyük bir tehlike sendikacılık hayatında.Belki siyasette kullanabilirsin ama sendikacılıkta hayatta bilinmeyen bir şeydi ondan bir şekilde dışarı çıktıktan sonra kurtulduk ha bugünden baktığımda hatta bugünden değil yani o dönem bu kapitalizm iç tartışmalar son bulduktan sonra sendikada, geri dönüp baktığımda büyük bir hata yapmıştık. Yani sendika kurmakla çok büyük bir hata yapmışız çünkü biz sendika kurduğumuz zaman diğer sendikalardan arkadaşları soyutladık mesela gidip Maden-İş’in içinde çalışmak vardı nasıl çalışacaksın? Maden-İş sendikanın içinde değil biz onu da yanlış kavrıyoruz işte Maden-İş’te çalışırız dediğimiz zaman illa Maden-İş sendikasında çalışmak, hayır, fabrikada. Fabrika çalışmaları genişletilebilinirdi orada örgütlenebilinirdi, kök salınabilinirdi fakat yarı-feodalite buna çok engel bir teori yani yarı-feodaliteyi savunan, halk savaşını savunan bir anlayış ancak dağa kadro yetiştirmek üzere kadrolaşıyor.İşçiyi de mesela öyle örgütlüyor, inşaat işçileriyle çalıştım ben aynı zamanda. Nedir inşaat işçileri? En kaypak işçi kesimidir çünkü mevsim işçisidir oradan oraya, şimdiki gibi şey değil yani adam bir bina yapıyor 2 kat, 3 kat neyse o kadar şimdiki gibi böyle teşkilatlı bir işçi değil.Oradan inşaat işçisiyle bağ kuracaksın ve onun köyüne gideceksin, köyünde ve dağlarda örgütleneceksin amaç bu.İnşaat işçileriyle çalışmanın amacı buydu onun için o bütün o sendikal çalışmalar hatta öğrenci çalışmaları bana göre, benim gördüğüm kadarıyla belki yanlış görebilirim ama hep böyle halk savaşına hazır kadrolar, savaşçı kadrolar. Mantığı da böyle gelişti ama ideoloji sert, asker tipi kadrolar gelişmeye başladı yani belki12 Mart döneminin öncesinde bu kadar sert ve şey değildi ama daha sonra o sertleşme devam etti.Sert bir yapı, kas oluştu, iyi silah kullanan silahlı mücadeleyi göklere çıkaran kadrolar hareket içerisinde gelişmeye başladı, mevki kazanmaya başladı mesela Aziz Vatan çok önemli bir kişilik yani Türkiye tarihinde çok önemli bir kişilik ama çok basına çıkmamış çok şey yapılmamış bir kişilik bana göre.Hareket içerisinde Lenin deniyordu, kel deniyordu esas ismi Aziz Vatan ama Ali Dehridir takma adı. ÖDP’ye Ali Dehri diye üye oldu, biliyorsunuz Aziz Vatan öldü hastalıktan böyle bir kişilik ha şimdi bununla yeni yetişen kadronun anlaşması mümkün değildi. Yeni yetişen kadro halen halk savaşı, gerilla mücadelesi esas önünde koyduğu mücadele, Aziz Vatan’ın önünde koyduğu mücadele işçi sınıfı mücadelesidir. İşçi mücadelesi harekette gelişmedi ben onu söyleyebilirim yani ben ayrılmadan, ilişkiler bittikten sonra da takip ettim bütün yayınları okumaya çalıştım hareket içerisinde yeni görüşler gelişmedi.Bunu ben TİKKO içinde söyleyebilirim bütün o ayrılıkları dışarıda tutarak gövde için söylüyorum diğer sol hareketlerde de şeyin üzerine kuruldu, ölüler üzerine kuruldu siyasetler. 12 Mart’tan sonra İbrahimciler, Mahirciler, Denizciler ha bunu alıp geliştirme yok, İbrahim işte halk savaşı teorisi işte belki de o dönem belki doğru bilemiyorum ben Kürecik çalışması bilmem ne tüm bunlar saygıdeğer şeyler ve Türkiye’de hiç kimsenin yapmadığışeyi yapıyor İbrahim Kaypakkaya fakat daha sonra gelişen Türkiye’ye bakılmadı.Yani kapitalizmin şartlarıyla bakılmadı ve o İbrahim üzerinden sen fazla İbrahimcisin ben fazla İbrahimciyim, İbrahim şunu dedi bunu etti olaylar buradan ayrıştı esas olarak. İlk ciddi kopuş kapitalizm ve yarı-feodalite kopuşuydu ondan sonraki kopuşlar çok şey değil bana göre. Şuanda da mesela karşılaştığım arkadaşlar var zaman zaman pek ciddi şeyler yok.”
