Sabri Koçyiğit  (S.K:) (1942) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Gülay KAYACAN (G.K:)

S.K: Şimdi ben yakalandığımda 3 gün yemek yemedim, askerin verdiği yemeği yemedim. Yani açlık grevi diye değil, beni zehirlerler diye yemiyorum. O çavuş bana çok yalvardı, bana getirdiği yemeği gözümün önünde önce kendisi yer sonra çeker giderdi.

Ben de öyle yerdim, yemeğe öyle başladım. Ben de kimliğimi kabul ettikten sonra İstanbul 2’inci şubeyle temasa geçiyorlar, onaylatıyorlar İstanbul’dan ekip geliyor, beni oradan alıyor. İl jandarmadan alıyor Gazik diye bir yer var orada eski öğretmen okulu var, sıkıyönetim döneminde orayı gözaltına alınanların merkezi yapıyorlar. Beni de götürdüler oraya. İl jandarmadan teslim alan İstanbul ekibi Gazik’ teki gözaltı merkezine götürdüler içeri giriyorum öğlen saati, öğlen yemeği yemişler ulan bakıyorum hep tanıdık yüzler yani dışarıdan tanıdığım devrimci yüzler Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın sülalesi işte THKP/C’den kimleri biliyorsam birçok kişiyle orada yüzleşiyorum.

Şimdi beni teslim ettiklerinde beni götürdüler üst tarafa çıkan merdiven sahanlığının altına koydular, 60 cm yükseklikte bir sahanlık o sahanlığın altına koydular başımda ki nöbetçi tuvalet ihtiyacımın olup olmadığını sordu var dedim beni tekrar, burada ne kadar kalacağım belli değil, ‘’var mı tuvaletin’’ dedi ‘’var’’ dedim beni götürdü koğuşların arasından, tuvaleti olan bir yere o arada da soruyor ‘’sen kimsin, bu ekip nerenin ekibi?’’ meraklı ya şimdi bende o fırsattan diğerlerini de yani tanıdığım yüzler var ya, diyorum işte o İstanbul ekibi bende Sabri Koçyiğit maksat onlara duyuruyorum dışarıya bildirsinler, benim İstanbul’a getirildiğimi. Kaybedilmekten korkuyorum yani o korku var hep içimde, adamlarla yola çıktık meğer adamlar bizim çıkış saatimizi kamufle etmek için beni oraya almışlar, akşamüzeri daha karanlık çökmeden geldiler beni Gazikten aldılar, şişman olan koluna kelepçeledi Gazik’ten çıktık Elazığ’a doğru geliyoruz, Peri çayı Elazığ’la Tunceli il sınırı. Peri köprüsünü geçinceye kadar bunlar tedirgin sanki bir taraftan saldırı gelecek de beni kurtaracaklar halbuki öyle bir şey yok yani. Peri köprüsünü geçtikten sonra bunlar rahatladılar oraya kadar saldırıya uğrayacak korkusunu taşıyorlardı. Kovancılara varmadan İstanbul’u aradılar, amirlerini aradılar ‘paketi aldık, yoldayız’ dediler o şekilde İstanbul’a geldim. Şimdi oradan çıkarken adamlar diyor ki ‘bizim seninle bir alıp vereceğimiz yok sen yolda bize güçlük çıkarma, bizde sana güçlük çıkarmayız, bizim görevimiz seni İstanbul’a teslim etmek başka işimiz yok’ diyorlar. Ya benim zaten elim kelepçeli güçlük çıkarsam da bir şey elde edemem ki yani elde edebilsem güçlük çıkarırım. O şekilde geldik, İstanbul hududuna girdik oraya kadar yumuşaklardı. İstanbul hududuna girdik polis yüzlerini gösterdiler artık hakaretler sorulmaması gereken sorular, sertleştiler yani neyse getirdiler o zaman Sirkeci’de Sansaryan 2’inci şube.

2’inci şube de iki kısım var 1’inci kısım cinayet masası, akşam karanlıkta teslim ettiler. Üzerimdeki paranın yarısını yakıt parası yaptılar kalan yarısını da orada verdiler tamamını almış gibi bana imza attırdılar. O parayı kendi ceplerine koydular. O zaman cinayet masasının müdürü Ahmet Ateş demiş ‘bekletin ben sabah geliyorum’ o gece beni böyle geniş bir salonda oturttular. Beni götürdüler bir hücreye koydular, en üst kata, çatı katına, çatı katının altını bölmüşler küçük küçük hücreler şeklinde, gözlerim bağlı çıkardılar oraya işte boynunu eğ, ayağını kaldır yani labirent çizdiriyorlar nereye gittiğim doğru dürüst anlamayayım diye hücrenin kapısına geldim gözümü açtılar beni koydular hücreye, ulan hücreye girdim karanlık. Gözlerim biraz karanlığa alışınca 3 metre uzunluğunda 1 buçuk metre genişliğinde bir hücre beton üzerine.

Ertesi gün sorguya aldılar, işkenceli sorgu önce bir falakadan geçirdiler peşinden elektrik akımı verdiler. Şimdi demir bir sandalyenin üzerine oturttular kollarımı da şeye bağladılar, sandalyenin yan tarafına, benim vücuduma elektrik verince vücut titremesinden sandalye yerinde durmuyor yürüyor yani o elektriğin tazyikiyle vücut titremesi ile sandalye yerinde durmuyor yürüyor. Saatlerce o şekilde devam etti işte kaba dayaklar kendilerinin bildikleri şeyler yaptılar, falakada bağladıkları ipler ayaklarımda bileklerimi kesmiş kemiğe kadar dayanmış. O 2’inci şubede ben 1 aydan fazla kaldım.

Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:

Deniz Gezmiş ile Mahir Çayan afiş yaptıkları için onları o burjuva basının bahsettiği gibi anarşist olarak tanıyorum ama nasıl temasa geçeceğimi bilmiyorum.

S.K: “Bir minibüs aldım Kadıköy-Pendik hattında çalışıyorum. Kadıköy- Pendik hattında çalışırken Mahir Çayan’la Hüseyin Cevahir Maltepe’de kuşatmaya alınıyorlar yani benim o ezilmiş duygularımla ve o zamanki basından öğrendiğim kadarıyla solcular eşitlik adına mücadele ediyorlar. O zaman solcuların adları anarşist. Maltepe’de ana cadde üzerinde bunlar bir evde mahsur kalıyorlar ve bir kızı rehin almışlar, bir albay kızı mıydı neydi onun da şu an ismini hatırlayamadım.

