Özgül Mollaibrahimoğlu (Ö.M:) (1958) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Gülay KAYACAN (G.K:)
Ö.M: Ben başka bir isimle, Avukat Gültekin Köktürk Suvarlı, ben başka bir isimle aranıyordum yani benim gerçek kendi kimliğim değildi arandığım isim. Kayıtlarda ifadelerde hiçbir yerde benim gerçek adım geçmiyordu sadece fotoğrafla teşhis vardı, yani fotoğraf benim fotoğrafımdı, bilgiler bana ait değildi. Gültekin abi bir öneride bulundu ‘’seninle bir alakası yok ‘’dedi ‘’ben bir savcıyla görüşeyim’’ dedi. Savcıyla görüştü, savcı da kimlik bilgileri ona ait değilse teşhiste bir yanlışlık vardır, gelin müvekkilinizle bunu düzeltin dedi, yani bu şey değil yani onun yakalanmasını gerektiren bir şey değil.
Ben buna rağmen böyle bir şeyi göze almak istemedim, Gültekin abi tekrar savcıyla görüşmüş, daha sıkıyönetim dahi yok yani 12 Eylül’ü bırakın sıkıyönetim bile ilan edilmedi, herhangi bir cumhuriyet savcısı sıradan. Biz zaten daha önce yargılanan arkadaşların hepsi ağır cezada yargılanıyor, sıkıyönetim olmadığı için Yani TC’nin normal ağır ceza mahkemesinde. Gültekin abi sonra işte babamın da yoğun baskılarıyla ikna edip, savcıya ifade verip beraber çıkacağız deyip adliyeye götürdü ama sadece beni diğerlerini değil fakat 6 tane gıyabi tevkif kararı olduğu için hakkımda yapılacak hiçbir şey yoktu. Gıyabi tevkif kararları vicahiyeye çevrildi ve ben böylelikle cezaevinde kaldım
Arkasından darbe oldu, 12 Eylül oldu hemen arkasından yani biz kısa bir süre sonra çok az bir zaman geçti, darbe oldu. Darbe olunca sıkıyönetim mahkemeleri kuruldu, askeri mahkemeler kuruldu, İlk mahkemede kimlik tespiti yapıldı, zaten 2’nci duruşmada ben gerçekten serbest bırakıldım askeri mahkemeden ama yattığım süre göz önüne alındı. Yani o zamana kadar cezaevinde geçirdiğim süre göz önüne alındığı için 146/1’den yargılanma başladı, toplu davaydı sonra en alt 5’e indirilip 5’ten cezalandırıldım. 146’nın 5ci maddesinden. Cezaevi örgütü böyle ama 12 Eylül’ü çok yoğun bir şekilde cezaevinde yaşadık darbeyi, darbeden sonra idamları, infazları, işkenceleri o apayrı çok yoğun bir süreçti, onu birebir yaşamış olmak. Bir de ben ellerinin altındaydım, yani birde olduğum cezaevlerinde de hep tek siyasiydim, o yüzden çok ağır ve çok yoğun bir işkenceye tabi tutuldum.
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
Tarlaların içerisinden yürüyerek çıkıyorduk okula çünkü sürekli çatışmalar, dalaşmalar şu bu oluyordu.
Evet Özgül hanım bize biraz kendinizi tanıtmanızı istiyoruz, çocukluğunuzdan itibaren nasıl bir ailede büyüdünüz? Biraz böyle okul yıllarınızdan bahsederseniz çok seviniriz.
Ö.M… Tabi ki, dediğiniz gibi ismim Özgül Mollaibrahimoğlu, 4 çocuklu bir ailenin 3cü çocuğuyum, ailem benim doğumumla İstanbul’a gelmiş, aslen Rize Kalkandereliyim. Babam köy enstitüsü ilk mezunlarından bir eğitimci annem okuryazar bile değil, öğrenciliğim İstanbul’da geçti, çocukluğum Beykoz’da devasa eski ahşap bir evde, kestane ağaçlarının arasında koşturarak geçti …
….
Bu arada daha ilginç bir şey oldu tam Çeliktepe’nin girişinde 4cü Levent’in karşısındaydı… evimizin tam karşısında küçük küçük dükkânlar vardı o dükkânların bir tanesinin altında bir yer vardı, kapıda bir tabela vardı, küçük bir tabela İlerici Maden-İş Sendikası diye. Oraya böyle büyük büyük abiler gelirdi tıpkı Deniz Gezmiş gibi parkalı, atkılı böyle kol kola gelirlerdi yani böyle inerlerdi sonra çıkarlardı böyle bir sirkülasyon vardı orada tabi evimizin karşısında olduğu için hep dikkatimi çekerdi. Arkadaşımın ablasına bir gün sordum ‘’abla’’ dedim ‘’bizim evin karşısında Deniz Gezmiş gibi insanlar geliyor, sürekli geliyorlar gidiyorlar orası ne’’ dedim ‘’sen merak etme onlarla ilgilenme’’ falan dedi bana, geçiştirdi ama hep aklımdaydı orası ne? Ve kim bunlar diye.
Tabi bu arada ülkede de devrimci bir dalga alabildiğine yükseliyordu olaylar eylemler protestolar, demokratik kitle eylemleri etkinlikler 1 Mayıs kutlamaları artık bunlara da katılmaya başladım. Bir boykot sonrası okuldan uzaklaştırılma kararı verdiler hakkımda, babam çağrıldı babama söylendi yani siz kendiniz alıp başka yerde okutursanız okulu bitirebilir ama bunu yapmazsanız ceza alacak, disiplin kurulundan ceza alırsa kaydı silinebilir. Babam tabi ki çok istiyordu okumamı çünkü annem ablamı okutmamıştı o içinde bir yaraydı, yılsonunda ikinci dönemin başında kaydımı alıp beni Ankara’ya götürdü aynı bölümüm çünkü çok sınırlıydı her yerde yoktu, yapı ressamlığını okuyordum Ankara’da devam ettim.
Bu arada orada yeni arkadaşlarım oldu sonradan öğrendim ki 38 Dersim sürgünü Kayseri Sarız’lıydı arkadaşlarım, onlarda aleviydiler bilmiyorum neden onlarla böyle sıcak bir dostluk gelişti aramda ya da ben sürgün gelmiş gibi onlar bana sahip çıktılar zaten Ankara bayağı kötüydü özellikle okulumuzun olduğu yer. Ülkücülerin egemen olduğu bir yerdi, okul 5 evler semtinde Gazi eğitimin biraz ilerisinde çok zor koşullarda gidip geliyorduk, 5 evler tarafından dahi okula gidemiyorduk Gazi mahallesinden tarlaların içerisinden yürüyerek çıkıyorduk okula çünkü sürekli çatışmalar, dalaşmalar şu bu oluyordu.
Bu sırada Ankara cezaevinden Mehmet Zeki Şerit duvarı delerek kaçıyor ve duvara bir not bırakıyor ‘’bu duvar/bu duvar/bu duvarınız/vız gelir bize/vız’’ tabi basını takip ediyorum günlük gazete alıyorum hatta ilk gittiğimde gazeteyle durakta araba beklerken ülkücülerin saldırısına dahi uğradım sonra elimde gazete durakta beklememem gerektiğini öğrendim böylelikle. İşte sordum kimdir bu? Bende çok büyük bir hayranlık yarattı sonra arkadaşlar anlattılar onlar daha çok iç içe bir yaşamları vardı ben böylelikle İbrahim Kaypakkayı’yı tanıdım. Tabi Denizlerin devamında Mahirleri tanımıştım ama İbrahim Kaypakkaya’yı hiç bilmiyordum. Okulun son günlerinde yine bir eylem hazırlığı sırasında nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla yaralandım talihsizlik oradan da uzaklaştırıldım ve ben okumaktan vazgeçtim, söylediğimde babama babam ısrarla okulu bitirmem gerektiğini, bundan kaçamayacağımı söyleyip bu kez de beni elimden tutup İzmir’e götürdü.
G.K: Ankara’ya gidişiniz sizin kaçıncı sınıftı peki?
Ö.M… 2, ikinci sınıfın ikinci dönemiydi yani 1974-75’lerde.
G.K: Peki bu olay ve sizin yaralanmanızla ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?
Ö.M… Ya orada bu yeni tanıştığım arkadaşlarla yani şöyle bir şey yaşam dayatıyor zaten şimdi karşınızda size saldıran insanlar var karşı görüşlü, sizi okula sokmuyor size şiddet uyguluyor e siz ne yapıyorsunuz? Savunmaya geçiyorsunuz tabi bu arada biz daha çok insanlarla konuşup onlara devrimci fikirleri anlatıyoruz, bildiriler hazırlıyoruz bildiriler dağıtıyoruz Ankara’da ki etkinliklere gidiyoruz yani artık kendimize göre devrimci bir örgütlenme içindeyiz ama herhangi bir örgütlenme değil bunu biz kendi kendimize yapıyoruz yani şey değil bildiğimiz örgütsel yapı çerçevesinde değil o daha sonra geldi. Daha sonra tanıştım ben arkadaşlarla o zamana kadar kendi kendimizce el yordamı yani ne diyorlar öz savunma diyeceğim biraz komik olacak yani kendimizi savunma anlamındaydı. Bir yazılama bizde varız burası size ait değil demek için yani yaptığımız en büyük eylem de bu ama tabi yazılamaya çıkarken kendimizi korumak için üzerimize silahta alıyoruz çünkü saldırıyorlar ve ölümler artık başladı yani gidip bir fakülte de insanları tarayıp çıkıyorlar o durumdayız.
İşte öyle bir eylem hazırlığında nereden geldiği belli olmadı yani biz bir gruptuk ama arkadaşların hiç birinin silahlarına ait olmadığı sonradan ortaya çıktı zaten yabancı bir silah balistik raporu da geldi. Yani tesadüfen hayatta kaldım çünkü kalbimin altından aurtu parçalayıp omuriliğin bir milim solundan karaciğerin solundan böyle kendisine çok mülayim bir yol bulup kurşun girip çıkmış. Kan kaybından zaten ölmek üzereymişim tek şansım Hacettepe’ye götürülmüş olmam, Numuneye götürülmüş olsam kurtulmazmışım. İşte çok uzun saatler süren ameliyat sonucu ve devamında günlerce hastanede kaldım sonra hastanede birileri tarafından girilmek istendiğinde anladım ki bu dışarıdan bize yapılan bir saldırıydı. Sonra tekrar eve ailem tarafından getirildim bakıldım, çok zor sağlıklı hale geldim. Gelince tabi tekrar yeniden okumam gerektiği söylenip İzmir’e götürüldüm. İzmir’de son sınıf.
G.K: Neden İzmir?
Ö.M… Çünkü bölümüm bir Adana’da vardı birde İzmir’de başka seçeneğim yoktu. 4 ilde vardı benim okuduğum bölüm İstanbul, Ankara, İzmir, Adana’nın çok uzak olduğunu babam bize çok ayrı olduğunu şey yaptı. Yani çok uzak dedi ama ben çok istiyordum çünkü Çukurova vardı, Yaşar Kemal vardı ama dediğim gibi bu arada ben Ankara’da okurken bir ilişkim oldu yani İbrahim Kaypakkaya’nın dünya görüşü ile tanıştığımda benimle ilgilenen birileri oldu. Benim onlardan bu talebim olduğunda yani ben buradan uzaklaştırıldım İzmir ve Adana seçeneğim var ailem ısrarla okumamı istiyor, ‘bizde okumanı istiyoruz’ dediler bana, bıraktırmadılar, Adana’ya gitmek istediğimi söyledim, yok İzmir daha uygun olur İzmir senin için Adana’dan dediler. Ama hep aklımda Adana’ydı o olmadı, İzmir’e geldim böylelikle İzmir oldu.
İzmir’de babam ev tuttu bana evde kalıyordum bu arada koordinasyon komitesi dediğimiz ilk ayrışma dönemine denk geldim tam. Benden önce de Orhan Bakır sanıyorum 1 ya da 2 yıl önce Orhan Bakır oralarda örgütsel çalışma yürütmüş, Ege bölgesinde bir eylem hazırlığı içerisindeyken yakalanmış cezaevine konulmuş, cezaevindeydi Orhan Bakır ben gittiğimde sonrasında kaçırıldı.
Bu ayrışma döneminde çok fazla teferruatlı bir bilgim yoktu ama İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini biliyordum arkadaşların getirdiği, savunduğu tezlerle örtüşmediğini kendi kendime karar verip kendi safımı belirledim. Bu arada deşifre oldum İzmir’de ilginç bir şekilde. İşte bu koordinasyon komitesinden bir arkadaş ısrarla görüşme talep edince onunla görüşme sırasında bir polis takibi yedim hatta sonrasında gözaltına alındım ama orada öğrenci olduğumu, evim olduğunu dahi söylemedim. Üç gün beni gözaltında tutup bıraktılar, İstanbul’a döndüm mecburen belli bir süre kaldım sonra tekrar yani öylesine gelmiş gibi aileme bilgi vermeden ama nu arada tanınmıştım zaten yani huylanmışlar çünkü yanımdaki kişinin kimliğini biliyorlardı, onu tanıyorlardı onunla görüştüğüm için böyle bir soru işareti takılmıştı.
O dönemin çok ünlü bir sorgucusu ve TKP/ML timinden sorumlu Muhlis İncibir çok özel işkence yöntemleri uygulayan birisiydi öyle çok fazla fiziksel şiddete maruz kalmadan ama çok daha ağır işkenceler uygulayan birisi kimliğiyle bilinir tanınır. Sonra devam etti okulda çalışmalarım dışarıda çalışmalarım bu arada artık politik olarak da bayağı ilerlemiştim, ayrışmada netleşmiştim. Ben koordinasyon komitesindeki arkadaşlara karşı olduğumu söylemiş ve kendi yapımızla devam etmeye başlamıştım. Bu arada yine 18 Mayıs’ta bir eylem koyduk, okulumuzun radyosu vardı, radyoyu işgal ettik ondan sonra aranmaya başladım yani okulda rahat vermediler bana, sürekli polis taciz ediyordu okulda da olaylar vardı. Profesyonel çalışmaya karar verdim ve diplomamı dahi almadan ayrıldım.
Bu kısa boşlukta Orhan Bakır eylemi örgütlendi, Orhan Bakır kaçırıldı eylemin organizasyonu, dışarıdan sorumlu bir arkadaş silah yakalatıp cezaevine giriyor Orhan Bakır’ın kendisiyle birlikte eylemi organize ediyor. O dönemlerde silah yakalatmanın cezası çok az bir şeydi, az bir şey yatıp çıkıyor, çıktıktan sonra eylemi organize ediyor. Ege üniversitesi diş hekimliği fakültesine Orhan geldiğinde dışarıdan da arkadaşlar da bildikleri için gidip oradan alıp kaçıyorlar. Orhan Bakır kaçırılmıştı, Orhan Bakır’ı alıp İzmir’de bir yere yerleştirmişti sorumlu arkadaş, İzmir dışına çıkarmak için zaten eylemde de ayrışma sonrası olduğu için biraz da sancılı olmuştu. Yani Orhan çok değerli bir insanmış ben sonradan çok çok sonradan onun çalışma yaptığı, onun çalıştığı insanları tanıdıkça anladım, onun kaçırılma kararı çok doğru bir kararmış e ama bu ayrışma sonrasında da belli bir şey yok yani güç yok bu eylemi yapacak. Ege bölgesi olarak Marmara bölgesinden yani İstanbul yardımıyla organize ediliyor bu eylem, destek geliyor buradan işte İzmir dışına çıkarılmasını da İstanbul üzerinden sağlayacak arkadaşlar İstanbul’a geliyorlar o yardımın organizasyonunu yapmaya. Dönüştü çok ilginç alakasız bir genel aramada yakalanıyorlar İzmit’te, yakalanınca Orhan’ı bıraktığını bilen tek arkadaşta o yakalananların içerisinde, sorumlu olan arkadaşımız. Orhan tabi cezaevinden kaçırılıp biçare tek başına ortada bırakılmış oluyor böylelikle.
Sonra kendisi çok iyi bir kitle örgütleyicisi olduğu buradan belli zaten İzmir’de kaldığı süre içerisinde kendi diğer siyasetlerle kurduğu ilişkilerin yardımıyla kendi başının çaresine bakıyor, bir süre sonra da İzmir’den Doğu Anadolu bölgesine geçiyor. Şimdi arkadaşlar İzmit’te yakalanıp tutuklanınca tabi içlerinden bir tanesi ileri derecede çözülüyor, hepimizi veriyor hepimiz aranır duruma düşüyoruz ondan sonrası zaten hep illegal mücadele çerçevesinde geçiyor. Bu arada TKP/ML ayrışma artık netleşiyor koordinasyon komitesi safını belirliyor gidiyor, kalan arkadaşlar çok acilen 1ci parti konferansını toparlama hazırlığına başlıyorlar. 1ci parti konferansı toplanıyor, o konferanstaki kararlar bizlere daha yazılı olarak iletilmeden ha bu arada ben profesyonel illegal çalışmaya katılıyorum, başlıyorum ama kararlar yani sorumlu arkadaşla belirlediğimiz Denizli il ve civarı çünkü işçi kesiminin yoğun olduğu bir yer artı ben İstanbul’dan deneyimliyim. Levent’te büyük Philips grevini yaşadım, Atatürk kültür merkezinde ilerici yapı iş sendikasının grevini yaşadım yani okul dışındaki zamanlarımda sürekli sendikalarla haşır neşir oldum için bu alanda deneyimliyim.