“Sendikayı konuşalım. Akar Kalıp’ta, işçilerle öğrencilerle beraber eğitim çalışması yapılıyordu özellikle öğrenciler geliyordu, biz herkese açık olduğumuz için farklı görüşlerden de geliyordu. Onlar orada anlatıyorlardı, konuşuyorduk sosyalizmi tartışıyorduk, işçilerin durumunu tartışıyorduk çoğu zaten gecekondularda oturuyordu işçiler hemen hemen hepsi Gültepe’de oturuyordu. Bazı sendikalarda yani büyük sendikalarda grev yerine kolay kolay alınmıyor alınsa bile denetleniyordu yani konuşmalar denetleniyordu bizde o olmadığı için herkes çok rahat geliyordu. Bu Akar Kalıp’ta çok enteresan bir şey gelişti bir gün, şu an profesör olan H.B., o zaman öğrenciydi zaten boyu kısacık girdi bir gözü simsiyah böyle perişan bir halde geldi. Çadırdan bu kadın arkadaşlar birden kahkahaya, gülmeye başladılar bakıp bakıp gülüyorlar ben dedim ne oldu sana dedim bir şey yok dedi, ne oldu, bir şey yok. Kadının bir dedi ki söylesene, o gün aynı gün bu Dev-Sol’un bir yerine gitmiş, dergiye mi bir yere gitmiş bu kadınlar da oradaymış zaten Mahir üzerine konuşmuş Mahir’e veriştirmiş kızın bir tanesi de yumruğu almış vurmuş. Yani öyle onlar Mahirciydi o zaman yani bize Mahircisi de geliyordu, TKP’liside geliyordu, herkes geliyordu genç kesim özellikle orada böyle sohbet filan ediyordu. Sonra ciddi şekilde Kardeş Elektrik’te direnişi örgütledik. DGD’den bir grup arkadaş onu getirdi sendikaya, DGD çok iyi çalışıyordu o zaman, Devrimci Gençlik Derneği o zaman Aksaray’da, İ.Ü. başkanıydı o dönem, onlar getirdi orada kocaman bir çadır kurduk yani 100 kişilik bir seminer verebilecek bir çadır kocaman böyle. Uzun bir direniş sürdü orada, işçiler Bulgar kökenliydi, göçmen, kadın erkek işçilerdi göçmenlerdi, seminerlerde ben yine orada çadırda kalıyordum bu Sancak Tül’ün ilerisinde bir yer şimdi orada birinci şube mi yapıldı, ikinci şube mi yapıldı onu tam bilemiyorum, yer oradaydı. Ben orada sürekli kalıyordum, seminerler veriyorduk gece saat 1- 2’ye kadar ondan sonra işçilerin bir kısmı evine gidiyor bir kısmı da yakın çevrede oturuyorlar bir kısmı da başkan yeter artık yat uyu filan deyip üzerimi örtüyorlardı. Bir gün yine ben Marx’tan bir şey anlatıyorum kadınlar habire karşı çıkıyor, Bulgar göçmeni kadınlar ve yeni gelenler sürekli ama karşı çıkıyorlar işte orası sosyalist olsa biz orada kalırdık bilmem ne sosyalizmi diktatörlük falan böyle bir sürü şey bizde anlatıyoruz. O ara göçmen olmayan bir tane erkek işçi var, o dedi başkan dedi günlerdir anlatıyorsun bak dedi yaşayanlar sana karşı çıkıyor sen de bize sosyalizmi övüyorsun nedir filan dedi. Böyle der demez o yine bana karşı çıkan kadın birden parladı ‘Ben sosyalizme karşı çıkmıyorum, ben Bulgaristan’da uygulanan sosyalizme karşı çıkıyorum; bizi de böyle kandırdılar buraya getirdiler, ama geldik gördük ki burası oradan daha berbat, yemek bulamıyoruz, ekmek