Çembere alınmışlar yardım edebilir miyim diye binanın etrafında dönüyorum tabi kolluk kuvvetleri can güvenliği gerekçesiyle kimseyi yaklaştırmıyorlar, boşu boşuna dönüp duruyorum o arada aklıma şey geliyor örgütsüz bir şey yapılamaz, yani örgütlü olsam yardım edebileceğim. Örgütlü olmak gerektiğine inanıyorum da nasıl örgütlü olunur onu bilmiyorum; sadece Deniz Gezmiş ile Mahir Çayan afiş yaptıkları için onları o burjuva basının bahsettiği gibi anarşist olarak tanıyorum ama nasıl temasa geçeceğimi bilmiyorum. Şimdi minibüste çalışırken Maltepe’de bir lise öğrencisi bana 1 Mayıs mitingini açıklayan bir broşür verdi, broşürü okuyorum bu solcuların işi diyorum. Bu lise öğrencisiyle samimiyeti geliştiriyorum bu lise öğrencisi H.T.

Bununla samimiyeti geliştiriyorum işte örgütle tanışmam öyle başlıyor, Maltepe Gülsuyu’nda Halkla Dayanışma Kültür Derneği kuruyoruz o arada işte bir taraftan çalışıyorum bir taraftan da amatör olarak devrimcilik yapmaya çalışıyorum. Şimdi Gülsuyu’nda kültür derneğinde toplumlar tarihini öğrenmeye çalışıyoruz. Toplumlar tarihinin ilk seminerlerinden biri de A.C. ile. A.C’yi ilk orada tanıyorum daha Halkın Birliği ile ayrılık olmamış şimdi A.C toplumların tarihini anlatırken bayağı beynime oturmuş, anlattıkları beynime oturdukça bende gözümde onu ilahlaştırıyorum. Halkın Birliği ile Kızıl Yol ayrılığında, Proleter birliği Kızıl Yol ayrılığında A.C Kızıl Yol ’da kaldı, Kızıl Yol dergisinde, Garbis Altınoğlu, A.T.’da Halkın Birliği’nde kaldılar. Siyasetten anlamış değilim yani o dönem, tabi ben siyasetle ilişki kurduktan sonra İbrahim Kaypakkayı’yı ilk duyuyorum ama sorduklarımızda sonunda herkes kendisini kabullendirip birleşecekler. Bende ha THKP olmuş ha THKO olmuş ha TKP/ML olmuş sonunda bunlar birleşecekler diye ben çiviyi çakıp kazmayı atıyorum, TKP/ML’ye. Tabi süreç geçti hiçte beklediğimiz gibi olmadı.”

“Tutuklanıyorum, Sağmalcılar Cezaevi’ne gönderiliyorum, teslim ederlerken başgardiyan soruyor diyor ‘’suçun nedir?’’, diyorum ‘’emniyeti suiistimal’’, ‘’nereden’’ diyor diyorum işte ‘’Migros’tan’’, oo diyorlar ‘’sende para çok’’ güya ben para çalmışım ya Migros’tan, ‘’sende para çoktur seni iyi bir koğuşa vereyim’’ diyor. Bizi koridordan götürdü bir koğuşun kapısını açtı, demir kapı, ‘’Y. sana birini getirdim buna iyi bak’’ dedi, bu Y. kim? Y.A.A.   MHP’nin şuanda halen tarihçiliğini yapan,Yıldız’da öldürülen ilk üniversite öğrencisi Taylan Özgür’ü öldürmekten  tutuklanmış, kendisi o zamanki Beşiktaş kaymakamının ve İstanbul vali yardımcısının oğlu, ülkü ocaklarından yani o zaman ülkü ocakları değil de Milli Mücadele var, Milli Mücadele Gençliği. Koğuşta bunun yanında bir de Malatyalı K.K.diye biri var. Kayserili A.İ bunlarda ülkücü.

Bu 3 kişi aynı siyasetten oldukları için koğuşa hakim olmuşlar, cezaevi yönetimi ile de uyum sağlamışlar. Bunlar kendi koğuşlarında kumar oynanmasına, esrar içilmesine müdahale etmiyorlar bunun karşılığında da gardiyanlarda dışardan her istediklerini içeriye alıyorlar. Yani hem uyuşturucu hem de kendilerini korumak için bıçak, falçata da alıyorlar öyle karşılıklı bir anlaşma. Bunlar içeride o adli tutuklulardan taraftar kazandırmak için periyodik olarak eğitim yapıyorlar, ilk iki eğitime beni de kattılar şimdi bunlar bana göre kafatasçı oldukları için milliyetçilik propagandası yapıyorlar ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’, ‘Türk akıllıdır, çalışkandır’ vs. Atatürk’ün söylemine göre birtakım şeyler söylüyorlar. Tabi milliyetçilik Türklüğü öne çıkardıkları için diğerlerini tasfiye ediyorlar, diğerlerini yok sayıyorlar, yani ben cezaevine yeni düşmüşüm acemiyim veya tam bilinçli de değilim. Ben bunlara şey diye itiraz ediyorum ‘herkesi Allah yarattı, Allah herkesi eşit yarattı, siz ayrımcılık yapıyorsunuz ben sizin eğitimlerinize katılmıyorum’ gerekçesiyle kendimi eğitimden çektim.

Şimdi o dönem Sağmalcılar cezaevi iki koridor, iki bölüm, sağ koridorda solcular kalıyor o zaman tutuklanan solcular çok olduğu için sol blok onlara ait, e sağcılar pek tutuklanmadığı için üç tane sağcıyı da tutmuşlar sol bloktaki adli tutukluların içerisine atmışlar yani o zaman siyasi koğuşlar ayrımı da yoktu. Solcular için vardı sağcılar için yoktu. Bunlar eğitim çalışmalarını yaparlarken de işte üniversitedeki o zamanki sağ-sol çatışmalarından bahsediyorlar. Ben Deniz Gezmiş’i o sağcıların tartışmalarından tanıdım cezaevindeyken yani üniversite öğrencileri tartışmalarını kendi aralarında gene fikir alışverişi yaparken bende kulak misafiri oluyorum. Deniz Gezmiş’i onların anlatımlarından tanıyorum.