Zaten daha sonrasında, o arkadaşımın ısrarla bana sen oraya takılma gitme dediği yerinde İlerici Maden-İş sendikası olduğunu öğreniyorum oraya da tabi gelip gidiyorum o dönemlerde yani İstanbul’da doğup büyümemden kaynaklı olarak sendikal alan olarak karar veriliyor çalışacağım alana. O yüzden Denizli, sanayinin geliştiği bir yer ama dediğim gibi İzmit’te yakalanan arkadaş beni aldıracaktı Uşak’ta randevulaşmıştık. Uşak’ta bir evde beni almasını bekliyordum o yakalanma işi gerçekleşti ve kaldık ve beni gelip alacak insanda Afyonlu biri genel aramada yakalanmış, silah yakalatmış. Ben sorunlu olarak orada kaldım, Uşak bölgesinde kalmış oldum böylelikle.
Bu arada 1ci konferans toplandı, biz sorumlu arkadaşın yakalanmasından sonra tabi yeni bir yönetim oluşturduk bölgede kalan, ayrışma sonrası gücümüzle ama çoğu bizde kalmıştı bizim bölgemizde şey yapamadılar, fazla sızamadı koordinasyon komitesindeki arkadaşlar, var olan her şey hemen hemen bizde kalmıştı. 1ci konferansa işte hazırlandık, arkadaş işte içimizde siyasi olarak en iyi olan bir arkadaşı konferansa gönderdik sorumlu olarak. Arkadaş konferanstan dönüp gelince bize sözlü bilgi verdi yazılı bilgiyi getirmedi. Bizde çok farklı bir kuşaktık yani birbirinin söylediğine ölümüne inanan, güvenen elindeki her şeyi, bir tek sigarı bile 4 kişiysek 4’e bölerdik, öyle insanlardık. Biz bir şey düşünmedik bize bunun başka bir amaçla başka bir şey söyleyeceğini düşünmedik, o getirdiği sözlü bilgilerle biz işte tepki gösterdik.
Biz daha önceki işte koordinasyon komitesindeki hiziple bunların ne farkı var işte bunlarda İbrahim’i ret ediyorlar, İbrahim’i yok edecekler, silahlı mücadeleyi ret ediyorlar biz tabi birden o sözlü bilgilerin ışığında bir galeyana geldik dedik biz bu seçilen MK’yı tanımıyoruz, Burada kendi başımıza kendi yöntemlerimizle mücadele etmeye devam ederiz tanımıyoruz dedik ret ettik. İlk seçilen merkez komiteyi ret ettik bunu da yazılı olarak ilan ettik, bildirdik kendilerine tabi çok çocukça bir şeydi ama biz bunun çocukça olduğunu bile bilmiyorduk sonra fark ettik. Konferans kararları bize yazılı ulaşınca bunları daha dikkatli okuyunca evet ufak tefek bize ters gelen şeyler vardı ama bunlar hadi biz sizi tanımıyoruz, biz kendimizde hallederiz demeyi gerektirecek bir şey değildi ama her birimiz 18-19 yaşında gençlerdik ve çok deneyimsizdik yani hiçbir şeyde bilmiyorduk. Çok fazla mücadele geçmişimiz yoktu artı hepimiz hemen hemen öğrenci gençlik içerisinden geliyorduk. Bir tek yakalanan arkadaşımız işçi sınıfı kökenliydi ve yaşı bizden bayağı büyüktü ama bizler daha küçüktük kalanlar onun için hep el yordamıyla yolumuzu bulmaya çalıştık.
Tabi biz merkez komitenin disiplinini tanımayınca kendi başımıza artık zaten elimizdeydi bütün her şey, örgütsel yani bir şey değişmemişti çünkü yeni seçilen merkez komitenin orada ilişki kuracağı kimse yoktu bir tek biz top yekûn isyan etmiştik yani kaç kişiysek çalışmalarımızı devam ettirdik. Bu arada hatta bölgelerimizi de açtık yani sadece Denizli ve Uşak olarak sınırlamadık Kütahya, Afyon, Manisa biraz daha genişlettik tümüyle Ege bölgesini kattık, her yerde birimler oluşturduk, ilişkiler bulduk insanlar gönderdik. Tabi biz bu arada merkez komiteyi tanımayınca merkez komitenin yayın organını da tanımama kararı aldık kendi kendimize. O zaman Komünist çıkıyordu biz bir de kalkıp, şuan hatırlamıyorum kaç sayı ama bir 8-9 sayı Devrimci Komünist çıkardık onlara alternatif, onun dağıtımını basımını yazımını her şeyini organize ediyorduk.
Her şey gayet iyi gidiyordu sonrasında işte bu merkez komitedeki arkadaşlar birkaç hamle yapmışlar bizle özellikle benimle görüşmek için işte sormuşlar öğrenmişler sarışın bir kız başını çekiyor diğerleri yakalanınca yani bir tek o kaldı falan. Bir türlü ulaşamamışlar görüşememişler bizimde tabi o hızla çalışmalarımız ilerleyince 10-15 kişilik bir grup gönderiyorlar İzmir’e, dışarıdan çalışma için, örgütsel çalışma için. İşte bunlar bize alternatif merkez komite inisiyatifinde çalışma oturtmaya çalışıyorlar, ilişkileri toparlamaya çalışıyorlar falan bir de böylesi ilginç bir sürecimiz oldu. Bu kadar uzamazdı o gelen grubun sorumlusu olan arkadaş çok sekter bir arkadaş defalarca görüştük ama her görüşmede o çok agresif olduğu için bende çok agresifim sadece o değil yani her ikimizde çok agresifiz, bir şeyde uzlaşamıyoruz belli bir süre sonra tartışmaya dönüyor. Bu kadar uzamasını gerektirecek bir şey değildi zaten biz daha sonra kararları yazılı olarak görünce yaptığımızın çocukça bir şey olduğunu kendi kendimizce fark ettik.
Bilgi ve deneyimsizlikten dolayı bunu fark ettik ama şimdi ne yapacağımızı bilmiyoruz yani gelen arkadaşla bunu konuşma şeyi yok zaten görüşme talebi bizden gelmişti onunla bunu görüşüp netleştirme imkânımız yok. Her seferinde bir hamle yapıyoruz, bir şey yapıyoruz kavga ile bitiyor olmadı bir türlü olmadı. Bu arada çalışmalarımız devam etti.
G.K: O çalışmalarımızı biraz açar mısınız? Hani Uşak Denizli Kütahya, ne yapıyordunuz?
Ö.M… Tabi alan çalışması, alan çalışması bir kere şöyle yapıyorduk. Köylerde çalışıyorduk İMC usulü, gittiğimiz köylerde-ki halen onun etkileri var orada halen ilişkilerimiz var çok güzel şeyler, bizden önce de Orhan kalmış zaten. Orhan artı devamında biz bugün bile o izler görülüyor. Ben geçen ay orada ölen bir arkadaşımızla ilgili bir, ÖDP’nin bu bölgede ölen devrimciler anması diye bir etkinlik düzenlemişler tesadüfen haberimiz oldu iki arkadaş o etkinliğe gittik. Ben İbrahim Kaypakkaya geleneğinden arkadaşımızı sahiplenerek konuştum salonda. O izler halen görülüyor Uşak’ta, ne yapıyorduk? Bir köyde ne var, köye su getirilecek köye su getiriyorduk, köylünün buğdayı kalkacak ona yardım ediyorduk, kooperatifleşme nüveleri atıyorduk. Yani tıpkı İbrahim’in Kürecik raporunda ve diğer yazılarında anlattığı gibi her şeyimizi o şekilde uygulamaya çalışıyorduk o şekilde yapmaya çalışıyorduk her şeyi. Gençlere eğitim çalışmaları veriyoruz, felsefeyi anlatıyoruz İbrahim Kaypakkayı’yı anlatıyoruz tabi bu arada dediğim gibi aştık sınırlarımızı aştık.
Yani Kütahya Tavşanlı maden ocaklarının olduğu yer yani artık bir yandan maden işçileriyle bir yandan köylülerle şehirde öğrencilerle yani gençlerle böyle nefes almadan yoğun koşuşturma arada da işte bizde varız gibisinden ufak tefek eylem, bir cezalandırma bir kamulaştırma gibi ufak tefek şeylerle de sesimizi duyurmaya çalışıyorduk yani eylemler çalışmalar bu temeldeydi.
Bu arada merkez komiteden benim dinleyebileceğim birisi ulaştı, geldi ki bu kişi şuan da hayatta değil. Geldi Ali Yavuz Çengeloğlu görüştü bir daha görüştü 3cü görüşmesinde randevulaştık zaten biz şeyi bırakma kararı aldık yani bu bölgedeki çalışmayı devredip, dağıtıp işte o belirlenen randevularda bundan sonraki faaliyetlerimizi sürdürme kararı aldık. Bu arada operasyonlar, 12 Eylül öncesiydi, baskılar sıkıyönetimler artık İstanbul ve Ankara’da başlamıştı, sıkıyönetim ilan edilmişti ama operasyonlar çok yoğundu ve bizde aranıyorduk. Yani biz haldır haldır bu Orhan Bakır eyleminden ülke çapında aranırken tüm bu faaliyetleri yapıyorduk tabi dikkat etmeye çalışıyorduk ama o deneyimsizliğin verdiği hatalarımız da olmuyor değildi.
Yani bunu çok başarılı olduğumuzdan o kadar süre dışarıda kaldığımızı bugün geriye dönüp baktığımda söyleyemem sadece şeydi karşımızdaki düşmanın güçsüzlüğü onların bizden korkuyor oluşu, tesadüfen görseler bile böyle görmemezden gelişleri, hep tesadüfi şeylerle şey yaptık ya da halkın büyük desteği vardı diyelim bir yerdeyiz bir bilgi geliyor jandarma geliyor ihbar olmuş hemen terk edin. Hemen oradan ayrılıyoruz gerçekten arkamızdan jandarma geliyor falan böyle böyle götürdük uzun süre yoksa çok kurallara dikkat ettiğimiz ve çok başarılı olduğumuz için değil sonrasında ya o belirlediğimiz randevulara gidemeden yakalandık.
Cezaevi süreci başladı bizim içinde zaten bizden önce eylemi gerçekleştiren arkadaşların bir tanesi bizimle yakalandı diğerleri yakalanmıştı cezaevindeydi ondan sonra cezaevi süreci başladı.
G.K: İzmir’de mi yakalandınız?
Ö.M… İzmir’de yakalandım.
G.K: Peki bu şey hani illegal alana çekildikten sonra tabi İstanbul Çapa mevzusu
Ö.M… Ha şey var… ilk ayrışmamızda işte daha önce kaçırdığımız Orhan Bakırla görüşme seanslarımız var.
G.K: Siz neresinde duruyorsunuz o kaçırma eyleminin?
Ö.M… Ben yönetici kadroyum yani ben alanda değildim ben yönetici kadrodaydım.
G.K: Bence şöyle başlayalım nasılsa bölünüp oraya tekrar döneriz. Yani yönetici kadro da birden bire olmadınız tabi.
Ö.M… Yok.
G.K: Yani yine o hareket içindeki hiyerarşiyi biraz konuşsak. Nasıl yükseldiniz?
Ö.M… Tabi nasıl geçtiğimi ben kendim yöneticiyken kendi değerlendirmeme yani bunu bir o zaman bizde yazılı bir kriteri yoktu biz pratiğine bakıyorduk ve çok daha ince eleyip sık dokuyorduk. Yani her şeye çok dikkat ediyorduk pratiğine insan ilişkilerine yani diyorum ya biz İbrahim Kaypakkaya’yı o kadar içselleştirmiştik biz bir yere gittiğimizde tıpkı İbrahim’in hayatını anlatan romanlarda ki gibi karnımız çok aç olsa bile önümüze sofra geldiğinde biz biraz yiyip sofradan kalkıyorduk yani belki yoksullardır başka yiyecekleri yoktur diye.
Biz bütün örgütsel ilişkilerimizde bunları yapı içerisine almadan eminim diğer arkadaşlarda beni böyle gözlemlemişlerdir işte öğrenci gençlik içerisindeki faaliyetlerim insanlarla olan ilişkilerim onların kendileriyle olan ilişkilerim, disiplinli olup olmayışım, ne kadar okuyup olaylara ne kadar ideolojik olarak hakim oluşum yani bunlar belirleyici oluyordu bizim içinde, eğitim çalışmalarında ki seviyeleri. Yani insanları bir şeylere katmak için tutarlılıkları böyle bir şey ama bunun bizde bir şeyi yoktu yani dediğim gibi her şeyi el yordamıyla bulduğumuz için bir yazılı kriteri yoktu hani işte şu şu koşullara vasıf insanlar parti üyesi olur ya da işte şunlar ileri sempatizan olur. Biz onları kendimiz kafamıza göre belirlemiştik yani sempatizan, ileri sempatizan, parti üyesi işte ondan sonra mahalle çalışmasından mahalle komite sorumlusu, mahalle komite sorumlularının içerisinde bir tık daha ileri olan bir arkadaş işte il komitesinde yer alıyor işte il komitelerinin içerisinde bir tık daha ileride olan bölge sorumlusu oluyor zaten bölge sorumlularının yer aldığı konferans ve kongre çalışma dönemlerinde de merkez komite seçiliyor. Demokratik merkeziyetçilik geçerli olduğu için illegal bir partide olsa işleyiş böyleydi, böyle oluyordu ama bunun herhangi bir yazılı kuralı yoktu dediğim gibi, biz bunları kendimiz belirliyorduk.
G.K: Ama mesela siz bu bilgiyi daha deneyimli abilerden ablalardan.
Ö.M… Tabi ki abilerden ablalardan İbrahim Kaypakkaya’dan işte İbrahim’den sonra hayatta kalan Muzaffer Oruçoğlu gibi diğer arkadaşların, yönetim kadrosunda yer alan arkadaşların yazdıkları hayatları anlattıkları bunlardan derleyip toparlıyorduk ama dediğim gibi şeydi mesela model aldığımız insanlar vardı.
Örneğin benim bu Ankara’da benim tanıştığım arkadaş grubunun beni tanıştırdığı sorumlu arkadaşımız, Ahmet Muharrem Çiçek’in hayatını kaybettiği çatışmada kurtulan bir arkadaştı ve ben ona hayrandım yani her şeyiyle hayrandım, disiplinine tarzına her şeyine dikkat ediyordum, her şeyini gözlemliyordum işte randevulara geldiğinde ne anlatıyor pür dikkat dinliyordum ne öneriyor neleri eleştiriyor yani bende ve yanımızdaki arkadaşlarda hangi davranışlarımızı eleştiriyor, bunları yadırgıyor, bunları bir daha yapmamaya çalışıyoruz o dönemlerde. Daha sonra kendi alt ilişkilerimizde işte bizde yapılmamasını istedikleri şeyleri bizde insanlarda gözlemliyorduk eğer yapıyorlarsa mesela içki sigara, disiplinsizlik, okumama. İşte diğer siyasetlerle sürekli kavga halinde olmak yani ne deniyor ona geçinememek, yanlış şeyler yanlış eylemler yapmak özellikle illegaliteye zarar verecek dikkatsizlikler yapmak. Başıboş disiplinsiz davranışlar yani bunlar bu tür şeylerdi ama bunlar bir şekillenişin zaten süreç içerisinde kendiliğinden getiriyordu.
Örneğin İzmir’de çalışmaya başladığımız dönemde şimdi hiç bilmediğimiz bir şey gerilla, gerilla yaşamı gerilla çalışması hiç bilmediğimiz bir şey ve biz çok komik Ege’nin bir dağına çıkmaya karar veriyoruz orada kendi kendimize bir eğitim uygulayacağız. Yani bir deneyim yaşayacağız ama çok komik tabi imkânlarımız da çok kısıtlı bir de altını özellikle çizmek istiyorum biz gerçekten farklı bir kuşaktık biz halkın içinde halkla beraber halkın yaşadığı şekilde yaşardık. Paraya ihtiyacımız olduğu zamanda çalışırdık kimi gider inşaatta harç çekerdi kimi evde oturur kasa çakardı yani paraya ihtiyacımız var ya parayla bir şey almamız gerekiyor biz bunu böyle temin ederdik yani başka bir gelir kaynağımız yoktu bizim. Ya da işte ekonomik durumları iyi olan arkadaşlarımızın, ailelerinin ekonomik durumu iyi olan arkadaşlarımızın işte ellerindeki imkânı getirip ortaya koymasıyla oluşurdu hani bize birileri alın bu parayı siz harcayın, biz böyle bir şey böyle bir örgütsel yapı böyle bir çalışma içerisinde hiçbir zaman olmadık. Her zaman halkımız ne yiyorsa nasıl yiyorsa, her gittiğimiz yerlerde zaten çalıştığımız yerlerde eğer tarladan buğday kaldırdıysak bize işte sonradan buğdayı da verirlerdi, tereyağını da verirlerdi, köy peynirini verirlerdi tarhanamızı verirlerdi böyle yaşıyorduk farklı bir şekilde yaşamıyorduk.
Oda çok önemli hani böyle cüzdanda para git ev tut git onu yap bunu yap evet evde tutardık ama o evin kirasını kendimiz öderdik yani bazen evde elektrik bile olmazdı gaz lambasıyla yaşardık, ısınma sorunumuz olurdu yani çıkıp dağın eteklerinden odunlar toplardık, yakardık böyleydi bu koşullardaydı yoksa şey değildi hani öyle evin parasını öde, elektrik parasını öde. Telefon melefon öyle teknoloji şey değildi yani ilkeli bir şekilde yedekli randevular, iki kişinin bildiği randevular, randevulara gidilmediğinde yapılması gereken o kurallar. Yani illegal çalışmanın kurallarını bayağı bayağı içselleştirmiştik çünkü biz illegal bir yapılanmaydık legal bir şeyimiz yoktu. Bir Halkın Gücü gazetesi çıkacaktı legal bir ismimiz olacaktı alanlarda dışarılarda ya da etkinlikte bir konuşmada bir panele gittiğimiz de aa işte Halkın Gücünden arkadaşlar diyeceklerdi. Oda yazılama sırasında çatışma çıkıyor Okmeydanı’nda oda çıkmadan tarih oluyor. Yani benim kendi sürecimde bizim legal bir ismimiz bile yoktu.