bulamıyoruz, iş bulamıyoruz’ dedi. ‘Biz orada en lüks otele bile gidip eğleniyorduk şimdi git bakalım Hilton’a’ dedi kadın. ‘Kapital’i lisede okudum bizim lise kitaplarının içinde Kapital var, dedi. Başkan dedi belki Kapital’i bile bilmiyor ama bize o kapitalde öğrendiğimiz uygulanmıyordu’ dedi. ‘Biz ondan rahatsızdık, Türk’üz ve ırkçılık uygulanıyordu’ dedi. Sonra birkaç gün sonra beni evine davet etti sana bir şey göstereceğim bize gel dedi, gittik evde Atatürk fotoğrafı var, Atatürk fotoğrafının arkasını çevirdi arkada şey var Bulgar devlet başkanının ismi neydi Jivkov galiba, bu devlet başkanının resmi var arkada. Peki dedim niye böyle yapıyorsunuz? Bunu dedi asmak mecburiyetindeyiz biz evlerimize, Atatürk resmini asmak zorundayız, çünkü biz buraya geldiğimiz zaman hepimizi Bulgar ajanı olarak görüyorlar ve öyle takip ediyorlar. Biz dedi sosyalistiz, sosyalizmi savunuyoruz ama dediğim gibi dedi biz sosyalizme Kapital’de öğrendiğimiz gibi olmadığı için karşı çıkıyoruz dedi. O direniş aslında bizim arkadaşların kısmen okulu oldu yani orada uzun çok uzun bir süre, altı aydan fazla direniş sürdü ve herkes orada eğitildi gibi geliyor bana. Çünkü herkes oraya geliyordu dinliyordu bu S.A. arkadaş o hep sendikada hep bizimle beraberdi.
Bir de şunu da söylemek istiyorum özellikle İleri Maden-İş’in çalışmalarında en büyük desteği Uğur Cankoçak verdi, Uğur Cankoçak Aybarcı bir arkadaşımızdı hepimizden çok yaşlıydı, Uğur aynı zamanda Lastik-İş başkanlığını yapıyordu, 12 Mart döneminde DİSK’in toparlamasını o sağladı Türkiye çapında, o hep bizi destekledi siyasi hareket olarak da bir İbrahim hayranlığı vardı, kendisi Aybarcıydı, koyu bir Aybarcıydı ama bir İbrahim hayranlığı vardı. O silahlı külahlı arkadaşlar derdi TİKKO diye bahsetmezdi hatta ona inadına diye bir site kurdu bizim arkadaşlar, kimlerdi hatırlamıyorum ama ona yardım ettiler site kurdular, öldü. Daha sonra fakat o hep bize yardımcı oldu, bir de bu sendikayla ilgili İleri Maden-İş olduğundan fazla abartıldı kamuoyunda yani 250 mi ne üyesi vardı zannediyorum, bir yerde toplu sözleşme imzaladı diğerlerinde direniş sürdürdü fakat hem basında hem de sol içerisinde çok popüler hale geldi ve DİSK’i rahatsız etmeye başladı. Bir gün Haşmet Zeybek’le çok eski tanışıyoruz dedi ki Muzaffer dedi seni biri görmek istiyor dedi kim Kemal Türkler dedi ya dedim Kemal Türkler ile benim ne ilgim var? DİSK danışmanı olarak görev yapıyor aynı zamanda Maden-İş ve DİSK’in danışmanı dedi onu atmışlar. Güldüm ben de dedim niye atıyorlar valla dedi senin sendikan yüzünden atmışlar dedi. Haşmet Zeybek o zaman Halkın Yolu grubundandı. Gel dedi bir gün, o gelince seni çağıracağım. Tamam dedim sonra onlar randevu falan buluşturdu sonuçta Kemal Türkler şey dedi ‘Bu sendika nerede, kaç üyesi var, kaç şubesi var?’ Dedim valla üyesi 200 kişi filan. Peki kadrosu, kadrosu da bir tek ben varım dedim bir de E. diye bir arkadaşımız var dedim Hukuk’ta okuyor başka da yok dedim ya dedi sizin yüzünüzden beni DİSK’ten attılar niye dedim valla bilmiyorum İleri Maden-İş’i örgütlüyormuşum dediler dedi. Bana çok inandırıcı gelmedi yani İleri Maden-İş yüzünden DİSK’ten atılması filan çünkü onlar bizi çok iyi tanıyorlar, biliyorlar zaman zaman karşılaşıyoruz, konuşuyoruz yani gücümüzü biliyorlar. Saha sonraki yıllarda Cağaloğlu’nda şöyle bir dedikodu yayıldı ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum, Büyük Grev diye bir kitap yazıldı, Aziz Nesin’in. Bu Profilo işçilerini anlatan bir grev bu grevin biraz da patronlara hizmet ettiğini yani yanlış bir grev olduğunu anlatan Aziz Nesin’in kitabı, Cağaloğlu’nda konuşulan şu ya Aziz Nesin nereden bilecek bu grevi, nasıl bilir? Aziz Nesin’in böyle bir şeyi lüksü yok ki. Kemal Türkler yazıyor Aziz Nesin imzalıyor şimdi Cağaloğlu’ndaki dedikodu bu ama ben halen inanıyorum buna ama doğru mu yanlış mı onu bilemem çünkü Aziz Nesin’in o büyük grevi yazması mümkün değil. Yani Aziz Nesin gelip grev yerinde kalmaz hayatı boyunca gitmemiştir belki ancak grevden bir kişi gidecek onu sohbet sırasında konuşur ama Kemal Türkler hep sendikada bütün o görüşmelerde her yerde var çok detaylı bir kitap Büyük Grev. Bende halen var kütüphanemde yani onlar o kadar abartıldı ki o kitap biz bahane edilip, o kitaptan dolayı devre dışı bırakıldık zaten biz ayrılıktan sonra bizim sendikayı bizim elimizden aldılar sağ olsunlar o yükten de kurtardılar. Bugün arkadaşlarla Ankara’da karşılaştım sendikadan, isimlerini hiçbirini bilmiyorum ama Ankara’da karşılaştım onlar beni tanıdı. Dediler bizi tanıdın mı yok dedim, Biz dedi İleri Maden-İş’i senin elinden alan arkadaşlarız dedi biraz mahcup biraz şaka sonuçta HDK’de birleşmişiz biraz onun rahatlığı ile. Esas olarak şeyi söylemek istiyorum yani tarihe not olarak kalması için: İşçi sınıfı içerisinde çalışma sendikalarda görev almak değildir işçi sınıfı içerisinde kadronu fabrikaya yerleştireceksin ciddi bir çalışma yapacaksın nasıl ciddi çalışma uzun dönem fabrika işçisi gibi dostlar edinecek, kendini sevdirecek ondan sonra siyasi çalışmana gireceksin, bu yılları alabiliyor. Ben Fransa’dan gelen bir Troçkist arkadaş vardı onunla karşılaştım Troçkistleri Fransa’da nasıl çalıştığını anlattı yani adam ilk işçi olarak demiryollarına giriyor ve Troçkist bir partiye bağlı, emekli olduğu zaman ortaya çıkıyor, bütün grevleri o yönetiyor bütün işçi hareketini o yönetiyor eğitimleri bilmem neyi veriyor ama partili olduğu, siyasi olduğu son emekli olacağı zaman son sene grev şeyinde kendisini açığa vuruyor. Ama uzun bir dönem bütün demiryollarını örgütlüyor. Niye bu aklıma geldi? Aziz Vatan’la çalışırken Aziz Vatan sorumluydu ben de işçi sorumlusu. Bir problem olmuştu, bir fabrikada