İşte o dönem Deniz Gezmiş de tutuklanmış, Deniz Gezmiş sağ blokta, cezaevi ziyaretine gelenler ortak anons ediliyor yani isim, ziyaret kulübesi anons ediyor her iki tarafta duyuyor. Bu sağcılar Deniz Gezmiş’e tuzak kurmaya çalışıyorlar, bir uyuşturucudan tutuklu onun da ismi okunuyor benim de ismim okundu aynı seansta, uyuşturucu içen Deniz Gezmiş’i aldatarak, yalan söyleyerek sağ bloktan sol bloğa getirecek. İsmimiz okundu aynı saatte çıktık ziyaretime eşim gelmiş şimdi biz tutuklular kabine sokuluyoruz, kabinin içinde üzerimize kapı kapanıyor diğer şeylere çıkamıyoruz ama ziyaretçiler kabinin önünde gezebiliyorlar. Eşime Deniz Gezmiş’in kabin numarasını veriyorum, git ikaz et diyorum işte kendisine tuzak kurmuşlar, eşim diyor ‘benim okumam yazmam yok kabini bulamam’. Bizim ziyaret saatimiz bulursun bulamazsın tartışmasıyla bitiyor yani kendi ziyaretimizi yapamıyoruz, ziyaret bitti düdüğü çalıyor, kabin kapısı arkamdan açılıyor en son çıkan benim hani ziyaretimizi yapamamışız ya şeye haber gönderemedim. Deniz Gezmiş’e bildiğim şeyi ulaştıramadım, kabinden çıktık sol bloktaki kabinlerin kapısına geldik, demir kapı açıldı içeri girdik şimdi sağ tarafta iç bahçe sol tarafta da koğuşların kapısı var arada uzun bir koridor yani bilmiyorum herhalde 20 tane koğuş var galiba.

Ziyaretten dönen tutsaklarla başlarındaki gardiyanlar kapıların önünde bekliyorlar ki koğuş kapısı açılsın içeri girsinler sol taraftan, sağ taraf boş şimdi bende koğuşun en sonunda olduğum için koridorun sağ tarafından gidiyorum. Karşı taraftan birisi koşarak geliyor ama tepkili geliyor, sağı solunu kontrol ederek meğer Deniz Gezmişmiş, uyuşturucu tutuklusu yalan söylüyor bizim koğuşun kapısına kadar getiriyor eğer koğuştan soksalar içeride öldürecekler Deniz Gezmiş’i o faşistler. Şimdi ön bilgim olduğu için onun gelenin Deniz olduğunu anlıyorum şimdi beni de tanımıyor, bende saldıracak mıyım,saldırmayacak mıyım tereddüttü ile temkinli geliyor. Ben kendimi sol tarafa atıyorum sağ tarafı boş bırakıyorum kapıdan çıktı gitti, koridorun kapısından çıktı kendi blokuna gitti.

Koğuşa geldiğimde faşistler dert yanıyorlar, ayağımızın dibine kadar geldi halledemedik diyorlar, Y.A.A’da üniversite öğrencisi olduğu için bunlar sağ-sol tartışması yaparken birbirlerini tanıyorlar, bizim koğuşun kapısı açıldığında Deniz, Yavuz Aslan Argun’u görünce tuzak olduğunu anlıyor geri kaçıyor. Bunu da daha sonra onların konuşmalarından anlıyorum. Ben o dönem 3 ay yattım cezaevinden çıktım ondan sonra bir minibüs aldım Kadıköy- Pendik hattında minibüsçülüğe başladım.”

“Bu arada Gülsuyu’nda dernek kurucu üyesi olduğum içinde harekete üye aday olarak alındığımı söylediler, bir günden sonra parti üyeliğim onaylandı dolayısıyla hareketin üyesi oldum.

“Şimdi dernekte örgütle ilişkimizi sağlayan H.T…. H.T. lise öğrencisi, ben 25 yaşını geçmişim, lise öğrencisi benim sorumlum. Yani o zamanki dernekte birde yerel komite oluşturmuşuz yani örgüt adına bir komite oluşturmuşuz, Gülsuyu mahallesinde devrimci faaliyet yürütüyoruz yani propaganda, yapılması gereken işler vs. .”

G.K: Onunla da minibüste tanıştınız değil mi?

“Tabi şimdi devrimci faaliyetlerim amatörce o döneme kadar, ben çocuklarımı geçindirmek zorundayım bir taraftan çalışıyorum bir taraftan da amatör olarak devrimci faaliyete katkıda bulunmaya çalışıyorum.Yani kitlelere devrim propagandası, dergi, bildiri, afiş dağıtımı gibi faaliyetler. Yani dergi ve bildiriyi kitlelere ulaştırmak, dilimiz döndüğünce anlatmak, afişleri de, sokak yazılamalarınıda yapmak sürdürdüğüm faaliyetler bunlar.”

“Sadece Gülsuyu’nda değil Küçükyalı, Maltepe, Kartal bölgesinde biz faaliyet sürdürüyorduk. Şimdi ben daha sonra arabayı değiştirdim Maltepe-Pendik hattından çıktım, Maltepe-Gülsuyu hattına girdim şimdi o Gülsuyu hattına girerken gene sorumlum H.T. bir gün bana dedi ki “Ya bizim dağda kalan arkadaşlar bana ulaşmaya çalışacaklar, bizim oluşturduğumuz komitedeki üyelerde birçok fabrikada işçiler onları bulamayabilirler senin yerin sabit yani minibüs durağın sabit, hattın belli, gelip de dedeyi soranı bana getireceksin” yani,“Bunu kullanmayacaklar çok zorda kalan arkadaşlar bunu kullanacak oda çok yaygın değil sınırlı” dedi,“İyi” dedim.

“Bir gün ben durakta dururken birisi geldi dedeyi sordu bana, bunu arabaya bindirdim, yolcu dolacak arabayı bekliyorum, araba doldu önde bir kişilik boş yer var. O dedeyi soranı da arabanın ön tarafına almışım son bir kişi gelince onu da öne bir kişilik yere alacağım, dedeyi soran indi yeni binen yolcuyu ortaya aldı kendisi camın kenarına geçti. Halbuki o döneme kadar bütün arkadaşlar arabama bindiklerinde yanıma otururlar, yolda giderken yolcuların duymayacağı, alçak sesle biz devrim meselesini konuşurduk aramızda fısıltı şeklinde. Şimdi bunun inmesi dikkatimi çekti ya şimdi H.T. dedi ya çok darda kalırlarsa sana gelecekler şimdi bende adama hiçbir şey söylemeden kendi kendime yorum yapıyorum. Yani bu bizim arkadaşsa niye yanıma gelmedi camın kenarına geçti, kendi kendime bir sonuca varıyorum.