Şimdi illegal bir yapının adayına da bir panele, bir foruma bir etkinliğe gidemiyorsun o yüzden bizde hep şey İbrahim Kaypakkaya’nın görüşünü savunan arkadaşlar, o gün bugündür bende halen öyle kalmıştır. İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini savunan arkadaşlardan birisi konuşacak, birisi söz alacak falan diye-ki o dönemlerde çok büyük forumlar, paneller etkinlikler yapılırdı diğer siyasetlerle, diğer siyasetler dediğimde işte Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği… daha böyle halk düşmanı saflarına geçmemiş PDA Aydınlıkçı kesim. Ki, bize en çok zarar veren kesim. Yani sürekli ellerine geçen ilk fırsatta bizi ihbar edip polise sunan insanlar….
Yani güzel forumlar, paneller, etkinlikler olurdu o siyasetlerle ilişkilerimiz, tartışırdık saatlerce ama sonra olduğumuz konumda okulda orada burada herhangi bir şey olduğunda da anında dayanışmaya girerdik, birbirimizi kayırır kollardık.
Birbirimizi bildiğimiz için diyelim ben bir takip yedim bilmiyorum sıkıştım çaresizim otobüsteyim, beni tanıdı hemen yardımcı olur götürürdü. Mesela Orhan Bakır’da eylemden sonra tek başına kaldığında, arkadaşları yakalandığında oda o şekilde başka siyasetlerin yardımı ve desteğiyle şehir dışına çıkıp Doğu Anadolu bölgesine ulaştığını biliyorum. Bu arada tırnak içerisinde ben daha sonra bizim hareket biz komiteyi tanımadığımızda, hizip ilan edildiğimizde, demin aklıma geldi arkadaş şey yapınca. Ben Doğu Anadolu bölgesine gidip işte Orhan Bakır’ı bulup konuşmak ve onunla bu konuda fikrini almak istedim yani doğru mu yapıyoruz? Ne yapıyoruz? Bizi destekleyecek mi? Bunları konuşmak için oraya da gittim.
G.K: Nereye gittiniz? Hangi kentte?
Ö.M… Dersim’e, şimdiki adı Dersim o zaman ki adı Tunceli- Ovacık’ta çok dikkatli bir şekilde bir dizi randevular ayarlanarak gidildi, görüştüm ve çok çokta etkilendim çünkü tam o sırada Orhan Bakır’da kırsala yerleşmiş ilk gerilla birliğini oluşturma çalışması, çabası içindeydi. O yaşamları, koşulları çok çok dikkatimi çekmişti, çok farklı etkilenmiştim, o günde etkilenmiştim.
Dönmeyecektim aslında uzun süre kalacaktım tartışmamız bitmemişti ama şey olmuştu yani ben oraya karar verdiğimde görüşmek için kalan arkadaşlara tembih etmiştim ‘’kesinlikle ben gelene kadar hiçbir şey yapılmasın, bekleyin’’ diye ama işte dediğim gibi arkadaşlar biz böyle biraz sabırsız ve ne deniyor yani aceleci de değildik ama böyle çok ivedilikle bir şeyler. Bir yazılama yapmaya karar veriyorlar, yazılamaya çıkıyorlar 18 Mayıs için hatta bana da kızıyorlar ‘’niye bize bir şey yapmayın’’ dediniz işte ‘’önümüzde 18 Mayıs var en azından bir yazılama yapalım’’ gibisinden yazılamaya çıkıyorlar, yazılama da bir terslik oluyor bir çatışma çıkıyor. Sorumlu düzeydeki bir arkadaş yaralı yakalanıyor, Doğu’ya da gazeteler bir gün geç geliyor ben işte görüşmenin ikinci gününde gazete de olayı ve yakalanış haberini öğrenince görüşme bitmeden apar topar geriye geliyorum. Ha niye geriye geliyorum? Daha çünkü hastanede yaralı yakalandığı için olur ki hastaneden kaçırabilirim diye ve şeyde çok ilginç bir anekdot Orhan’da bana ‘’yakalandı niye gidiyorsun’’ dediğinde ‘’ bakacağız olanak varsa kaçırırız’’ dediğimde ‘’ nasıl yani hastaneden kaçıracaksınız iki arkadaşınızı alıp’’ dedi, ‘’evet’’ dedim gülmüştü bana. Çokta kızmıştım niye gülüyor yani biz, kendisi de öyle kaçırılmadı mı? Gibisinden ama geldiğimde tabi bunun imkansız olduğunu gördüm çünkü yattığı hastanenin bütünü sarılmıştı ve gidemedim tabi. Gitmeden de tabi biz merkezi disiplini kabul ettik dağıttık çalışmayı işte o arada yakalandık zaten sonrasında cezaevi süreci başladı.
G.K: Peki Orhan Bakır ne dedi size? Yani bu hani hizip olarak.
Ö.M… Şunu söyledi, birincisi şeyin hata olduğunu zaten bizde söylemiştik o konuda bizde nettik, yazılı bir şey görüp bunu sorgulamadan ret etmemizin hata olduğu konusunda özeleştirimizi vermiştik. Biz bu konuda hata yaptık diye tabi bu arada yazılı şeylerde gelmişti, bu gerekçeler evet bazı şeyler doğru değil, bazı kararlar doğru değil özellikle işte kır-şehir çalışması, silahlı mücadele konusunda konferanstan çıkan kararlar onun da kafasını karıştırmıştı ama bunlar ayrılığı gerektirecek şeyler değil demişti ama daha netleşmemişti yani.
Fakat biz şeye bildirmiştik hepimiz bu çalışmayı dağıtmaktan yanayız çünkü artık hem bizi aşıyor hem siyasi olarak biz yeterli şeyde değiliz, birikimimiz yok hareket edemiyoruz hepimiz aranıyoruz hatta şey demişti. Yani birkaç arkadaşla randevular alındı demiştim, birkaç arkadaşın çalışma bölgesi o taraftı Tunceli, kırsaldı, e onu da söylemiştim buraya gelecek arkadaşlar istersen yani bir beni göndermiyorlar, beni daha göz önünde İstanbul’da tutacaklar işçi sınıfı içerisinde diye belirtmiştim öyle kalmıştı hemen ben ani bir kararla geriye dönünce konuşmada öyle bitmişti. Sonrasında biz yakalandık cezaevi süreci başladı.
G.K: O raya girmeden önce nasıl yakalandınız? O günü anlatır mısınız?
Ö.M… Biz nasıl yakalandık? Yine bir eylem hazırlığında arabayı kullanan arkadaşın yanlışlıkla 2-3 kez ısrarla o çıkmaz sokağa girmesi sonucu sıradan bir ekibin dikkatini çekmesi üzerine yakalandılar. Onlar yakalanınca işte iki tane örgüt evine de operasyon yapıldı sanıyorum uğraştılar oradan bir kanalla, bir tek ben kalmıştım benim kaldığım yerde ayrıydı yani daha sorumlu düzeyde olduğum için ben gerekli bütün dokümanları şeyleri önlem aldıktan sonra yani boş bir şekilde bekliyordum yani bomboş bir şekilde evde.
Sonra yapabileceğim bir şey yoktu çünkü tek başıma kalmıştım kentte döndüm ailemle ilişkiye geçtim. Bu arada Orhan Bakır’ın da avukatlığını yapan avukat G.K. ben başka bir isimle aranıyordum yani benim gerçek kendi kimliğim değildi arandığım isim. Kayıtlarda ifadelerde hiçbir yerde benim gerçek adım geçmiyordu sadece fotoğrafla teşhis vardı yani fotoğraf benim fotoğrafımdı bilgiler bana ait değildi. G. abi bir öneride bulundu ‘’seninle bir alakası yok ‘’dedi ‘’ben bir savcıyla görüşeyim’’ dedi. Savcıyla görüştü savcı da kimlik bilgileri ona ait değilse teşhiste bir yanlışlık vardır gelin müvekkilinizle bunu düzeltin dedi yani bu şey değil yani onun yakalanmasını gerektiren bir şey değil.
Ben buna rağmen böyle bir şeyi göze almak istemedim, Gültekin abi tekrar savcıyla görüşmüş, daha sıkıyönetim dahi yok yani 12 Eylül’ü bırakın sıkıyönetim bile ilan edilmedi, herhangi bir cumhuriyet savcısı sıradan. Biz zaten daha önce yargılanan arkadaşların hepsi ağır cezada yargılanıyor sıkıyönetim olmadığı için Yani TC’nin normal ağır ceza mahkemesinde. G. abi sonra işte babamın da yoğun baskılarıyla ikna edip, savcıya ifade verip beraber çıkacağız deyip adliyeye götürdü ama sadece beni diğerlerini değil fakat 6 tane gıyabi tevkif kararı olduğu için hakkımda yapılacak hiçbir şey yoktu. Gıyabi tevkif kararları vicahiye ye çevrildi ve ben böylelikle cezaevinde kaldım
Arkasından darbe oldu, 12 Eylül oldu hemen arkasından yani biz kısa bir süre sonra çok az bir zaman geçti darbe oldu. Darbe olunca sıkıyönetim mahkemeleri kuruldu, askeri mahkemeler kuruldu, İlk mahkemede kimlik tespiti yapıldı zaten 2ci duruşmada ben gerçekten serbest bırakıldım askeri mahkemeden ama yattığım süre göz önüne alındı. Yani o zamana kadar cezaevinde geçirdiğim süre göz önüne alındığı için 146/1’den yargılanma başladı, toplu davaydı sonra en alt 5’e indirilip 5’ten cezalandırıldım. 146’nın 5ci maddesinden. Cezaevi örgütü böyle ama 12 Eylül’ü çok yoğun bir şekilde cezaevinde yaşadık darbeyi, darbeden sonra idamları, infazları, işkenceleri o apayrı çok yoğun bir süreçti, onu birebir yaşamış olmak. Bir de ben ellerinin altındaydım yani bir de olduğum cezaevlerinde de hep tek siyasiydim o yüzden çok ağır ve çok yoğun bir işkenceye tabi tutuldum.
Erkek arkadaşlarımın birçoğu zaten askeri cezaevleri açıldığı için askeri cezaevlerine götürüldüler ama ben normal sivil cezaevinde kaldım sonra E tipi cezaevleri açıldı. İlk E tipi cezaevine gönderildim Burdur E tipi cezaevinde, devamında da serbest bırakıldım zaten. Ondan sonra cezaevinde olduğum süreç içerisinde 12 Eylül’de aldığım ek cezaları yattım ondan sonra cezaevinden de çıktım ondan sonra dışarıda daha farklı bir yaşam. Bunca yoğun yaşamdan sonra çok daha farklı bambaşka bir yaşamım oldu. Uzun bir süre tedavi sürecim oldu çünkü sağlığımı yitirmiştim cezaevinde, cezaevindeyken de ufak tefek rahatsızlıklarım olmuştu, sağ göğsümün büyük bir kısmını almışlardı ne olduğu belli olmayan bir kitle vardı. Çıktıktan sonra midemde tedaviye cevap vermeyen bir ülserim vardı, midemin 4’te 3 gibi büyük bir bölümü alındı bir türlü toparlayamıyordum kendimi o koşullarda.
Sonra toparladım kendimi ondan sonra 91’de zaten eşim çıktı evlendik bir kızımız oldu. Kızım 6 aylık bebekti tekrar yakalandı eşim ondan sonra yine hep cezaevi, cezaevi, cezaevi sonra F tipleri ile tanıştık. F tiplerinden önce 96 ölüm oruçları bu arada tabi İnsan Hakları Derneği cezaevi komisyonun da aktif olarak çalışmaya başladım. Hep alanlarda sokaklarda böyle yoğun bir mücadele içerisinde bugüne geldik bu günde devam ediyor aynı şekilde.
G.K: Cezaevinden çıktıktan sonra bir süre İstanbul’da ailenizin yanında mı kaldınız?
Ö.M… Bir süre, uzun bir süre ailemin yanında kaldım. Şöyle 91’e kadar, 84, 7-8 sene gibi bir zaman sanıyorum yani uzun bir süre kaldım sonra 91’de işte eşim çıkınca ayrıldım evden tekrar. Bu arada İzmir’e yerleşmeye karar verdim İzmir’e yerleştim ama sonra eşim İstanbul’da (kendisi de sanıyorum dâhil olacak bu projeye oda anlatır). Legal alanda bir Kültür merkezi çalışmasında aktif olarak yer aldı bende demokratik kitle örgütlerinde cezaevleri çalışmalarında yer aldım ondan sonra ki yaşamımız uzun süre böyle devam etti benim.
Eşimin daha illegal mücadeleye yönelikte bir çalışması yaşamı oldu ben o sağlıksız yapıyla zaten o illegal çalışma sürecini kaldıramayacağımı biliyordum. Zarar verirdim yani çünkü çok sık rahatsızlanıyordum hem yük olurdum hem ayak bağı olurdum onun için ben o alanda kaldım ondan sonrası öyle devam etti ondan sonra yine hep cezaevi hep cezaevi hep cezaevi.
G.K: Ne zaman çıktı eşiniz?
Ö.M… 3 sene oluyor yeni çıktı tabi bu arada ben bir de çocuk doğurup büyüttüm yani bir kızım var.
G.K: Peki şimdi biraz geri döneceğiz yani şöyle, Biraz yine hareketin içine dönelim ve sizin işte 18-19 tabi 20 yaşında, 21-22 yaşında cezaevine giriyorsunuz.
Ö.M… Yoo, 58 evet evet tam 20 yaşında, 20 yaşını yeni bitirmiştim.
G.K: Şeyi konuşalım hani bir kadın olarak, biraz onları da anlatırsanız. Ne gibi zorlukları var?
Ö.M… Çok zor şimdi bakın şöyle söyleyeyim. Bir kere ben İstanbul’da doğdum büyüdüm o anlamda bir farklılığım var, gördüğüm her şeyden bir farklıyım. Yani çevremdeki arkadaşların gözünde de bir farklıyım. Sarışın mavi gözlü, İstanbul’da doğmuş büyümüş gayet rahat yani konuşurken yere bakmayan, insanın gözünün içine bakarak konuşan. Sigara içen rahat konuşan gülen yani çevremdeki insanların gözünde ben zaten farklıydım.
Hatta bazı davranışlarımı küçük burjuva olarak da değerlendirirlerdi örneğin Pink Floyt dinliyorum o yadırganırdı örneğin ata binmek istiyorum o yadırganırdı hatta böyle şey olurdu. Kendimi öyle baskılamıştım ki işte güzel şeyler giymeyeyim, şey yapmayayım yanlış anlarlar yani böyle sürekli şey altında işte dikkati çekici şeyler giymeyeyim yani hep böyle bir baskı altındaydım, kendi hareketlerimi sınırlıyordum yanlış anlaşılır, yanlış anlaşılır yanlış anlaşılır. Bu anlamda çok zordu yani bu dediğim gibi 1ci konferanstan sonra biz merkez komiteyi tanımadığımızda işte bölgemize gelen arkadaşlarla daha önce anlatmıştım görüşmelerde şimdi arkadaş sekter ben sekter ama bir fark var arkadaş bir de uç boyutta feodal.
Yani kullandığı dil olsun şey olsun yani ilk başta yine zorluyorduk konuşmalar iyi gidiyordu o konuşmanın bir yerinde işte yanımdaki gelen diğer, ben tek başıma gitmiyordum görüşmeye birkaç arkadaş birlikte gidiyorduk. İşte sizin peşinden gittiğiniz ‘’sarı kız’’ tırnak içerisinde dediğinde bitiyordu zaten. Konuşma bitiyordu artık kavga başlıyordu önce üslubuna dikkat et ‘’sarı kız’’ yani ha şimdi bugün sorsanız bana yani evet ‘’Sarı Kız’’ güzel bir betimleme yani yadırgamam ama o dönem olması biz şartlanmıştık da ona çok tepki gösteriyordum. Gerçi bugün yadırgamam derken bunu kendi açımdan bağımsız olarak söylüyorum ama politik bir şey tartışıyorsanız bir arkadaşla kullanacağınız dile de üsluba da dikkat etmek zorundasınız yani arkadaş, yoldaş, dost bu şekilde hitap etmek zorundasınız.
O ‘’sarı kız’’ bu bir şeydir edebiyatta farklı bir belirtidir evet işte bunları yaşadım hep. Gittiğim kırsal kesimde kaldığım yerlerde de keza aynı şey yani bir erkek arkadaşla bir yere gidiyorsam işte siz evli misiniz? Hiç insanların gözünde yoldaş arkadaş olabilme şeyi olmazdı bazen çok zorluk çekerdim mesela aynı odaya yatak hazırlanırdı sonra çok rahatsız olduğumda derdim yani ‘’biz arkadaşız evli falan değiliz, siz o gözle görüyorsunuz ama ben burada yatsam olur mu?’’ Deyip kendi yatacağım yeri böyle belirliyordum falan bu tür sıkıntılar çok yaşıyordum. Onun dışında dediğim gibi erkek arkadaşların katı feodal bakış açılarını hissediyorduk. Mesela benden sonra gelen, oraya örgütlenme için gelen arkadaş, kendisi şu an hayatta değil kendisini saygıyla anıyorum.