bir işyerinde bir arkadaşı sokmuşlar dışarıdan işçi olarak adam aşağı yukarı bir ay geçmeden gelmiş ben bütün fabrikayı örgütledim demiş. Aziz Vatan da bana dedi ya böyle şey olur mu dedi, nasıl örgütlüyor bu dedi sen bununla bir konuş dedi. Benim ilk sorduğum soru fabrikada hangi sendika var, bilmiyor, patronun adı ne bilmiyor ne soruyorsam bilmiyor adam girmiş peki nasıl örgütledin sen bu işçiyi? E dedi yemekhanede, dışarıda arkadaşlar hep İbrahim Kaypakkaya’nın türkülerini söylüyor ve o dönem bir modaydı hakikaten İbrahim, herkes söylüyordu, mahallede söylüyorlardı, sokakta söylüyorlardı İbrahim’le ilgili türküler, hikayeler, bu oradan onu örgütledik diye şey yapıyor ve işten de çıkıyor onun üzerine. Söylüyorum yani daha sonra ben Tekstil İş kolunu örgütledim, yani ramak kalmıştı ele geçirmeye. orada da gördüm mesela Dev-Solcular vardı fabrikada çalışıyorlardı önce düşündüm bu niye girmiş diye üç gün sonra çıkıyorlar, iki tane adam alıp çıkıyorlar, iki tane genç alıp, kadro alıp çıkıyorlar. Halbuki sendika çalışması, işçi sınıfı içerisinde çalışma uzun yılları kapsayacak bir çalışma yöntemidir ve bugün de geçerli yarın da geçerli olacağına inanıyorum. Belki çok Maocunun bilmediği bir şey var mesela Çin devrimi ile ilgili, ben iyi bir Maocuyum halen devam ediyorum Maoculuğuma ama öyle taparcasına değil Mao’nun da bazı özelliklerini savunuyorum, Çin devrimi sırasında aynı zamanda işçi sınıfı içerisinde de parti çalışmaları var. Çok azı işçi sınıfı fakat devlet bunu tespit ediyor, kongre yapılıyor, kongreye komünist parti kadroları geliyor onu atıyor iptal ediyor bir daha seçim yapıyor bir daha atıyor çünkü parti uzun dönemdir oraya yerleşmiş ne halk savaşıyla ilgisi var o kadroların ne de şeyle işte silahlı mücadeleyle filan. Onların orada belli bir kadrosu var o kadro sürekli orada az da olsa işçi sınıfı içerisinde çalışmasını sürdürüyor. Çin’de de böyle bir işçi sınıfı çalışması var halbuki bizde hep kısa dönemde iki tane adam kapıp gidip harekete bilgi verip hareket de ona aferin deyip bir üst kademeye böyle, böyle bir sıçrama tahtası gibi kullandı. Yalnız Kardeş Elektrik’te o süreçte çok ciddi bir eğitim çalışması gerçekleştirdi arkadaşlar ama şey de düşünmüyorlar orada bir problem var ideolojiyle çalışmanın da uyum sağlaması lazım sen eğer yarı-feodaliteyi savunup halk savaşını savunuyorsan uzun dönemde sen fabrikada çalışamazsın. Aldığın o bilgi bile seni rahatsız etmeye başlıyor niye burada boşuna duracağım gideceğim, halk savaşı yapacağım silahlı halk savaşı, toprak işgalleri bilmem ne diye şey yapıyor. O dağ kafası, sadece militan kadro olarak bakıyor işte desteklerse destekler, desteklemezse desteklemez veya iki tane adamı alır götürürsün. İdeolojiyle pratiğin birbirine uyması ve desteklemesi gerektiği kanısındayım yani böyle bir şey var benim sendikal anlayışım bu.”