Bu arada takip ediliyor, camın kenarına geçti ki çok sıkıştığında kapıyı açıp kaçabilsin diye kendi kendime kurgu yapıyorum. Çıkıyoruz Gülsuyu’na dedeyi arıyoruz, dedeyi bulamıyoruz, Yolcular indikten sonra tekrar dönüş yolcularını alıyorum Ankara yoluna indiğimizde o dedeyi soran bana da diyor ki “Akşam saat 11.00’da Kadıköy iskelesinin önünde bekliyorum dedeyi” diyor,“kendisine söyle”. Adam indi Ankara yolunda, ben indim durağa minibüsçü arkadaşlar dediler “Polis seni yolda çevirdi mi?” dediler, dedim yok, “ya olur mu, senin araba hareket ettiğinde sivil polisler peşine takıldı” dediler. Ve bu Zeytinburnu’nda çatışmada öldürülen, neydi o, Atilla Özkan mı? Bir arkadaşımız öldürülmüştü, vurulmuştu çatışmada, H.A. arkadaş da yaralı yakalanıyor, H.A. üzerinden Acıbadem de örgüt evine ulaşıyor polis. Örgüt evinde yaptıkları aramada Partizan broşürünün kapağının üzerine H.T.’un bana verdiği parola yazılmış oradan gelip parolayı bana uyduruyorlar.

Durağa indiğimde şoför arkadaşlar arabamın çevrildiğini soruyorlar, bir taraftan arabama binenin illegalitesini bozmamak için bir taraftan da şoför arkadaşlarımı kuşkuya düşürmemek için geçiştiriyorum. Akşam oluyor toplantı yapıyoruz, Gülsuyu’nda komite toplantısı, ben durumu anlatıyorum komite de… randevuya gidip gitmemekte karar veremiyoruz. En son H.T. dayatıyor yani “bir yoldaşımız çok zorda kalmışsa yüzüstü bırakamayız, ona ulaşacağız” diyor. Komitede randevuya gitme kararı alınıyor. Ben ve H.T. randevuya gideceğiz diğer arkadaşlarda duvar yazılamaları yapmak için sempatizanları alarak yazılamaya çıkacaklar. Benim arabayla iniyoruz biz Kadıköy’e  H.T.’la beraber, iskeleye 220 metre uzaklıkta arabayı bırakıyoruz. H.T.’a diyoruz ki yani aramızda anlaşmışız, ben önde gideceğim randevu veren adamı görürsem H.T.’a adamı tarif edeceğim, H.T adamı tanıyorsa görüşecek tanımıyorsa oradan kaçacağız.

“Şimdi sağ taraf deniz sol taraf park, kaldırım Hasan Tosun 15 metre geride ve solda arkamdan geliyor bende önden gidiyorum ki adamı görünce H.T.’a işaret edeceğim tanıtacağım yani ona göre. Şimdi o zaman Kadıköy iki giriş, birinci mevki, ikinci mevki girişleri vardı, turnikenin birinden geçiyorum kimseyi göremiyorum, ikinci turnikeye yaklaştığımda oraya da bakacağım, kontrol edeceğim güya adamı bulacağım, arkamda bir patırtı kopuyor. Geri dönüyorum 3-4 kişi H.T.’u almışlar araya tartaklıyorlar. O dönemde de bu sağcı faşistlerle solcular birbirlerine saldırıyorlardı, ulan faşistler mi H.T.’a saldırdılar diye yardıma gidiyorum. Daha geniş bir çemberde polis telsizleri ötmeye başlıyor, bunların polis olduğunu anlıyorum orada duruyorum, seyrediyorum, seyirci durumundayım. Hasan Tosun’un üzerini arıyorlar, üzerinden silahını alıyorlar, bende yakalanmamak için kaçtım oradan parka girdim, kavis çizerek geldim arabaya, geri döndüm Gülsuyu’na. Yazılamaya çıkan arkadaşlar, H.T. yakalandı, konuşur mu konuşmaz mı? Arkadaşlara zarar vermemek için arkadaşları uyarıyorum işte “H.T. yakalandı, ne olur bilmiyorum, tedbirli olun”. Yani eğer çözülürse evimiz basılacak, tedbirli olun yani eğer çözülürse eviniz basılacak tedbirli olun diyorum. Kendi arabamı götürüyorum bir şoföre teslim ediyorum.

O dönem 1-2 ay firar ettim, İstanbul’da kalıyorum, firar ettim ne örgütten bağımsız İstanbul’daki kendi köylülerimin evinde, her gün birisinin evinde kalıyorum, ikinci gün kalmıyorum yani sızar yakalanırım diye o şekilde 2 ay geziyorum. Gene Fikirtepe’de bizim komşumuz olan Ordulu bir kadın bir polisin evine ev temizliğine gidiyormuş oda bizimle samimi, polise söylüyor bana yardım etmesi için. Polis de birinci şubede görevliymiş, beni görmek istemiş polis, kadın biraz zorlanarak da olsa beni ikna etti,kadınla beraber gittik adamın evine. Adamlar da Altıntepe’de oturuyor. Kapıya gittik bir köpek var köpek saldırıyor, zincirli ama köpek yerinde durmuyor beni görmüş bana saldırıyor. Yani polis köpeği artık tipimizden mi kokumuzdan mı artık neyse bu polis köpeği eğitimli köpek saldırıyor neyse adam çıktı köpeği susturdu biraz sohbet ettik yani ben kendime göre anlattım oda kendisine göre sordu “Hadi git, git işine bak” dedi. Meğer bizi sorgulaması gereken komisermiş birinci şubeden, o dosyayı kaldırıyor. Kaldırdığını nereden biliyorum daha sonra yakalandığımda polisin bütün faaliyetleri bilgi sahibi sordu o dosyayı sormadı yani demek ki adam kaldırmış.

O gece H.T. yakalandığında aynı gece benim de ev basılıyor ama ben evde yokum. Ondan sonra ben işe başladım tekrar çalışıyorum bir müddet çalıştık yani yine yolcu taşıyorum, getirip götürüyorum o arada ayrılık oldu Proleter Birlik ile Kızıl Yol ayrılığı oldu.”