Deniz kenarına bir piknik düzenleyip, düzenlediği piknikte bayan arkadaşlar şuradan denize girecek erkek arkadaşlar şuradan denize girecek diye bir karar aldıracak boyutta yani artık. O yüzden bu yapıda bu şeyde kadın olmak, bayan olmak, bayan arkadaş olmak bayan yoldaş olmak zordu çok zordu. Bunun zorluklarını dönem dönem yaşıyordum ama benim avantajım dediğim gibi İstanbul’da doğup büyümüştüm, daha rahattım. Babam bir eğitimciydi ondan çok şey öğrenmiştim, babamın böyle bağnaz ve katı kuralları yoktu. Annemde ara ara olurdu bir hamle yapardı ama ben onu geri püskürtürdüm oda geri çekilirdi mecburen. Hiçbir konuda hiçbir baskı görmedim ben babamdan o yüzden hakikaten çok rahattım ama başka arkadaşları düşünüyorum benim durumumda olmayan eğitim için kırsaldan gelmiş metropolde bir şekilde bu siyasi görüşlerle tanışmış arkadaşları düşündüğümde ve gözlemlediğimde ve gördüğümde onların çok daha sıkıntı çektiğini çok daha ezildiğini çok daha bazen yeri geldiğinde çok alakasız insanlar tarafından suiistimal edildiğini yani bunları da gözlemledim yaşadım ama dediğim gibi bu kadarla kaldı benim. Oda yetişme tarzımdan kaynaklıydı bendeki rahatlıktan ama o rahatlıkta beni rahatsız ediyordu yani o kadar rahat olmakta beni rahatsız ediyordu çünkü sürekli karşımdakinin benim bu rahatlığımı yanlış anlayacağını düşünüyordum bu da bende bir baskı oluşturuyordu.
Ben bunu daha sonra şöyle yaşadım Orhan Bakır’la görüşmek için Doğu’ya gittiğimde önce beni köyde misafir ettiler, konuk ettiler uzun bir süre öyle hemen çat kapı gidip görüşemiyorsunuz tabi o evde o zamanlar bayağı küçük bir çocuk vardı 4-5 yaşlarında minik bir çocuk hep böyle etrafımda gezinirdi. Evde kalabalık bir evdi şimdi yapacak bir şey yok bekliyorsunuz yanınızda herhangi bir şeyde yok hani okuyacak edecek görüşme için gelmişim sadece her şey kafamda bir tek kalem kağıt var.
Ben tek tük Türkçe bilen kadınlarla hepsi Kürtçe konuşuyor Türkçe bilen yok, yaşlıların hiçbirisi zaten Türkçe bilmiyor bende Kürtçe bilmiyorum. Çat pat Türkçe bilenlerle kurduğum ilişki ile onlara bugün yemeği ben yapayım deyip yemeğe katkıda bulunuyorum ama çocuk sürekli etrafımda geziyor yüzüme bakıyor. 78 yok 79 yılları…
Kaç sene geçti hatırlamıyorum. Çanakkale cezaevinde işte 90 öncesi eşimi ziyarete gittiğimde. İlk gittim Çanakkale’ye götürüldüler onlar Konya’dan.
Gittim kapıda bir tanesi heyecanla yürüdü ‘’ ben’’ dedi ‘’sizi tanıyorum’’ genç bir çocuk yani delikanlı bize göre ‘’nereden tanıyorsun, tanıma imkanın yok’’ diğer arkadaşlarda öyle dediler. Çünkü o Tunceli’den gelmiş yani sen nereden tanıyacaksın İzmir nere orası nere, ‘’ben tanıyorum, ben çok küçüktüm o bize geldi kaldı’’.. yok dedik artık herhalde dalga geçiyor, nasıl hatırlayacaksın. Çok, hiç unutmuyorum mesela bana şey demişti ‘’hayatımda ilk defa mavi gözlü sarışın başı açık, pantolonlu üzeri de gömlekli, ben ilk defa böyle birini görmüştüm yani o gördüğümü nasıl unutabilirim’’ demişti ve çok şaşırmıştım.
İşte bu tür zorluklar da yaşamadım değil yani şimdi düşünüyorum niye öyle bir kıyafetle gittim oraya onu da bilmiyorum yani daha farklı o yöredeki insanlar gibi giyinerek gidebilirdim ama bir köyde kalacağımı düşünemedim ben bir şehir merkezinde çünkü insanlar yani biliyorum, babamın arkadaşlarından öğretmen arkadaşlarından biliyorum çünkü cumhuriyet sonrası çok farklı bir kuşak yani hepsi gayet modern, giyimi şık, başı açık. Öğretmenlerim olsun babamın arkadaşları olsun, hiç şeyi düşünemiyorum tabi o kırsalda ki o kalın feodal yapıyı bilmiyordum o zamana kadar.
Kendim Karadenizliyim ara ara memleketimize de gittiğimizde yani benim yöremde benim bölgemde de öyle şey değil yani en fazla şöyle bir tülbent bağlar kadınlar işte bütün gün çalışırlar, çay toplarla sonra o çayları sırtlayıp götürüp satarlar gelip evde iş yaparlar öyle farklı, kültürel olarak da çok farklı orada o yüzden onu düşünemediğim bir şeydi ama o tür sıkıntılar çekiyordum. Yani giyim kuşam yaşam tarzı rahatlık ne bileyim bu anlamda bayağı zorlanıyordum.
G.K: Şey hareket içinde bacım falan.
Ö.M… Evet o çok yaygındı.
G.K: Gönül ilişkileri olmuyor muydu?
Ö.M… Oluyordu, oluyordu hangi formatta oluyordum mesela ben dediğim gibi ben hiç yani böyle bir zamanım olmuyordu mücadele içerisinde ama şimdi yine küçük bir ayrıntı. Geçenlerde bir arkadaş bana ulaştı Messenger’dan ulaştı ‘’ben sizi tanıyorum’’ dedi ‘’tanırsınız’’ dedim ‘’nereden tanıyabilirim’’ dedi ‘’siz neredeydiniz onu söyleyin’’ dedim hani kim olduğunu bilmiyorum ben işte ‘’ben Ege bölgesinde çok uzun süre kaldım’’ dedi ‘’oradan tanıyorsun’’ dedim işte dedim ‘’biz Orhan Bakır’ı kaçırmaktan yargılandık’’ . e şey dedi bana sonra bu uzun bir sohbetti, ‘’sen aranırken bizim bütün arkadaşlarımızın platonik aşkıydın’’ dedi, ‘’ her birimiz birimize diyorduk ki işte bir gün zor durumda kalır da yolu buraya düşer’’.
Yani 40 yıl öncesine gittiğinde bu tür şeyler oluyordu herhalde ama bana bir yansıyan 1-2 şey oldu işte dediğim gibi İstanbul’da doğup büyümenin avantajı onun da önünü kestim ama işte daha sonra evlendiğim yani birlikte olduğum şahıs çocuğumun babası. Çok ilginç ben onun sorumlusuydum zaten hatayı oradan yapmıştım, yürümeyeceğini o zaman düşünmem gerekiyordu. Tabi çok ısrarla kaçtım ondan da kaçtım ama daha fazla kaçamadım herhalde ki öyle bir gönül ilişkim oldu zaten onunla da evlendim ondan sonra da hayatımda başka birisi olmadı o gün bugündür.
Çok yaygın oluyordu mesela bu ‘bacı’ sorduğunuz için söylüyorum ben kendi adıma bana şey geliyordu yani ‘bacı’ yerine ‘yoldaş’ denmesi bana daha doğru geliyordu. Bu bacı betimlemesi biraz hani hep. Dün burada felsefeyle ilgili Muzaffer Oruçoğlu’yla ilgili arkadaş konuşurken gündeme geldi yani köy kültürü ile küçük burjuva kültürü yani o bacı ifadesinin daha böyle. Aslında dediğim gibi Karadeniz’de de gerçi kullanılan bir laf olmadığı için yadırgıyordum. Yani çok kolay o kelimeye alışamadım ama ‘yoldaş’ bana daha sıcak geliyordu ve mümkün olduğu kadar buna dikkat ediyordum hatta bazen arkadaşlarda bacı falan dediklerinde bende diyordum niye yoldaş değil de bacı?
Yani yoldaş çok daha geniş içerikli bir kavram ama bacı sadece kız kardeş, kardeş anlamında ama yoldaş öyle değil, yoldaş farklı, biz beraber bir yola çıktık. Bu yolda beraber öleceğiz kalacağız neler yaşayacağımızı biliyoruz beraber koşuşturuyoruz onun için bu kardeşlikten öte bir şey yani bununda adı yoldaşlık olur diye böyle anlatıyordum.
G.K: Peki biraz da şey mesela 76-77 tarihi ve en hareketli dönemi, hangi gazeteleri okurdunuz? Hareket olarak hangi dergileri takip ederdiniz? Yani o dönem bildiğiniz siyasetle ilişkileriniz nasıl oldu? Nasıl haberdar oluyordunuz? Bir de şeyi ben hiç konuşmadık mesela diğer sol hareketlerle birlikte neler yapılırdı? Şeyi anladım takip yediğinizde dayanışma var.
Ö.M… Eylemlerde ortaklaşırdık, birbirimize ihtiyacımız olurdu onlardan ödünç silah alırdık onlar bizden alırdı. İmkanlarımızı kullanırdık gittiğimiz bir yerde eğer hiç tanıdığımız yoksa onlardan tanıdığımız varsa onların kaldığı evde kalırdık böyle güzel bir dayanışmamız vardı. Tartışırdık konuşurduk ama şey yapmazdık dayanışmamız güzeldi yani birbirimize hiç ayrımsız aynı şekilde hemen hemen kendi yoldaşlarımızda ki gibi yaşamlarımızı ama bu daha çok gençlikte. Gençlik arasında olurdu kırsal gerçi bizim başka bölgelerde daha sonra ki edindiğim şeylere göre farklı yaşanmış yani.
Doğu Anadolu bölgesinde mesela bu kadar uyum içerisinde çalışmamışlar, bizim ege bölgesi tabi Ege bölgesi bölge itibariyle de farklı daha rahat daha Avrupa kültürünün de egemen olduğu bir yer İşte orada yaşayan arkadaşlar daha farklı ancak dışarıdan gelen daha katı, feodal kültürden gelenler diğer siyasetlerde de o kadar katı oluyor. Gençlik içinde iyiydi ama şeylerde biraz şeye girerdi, bölgesel çalışmada biraz rekabete girerdi. Örneğin diyelim şimdi Uşak bölgesinde bazı kazalarda onlar çok etkin çalışmaları olurdu bazı kazalarda bizim. Bu şeye benziyor serbest piyasa ekonomisi gibi yani herkes daha çok alanda çalışma yapmak istiyor ama orada biraz alanını şey yapıyorlar yani buraya kadar, burası bizim bölgemiz gibisinden böyle imalar ya da tavır davranışlar. Oralarda biraz ortaklaşmayı ama yine düşmana karşı dayanışma birlik şartıyla oralarda biraz zorlanırdık ama gençlik içinde öyle değildi. Gençlik alanında metropollerde daha rahat ortaklaşırlardı daha rahat birlikte hareket edilirdi.
G.K: Düşman dediğiniz şeyi nasıl tayin ediyordunuz o zaman?
Ö.M… Düşman dediğimiz şeyi nasıl tayin ediyorduk? Bize göre düşman zaten sınıf mücadelesi olduğu için devletin milis güçleri ve tabi onun arkasındaki siyasi güç, hegemonya devletin kendisi faşist, yani bir devletin kendisini artık faşist olarak nitelendirdiğinizde onun milis gücünü ve her şeyini aynı şekilde karşınızdaki muhalif kimliğinizi yok etmeye yönelik e birde şimdi artık bir çok şeye de hakimsiniz yani önder olarak aldığınız insanların katledilişini, öldürülüşünü o mücadele sürecini biliyorsunuz. Yani basit bir operasyonla sağ yakalayacakken bilinçli olarak öldürüldüğünü biliyorsunuz bunları yaşamış görmüşsünüz mesela.
Ahmet Muharrem Çiçek’in çatışmasında belinden aldığı kurşun yarayla yıllarca tekerlekli sandalyede yaşayan Kutsiye Bozoklar arkadaşım, kendisiyle sonrasında çok iyi dost oldum. Her, Konya cezaevinde, Çanakkale cezaevine gidişimde mutlaka uğrar saatlerce sohbet ederdim, fırsat buldukça giderdim. Daha sonra benim kendi cezaevi yaşamımda yani cezaevinde yattım çıktım bunları yaşadımla bitmedi ondan sonra tanıdım Kutsiye’yi mesela ben. Ondan onun anlatımlarından onun mücadele sürecinden de çok şey öğrendim çok şey kattım yaşamıma.
İşte düşman denilen şeyi nasıl belirlediniz diye sorduğunuz için söylüyorum bu açık ve netti yani sadece ayrıntılarını bilmiyordum. Bir de 12 Eylül’de biz gerçek yüzlerini gördük, 12 Eylül’den önce bize oldukça saygılı davranan o görevlilerin, cezaevi idaresindeki görevlilerinin bir günde nasıl bir canavara dönüştüğünü gördük. Bir günde iki günde daha önce bize güler yüzle sevgiyle yaklaşan o insanlar, bir isteğiniz var mı diyen insanların sırf işkence yapmak için yani astlar emretmediği halde-ki davranışlarını gördük. Bu belliydi artık onlar ve bizdik yani bu uçurum zaten netti yaşam kendisi gösteriyordu. Bu aktif mücadele sürecimizde diyelim halktan birisine asla zarar vermiyorduk.
G.K: Şey yani unuttuklarımız var mı?
Ö.M… Geriye dönük şeyi daha hızlı geçtiğimi fark ettim ilk yani ben İbrahim Kaypakkaya’nın dünya görüşü ile tanıştıktan hemen sonraki şey.
G.K: Peki ilk karşılaşma nasıl oldu? Yani biri kitabını mı verdi size? Kimler söz etti?
Ö.M… Evet işte bu Ankara’da bana çok ilgi gösterip yardımcı olan arkadaşlarla çok samimi bir dostluğum oldu. Hatta konuşmanın bir yerinde söylemiştiniz ya nasıldı kadınla erkek ilişkileri diye o arkadaş sanıyorum bana duygusal bir şeyi de vardı. Alevi bir aileydi ben evlerine de gidip geliyordum, annesinin tedirginliğini çok hissettim daha sonra yani evde kız kardeşleri falan da vardı evden biri gibiydim. Annesi şeyden çok tedirgin oluyordu ya oğlum bu suni kızla evlenirse e tabi bu arada ailem dini görüşleri olan bir insan ama babam her konuda olduğu gibi bu konuda da bana hiçbir baskı yapmadı, dini görüşlerim konusunda. Annem yine her zaman ki gibi birkaç hamle yaptı ama geri çekilmek zorunda kaldı karşısında direnç bulunca.
Ben ortaokulda bir fizik dersinde kafama takılmıştı daha devrimci bile değildim, bir fizik öğretmenimiz anlatıyordu ‘hiçbir şey vardan yok olamaz, hiçbir şey yoktan var olamaz’ böyle kendi kendime madem hiçbir şey yoktan var olamıyorsa tanrı nereden geldi gibi böyle sorularla boğuşa boğuşa sonra dedim ya çok da önemli değilmiş, inansam da olur inanmasam da olur. Sonra zaten dinle ilgili araştırmalarımda okumalarımda şeye getireceğim yani alevi, Sünni’ymişim ben, ben ne olduğumu da bilmiyorum.
Dediğim gibi ilkokulda bir arkadaşım alevi diye annem evlerine gitmemi istemezdi ‘neden?’ dediğimde ‘onlar alevi’ derdi. Aleviliğin ne olduğunu da çok merak ederdim onu da sonra böyle parça parça çok üzerinde durmadan öğrendim yani bunun farklı bir şey olduğunu.
Ve annede ki o korku beni rahatsız etmeye başlamıştı Ankara’dan ayrılmadan önce kendisiyle konuştum dedim ‘ sen benim için huzursuz olma, sen benim için hala Şemsi teyzesin ( Şemsi Kürtçede güneş demek) ben asla seni üzmek için bir şey yapmam. Senin düşündüğün gibi düşünmüyorum böyle bir düşüncemde yok, rahat ol yani ben sevmekten vazgeçme, beni ben olduğum için sev böyle senin düşündüğün gibi bir şey olmayacak’’ diye rahatlatmıştım onu ayrılmadan. Sonra çok sonra yine ziyarete gittiğimde bana demişti yani ‘’sözünde durduğun için tekrar teşekkür ederim’’, ‘sözümde durduğum için değil seni bu kadar mutsuz edecek bir şeyi ben niye yapayım ki’ dedim. Ben gidiyorum orada yemek yiyorum kalıyorum, anne gibi davranıyorsun bana diğer bütün şeylere zaten devrimci bir aileydi sonra öğrendim, 38 Dersim sürgünüymüş bunlar. Yani Kayseri o alaka Develi ilçesi falan.
İşte o arkadaşla samimi olunca o bana anlatıyordu devamlı işte PDA, Aydınlıktan ayrıldığını işte İbrahim Kaypakkaya’nın farklı bir şey kurduğunu o anlatımlarla sonra yazılarını, yayın organlarını takip etmeye başladım illegal. Sonra da işte daha önce belirtmiştim cinsiyetimi belirtmemiştim benim, benim idol olarak aldığım her şeyini dikkatle incelediğim bir sorumlu bayan arkadaşla tanıştırdı beni. Şimdi ben bayan arkadaşla randevumda şeyi düşünüyordum.