“15-16 Haziran işçi yasalarından şimdi hatırlamadığım bir değişiklik yapılıyordu o zaman DİSK o değişikliğe karşı çıkıyordu ve mücadele kararı aldı ama bu mücadele kararı 15- 16 Haziran’da olduğu gibi bir karar değildi pasif direnişler. Orda da o dönem çok güçlü olan Dev-Genç devreye girdi, hareketi DİSK’in de elinden alarak kendi güdümünde geliştirdi. Hatta Kemal Türkler’in radyo konuşması vardır, kaç kişinin arşivinde var bilmiyorum ama benim arşivimde var mesela karşı çıkıyor, Dev-Gençlilere karşı çıkıyor işte komünistler bunu bu hale getirdi bilmem ne gibi bir sürü konuşma var. Dev-Genç güçlü bir efor sarf etti ve bütün gücünü ortaya koydu her yerde ve işçi sınıfının o iki günlük direnişini ayakta tuttu. Bana gelince, ben o zaman Hisarüstü’nde oturuyordum kararım da şeydi biz o zaman bağımsız gibiydik Garbislerle falan küçük kadroculuk yapıyorduk. İstinye’deki fabrikalardan katılmak istedik çünkü bizim Hisarüstündeki arkadaşlar hep İstinye fabrikalarından katılıyordu fakat o gün çok kötü hastalandım sabah gidemedim, gidip Levent’ten katıldım fazla da yürüyemedim çünkü çok kötü olmuştum geri döndüm ama benim amcamın oğlu o fabrikanın oradan sonuna kadar iki gün mücadele ettiler daha sonraki yürüyüşlere katıldım ama esas olarak ana şeye katılamadım. 15-16 Haziran’dan sonra ben düşündüm yani bundan ne kadar ders çıkarabildik bir sosyalist olarak ne kadar ders çıkarabildik çünkü 15-16 Haziran’ın hemen sonrasında silahlı mücadele kararı aldı Denizler, Mahirler hadi İbrahim Kaypakkaya onlar savunuyordu ama niye bu kararı aldı onu düşündüm. 15-16 Haziran direnişini çok iyi değerlendiremedik, işçi sınıfını değerlendiremedik sanki. 15-16 Haziran yenilgiyle sonuçlanmış gibi geldi bize yani şehirlerde işçiler devlet güçleri tarafından bastırılabiliyor onun için kırsal kesim öne çıkıyor ve kırdan şehirlerin kuşatılması teorisi öne geçiyor. Çünkü Mahirler o zamana kadar şehir gerillasını şey yaparken böyle bir şeye evrildi bu bana hep 15-16 Haziran’ın yanlış değerlendirilmesinden geliyordu. Halbuki 15-16 Haziran’ı tam tersi işçi sınıfının Türkiye’de güçlendiği bir yapı arz ettiği bir dönem olarak algılıyorum yani şimdilik değerlendirmem o. Keşke 15-16 Haziran daha genişçe tartışılsaydı ve işçi sınıfının Türkiye’de güçlü olduğuna kanaat getirilseydi ve ona göre çalışılsaydı. Böyle bir 15-16 Haziran değerlendirmem var benim.”
“Tariş’i sadece basından okuduğum kadar biliyorum. Pirelli direnişinin başında Uğur Cankoçak vardı.”
“Dediğim gibi Uğur Cankoçak sendikacı olduğu için bize de çok büyük faydaları oldu. Beni sendikacı olmam nedeniyle tanıyor. Profilo direnişi çok önemliydi yani o direniş de ciddi bir şeydi ama orada şaibeli şeyler var tabi. Büyük Grev’de yazıldı onlar, oldukça önemli grevlerdendi. Enteresan bir şey belki böyle süs olsun diye söylemek istediğim bir şey var. DGD’de bir gün oturuyoruz bu Gamak işçi direnişinde ölen bir arkadaş var ondan sonra Gamak yine hareketlendi. Topkapı’dan bize haber geldi, DGD de 10-15 kişiyiz, haydi dediler grevcileri dağıtıyorlar biz oraya gidelim ve kalktık gidiyoruz bir tane 15-16 yaşında bir kız var, babası da var kız da gelmeye çalışıyor. Babası başladı, kızım gelmeyeceksin. Geleceğim, gelmeyeceksin şimdi bunlar iddialaşmaya başladı döndüm babasına dedim ki ya dedim sen gidiyorsun kızın gelmesine mani oluyorsun bu içgüdüsel koruma nereden geliyor diye sorduğumda önce bir düşündü ya haklısın ama işte evlat ne yapacaksın dedi. O zaman dedim sen bana bırak bunu burada bırakamazsın gelmek istiyor, görmek istiyor sen git bununla ben geleceğim dedim hakikaten gittik ciddi şekilde saldırdı polis kız biraz sonra baktım ağlamaya başladı. Ama polislerin içinde yani benden ayrılmış o ara karışıklık olmuş neyse ben el ettim bu ağlayarak geliyor. Polis dokunmuyor, dedim niye ağlıyorsun sana vurdular mı yok. E niye? Çocuk git, ayağımızın altında ezilirsin demişler. Beni çocuk gördüler diyor, zoruma gitti diyor. 12 Mart öncesi de bir Gamak direnişi vardır orada bir işçi öldürmüşlerdi benim çok önemsediğim ama ismini şimdi tam hatırlamıyorum.”