“Proleter Birlik, İbrahim’in tespitlerini reddediyordu, İbrahim Türkiye’yi yarı sömürge yarı feodal değerlendirmişti, Proleter Birlik de yarı feodal değil de kapitalist olduğunu söylüyor dolayısıyla halk savaşı stratejisini reddediyor, toplu ayaklanma stratejisini önüne hedef koyuyor. Kızıl Yolda halk savaşı tezini savunuyor, basitten karmaşığa, zayıftan güçlüye stratejisi, gerilla savaşı taktiğiyle başlayıp, devrimin yolu konusunda ayrılık oluyor.

G.K: Çoluğunuzun çocuğunuzun geçimini kim sağlıyordu?

“O zamanlar minibüsüm çalışıyordu, minibüsüm şoförde çalışıyordu onun parasıyla geçiniyorlardı yani oradan gelen parayla. Şimdi Kartal’da iki ay kaldım sıkılmaya başladım, ben bir evin içine hapsolacak değildim, devrim olması lazım sorumlularda bırakmıyor çoluk çocuğuma kavuşayım, örgüte dedim ki ben illegal olarak mahalleyi kontrol etmeye çalışacağım dedim örgüt o noktada kariyeristlikle beni suçladı “Senden başka yapacak yok mu” dediler. Kariyeristlikle suçlanmak biraz zoruma gitti, sesimi kestim ama bir evin içerisinde gece gündüz kalmak da işime gelmiyor, dedim ya bizim stratejimiz kırdan kente, beni kıra gönderin gidip ben kırda devrim çalışması yapayım.”

(GKK ayrılığı)

“Şimdi daha önce eleştirilerimiz vardı eleştirilerimize doğru bir cevap alamadık, biz eleştirilerimizin haklı olduğuna inanıyorduk, kendi komitemizde tartıştık. Ben İstanbul’a geldim orada GKK’nın ayrılan temsilcileriyle görüştüm, C.H. ve İsmail Çalıkıran’la görüştüm onlardan ayrılık gerekçesini öğrendim, tavır belirtmeden geri gittim. Komitemizde tartıştık yani bana bağlı olan komitede tartıştık. Yani biz eleştirilerimizde haklı olduğumuza inanıyorsak bu eleştirilerimizin arkasında durmalıyız, inanmıyorsak eleştirileri geri alalım bana bağlı olan komite eleştirilerin haklı olduğuna inanıyor ayrılık kararı aldık şimdi GKK’nın eleştirileri de aynı temelde halbuki GKK inandığı için eleştirmemiş sırf alternatif olsun diye yazıya dökmüş. Biz geçtik GKK’ya.

GKK’nın açılımı nedir?

Geçici Koordinasyon Komitesi.

G.K: Bu kongreyi de yapan onlar değil mi?

“Yok yapamadılar, kongreyi ondan önce ayrılan bir grup yaptı, GKK’dan önce ayrılan bir grup daha var, GKK’dan sonra da Kızıler grubu ayrılığı var, Ahmet Kızıler’in başını çektiği grup var onlarda Partizan’dan ayrıldılar.

1981’in birinci ayının 12’sinde ben yakalandım yanımda Hamido diye bir arkadaş vardı, A.Y.

12 Eylül askeri darbesi olurken siz Dersim’de miydiniz?

Dersimdeydim.

G.K: Orada haber nasıl ulaştı size?

“Biz radyodan duyduk, şimdi bulunduğumuz köyde biz yerel pozisyonda faaliyet sürdürüyoruz, darbe olmuş, silahlarımız benim çalıştığım alanda, bir an önce silahlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz, her taraf asker kaynıyor yollar kesilmiş. Dağ yollarında kırdan bayırdan silahlarımıza ulaştık rahat bir nefes aldık.

Şimdi yakalandık Hamidoyla beraber, Hamidoyla yakalanmadan bu Mazgirt’in Mahkürek Nahiyesi var orada bir köyde toplantı yaptık, görev bölümü yapıyoruz. Benimle Hamido Dersim merkeze inip gençliğe ulaşacağız o ayrılık örgütlenmesini yapacağız diğer arkadaşlarda kendi bildikleri çalışmaları yapacaklar. Şimdi Dersim merkeze girmek çıkmak aramadan geçiyor biz silahlarımızı arkadaşlara bıraktık Dersim’e doğru yola çıktık, Körfez diye bir köy var yani zaten körfez diye bir ırmak da var, Atlanti diye bir köy var orada da böyle dağın yarısında bir mezra var orada da bizim bir taraftarımız var.

Şimdi Hamido da aranıyor bende aranıyorum kimliklerimiz sahte, aramalardan geçerken ola ki bir aksilik olmasın diye dedik biz girmeyelim o mezradaki bizim sempatizanı gönderelim gençlik gelsin. Gençliğin yerel giriş çıkışı risksiz, biz riske girmeyelim, gençlik gelirse bizim gitmemize gerek kalmaz ama gelmezse risk de olsa gireceğiz. Biz mezrada beklerken sempatizanı gönderdik, Dersim merkezdeki gençliğe haber gönderdik, biz gençliğin gelmesini beklerken köylüler dediler ki asker köyü basıyor, mezrayı basıyor. Şimdi dağın yarı yerinde ya kuşbakışı bakıyorsun araba geliyor, askeri konvoy geliyor başka gidecek yer yok yolun devamı yok yani. Biz Hamido ile mezradan çıktık tepeyi aştık tepenin arkasında ormanın içine daldık, ormanda kar var,  köylüler davarları yayıyor ya, keçileri yayıyor ormanda keçi izleri var, çobanların izleri var kendi izlerimizi onların izlerine karıştırarak gittik kuytu bir yere girdik saklandık.