Ben Karadenizliyim evet şu anda da 47 kiloyum evet ama iri bir kemik yapım var şimdi bayan arkadaşın bileklerine bakıyorum incecik serçe gibi şimdi silahlı mücadeleyi savunuyorlar şeyi düşünüyorum silahını aldığını düşünüyorum diyorum bu eliyle nasıl tutacağını yani her şeyini inceliyorum, hareketlerini davranışlarını. Böyle böyle pekişti çok şey yani benim bu siyasetle tanışmam bu siyasetin bu kadar içine girmem bu kadar hayranlık duymam böyle gelişti.
Sonrasında da bu koordinasyon komitesi kurulup, yeniden dışarıda kalan yapı, ölen öldü İbrahim Kaypakkaya’larla kalanların büyük bir kısmı cezaevinde dışarıda kalan belli kesimde bu siyaseti toparlamak için işte bir komite kuruyor ama bunların aldıkları o tasfiyeye yönelik kararlar zaten çok bariz bir şekilde göze batıyordu o dönemde. Bu kadar rahat onların karşısında dik durup hemen hayır demek te işte buradan geliyor yoksa çok engin ve derin bir ideolojik birikim olduğundan değil.
G.K: Ayrışmanın şeyini de anlatır mısınız? Arada konuşmuştuk
Ö.M… Tabi ayrışmanın nedeni daha çok örgütlenme silahlı mücadele işte bu tür tespitlerde ki değişiklikler. Yani örneğin İbrahim’de silahlı mücadele esas diğer mücadeleler tali ve ona bağlıdır e bunların aldığı kararda şehirlerde örgütlenmeyi esas alıyor silahlı mücadeleyi tali alıyor. Yani bunlara gerekçe olarak toparlanma dönemi diyor işte onun dışında kırda örgütlenmelerle şehirde örgütlenmeler yani en belirleyici olanlar bu konuda ki şeylerdi. Yoksa Kemalizm konusunda farklı bir şey yoktu ulusal sorunda da bir iki ufak tefek şey vardı-ki ulusal sorunda İbrahim Kaypakkaya’nın söyledikleri zaten tarihte doğrulamıştır onun doğru olduğunu. Onların adına karar verdiğinizde olmuyor yani ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kendilerine bırakacaksın ve sadece yardımcı olacaksın, destekleyeceksiniz ama siz onun adına onu tayin hakkına sahip değilsiniz.
Olmamalı da çünkü biz bir ulus partisi değildik yani bu yüzden çok daha rahat hemen kestirip attık, karşı çıktık ilk görüşmelerde yani örneğin ben iki kere görüştüm onlarla, ikinci görüşmeye giderken zaten kararımı vererek gittim yani ben bu konuda sizin yanınızda yer almayacağım diye. Açık ve netti hepimizin kafasındaki ve yanılmadık da sonra bunların arkasına sığınma gerekçeleri daha rahat daha kolaycı mücadeleyi tercih etmek. Yani mücadeleden kaçmak, zordan kaçmak daha rahat işte şehirlerde yaşamları düzenleri bozulmasın ama işte dostlar alışverişte görsün babında daha değişik.
Sonra cezaevinde gördüm farklı örgütlenmelerin daha rahat mücadele anlayışları gibi mücadele etmek… çünkü şey zordur yani illegal mücadele… birde silahlı mücadeleyi savunuyorsanız bu zor bir şeydir. Bunu göğüslemekte taşımakta götürmekte çok zordur, o kadar kolay bir şey değil yani… o yüzden daha sonra da yadırgamadım da, zaten böyle bir tercihte bulunmalarını… ama bunun böyle politik şeylerin arkasına gizlemeleri rahatsız ediciydi.
Bugün bile birisi mücadele etmiyor olabilir hiçbir zaman ona niye mücadele etmiyorsun vay hain gözüyle bakmam bu onun tercihidir çünkü 40 yılda şeyi de göstermiştir ki mücadele. Tabi bir de böyle bir komiklik var biz o zamanlar her sabah kalktığımızda devrim yapacaktık yani devrim böyle sabah kalkınca yapılacak bir şey değil çok uzun soluklu bir mücadele olduğunu gördük ve bunun içinde mücadele edecek çok alan olduğunu gördük. Yani çok fazla alan var onun için yani orada mücadele etmezse başka alanda mücadele eder. Önemli olan çemberin neresindesin yani merkezinde de olabilirsin ama içinde olmak gerekiyor yani dışında mı içinde mi? Yoksa içinde herhangi bir yerinde olabilirsin o kadar katı bugün de bakmıyorum hiç. O zaman da bakmıyordum, o öylesi bir süreçti.
Bizim kendi sürecimizde işte bizi hizip ilan ettiklerinde kalabalık bir grup gönderdiler orada çalışma yapmaları için işte o dönemde zaten ülke genelinde devrimci mücadele bayağı yükselmiş baskılar artmış yani darbe zaten kapıda bir süreçti. Her gün olaylar oluyordu Maraş olayları, Çorum olayları arka arkaya oldu örneğin biz 76’lı yıllarda bölgede çalıştığımız için 77 yılında Uşakta ve İzmir’de kendi adımıza çok büyük 1 Mayıs mitingi örgütledik.
Örneğin 76 1 Mayıs’ında ben İstanbul’daydım eğer 77’de kendi bölgemde o mitingi örgütlememiş olsaydım 77 1 Mayıs’ında da alanda olacaktım ben yani o katliamın yapıldığı 1 Mayıs’ta olmayışımın nedeni, bizim kendi bölgemizde büyük bir 1 Mayıs örgütlemiş olmamızdı. Yani öylesi bir süreçte Gültepe olayları, Tariş direnişleri, yurt direnişleri öğrenci gençlik içerisinde eylemler boykotlar her şeyin böyle yükseldiği bir dönemdi ve dışarıdan gelen bu arkadaşların çoğu bölgeyi çok iyi tanımadıkları için bizim kadar yani biz çok uzun zamandır o bölgede olduğumuz için daha hakimdik bölgeye ve o arkadaşlar daha kent merkezlerinde bayağı iyi şeyler yaptılar hatta o beni ikna etmek için sürekli tartıştığımı söylediğim Ali Geçgel, (öldürüldü o daha sonra, öldürüldüğü için adını rahatlıkla veriyorum) yani o kadar cesur o kadar gözü pek kararlı bir arkadaştı ki orada bir sürü eyleme imza attı.
En son işkenceci polisin infazından sonra yaralı yakalandı ve öldürüldü, yargısız infaz edildi yani çatışma da öldürüldü denildi, ama yakalandığında sağ imiş bunu biz öğrendik. Sonra onun akıbetini öğrenmek için gelen kardeşini de öldürdüler 12 Eylül’ün ilk günlerinde ve çok üzüldüğüm bir şeydir ki halen mezarını bilmiyorum, bulamıyorum. Bulamıyoruz yani nereye defin edildiğini bilmiyoruz mezarını, öldürdükten sonra kimsesizler mezarlığında bir yere gömülmüş ama bilemiyoruz, bulamıyoruz. Oda öyle çok yoğun bir süreçti.
G.K: İzmir’de mi öldürüldü?
Ö.M… İzmir’de öldürüldü, İzmir’de Balçova tarafında bir çatışmada yaralı yakalandı öldürüldü bir süre sonra bir erkek kardeşi onun akıbetini sormak için geliyor, gelmiş onu da öldürmüşler, alıp işkencede.
G.K: Siz Tariş eylemleri, şimdi hatırlayamadım ne zaman olduğunu ama o İzmir’de siz hareket için çeşitli faaliyetler yaparken.
Ö.M… Yok biz Gültepe olaylarına dahil olduk sonradan.
G.K: Onu anlatır mısınız? Hani Gültepe olayları neydi ve siz nasıl dahil oldunuz?
Ö.M… Gültepe olayları dedikleri semtlerde mahallerde bizim o dönemde ki örgütlenme şeyimiz şöyleydi. Biz böyle şimdi bunu görüyorum yapıyorlar işte. Kadıköy iskelede bildiri dağıtılıyor Taksimde orada burada, bizim dönemimizde şey yoktu biz işçilerin yoksulların köylülerin olduğu yerlere gidip çalışma yapardık yani mahalle örgütlenmelerimiz vardı. İşte çamlık mahallesi, Mehtap mahallesi, Maraş mahallesi her neyse o olduğu işte Zeytinlik mahallenin adını alan yerde biz oralarda o mahallede birisi görevli olurdu oralarda çalışmalar yapardık.
Öncelikle oralarda bir dernek kurardık, bir kültür derneği kurardık işte bir kütüphane oluştururduk çeşitli kurslar etkinlikler verilirdi, üniversiteye hazırlananlara yardımcı olunurdu ders verilirdi, yabancı dil bilen yabancı dil dersi verirdi, matematikte iyi olan matematik dersi verirdi. Kadınlar gelirdi, kadınlarla ilgilenilirdi yani onlara anlatılırdı evin dışında bir dünya olduğu güzel çalışmalardı yani o dernek çalışmaları çerçevesinde beraberinde de illegal örgütlenme. Eğer şeyse işçilerin yoğun olduğu yerse sendikal örgütlenmenin önemi, sendikal alanda onları yönlendirmek sendikalarda bilinçlendirmek o konuda eğitmek ve öğrenciyse de okulda eğitim sistemine karşı, şeye karşı ama hiçbir zamanda okulu bırakın hadi sende artık 3-5 şey öğrendiniz artık sokaklarda çalışın demedik yani bizim dönemimizde yoktu.
Sonra tanık oldum ben ona yani okullarda insanların, çoğu arkadaşlar daha sonraki süreçte gördüm çok güzel okuyup duruyor işte hukuk son sınıfta, 3cü sınıfta 1 senesi kalmış e bir bakıyorum okulu bırakmış gitmiş dağa. Yahu 1 sene sonra mezun olacaktı ya da işte eczacılığı bırakmış, o orayı bırakmış bu burayı bırakmış okullarını üniversitelerini. Şey diyordum ya arkadaşlar oldu ki biz yanlışlıkla devrim yapsak e biz nereden bulacağız mühendisi mimarı, eczacıyı, kimyageri bilmem neyi yani bunları ne yapacağız yani yurtdışından ithal edeceğimiz bir sosyalist ülke de yok artık yani. Ne yapacağız gideceğiz düşman dediğimiz adamı mı çalıştıracağız, onun eğittiği ya da onun şeyiyle yani bizim kendi insanımızın olması lazım bu alanlarda, yetkin insanların olması lazım. Evet tabi oda öyle bir 90 sonrası öyle bir furyaydı demek çok insan okullarını eğitimlerini yarım bırakıp, işte silahlı mücadeleye gönderildi çoğu da dönmedi zaten. Yani gitmeyenlerde bitirdi onlarda bir kısmı yaşam tarzını değiştirdi onun doğru bir şey olmadığını da o sonuç gösterdi. Bizim dönemimizde yoktu yani biz, hem başarılı bir öğrenci olacak hem devrimci olacak yani işte bu burjuva sistemi evet, bize ne kurbağanın bacağından solucanın karnından ama, bu sistem böyle ret ederek değişmiyor yani içinde mücadele ederek değiştireceksin o yüzden o olaylarda bayağı etkindik mahallerde.
İşte Gültepe bir semt Kadıköy gibi, Kadıköy’e bağlı mahalleleri düşünün orada da işte bir sürü mahalle var bizim etkin olduğumuz mahalleler, Devrimci Yol’daki arkadaşların etkin olduğu mahalleler Halkın Kurtuluşu’ndaki arkadaşların… 12 Eylül’de devletle işbirliği yapan faşistlerin saldırıları…. Bir de buralar daha çok Kürt halkın, Alevilerin yerleştiği, yoksulların işçilerin yerleştiği yerlerdi yani bu semtler.
Baskılar artınca olaylar işte böyle büyüdü büyüdü çatışmalara ve artık barikatlara giremiyordun yani tamamen barikatlarla bu işte Lice’de yaptıkları gibi barikatın bu tarafına geçemiyorlardı o yüzden sürekli çatışmalarda ölenler şey yapanlar. Daha sonra çok güçlü geldiler yani güçlü gelince kırdılar o direnişi, kırılınca orada büyük kayıplar oldu, büyük can kayıpları oldu. Çok büyük yakalanmalar oldu o yakalanmaların çoğunda işte idam çıktı. O idamların 2 tanesi infaz edildi 12 Eylül’de ve son infazla oldu Hıdır ve İlyas’ın daha sonra kaldırıldı idam. Kentlerde mücadele o kadar yoğundu.
G.K: Şey soracaktım Maraş mahallesinin kuruluş sürecine tanıklık ettiniz mi siz?
Ö.M… Tabi tabi Maraş mahallesi sonra Maraş mahallesi kalmadı adı Onur mahallesi ve Yamanlar olarak geçti. Burası İzmir’in dağlarından biri, ünlü dağlarından biri olan Yamanlar dağının eteklerindeki bir yerleşkeydi işte ilk başta Maraş’tan gelen ailelerin daha ağırlıklı yaşadığı bir yerdi ve gecekondu mahallesiydi. Alt yapının hiç olmadığı bir yerdi oraya yerleşmeye jandarma müsaade etmediği için sürekli işte oraya gelip bir yer çevirip başını sokan ailelere sürekli saldırı oluyordu, taciz oluyordu.
Bizim diğer siyasetlerle ortaklaşa öğrenci kesiminden işte toplayabildiğimiz kadar arkadaşları toplayıp o saldırı anı haber verildiğinde hemen gidip oralarda mahalleyi çeviriyorduk. Jandarma işte gençlerle karşı karşıya gelmeye korktuğu için geri gidiyorlardı ya da işte böyle taşlı sopalı saldırılar oluyordu yine geri çekiliyorlardı. Bugün ki kadar rahat öldürmüyorlardı daha sıkıyönetim darbe yapılmamıştı yani geri çekiliyordu jandarma zaten bizim de klasikti o dönemler işte Mahir’lerinde dediği gibi ‘jandarma sen halk çocuğusun, seninle bir işimiz yok bize saldırma’. Yani böyle anekdotlarda yaşıyorduk tabi bu olaylarda.
Gerçekten de şey yapıyorlardı yani bazen dinliyorlardı olduğu gibi duruyorlardı bazen saldırıyorlardı yine ama onlar canımızı yakmadan biz onların canını yakmıyorduk, o halk çocuğu olanların, böyle de bir geleneğimiz vardı. Bu 90’lar sonrasındaki süreçte de devam etti, bu Ulucanlar cezaevi saldırısında ölen arkadaşın cenazesi, Menemen civarında yaşayan bir arkadaştı, ona bir cenaze töreni düzenlendi. Biz, İzmir’den akşamdan gidenler cenazenin olacağı yerleşik yerde kaldılar biz öbür gün cenazeye gidenler jandarma tarafından yolumuz kesildi. Oradakiler ve gelenlerin birleşmesi ve kalabalık bir cenaze töreni olması engellendi.
İnsan Hakları Derneğinin ful yönetimi olarak oradayız işte başkanda dahil, tabipler birliğinden de arkadaşlar var önemli görüyoruz cenazeyi çünkü vahşice öldürüldü o insanlar cezaevinde. Jandarma bizi ablukaya alınca tabi biz o geçmişten gelen alışkanlık ‘sizinle konuşacak bir şeyimiz yok sizde halk çocuğusunuz siz gidin lütfen bize bir muhatap gönderin’ diye ısrarla belirtince komutanları da saldırın hepsini yakalayın diye talimat vermiş. Muhatap arayan bizim dernek başkanıyla işte öndeki arkadaşların hepsi alındı. Bunlar yaklaşık 1 yıl cezaevinde muhatap ararken yatmış oldular tabi bizde cenazeye katılamamış olduk ama biz o geçmişteki çat pat gerilla mücadelesi deneyimiyle o ablukadan ben ve arkadaşlarım, biz sıyrılmış olduk. Bir cemse götürüp boşaltıyor geliyor bir daha alıyor ama bizi de geldiğimiz otobüslere kilitlediler gittiler, şoföre de işte sen burada dur, gözün üzerlerinde olsun diyor. Kapılar kilitli biz otobüsün içindeyiz tabi biz camı açıp camdan inip kapıyı dışarıdan açıp şoför bu taraftayken öbür kapıdan inip, bütün otobüstekiler ana yola geçip alanı terk edince sonra ne oldu bilmiyorum. Biz o yakalanmayan gruptuk işte muhatap arayanlarda işte 1 sene sonra çıktılar cezaevinden. Bu Maraş mahallesi.
G.K: Sizin kendi hikâyenizde tekrar birleşen bir yan var onu arada anlatmıştınız Maraş mahallesinin.
Ö.M… Evet Maraş mahallesinin benim hikayemle birleşen şu yanı var. İşte gidip jandarmaya karşı orada ev yapan insanların yanında duruyorduk, durduk ve onların orada her birinin yaşam alanı oldu, her birinin evi oldu. Sonra alt yapı geldi su geldi elektrik geldi yol geldi okul geldi bir alevi mahallesiydi ama cami de geldi yani ben cezaevinden sonra gördüğümde.
Sonra çok uzun süre sonra yani şurada 8-9 sene önce falan işte ben annem babam ailemi kaybedince kendime bir ev almak istedim. İzmir’den bir kooperatiften uygunluk koşullarım, uzun süreli kredi ve bana projeden ev verebilecek yani böyle, hiçbir şeyim yok çünkü sosyal güvenliğim de yok bir şeyimde yok o kooperatifte oradan bir daire aldım. Neresi olduğunu da bilmiyorum projeden aldım sonra taşınmaya karar verdiğimde bir gidip baktım ki burası yıllar önce, 37-38 yıl önce işte o Maraş mahallesindeki o insanların ev sahibi olsun diye canla başla mücadele ettiğimiz alanın hemen üzerinde daha da üstünde tepesinde, daha uzak kent merkezine yapılmış işte böyle beton yığınından 100 metrekare bir daire sahibi oldum 37 sene sonra.
Tabi geriye dönüp baktığımda ben bugün o insanlara bu kadar ev sahibi olduğu için böyle, bunu doğru bulmuyorum bugün yapmam bunu. Neden yapmam? Şeyden değil bunun yerine, her insanın barınma hakkı vardır yurttaş olarak, her insanın okuma hakkı vardır her insanın yaşama sağlık güvencesinden yararlanma hakkı vardır bunun için mücadele etmesini örgütlerim. Gel sana burada bir yer çevireyim, gel sen burada otur işte arada da ben yardım toplayayım getireyim, erzak, karnını da doyur yani bunu yapmazdım. Bugün olsa yapmam. Ama şeyde değil yani içime oturmadı değil yani şöyle oturdu yani ben anca o kadarlık bir ev sahibi olabildim yıllar sonra ama oradaki o gecekonduların hepsi, her birisi birer ranta döndü. Yani her birisi kat karşılığı verildi satıldı oralara büyük büyük apartmanlar yapıldı. Yani bir haksız kazanca vesile oldum diye bir suçluluk duygusuna kapıldım yoksa hani vay be ben şimdi evsizdim anca kendime bir ev aldım şeklinde bir duygu değil. Yani farkına varmadan haksız bir kazanca haksız bir zenginleşmeye sebep oldum yani insanlara haksız zenginleşmeyi öğrettim gibi bir suçluluk duygusuna kapıldığım için bugün olsa yapmam diyorum.
G.K: Peki sizin İzmir’de hareketten sorumlu olduğunuz bölgeleri, Ege’de yüksek öğrenimde ki öğrencilerin sende etkilenmeleri var mıydı? İstanbul da işte Demokratik yüksek öğretim öğrencileri dernekleri falan var. İzmir’de bir şey var mıydı?
Ö.M… Ayrı yoktu onların devamları vardı şöyle her siyasetin kendi derneği vardı zaten yani kendi ismiyle anıldığı bir dernek vardı bir yeri vardı daha merkezi bir yerde. Böyle herkesin ulaşabileceği bir yerde mutlaka bir yerleri vardı ya da bir büroları oluyordu.
Bizim yoktu bizim daha sonra işte darbeden sonraki süreçte legal gazete çıkınca bir büro gibi bir yerimiz oldu ondan öncede işte bu işlevi gören küçük bir kitapçı, kırtasiyeci gibi bir yerimiz vardı. Bizim daha çok mahallelerde, her mahallede bir derneğimiz vardı 12 Eylül’den sonra işte onlardan tek tük kalanlar oldu onlarla devam etti ama diğer siyasetlerin mutlaka bir yerleri vardı dernekleri vardı. Panellerin etkinliklerin forumların yapıldığı çok çok daha kalabalık olursa ya büyük öğrenci yurtlarının büyük konferans salonlarını kullanırdık ya da orada çok ünlü bir yıldız sineması vardı çok büyük bir sinemaydı o sinema kiralanırdı. Sahibi de bilmiyorum ama demokrat bir kişilikti ki hep, sürekli aynı yer kiralanıyordu orada yapılırdı forumlar paneller etkinlikler yani o kadar kalabalık olurdu o dönemler.
Onların her birinin yayın organı olurdu legal gazetesi olurdu dergisi olurdu onları düzenli takip ederdik. Orada eleştirmemiz gereken yerleri eleştirirdik, işaretlerdik not alırdık o konuda birbirimizi bilgilendirirdik. O tartışmalarda da o temel de tartışırdık yani Marksizm Leninizm ve İbrahim Kaypakkaya ile onların savundukları görüşlere işte o temelden şey yapardık. Yani biz öyle söylemiyoruz ama şundan dolayı böyle söylemiyoruz diye zaten düzenli okurduk araştırırdık eğitim çalışmaları yapardık tabi bazen bundan kaytaranlarda olurdu yani okuma tembeliler herhalde onlar halen okuma tembelidirler. İşte gündeme böyle biraz daha alakasız olanlar ama sonrası da zaten cezaevi süreci de bunu dayattı.
Cezaevinde de düzenli bir okuma öğrenme araştırma o öyle hep devam etti o dönemde takip ederdik.
G.K: Bence cezaevi sürecinden de söz edelim onu çok hızlı geçtik, konuşmadık. Yani ilk mesela nerede kaldınız? Orada ne kadar süre kaldınız? Sonra nereye geçtiniz? Dediniz ya hep sivil.
Ö.M… Hı evet doğru orayı neden çabuk geçtim bilmiyorum mesela ben cezaevinden önce İzmir’de mesela iki bayan arkadaş silahlı çatışmayla yakalanmıştı. Bunlar başka bir siyasettendi yani İbrahim Kaypakkaya’nın siyasi görüşünü savunmuyorlardı.
Ben basından takip etmiştim o olayı ben böyle o kızlara o iki kıza korkunç derece de böyle sempati duyuyordum hatta bir tanesi yaralı yakalanmıştı omzundan. Böyle fotoğrafları da çıkmıştı gazete de gencecik yani kendimle yaşıt belki benden de 1-2 yaş küçük kızlardı. İşte ben ilk onlarla cezaevinde kaldım Buca cezaevinde, adli mahkumlarında yer aldığı bir koğuş, iki siyasi onlar vardı ben gittim 3 oldu. Sonra tek tük öyle kısa süreli gelip gidenler oldu daha çok 3’müz kaldık.
O zamanlar sorun yoktu daha darbe olmamıştı 12 Eylül öncesiydi 79’da. Ben ilk defa Roman vatandaşlarla iç içe yaşıyordum orada, onların yaşamını çok yakından gördüm benim için çok belirleyiciydi. Cinayetten yatanlar vardı hırsızlıktan yatanlar vardı işte Roman vatandaşlar genellikle hırsızlıktan yatarlardı, 1 ya da 2 tane uyuşturucudan yatan olurdu. Çok nadir yine 1-2 tane fuhuş kadın pazarlamaktan şimdi şey devrimci olarak bu kadar adli bir cezaevinde bulununca işte cinayetten yatanın haklı sebebi varsa onu yanına alıyorsun. İşte hırsızlıktan yatan Roman vatandaşı aç kalmamak için çaldıysa onu da buraya yanına yani yanına alır gibi yapıyorsun yanına alıyor derken yanlış anlamayın onları örgütleme gibi bir derdim hiç olmadı da ama uyuşturucu kullananı karşına alıyorsun.
Hele hele fuhuşta genç kızları genç kadınları tuzağına düşürüp para karşılığı, onlar zaten bizden çok korkarlardı bir milim kendi ranzalarından öteye geçmezlerdi bizimle karşı karşıya gelmemek için. Sürekli bayan gardiyan şimdi infaz koruma memuru diyorlar da, kadın gardiyan girişte dururdu hiç yanından ayrılmazlardı onlar, tuvalete bile beraber giderlerdi korkarlardı bizden yani biz onlara karşıda acımasızdık cezaevinde de.
Böyle ilginç bir süreçti cezaevin de bu boyut değiştirdi. Darbeden sonra saldırılar baskı yıldırma politikası hepsi uç boyutta yaşandı mesela ilk 2-3 gün hiçbir şey belli olmadı yani ne olduğunu anlamadık sadece televizyon yok zaten küçük bir radyom var. Bu arada ben darbe olduğunda Denizli cezaevine götürülmüştüm çünkü bizim dava dosyamızı ağır ceza tabi bunlar bu ülkede darbe hazırlığının yapıldığının farkındalar tabi biz bilmiyoruz kimse bu davaya bakmak istemiyor. İzmir ağır ceza diyor ki benim sorunum değil bu olay yeri daha çok Denizli, Denizli ağır cezaya gönderiyor. Denizli diyor ki bunlar örgüt kurmuşlar örgüt adına yapmışlar bunu, bu benim de sorunum değil yani o İzmir’e gönderiyor bu sefer Ankara’ya uyuşmazlığa böyle bir trafik İzmir Denizli Ankara arası bir trafik süreci.
Ben bu arada Denizli cezaevindeyim ama İzmir Buca cezaevinden deneyim kazandığım için artık bir süre Denizli cezaevine götürüldüğümde ben koğuşta adlilerle kalmayı kabul etmedim. Bana girişte ayrı bir yer, gardiyan için tasarlanmış bir bölüm verdiler sen burada kal dediler zaten tek siyasiydim çünkü orası Buca cezaevinden daha eski bir cezaeviydi. Çok çok daha eski çocukluğumda ki Türk filmlerinde ki kalın ahşap ranzaların iki katlı yer aldığı yan yana böyle çok daha eski bir cezaeviydi şehrin ortasındaydı. Bahçesi avlusu olan işte Türk filmlerinde ki gibi ağaçları olan bir cezaeviydi, girişte bir yer verdiler.
İşte 12 Eylül sabahı her zamanki gibi uyanıp işte çayımı kahvaltımı hazırlamadan önce radyoyu açtığımda sadece marş, Hasan Mutlucan habire marş söylüyor ne olduğunu anlayamadık tabi hiç haberde vermiyor. Görevlilerde eskiden sürekli gelip giderdi erkek gardiyanlar bir şey istiyor musunuz? Bilmem ne hiç gelen giden de yok karavana da yok tık ses yok, askerlerde sabah koşusunda yaylaları söylemiyorlar bir anormallik var falan böyle algılamaya çalışıyoruz. Biraz ilerimizde erkek arkadaşlarımızın kaldığı koğuşlar var en son orayı görebiliyoruz işte onlar üst katına çıkınca, onlar bizim avluyu görebiliyorlardı. Tabi cezaevinde insan her şeyi öğreniyor Tıktıklarla haberleşmeyi, işaret dilini havaya yazı yazarak haberleşmeyi yani böyle Kızılderililer gibi ateş yakıp ona müdahale etmeyi öğrenemedik.
İşte sütle yazı yazmayı limonla yazı yazmayı her şeyi öğreniyorsunuz cezaevinde. Bir gariplik olduğunu ne olduğunu sorduğumuzda direk arkadaşlara darbe olduğunu söylediler yani anladık. İkinci gün gece gelip koğuştan beni çıkarıp, asker komutanlar istiklal marşı söylememi istediler neden? dedim ‘bundan sonra böyle dediler, her istediğimizde istiklal marşı söyleyecek önderimiz Atatürk diyeceksin, tek şeye inanıyorum oda Allah diyeceksin’ hayır dedim, diyeceksin demeyeceksin ‘ e biz söyletmesini biliriz’ ondan sonra işte o uzun işkence dolu günler başladı.
Her gün istiklal marşı ve bu iki cümleyi söyletmek için her gün koğuştan çıkarıp dövüyorlardı artık bayıltıncaya kadar dövüyorlardı sonra getirip koğuşa bırakıyorlardı, yavaş yavaş o seansların aralarını açtılar baktılar olmuyor. Bu arada hızla E tipi cezaevlerini açıyorlardı, bunlara daha önceden başlanılmıştı yani birçok devrimci insanın gözünden kaçmıştı E tipi cezaevleri yapımına başlanmış birçok vilayette demek bunun önceden hazırlığı yapılıyordu ki hemen paldır küldür bunlar bitirilip açıldı.
Darbeden önce İdamdan yargılanan ve idam alması kesin olan insanlar alınıp götürüldü nereye götürüldüklerini öğrenemedik biz bir süre. Sonra öğrendik çok sonra öğrendik, askeri birliklerin olduğu yeri de askeri cezaevlerine açmışlar mesela Şirinyer’de askeri Nato’nun karşısında bir yer Şirinyer, Nato’nun, İzmir’deki Nato’nun olduğu yerin karşısında bir yer orada askeri birlikler var oradaki askeri cezaevini açmışlar. Mesela Denizli cezaevinde idamla yargılanan, bizimle aynı davadan yargılanan arkadaşların idam alması, kesin gözüyle bakılanlar oraya götürüldü Şirinyer cezaevine.
İşte 12 Eylül’den sonra sanıyorum 1- 1 buçuk ay sonra falanda beni E tipi Burdur cezaevine götürdüler. Daha sonra askeri mahkemeler kuruldu alel acele, biz askeri mahkemelerde yargılanmaya başladık o yüzden beni tekrar Buca cezaevine getirdiler. Beni Buca cezaevine getirdiklerinde tabi çok şaşkındım 100 tane siyasi arkadaş vardı koğuşta, her siyasetten, en çok Devrim-Yol geleneğinden gelen arkadaşlar devamında Dev-Sol, Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu, TİKB işte benim kendi, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşünü savunan iki bayan arkadaş bayağı kalabalıktık. Daha farklı bir mücadele şeyi oluşmuştu yine baskılar çok yoğundu bu sefer ki baskılar artık istiklal marşı söyletmek şu bu değil yaşam alanımızı tamamen sınırlamışlardı.
Kitap yasak görüş sınırlı, haftada bir gün 15 dakika görüş, mektuplar keyfi gazete vermek keyfi her şey keyfi yani hastaneye götürülmek keyfi biz artık yaşama dair bir mücadele vermeye başladık bunlar için. Direniyoruz onlar direnişi kırmaya çalışıyorlar işte bunların bana şu an bile çok komik gelen bu direniş biçimimizin bir tanesi. Biz yapacak bir şeyimiz yok her yolu deniyoruz çöplerimizi vermeyelim dedik her gün gelip çöp topluyorlar, biz bir hafta çöplerimizi vermedik, bahçede çöpten bir dağ yığını oluştu.
Şimdi şöyle bunun iki yolu vardı, bir biz bayan koğuşundakiler, erkek koğuşundakiler, koğuştan koğuşa haberleşme sistemi kendi aramızda içimizde dışarıda değil bu gardiyanlar aracılığıyla ama tabi bu al bu notu işte Fatma’ya ver, al bu notu Hasan’a ver şeklinde değil yani o kendi geliştirdiğimiz yöntemlerle. Buluyorduk bir yöntem geliştiriyorduk ya da dibimizde koğuş varsa, hücre varsa işte Tıktıklarla mors alfabesi gibi o şekilde şey yapıyorduk, haberleşiyorduk. Dışarıdan da ziyaretçilerle benzeri yöntemlerle daha zorlanarak geliyordu, daha zorlanarak geliyordu çünkü 12 Eylül’den sonra çok zorlanmıştı görüşler falan da çok zorlanmıştı her şey sınırlıydı, kısıtlıydı o şekilde haberleşiyorduk. Dışarıdan haberimiz oluyordu hiç kopmuyorduk, aksasa da haberimiz oluyordu.
G.K: Şey yani cezaevinde hareketle direk organize bağınız olmadı ama değil mi?
Ö.M… Yazılar suretiyle oluyordu, yazılar geliyordu bize direk.
G.K: Nasıl?
Ö.M… Dışarıdan yazı geliyordu yani dışarıda yönetimde ki arkadaşlar yazılar gönderiyordu şey zaten 12 Eylül’de şey olmadı yani siyaseten büyük darbe yedik. Çok büyük darbe yedik ondan sonra ki süreçte toparlanma sürecidir. Yani ondan sonraki o süreçte zaten gelişmeleri takip etmek için dışarıdan sürekli haberleşiyorduk zaten ondan sonra birçoğumuz çıktı benim gibi dışarıda olan arkadaşlar oldu.
Bunlar daha rahat bilgilenip daha rahat görüşlere gidip aktarımlarda bulundular daha fikir alış verişi daha yol yöntem. Ondan sonra bir de tabi şey var en önemli şey, 12 Eylül’den sonra cezaevinde şeyde çok ünlüdür yani tek şey düşünüyorsun firar etmek özellikle idam cezası alan arkadaşların. Çok yoğundur bizim tünel firar maceraları cezaevinde işte kimsenin akıl sır erdiremediği tüneller kazılmıştır metrelerce. Nasıl kazılmıştır? Ne yapılmıştır kimse halen çözememiştir bunu böyle ilginç deneyimler olmuştur.
Tabi arada bunlar Metris ’de ki gibi başarıya ulaşan, Metrris ‘de de öyle bir tünelde çıkmıştı arkadaşlar, başarıya ulaşanlar olmuştur kimi başarıya ulaşmamıştır çünkü bu diğer siyasetlerle ortak bir eylem olur tek başına olmaz genellikle ortaklaşılır. İşte ortaklaştığın siyaset ya işte benim falanca adamım hastanede tünel bitsin oda gelsin diye bekletmiştir e orada Allah’ın hikmeti yağmur yağmıştır dışarıdan çökmüştür Buca’da olduğu gibi. Yada işte Denizli cezaevinde olduğu gibi tam firarın ortasında bayağı kilolu bir arkadaş dışarıya açılan delikten atlarken düşmüştür ses çıkarmıştır jandarma fark etmiştir orada kesilmiştir firar. Yani böyle ilginç firar öyküleri ve deneyimleri de ayrıca bayağı birikmiştir ama dışarıdan haberleşme 12 Eylül’den bir süre sonra dışarı çıkan arkadaşlarla daha rahat sağlanmıştır.
G.K: Sizin şey kendi koğuşunuzda öyle bir şeyiniz oldu mu?
Ö.M… Firar girişimi mi? Kadın koğuşunda mı?
G.K: Evet.
Ö.M… Yok ben zaten her ne kadar dava idamdan da açılsa bana en alt cezanın verileceğini biliyordum çünkü aleyhimde dosya da hiçbir delil hiçbir ifade hiçbir şey yoktu. Yani bana isnat edilen o suçu zaten kararda da aynen şey yazıyordu zaten cezayı aldığım belirtiliyordu, örgüt üyesi olabilirde olmayabilir de. Yani öylemi değil mi bilmiyoruz al 5 sene git güle güle kullan yani kararımda da aynen o şekilde yazıyordu.