Asker geliyor mezrayı basıyor arama yapıyor, aramalarda bir tane Halkın Kurtuluşu taraftarının evinde parti bayrağını buluyorlar o zaman yasak tabi çocuğu alıp götürüyorlar, asker geri çekiliyor. Köylüler haber verdi bize, tekrar çıktık köye geldik, peşimizde Dersim merkezden gelen 10-15 tane genç geldi zaten bizde gençliğe ulaşmak istiyorduk onlarla konuştuk. Kendi el yazımla ayrılık gerekçelerini anlatan bir yazı var sanki benim değilmiş gibi o gençlikle paylaştık o yazıları maksat onları ikna etmek neyse gençlik de gitti. Bizim de o dönem prensibimiz gece yürümek gündüz olduğun yerde kalmak yani aramalara raslamamak için. Kaldığımız ev sahibi tedirgin oldu, işte bir kişi götürmüşler mezradan asker tekrar basarsa orayı bizi orada yakalarsa kendi başının belaya gireceğini söyleyerek korktuğunu söyledi bizim evi terk etmemizi istedi. Dedik akşama az zaman kaldı yani biz çıkacağız akşam adamı ikna edemedik yani adamın korkusunu atlatmak için biz erken çıkmak zorunda kaldık daha karanlık çökmeden mezradan çıkıyoruz. Mezrada bir tarafta ulaşım var diğer taraf her taraf kar, mezradan çıktık ulaşım tarafından ters bir taraftan dereye indik, dereden tekrar tepeye tırmandık o tepenin üzerinde de Kavun diye bir köy var köye giden araba yolu var.

Tepeyi aştığımızda hem araba yolunu aşmış olacağız hem tepeyi aşmış olacağız meğer biz mezradan çıkarken dağın tepesini aşmışız asker geri çekildikten sonra uzak bir yerden kontrol altına almış. Bizim evden çıkıp dereye inmemiz, istikametimizi telsizlerle bildiriyor bizim tepeyi aşacağımız yerde pusu kuruluyor, daha önce dedim ya ekili alan yok tepe böyle hafif düzlük bir yer, köylüler ormanı temizlemişler orayı tarla haline getirecekler. Bizde tam tarlanın orta yerine geldik bir ‘dur’ ihtar sesi geldi biz önce ciddiye almadık çünkü zaman zaman şakalar yapıyorduk birbirimize yani giderken sallapati gitmesin diye. O şakalardan biri sandık hiç oralı olmadık yolumuza devam ettik. Daha otoriter bir ses gene ‘dur’ ihtarı, ‘ durmazsan ateş edeceğim’ dedi, baktık şaka işi değil, geri döndük geri kaçıyoruz tekrar o boş alanda kendimizi ormana atıp kaybolmak istiyoruz. Arkamızdan da ‘dur’ ihtarı geldi meğer kurulmuş yarım ay göbeğine düşmüşüz. Onlar saklandıkları için biz onları görmüyoruz ama sesini duyuyoruz şimdi Hamido gözü kara kaçıyor, bende kaçacağımda vurulacağız yani ben durunca Hamido da durdu, ben durmasam Hamido kaçacak yani kurşunda gelse kaçacak o kadar ki gözü kara biri. Oda durunca gene komutla bizi yere yatırdılar, yere yatarken ben cebimdeki el yazılarını çıkardım yere karın içine attım ayaklarımla karın üzerini kapadım, yazıyı yakalatmayayım yani el yazım delil olacak ya.

Adam öyle bir şeye almış ki benim yazıyı attığımı görmüş, askerler geldi elimizi bağladılar bizi kaldırdılar, askere karın içini arattırıp o el yazısını da çıkardı mı, iç doküman. Bizi bindirdiler arabaya, kamufle ettikleri arabalarını da getirdiler, bizi bindirdiler arabaya şimdi yolda giderken astsubay sordu ‘Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?’ Buda bana fırsat oldu,‘Ben canlı hayvan ticareti yapıyorum, Erzincan’da bu arkadaşla karşılaştık kendi bölgesinden oda Mazgirtli, kendi bölgesinde satılık canlı hayvanları olduğunu söyledi bende geldim beraber şimdi bunun rehberliğinde hayvanları görmeye gidiyorum’ diyorum.

Burada amaç örgütsel faaliyeti gizlemek, astsubaya cevap verirken Hamidoya sinyal veriyorum yani ifademizi bu şekilde çünkü çapraz sorguya alıyorlar bilmem ne yani aynı ifadeyi vermiş olalım. Bizi götürdüler Tunceli il jandarma alayına, jandarma yakalamıştı zaten, karanlık çökmüş bir nöbetçi subay askere diyor ‘Bunları atın aşağıy, şimdi geç oldu’, mesai bitmiş haber vermeye gidecek, askerler bizi hücreye götürürken peşlerinden bağırdı ‘Onları ayrı ayrı yerlere koyun’ dedi. Beni götürdüler bir hücreye attılar içeride bir kişi daha var ranzaya zincirlenmiş, beni de ranzanın diğer tarafına zincirledi şimdi onunla sohbet ediyoruz. Adam PKK’li adam Uzuntarla diye bir mevkide, kırsalda yakalanmış, Hamido’yu da yan tarafta bir yere koydular bizi ayıracaklar meğer yan taraf nizami hücre değilmiş eskiden askerlerin çay ocağıymış onu götürüp çay ocağında zincirlemişler bileğinden.

Sabah oldu sordular şimdi biz astsubaya cevap verirken aynı ifade üzerinden gidiyoruz yani örgüt yok, kişi yok bir yer yok örgütü korumaya çalışıyoruz. 2-3 gün sürdü o sorgu, jandarma yürütüyor sonunda sivil polis de karıştı sorguya.”

G.K: Sorguda şiddet oldu mu? İşkence yaptılar mı?

“Var yaptılar ayaküstü, sistematik değil kaba dayak, sonuçta poliste işkencesiz olur mu? Şimdi çapraz sorguyla bir şey çıkaramıyorlar, ifadede ısrar ediyoruz inatçıyız ikimizde adamlar bir şey çıkaramıyor, ama doküman örgüt iç yazısı, bizim örgütle ilişkimiz olduğunu ellerindeki yazı veriyor. Polis de katıldı sorguya ama bizim ifadeler değişmiyor, polis diyor ki yani aslında bana duyurmak istiyor ‘Biz kamufle olalım, bunu aramıza alalım çarşıda gezelim, buna selam veren olursa alırız ondan öğreniriz’.Yani beni çözememişler ama bu bende panik yaptı, çarşıya çıksam herkesi tanıyorum yani hem esnaf hem sıradan halkı yani birisi boş bulunup selam verip yakalanırsa çözülür mü, çözülmez mi sonuçta zarar verici.