Bir de, örgüt üyesi olmakla örgüt yöneticiliğini getirdiler 168- 169’uncu maddeler girdi anayasaya 12 Eylül’den sonra. Bu işte bizim dönemimizde 5 yıldı örgüt üyeliği diyelim sonra bu 12 seneye çıkarıldı yöneticilikte işte 19 seneye çıkarıldı bu yeni maddelerle. En üst düzeyden yargılanan arkadaş örgüt üyeliğinden yargılanıyordu onun için öyle çok kadın koğuşlarında bildiğim kadarıyla hiç birisinde olmadı zaten. Yani Diyarbakır, Mamak, Dersim hiç birisinde olmadı ama erkek arkadaşların kaldığı koğuşların hemen hemen hepsinde idamlıkların olduğu özellikle bütün cezaevlerinde böyle bir firar hatta birkaç tane firar öyküsü vardır.
Tabi bu arada bende şeydir, öykümü sorduğunuz için anlatma ihtiyacı hissedeceğim. Aradan tabi zaman geçti Çanakkale cezaevine getirildi benim birlikte mücadele ettiğim arkadaşlar ve eşim. Şimdi Çanakkale cezaevine almıyorlar, yeni bir cezaevi, E tipi bir cezaevi ve nasıl gideceğimi düşünüyorum. Sonra yakını olmak gerektiğini öğrendim eşimin bana benzeyen bir ablası var yeşil gözlü sarışın onun kimliğini aldım soyadları aynı. Yani benim kendi resmi nikâhım yok kendi şu anda ki soyadımı kullanıyorum, görüşe gideceğim ablasının kimliğiyle, ilk kez gideceğim Çanakkale cezaevine ve sahte kimlikle gideceğim.
O günde bir bayram açık görüşüne denk geldi, bayram açık görüşüne gidiyorum. Cezaevi savcısı ziyaretçilerin girdiği kapıya dikilmiş elleri cebinde izliyor, yanında da iki infaz memuru, gardiyan işte aramadan çıkan bir sürü abuk sabuk koğuşların olduğu yere doğru yöneliyor. Tam ben o kapıdan gireceğim savcı bey ‘siz’ dedi ‘bir dakika’ kendi içimden dedim işte hayırlı olsun sahte kimlikle girme teşebbüsün buraya kadarmış. Ama gayet rahat ‘ben mi?’ dedim ‘evet siz’ dedi çıktım sıradan yanına yaklaştım oda bana yaklaştı ‘evet buyurun’ dedim ‘tanımadınız mı?’ dedi yani şaşkınım ama ben hep aklımda sahte kimlik ya ben bir anda sorulduğunda ne söyleyeceğimi düşünüyorum, tanısam da tanıyacak durumda değilim şuanda. O anda ‘hayır’ dedim ‘affedersiniz sizi tanıyamadım’ dedim, ‘ben tanıdım Özgül’ dedi, dedim bu çok ilginç başka bir şey yani biliyor kim olduğumu, biliyorlardı yani geleceğimi, kim olduğumu artık böyle ben keklendim. Yani o koşullarda da sahte kimlikle cezaevine girmek neyse önemli olmazdı orada kadın koğuşunda daha rahat görüşürdüm de ama dedi ‘ sen tanımadın’, tanımadım’ dedim ‘şöyle iyi bak’ dedi. Bir rahatladım o seste bir yumuşaklık görünce yine dedim yapılacak bir şey yok artık yani şöyle dikkatli baktığımda size öykümün başında anlatmıştım ya. Ortaokul 2nci sınıfta odasının kapısında suçüstü yakalanmıştım, Ruhi Su’yu dinlerken stajyer öğretmen… hukuk okuyordu o zaman zaten. Babası İstanbul il eğitim müfettişiydi o Ü. Hoca’nın, okulu bitirmiş avukat olmuş, avukatı geçin savcı olmuş sonra askeri mahkeme de görevlendirmişler oradan kendi isteğiyle istifa etmiş ayrılmış. Cezaevi savcısı olarak Çanakkale cezaevinde karşıma çıktı Ü. Hoca.
Böylelikle yakalanmaktan kurtulduğum gibi sonrasında Çanakkale cezaevinde D/10 koğuşunda ki devasa bir tünel girişimi, bizim imzamızın yer aldığı. O tünel girişiminde tam bir tık kalıyor artık çıkışa çok uzun bir tünel ama şeye karar veremiyorlar, yönüne karar veremiyorlar çıkışın Çanakkale cezaevi çok ilginç bir yer adı da zaten şey, it bulmaz tepesi. Bir tarafı yarı açık cezaevi bir tarafı ve arkası komple askeriye, tugay var orada bir tek önünde şöyle bir alan var çıkabilecek yani milimetrik hata yapsan ya tugayın içine çıkarsın ya da yarı açık cezaevine çıkarsın o yüzden çıkışa kadar geliyorlar bekliyorlar karar verilmediği için.
İşte sonra karar veriyorlar biz dışarıdan yardımcı oluyoruz görüntüler istiyorlar tabi çok zor o koşullarda içeri görüntü göndermek. Böyle haberi olmayan insanlara işte dur fotoğraf çekmeyi öğreniyorum seni şurada fotoğraflayayım diyorsun cezaevinin önündeki duvarda boydan boya, hiç alakası olmayan insanlara poz poz fotoğraf çekiyoruz böyle profesyonel makinelerle. Onları böyle bir de parlak parlak bastırıp gönderiyoruz işte dışarıda yarışan bilmem ne adı altında çaktırmadan. Askerin biri görevli nöbetten kaçıyor, kaytarıyor sota bir yer diyor böyle ön cepheye yakın ağacın altında gölgede bir yer şöyle biraz kestireyim diyor yatıyor tabi çok az bir mesafe aşağıda da tünel çalışmaları, kazma kürek sesleri geliyor takır tukur, takır tukur.
Çanakkale deprem bölgesi, deprem oluyor diyor bakıyor bir şey yok bir gidiyor içeriye geliyor tekrar kestirmeye, sesler yine devam ediyor Allah Allah depremde değil falan derken akıllı bir çocukmuş seslerin rutinliğini fark ediyor hep aynı yeknesak şeyini, gidiyor komutana söylüyor. Komutanda hemen bir anda ortalık alevlenmiş falan emniyete haber vermişler, Mitten gelmişler şey demişler ‘hiç dokunmayın, çıksınlar çıkanı indiririz’. İşte orada benim Ruhi Su’yu seven öğretmenim ‘bu memlekette yargı var engellersiniz cezasını verirsiniz, ben böyle bir şeye müsaade etmiyorum’ diyor tepki koyuyor bildiriyor bütün makamlara. Böylelikle de o vahşetten kurtuluyorlar çünkü tam dönemi yani 89’lu 90’lı dönemler o dönemlerde.
Yani toplu firar teşebbüsünde çıkan çatışmada tarandılar öldürüldüler böyle bir açıklama işte Ulucanlarda gördük sonra Buca’daki katliamda gördük sonra Bayrampaşa’da, Ümraniye’de her yerde gördük çok kolay çünkü öldürmek.
G.K: Duruşmalara nasıl gidip geliyordunuz?
Ö.M… Duruşmalara evet onlarda başlı başına bir öyküdür aslında insanlar çok yadırgar ama en eğlenceli yandı duruşmalarımız. Bir kere biz şanslıydık İzmir’de havacıların olduğu yer, denize sıfır geniş bir alandı bizim yargılandığımız alan, oturduğumuz yerden tam böyle İzmir körfezini görüyorduk muhteşem bir manzara. Yani cezaevinden sonra bize çok muhteşemdi o manzara. Bir de o tabi cezaevinde her şey çok önemlidir, denizi görebilmek gökyüzünü görebilmek, toprağın kokusunu duyabilmek ağacın yeşili bunlar sonra hepsi betonlaştırıldı. Ben halen 12 Eylül döneminde kurutulmuş çiçekleri saklarım onları o kadar özenle korumuşum kayırmışım ki halen durur onlar, arşivimde bunlar çok önemlidir.
Gültepe davası ile mesela bizim dava aynı güne denk gelmişti 2 numaralıdaydı bir dava daha vardı 2 numaralı da o gün bu da adli bir davaydı, silah kaçakçılığı davası. Dönemin ünlü babalarının o dönemde sadece sol siyasi ve arada tek tük sağ siyasilerin dışında babalara da dokundu Evren paşa. Onlarda cezaevindeydi gerçi sonra çıktı hepsi arka arkaya paşalar gibi de yaşayıp çıktılar da. Onlarla aynı gün olurdu o yüzden çok eğlenceli olurdu eğlenceli oluşunun şimdi bu mafya babalarından hepsi nemalandığı için onlara fazla diklenemezlerdi şimdi bizim Gültepe davasıyla aynı gün biz orada arkadaşlarımızı görüyoruz. Çok heyecanlıyız onları görmek çok güzel bir şey yani hepsi idamdan yargılanıyor belki asılacaklar işte konuşmak istiyoruz sarılmak istiyoruz dokunmak istiyoruz e askerlerde engelliyor bir takaza başlıyor aramızda oradan babalar müdahale ediyor ‘dokunmayın çocuklara selamlaşsınlar’ o yüzden çok eğlenceli oluyordu tabi bizde ‘helal olsun’ falan böyle onların şeyiyle. O yüzden duruşma bizim için şeydi ne bileyim bayrama gider gibi hazırlanır giderdik.
Kesin idam alacakların çoğu, hepsi siyasi savunma yaparlardı sonra tek tip elbise dayatması geldi 12 Eylül’ün ilk günlerinde daha da eğlenceli oldu. Kapıdan koğuştan çıkarıldıklarında tek tip elbise giydirmeye çalışırlar giymez hiçbir siyasi, soyarlar giydirirler zorla kafasını gözünü yararlar e onlar duruşma salonuna geldiklerinde, oldu ki zorla giydirdiler gerçi kimseye giydiremezlerdi de tek tük arada giydirdikleri çıkardı. Duruşma salonunda kelepçeler çıkınca serbest kalıyorsun o giydirdikleri tek tip elbiseyi anında çıkarıyorsun ve donla çıkıyorsun şeye, askeri mahkemede askeri hakimin ve askeri savcının karşısına. Onlarda tabi duruşmadan çıkarıyorlar karşısında duran donlu atletli şeyleri yalın ayak. Her duruşma bir eğlenceydi ondan sonra ceza verirlerdi görüş yasağı cezası çoğu mesela bu asılan arkadaşlar, asılmadan 1 yıl önce falan görüş yasakları vardı.
Yani böyle slogan atıyorsun görüş yasağı, tek tip giymiyorsun görüş yasağı, kurallara uymadın görüş yasağı, mektup yasağı görüş yasağı bu tür yasaklarla hep şeyler devam etti ama duruşmalar eğlenceliydi.
G.K: Sizin savunmanız topluluk değil tabi yani toplu.
Ö.M… Yok zaten şeydi şimdi çıkma, az ceza alacakları belli olanlar zaten savunmaya dâhil edilmediler. Benim alakam yok, ben bilmiyorum, dediler. Ama ceza alacakları kesin olanların hepsi siyasi savunma yaptılar yani. Bizim Orhan Bakır davasıyla ilgili yargılanan arkadaşlar da siyasi savunma yaptılar.
G.K: Buca cezaevinde diğer tutuklularla şeyi, gündelik yaşamı nasıl örgütlüyordunuz?
Ö.M… Komün yaşıyorduk bir kere yaşamımız kesinlikle komündü, siyasetler kendi içlerinde komün kuruyorlardı bazen birbiriyle anlaşan siyasetler ortak komün kuruyorlardı. Örneğin biz yani bulunduğum cezaevi mesela ben Burdur cezaevinde DHKP/C’li bayan arkadaşlarla beraber kaldım ama ondan önce ben Buca’dayken ben genellikle kendi siyasetimden zaten arkadaşlarım vardı, birlikte kaldık sonra başka siyasetten bizimle olmak isteyen oldu onları zaten kısa dönem almışlardı bir iki kişisine müsaade ettik. Biz yetiyorduk zaten birbirimize bir de diğer siyasetler çok kalabalıktı zor olurdu bizim için onlarla yani komün yaşam derken yeme içme komün ama onun dışındaki bütün yaşam ortaktı.
Temizlik her gün birimiz koğuş temizliğinden sorumlu olurduk işte tuvaletlerden sorumlu oluyoruz, alış verişten sorumlu oluyoruz bu şekilde iş bölümü yapıyoruz, çamaşırlar dahil her şey kendi aramızda dönüşümlü olarak yapılıyor, komünün özelliği o zaten. Kalabalık olunca birkaç kişi oluyor az olunca birer kişi oluyor o matematiksel olarak belirleniyor. Çok hasta olanlara hiçbir şey yaptırılmıyor, sağlık durumu iyi olmayanlara…
Eğitim, okuma ortak okuma saatlerimiz, kitap okuma saatlerimiz, tartışma saatlerimiz eleştiri özeleştiri saatlerimiz, serbest saatlerimiz, spor saatlerimiz yemek saatlerimiz. Karavana da 12 Eylül’den sonra bütün yaşam hakkımız kısıtlandığı için kendi yemek yapma hakkımız falan elimizden alınmıştı şey yapıyorduk yani karavanadan aldığımız yiyeceği suyla yıkıyorduk ona işte kantinden aldığımız yağ soğan tuz ve salça ile yeni tatlar katarak yeni bir şeyler yaratıyorduk karavanadan yani bir ürünü nicel değişiklikle başka bir şeye çeviriyorduk. O şekilde geçiyordu.
Serbest saatlerde şey yapıyorduk mutlaka yeni bir şey öğreniyorduk mesela ben çok güzel örgü örerim, örgü örmesini cezaevinde öğrendim çok da güzel örerim böyle yani o belirli disiplinden gelen bütün ilmekler aynı boyda bütün desenler aynı şeyde. Oradan kalma bir disiplin gelişti bende sonradan zaten. E şimdi şu kadar bir dolaba yerleşeceksiniz, nasıl yerleşeceksiniz? Gayet milimetrik bir de devrimci olup oraya yerleşince oradan gelen bir şey. Şimdi düşünün bir eve yerleşiyorum aynı her şeyin yeri belli bütün bardakların kulpları kapıya bakıyor bütün kaşıklar güneye bakıyor yani cezaevi yaşantımız da böyleydi.
G.K: Sizin hastalık sürecinizde oldu cezaevinde değil mi?
Ö.M… Evet çok hastaydım.
G.K: Bir operasyonda geçirdiniz değil mi?
Ö.M… Evet Burdur cezaevinde aniden rahatsızlandığımda bir genel muayene de fark ettiler sağ göğsümde büyükçene bir kitle var koltuk altıma doğru onu işte göğüsteki meme kapsülüyle birlikte komple aldılar.
G.K: Kemoterapi gördünüz mü?
Ö.M… Yok o zamanlar kanser yaygın bir hastalık değildi sadece askeri hekimdi bana bakan biliyorsunuz askeri tıbbiyeler normal tıbbiyelerden çok daha kaliteli eğitim alıyordu o dönemde. Çok hümanist çok duyarlı çok iyi bir hekimdi işte yargılandığımı biliyordu siyasi bir davadan ne zaman çıkacağımda belli değildi ‘seni riske atmamak adına ben böyle bir operasyonu yapmak zorundayım’ dedi yani onayımı almak için benimle konuşmaya geldiğinde. Belki bir şey değildi ama bilemiyorum yani ne kadar kalacağım ne olacağımda belli değildi öyle ani bir kararla paldır küldür öyle küçük bir ameliyat geçirdim Burdur cezaevinde. Ama şey olarak bakmıyorlardı şeyde de özellikle genç teğmenlerde, askeriyede ki teğmenlerde de ve yüzbaşılarda çok duyarlı insanlar çıkıyordu.
Şimdi biz 12 Eylül’ün ilk günlerinde direnmeye alıştık ya Burdur cezaevindeyim karavanaya tepki göstereceğiz idareye eylem koyacağız bir de birkaç kişi daha geldi siyasi artık ben yalnızda değilim yanımda arkadaşlarımda var kavga ediyoruz idareyle işte biz sizin pis yemeklerinizi yemek zorunda değiliz sağlık sorunlarımız var şu var bu var sürekli olay çıkarıyoruz. Bir gün genç bir yüzbaşı geldi kapıya ‘ne istiyorsunuz siz her seferinde’ dedi, ‘biz sizin pişirdiğiniz bu kötü yemekleri yemek zorunda değiliz’ dedik, ‘bak sizde bu yemeği yemiyorsunuz, sizin de yemeğiniz ayrı çıkıyor, bize insanca muamele etmenizi istiyoruz biz sonuçta politik tutsaklarız yani siyasi tutsaklarız şey değiliz sizin karşınız’, ‘peki ne istiyorsunuz’ dedi, ‘siz verin bizim yiyeceklerimizi çiğ pişmemiş, bize onları pişirmek için araç gereçte verin biz kendi yemeğimizi kendimiz pişiririz’. Hiç olmayacak bir şey o dönemde talep ettiğim yani mantıken imkansız bir şey o talebin yerine getirilmesi adam çok demokrattı ‘tabi neden olmasın’ dedi. Öbür gün sabah bütün koğuşun karavanası çiğ bir şekilde kapıya bırakıldı. Ondan sonra bütün koğuş ‘e bu senin talebindi buyurun geçin yemeği hazırlayın öğleye kadar’ ondan sonra tabi çaresiz bütün koğuşa orada kaldığım sürece yemek yaptım.