Kafamda şeyi tasarlıyorum beni sokağa çıkarıp gezdirdiklerinde ben bunlara saldıracağım ki bunların polis olduğunu deşifre edeyim kimse bana selam vermesin, bir iki günde o şekilde devam ettim. Şimdi benim kimlik sahte, bu İstanbul’dayken o benimle ilişkisi olan bana bir kimlik getirdi, Erzurumlu Ahmet Korkmaz isminde bir adam 38 doğumlu ben 42 doğumluyum aslında kimliğim 45 doğumlu, onun kimliğiyle kendime kimlik yaptım. Onun fotoğrafını çıkardım, fotoğrafını çıkarırken soğuk damganın bir tarafı iyice yapışmış sökemedim, fotoğrafın kenarını çıkaramadım, çeksem kimlik arka tarafı tahrip olacak kullanamayacağım, tuttum onu üstten yonttum kendi fotoğrafımı incelterek üstüne yapıştırdım. O zaman İTO anahtarları vardı İTO anahtarının i harfiyle o harfinin yarısını sildim TC kaldı, bir çekiç darbesiyle kendi fotoğrafımın üzerine soğuk damga yaptım, 3 buçuk yıl o kimlikle gezdim, birçok aramadan da geçtim.

Şimdi polis sorgu yaparken bu kimlik senin değil dediler ben benim olduğunu iddia ediyorum adam üzerindeki fotoğrafı bir kaldırdı altta kalan eski fotoğrafın yarısı çıktı, kimlik sahte. Şimdi Dersimlilere zarar vermemek için o kimlik patlayınca ben kimliğimi kabul ettim yani İstanbul’dan ayrılalı 3 buçuk yıl olmuş kim var kim yok kim nedir bilmiyorum hiç değilse Dersim’i kurtarayım. Dersim hem kendi örgütüm hem de çözülsem diğer örgütlere de zarar verebileceğim. Bunu atlatmak için kimliğimi kabul ettim.

Bu arada sığınak falan diyorduk ya,  ayrılıktan sonra o sığınağı ben boşaltmıştım yani tedbir olsun diye, sığınağın içindeki malzemeleri bir başka yere taşıdım daha yakalanmamıştım o zaman kalan kağıt artıklarını da sığınağın bir köşesine toplayıp yaktım. H.Ş. (örgütten ayrılmıştı) H.Ş. ifadesinde söylemiş,  sorgucular sığınağı sordular ben bilmiyorum diyorum, o sığınağın yakınında Halbori diye bir köy var o zaman adı Halbori’ydi.Şimdi Karşılar olmuş herhalde o köye gidiyorlar. Bizim içerisinde bulunduğumuz hücre, bizim pencerenin alt kenarı toprak seviyesinde hemen karşısında da garaj var orada nöbetçi geziyor yani biz pencereden görüyoruz.

Bir Pazar sabahı bütün garaj boşaldı bütün asker gitti sadece nöbetçiler var, nöbetçi de volta atıyor kış, soğuk ya üşümemek için, garaj boş orası da dışarıda, dönüyor içeride koridorda volta atarak türkü söylüyor. Bu arada yan hücrede benim arkadaş da türkü söylemeye başladı, Kürtçe söylüyor Hamido. Ben şimdi PKK’liye diyorum ya şimdi bizim durumumuza bak arkadaşın yaptığına bak türkü söylüyor meğer o Kürtçe kendisinin gideceğini söylüyormuş şimdi onu su borusuna zincirlemişler ya ne yapmışsa o kilidi çözmüş, kelepçeyle, orası çay ocağı olduğu için tersten açılıyor, alttan yukarıya pencere açılıyor, orayı da açıyor garajda boş zaten nöbetçi içeride oradan atlayıp geçip gidiyor. Akşam oldu giden asker geri geldi, garaj yine arabalarla doldu asker koğuşlarına çekildi, koridordaki nöbetçinin nöbeti değişinceye zaman nöbeti devralacak nöbetçi ‘ben almam vukuat var’ diyor Hamido yok ya, ona diyor sen yandın bilmem ne diyor yani askerliğin yandı falan diyor.

O günde nöbetçi çavuşu benim hemşerim Zaralı Sünni, Zara’nın içinde oturuyor, asker Hamido’nun gittiğini görünce gidiyor Tunceli’nin içini arıyorlar Hamido’yu yakalayacaklar, Hamido kaçmış kendisini vurmuş dağa, Hamido’yu bulamayıp geri geliyorlar şimdi nöbetçi kadar nöbetçi çavuşu da sorumlu. Nöbetçi çavuşu geldi bana ‘sen gitseydin benim askerlik yanmıştı’ dedi, hemşerimiz ya, ‘Sen gitseydin sen benim hemşerimsin ben seni kaçırttım diye benim askerliğimi yakarlardı’ diyor.Subaylar kendi aralarında konuşmuş ‘Ya kaçmışsa kendi hemşerisi kaçırttı demek ki çavuşun burada şeyi yok’ diyor.‘Ben öyle kurtardım’ diyor çavuş. Şimdi çavuşta Zara’da gruplar var yani ekabirler var birbirlerine karşı yarışırlar yani ne derler onlara yörenin ileri gelen koç başları birbirlerine zıtlardı, bu çocuk tarafı da o dönem CHP’li, Zara’nın içi Adalet Partili yani geçmişte Demokrat Partili. Bunlarla zıtlıklarından dolayı bunlarda onlara nazaran biraz demokrat geçinen gruptan yani o anlamda da Sünni de olsa bir yakınlık hissediyor.

Ben yakalandığımda 3 gün yemek yemedim, askerin verdiği yemeği yemedim yani açlık grevi diye değil beni zehirlerler diye yemiyorum o çavuş bana çok yalvardı, bana getirdiği yemeği gözümün önünde önce kendisi yer sonra çeker giderdi bende öyle yerdim, yemeye öyle başladım.

Şimdi Hamido oradan kaçtıktan sonra kendisini dağa vuruyor 3 gün dağda kalıyor, ağaç yapraklarıyla karnını doyurmaya çalışıyor, 3 gün sonra Partizan’dan birileri geliyor ondan sonra elindeki kelepçeyi çözüyorlar ve faaliyetine başlıyor gene işine devam ediyor. Bende kimliğimi kabul ettikten sonra İstanbul ikinci şubeyle temasa geçiyorlar, onaylatıyorlar İstanbul’dan ekip geliyor beni oradan alıyor. İl jandarmadan alıyor Gazik diye bir yer var orada eski öğretmen okulu var sıkıyönetim döneminde orayı gözaltına alınanların merkezi yapıyorlar beni de götürdüler oraya. İl jandarmadan teslim alan İstanbul ekibi Gazik’teki gözaltı merkezine götürdüler içeri giriyorum öğlen saati, öğlen yemeği yemişler. Bakıyorum hep tanıdık yüzler yani dışarıdan tanıdığım devrimci yüzler Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın sülalesi işte THKP-C’den kimleri biliyorsam birçok kişiyle orada yüzleşiyorum.