Hayatımda da menemeni ilk defa yaptım oradan da gelme çok güzel yemek yaparım öyle bir alışkanlık kazandım işte orada adli kadınlara yemek yapa yapa tabi birazda yardım ettiler bana, tarif de ettiler bilenler. Hiç hayatımda, ilk defa yapıyorum. Örgütsel yaşam içerisinde bir tarhana çorbası bir de bulgur pilavı öğrendim bir de salata işte yumurta kırma falan filan e onun dışında bildiğim hiçbir şey yok e her gün başka bir şey geliyor kapıya. Yani sebze geliyor bakliyat geliyor ne anlarım ben nohut haşlamayı fasulye ıslamayı hiçbir şey bilmiyorum yani. Evde de benden büyük ablam olduğu için, evde de annenin feodal kültürüne direniş, boyun eğmeme olduğu için evden de hiç öğrenmemişim koşullarımız olmamış. Burdur cezaevinde bütün koğuşa yemek yapa yapa güzel yemek yapmayı da öğrendim cezaevi yaşantısı da böyle.
G.K: Çıktınız ailenizle mi kaldınız?
Ö.M… Tahliye olduğumu öğrenince zaten kapıda bekliyorlardı yani zaten cezaevinden çıkınca sağa ya da sola bir yere gitme şansım yok, kapının önünde bekliyorlardı ve zaten çok ilginç üzerimdekiler ve ayağımda terliklerle çıktım.
Kitaplarım mektuplarım dışında hiçbir şey almadım yanıma, evet ailemle yaşamaya başladım. Bir 10 ay sonra kadar daha büyük daha ciddi bir ameliyat geçirdim midemin büyük bir bölümü alındı oradan toparlamam zor oldu. Çok zor toparladım kusmalarım çok uzun süre devam etti ondan sonra eşim idamlık, idamlar kalkana kadar bugün mü asılacak yarın mı asılacak öyle stres dolu bir süreçti.
G.K: Siz o zaman evli miydiniz? Cezaevi sürecinden önce mi evlendiniz?
Ö.M… Tabi hemen öncesinden evlenmiştik evet ama resmi nikahımız yoktu devrimci nikah tabir ettikleri yani sonra o betimlemeler bana hep ters gelmişti yani evliydik bir ara birlikte yaşıyorduk diyeyim sonra resmi nikaha hiç ihtiyaç duymamıştım, düşünmüyordum da asla düşünmüyordum.
Ben anne olmaya karar verdiğimde benim kendi annem bana nikahsız bir çocuk doğuramayacağımı dayatınca ve babamda buna çok üzülünce yani bizi üzme annen bunu kabul etmeyecek biliyorum çeker giderim tehdidi her zaman ki gibi. Onları üzmemek adına resmi nikah yaptım daha sonra da boşandım zaten.
G.K: Eşiniz daha uzun süre kaldı değil mi?
Ö.M… Çok, 28 yıl toplamda… ben 5 yıl, o 28 yıl toplamda. O Ümraniye saldırısında başından yaralandı, F tipi saldırısında 19 Aralık’ta. Sıyırdı ama kurşun buradan böyle arkadan enseden sıyırdı geçti uzun bir süre hastanede kaldı. İlk günlerinde bulamadım nerede olduğunu yani kabus dolu günlerdi. Üç gün sürdü o operasyon, üç gün boyunca bekledim sonra bitti ve çok ilginç Kardelen televizyonda tanıdı babasını. NTV’de haberlerde işte sedye ile ambulansa bindirilirken çığlık atmış ‘dede babam, dede babam’ diye, babam telefonla bana ulaşıp bekleme oralarda diye ambulansla hastaneye götürdüler, hastanelere bak diye.
Dördüncü gün işte burada Haydarpaşa Numune hastanesinde ulaştım ama bilgiye ulaşamıyorum yani içeriye almıyorlardı. 1 yıl önce de Siyamı Ersek’te babam by pas olmuştu, kendim Haydarpaşa Numune ’de mide ameliyatı olduğum için alan hakimiyetim var. Hastane komple çevrilmiş kimseyi yaklaştırmıyorlar, ben Siyamı Ersek’ten geçtim Numuneye ve öğrendim yaşadığını, yaralı olduğunu hayati tehlikesinin olmadığını sonra eve geldim yani o süreçleri de yaşadık.
G.K: Sizin tabi cezaevinde çok uzun süre kaldığı için, cezaevi hayatınız da olmuş.
Ö.M… Hep hayatımda oldu hiç çıkmadı. F tipinde çok zorlandım çocukla, kız biraz büyümüştü ön ergenlik yaşıyordu ve korkunçtu her görüşüm mücadeleydi. İki kere göz altına alındım F tiplerinde çocuğun yanında, çocuk yani boşandıktan sonra evlilik cüzdanı ile gidiyordum. Birde eşim tek kişilik hücrede kaldı yanan infazının karşılığı ömür boyu hapis olduğu için tek kişilik hücreydi.
Boşandıktan sonra evlilik cüzdanını kullandığım için operasyon düzenlediler görüşten aldılar beni çocukla birlikte gözaltına aldılar dava açtılar. Yüksek güvenlikli cezaevine sahte belge ve evrakla girmekten bende dedim ben sahte bir şey hazırlamadım bunu bana belediye verdi, F tipleri çıktığından beri bu belgeyle geliyorum yeni mi fark ettiniz? Bana niye eziyet yapıyorsunuz, suç duyurusunda bulunacağım dedim savunmamı yaptım. Baktılar baş edemeyeceğiz öyle ama 1 buçuk sene devam etti o dava süründürdüler beni-ki çocuk çok korktu. Yani o cezaevi evet hep hayatımdaydı hiç çıkmadı. En son 3 sene önce Tekirdağ cezaevinden aldım getirdim İstanbul’a, bir daha gitmedim cezaevine. Çok büyük eksiklik evet 3 senedir gitmiyorum cezaevine, 3 sene bitti 3-4 sene oldu evet.
G.K: Sizin hareketiniz sizi yurtdışına götürmeyi önerdi mi?
Ö.M… Tabi yurtdışı boyutu şöyle. Biz ilk seçilen merkez komiteyi red ettiğimizde zaten biz ülke sınırları içerisinde böyle can bedeli mücadele edenler olarak kendi şeyimce söylüyorum ben ve arkadaş gruplarıma. Yani biz burada oyun oynamıyoruz silahlı mücadele veriyoruz o adamlar orada gayet rahat lıght ortamlarda işte ellerinde şarapları çikolataları bilmem ne bir de oradan böyle ahkam kestiklerinde biz onu tümden, o dönemde bir önyargı vardı zaten yurtdışına, yurtdışını bir red edişimiz vardı o dönemde.
Sonra 12 Eylül’den sonraki süreçte özellikle ben dışarı çıktıktan sonra gözlemledim yani çantasını hazırlayan gidiyor, herkes yurtdışına gitmiş herkes iltica etmiş. Benim tek yurtdışı çıkışım yok-ki babam ölene kadar da yeşil bir pasaportum vardı hiç kullanmadığım. İşte eşim en son iki örgüt üyeliğinden 25 yıl ceza alınca, 91’deki şartlı tahliyesi yandı, infazı yandı oradan da kalan cezası, toplam 40 sene cezası vardı aranıyordu. Sonra DGM’ler girdi hayatımıza tabi askeri mahkemeler çıkınca işte DGM boyutu var kucağında çocukla mahkemeye, çok değerli bir avukatım Mihriban Kırdök hemşerimde aynı zamanda.
Her duruşmamız bir şey zaten savunma kavga, 40 sene ceza alacağı belli olunca, dedik bu gidecek yani kaçması gerekiyor 40 sene yatılır mı? Birde F tipleri açılmış, F tipinde yatacak yani hücrede yatacak. Yani artık öyle kaçmak göçmek mazi anılara kaldı yani tünel kazmak bilmem ne de değil bilmem kaç metre beton var o F’lerin altında mümkün değil yani ancak orada görevlileri satın alacaksın, askeri satın alacaksın başak tüneli müneli yok o işin. Ya da işte sevkte basacaksın işte filmlerde ki gibi helikopterle alıp gideceksin falan.
Tabi bu armudun sapı üzümün çöpü gitmedi, gidemedi yani neden bilmiyorum yoksa iki duruşma arasında atla geç yani. O süreçte yurtdışı gündeme geldi dedim gidecek istemeye istemeye bizde gideriz herhalde, Kardelene ’de pasaport çıkarttım velayeti bendeydi zaten kendi pasaportum da hazır. İşte benim o değerli insan babamda her birinin avucuna 500 Euro koymuş gelir giderler, olur olmaz biriktirmiş koymuş. Şimdi biz bekliyoruz işte nereden arayacak yurtdışı ayağı bu mücadelenin.
Artık yeni bir sayfa hep karşı çıktım bir şey, yurtdışında yaşamak zorunda kalacağım, Kardelen soruyor bazen ‘anne nereye gideceğiz biliyor musun?’, ‘yani bilmiyorum kuzum baban nereden ararsa, nereden arayabilir, hiç bilmiyorum Almanya, Fransa, İsviçre neresi denk gelirse’. Bir gece Bozcada terörle mücadeleden aradılar ondan sonra 12 sene de F tipinde tek kişilik hücrede. İlk defa bu ay çıkacağım yani bir sıkıntı olmazsa yurtdışında bir etkinliğe gideceğim.
Yurtdışı dediğim gibi arkadaşlarımızın çoğu orada onların çoğu artık Türkiye’ye dönüyor, önceleri dönemiyorlardı zor koşullarda haberleşiyorduk şimdi geliyorlar Türkiye’ye görüşüyoruz. Yaşamlarını özlüyorum kendilerini de özlüyorum bir de merak ediyorum orada ne yaptıklarını çok merak ediyorum.
G.K: Sizin babanız TÖS’lü müydü?
Ö.M… Evet, TÖS’lüydü.
G.K: Türk öğretmenler sendikası, Töb-Der falan.
Ö.M… Yok. Töb-Der değil babam muhtıra zamanında emekli olmuştu.
G.K: Şeyin mesela sizin bu hareketin ATİK falan diyorlar.
Ö.M… Evet, evet onları daha sonra daha çok takip ettim. Hatta dedim ya gelip bize sonradan, bunca maceradan sonra bize ulaşıp bizi ikna eden Ali Yavuz Çengeloğlu, ATİF’in bu mücadeleye kazandırdığı işçi kökenli bir değerli yoldaştı. Yurtdışından gelmişti işte yurtiçindeyken de işte Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu kurucusu ve üyesiydi.
Sonra tabi oradan gelen arkadaşlarda bunun bu ülkedeki yansımasını gördük şu anda da çok yani yurtdışında onların çevresinde iyi bir yapılanma var. İşte bir de bu 96 ölüm oruçlarından sonra bırakılan arkadaşlarımız var bizim eski değerli kadrolarımız var Müslüm Elma gibi işte bu ölüm orucu sürecinde bırakılan.
G.K: (a.k.) İçerde miydiniz?
Ö.M… Evet içerideydik.
G.K: Görme şansınız oldu mu?
Ö.M… Yok olmadı, o koşullarda olmadı zaten ben, Orhan Bakır’ın ölüm haberini de biz cezaevinde almıştık yani öldürüldüğünü duyduk basından gecikmeli de olsa. Biz onları takip edemedik daha sonra ortalık biraz daha rahatlayınca mesela ben çıktığımda artık bir dergi vardı, bir dergi bürosu vardı. Bir yayınevi sanıyorum yeni kurulmuştu yani onları oradan takip edip arkadaşlarla o şekilde paylaştık.
G.K: Peki daha sonra insan hakları derneğinde çalıştınız.
Ö.M… İnsan Hakları Derneğinin cezaevi komisyonunda. İstanbul’da İzmir’de. Mesela 96 ölüm oruçlarında İstanbul’daydım çünkü burada Bayrampaşa’daydı eşim. Daha önceleri İzmir’deydim yani hem İstanbul hem İzmir ayağında yargı çerçevesinde çalışmalarım devam etti.
G.K: Peki başka eklemek istediğiniz bir şey varsa.
Ö.M… Başka eklemek istediğim bir şey şu anda aklıma gelen başka bir şey yok. Ama dediğim gibi yani biz, şimdi hep gözlemliyorum, şimdiyi gözlemliyorum bugünü görüyorum. Biz farklı bir kuşaktık yani biz. Bazen çok yadırgıyorum kendim daha sonraki cezaevi dışarıdan da gittiğim için yani 3 yıl öncesine kadar cezaevi dediğim gibi hep hayatımdaydı dediğim gibi beni çok şaşırtan şeyler oldu mesela.
Şimdi şeyi bilirsiniz F tipi cezaevleri hep şehir dışında kuruldu, hepsi şehir dışındadır e şimdi oraya gitmek eğer bir aracınız yoksa ekonomik durumunuz yoksa zor. Yani İzmir’den garaja garajdan Tekirdağ’a, Tekirdağ’da iniyorsunuz alakasız bir saatte sabahın ayazında güneş doğmadan, hiçbir şey yok, hiçbir yer yok oturulacak bir şey yok. Bir berbat sabahçı kahvesi buluyorsunuz, sonra gün ışımaya başlıyor çay çıkıyor, işçiler geliyor sabahçı kahvesine kim gider başka.
Giren şöyle bir irkiliyor bir kadınla bir kız oturuyor masada, bekliyorsunuz öğlendir görüş saatiniz hep genellikle öğlene veriyorlar görüşü. E cezaevi şehrin dışında bir daha bineceksiniz minibüse orada bir bekleme yeri yok, tuvalet yok karnınızı doyuracak hiçbir şey yok hani çocuk olmasa sorun değil yani akşam gir çık, iki gün akşam, iki gün idare edersin alışığız da yani çocuk olunca zor oluyor.
Sonra çıkıyorsun cezaevinden bakıyorsun kapıda tanıdığın birisi, tanıdığın birisi senin de arkadaşın üstelik arabayla gelmiş işte abisi vardır diye görüşmüş çıkıyor dönüyor gidiyor e yani dönüp gidiyor…. yani bunlar şaşırtıcı şeyler ya da beni çok etkileyen şeyler. Biz, bir gelenek ben halen öyle bakıyorum İbrahim Kaypakkaya bir gelenek bir yaşama biçimi. Biz çok şey öğrendik ideolojik olarak ta her şey olarak ta ben kendi adıma söylüyorum öncesinde evet babam çok şey kattı hayatıma ama ondan sonrası İbrahim Kaypakkaya düşüncesi kattı ne kattıysa. Yani çok şey kattı çok şey öğrendim o yüzden çok şaşırıyorum çok etkileniyorum bugüne kıyaslayınca ve diyorum biz farklı bir kuşaktık.
Biz bırak o durumda olmayı mesela yani benim arkadaşlarım yakalandığında hepsi kaçmıştır bir tanesi düşmüştü üstelik çok da ilginç düşende komando astsubayı, ordudan atılmaydı onu kurtarmak için geri döndü ikisi yakalandı. Yani bir ilkesizlik dönmemeleri gerekiyordu eylemde yani öyle oldu yani biz öyle bir kuşaktık tam tersine böyle ilkesizlikler yapardık öyle görüşten çıkınca hadi eyvallah. Yani orada bir kadın arkadaşın, yoldaşın çocuğuyla bekliyor yani bırakın İstanbul’a götürmeyi yani ben sizi otogara bırakayım geçerken der.
Bunu hiç tanımadığın siyasi olmayan cezaevine gidince adli bir mahkumun yakınına bile söylüyorsun ya da biliyorsun Roman bir vatandaş İzmir’de çiçek satıyor, bir akşam oturuyorum birahane de, çiçek satıyor diyor işte oğlum cezaevinde, kocam cezaevinde ya kavgadandır ya hırsızlıktandır ya uyuşturucudandır yani ona bile oğlu cezaevinde kocası cezaevinde ya da neyse işte eğer varsa durumum bütün çiçeklerini alıyorsun yani çünkü insansın sonuçta. E ama sürekli bugünle o günleri öyle o mücadeleyi o dayanışmayı o paylaşmayı o etik değerleri o kişilikleri… yani yalan bilmezdik hele birbirimize asla söylemezdik. Güven evet biraz yanlıştı ama birbirimize sınırsız bir güven duyardık, her şeyimizi paylaşırdık okurduk araştırırdık. Daha objektiftik daha duyarlıydık her şeye karşı. Bugün o değerlerin biraz biraz tükendiğini görüyorum.
İşte en son dediğim gibi geçen kışın, sonbahar kıştan önce işte Hasanoğlan’da İbrahim’in sınıf arkadaşını bulduğumda böyle kütüphane de adama böyle dört elle yapışıp çokda yaşı büyük tabi benden. Onunla saatlerce sohbet ettiğimde adam uç boyutta bir Kemalist’ti önce bir Kemalist propagandadan girdi ama şeyi biliyor yani İbrahim’in bütün yazılarını bile okumuş İbrahim Kaypakkaya’nın. İbrahim’in Kemalizm hakkındaki düşüncelerini de biliyor buna rağmen o sıra arkadaşı bile İbrahim’den söz ederken gösterdiği sevgi saygıyı, gözlerindeki parıltıyı hiç unutmayacağım. Yani Kemalizm hakkında düşüncelerini bildiği birisinden bahsederken, uc boyutta ki bir Kemalist’in İbrahim Kaypakkayı’yı anlatışını hiç unutmuyorum bundan sonra da unutmam herhalde. Yani o zaman kadar herhangi bir şeyim yoktu yani böyle bir gelenekten geliyoruz onun için anlattım bunu.
Bu geleneğe sahip çıkmamız gerekiyor bunca sert konuşmayı bu vakfın bu geleneğe sahip çıkması adına şey yapıyorum yani tarihe not düşmek için.
G.K: Çok teşekkür ederiz, ağzınıza sağlık
Ö.M… Rica ederim.