Beni teslim ettiklerinde beni götürdüler üst tarafa çıkan merdiven sahanlığının altına koydular, 60 cm yükseklikte bir sahanlık o sahanlığın altına koydular başımdaki nöbetçi tuvalet ihtiyacımın olup olmadığını sordu, var dedim. Beni götürdü koğuşların arasından, tuvaleti olan bir yere o aradada soruyor ‘Sen kimsin, bu ekip nerenin ekibi?’ meraklı ya şimdi bende o fırsattan diğerlerini de yani tanıdığım yüzler var ya, diyorum işte o İstanbul ekibi bende Sabri Koçyiğit maksat onlara duyuruyorum dışarıya bildirsinler benim İstanbul’a getirildiğimi. Kaybedilmekten korkuyorum yani o korku var hep içimde, adamlarla yola çıktık meğer adamlar bizim çıkış saatimizi kamufle etmek için beni oraya almışlar, akşamüzeri daha karanlık çökmeden geldiler beni Gazik’ten aldılar, şişman olan koluna kelepçeledi Gazik’ten çıktık Elazığ’a doğru geliyoruz. Peri Çayı Elazığ ile Tunceli il sınırı. Peri köprüsünü geçinceye kadar bunlar tedirgin sanki bir taraftan saldırı gelecek de beni kurtaracaklar halbuki öyle bir şey yok yani ama Peri köprüsünden geçerken ileriye dönük orada bir tespitim vardı ‘Ah dedim nerede şimdi çıkmaz mı oradan birisi’ dedim.

Peri köprüsünü geçtikten sonra bunlar rahatladılar oraya kadar saldırıya uğrayacak korkusunu taşıyorlardı. Kovancılara varmadan İstanbul’u aradılar, amirlerini aradılar ‘Paketi aldık, yoldayız’ dediler o şekilde İstanbul’a geldim. Şimdi oradan çıkarken adamlar diyor ki ‘Bizim seninle bir alıp vereceğimiz yok sen yolda bize güçlük çıkarma, bizde sana güçlük çıkarmayız, bizim görevimiz seni İstanbul’a teslim etmek başka işimiz yok’ diyorlar. Ya benim zaten elim kelepçeli güçlük çıkarsam da bir şey elde edemem ki yani elde edebilsem güçlük çıkarırım. O şekilde geldik, İstanbul hududuna girdik oraya kadar yumuşaklardı. İstanbul hududuna girdik polis yüzlerini gösterdiler artık hakaretler sorulmaması gereken sorular, sertleştiler yani neyse getirdiler o zaman Sirkeci’de Sansaryanikinci şube.

İkinci şubede iki kısım var, birinci kısım cinayet masası, akşam karanlıkta teslim ettiler. Üzerimdeki paranın yarısını yakıt parası yaptılar kalan yarısını da orada verdiler tamamını almış gibi bana imza attırdılar o parayı kendi ceplerine koydular. O zaman cinayet masasının müdürü Ahmet Ateş. demiş ‘Bekletin ben sabah geliyorum’ o gece beni böyle geniş bir salonda oturttular bir tane bayan hizmet ediyor meğer gözaltına alınmış kafadan bir bayan polislere hizmet ediyor, çay dağıtıyor çay getirip çay götürüyor. Sabah oldu iki koluma birer polis girdi beni Ahmet Ateş’in karşısına çıkardılar. ‘5 kişiyi niye öldürdün’ dedi, ‘Ben kimseyi öldürmedim’ dedim. Adam sinirlendi kalktı ayağının üzerine bir yumruk attı, gözlerimde yıldızlar uçuşuyor tekrar götürdüler ‘Atın bunu hücreye’ dedi. Beni götürdüler bir hücreye koydular, en üst kata, çatı katına, çatı katının altını bölmüşler küçük küçük hücreler şeklinde, gözlerim bağlı çıkardılar oraya işte boynunu eğ, ayağını kaldır yani labirent çizdiriyorlar nereye gittiğim doğru dürüst anlamayayım diye hücrenin kapısına geldim gözümü açtılar beni koydular hücreye, ulan hücreye girdim karanlık. Gözlerim biraz karanlığa alışınca 3 metre uzunluğunda 1 buçuk metre genişliğinde bir hücre beton üzerine.

Ertesi gün sorguya aldılar, işkenceli sorgu önce bir falakadan geçirdiler peşinden elektrik akımı verdiler şimdi demir bir sandalyenin üzerine oturttular kollarımı da sandalyenin yan tarafına bağladılar, benim vücuduma elektrik verince vücut titremesinden sandalye yerinde durmuyor yürüyor. Saatlerce o şekilde devam etti, işte kaba dayaklar kendilerinin bildikleri şeyler yaptılar, falakada bağladıkları ipler ayaklarımda bileklerimi kesmiş kemiğe kadar dayanmış. O ikinci şubede ben bir aydan fazla kaldım o 5 kişinin ölümünün sorgusunda tabi siyasi sorular soruyorlar ama onların derdi beş kişinin ölümü. Halbuki 5 kişinin ölümüyle benim ilgim yok, bilgim var ilgim yok e bilgiyi de onlara veremem yani.

Şimdi o dönemde beni esas motive eden İbrahim Kaypakkaya’nın direnişi ama o direnişi de verebilmen için ideolojik olarak sağlam olman lazım. Partizan’dan umudumu kesmişim GKK’ya gelmişim şimdi GKK’nın söylediklerini de içeriye girdikten sonra ben Partizan’ın yağmurundan kaçmışım gelmişim GKK’nın dolusuna tutulmuşum, onda da iflas etmişim ideolojik olarak yani siyasi olarak.

Şimdi ben dışarıdayken hani beni etkileyen İbrahim’in direnişi dedim ya yakalanıp da çözülenleri ben sıfırlıyordum yani biraz katı davranıyordum her insan da dayanamıyor şimdi onları sıfırladığım zaman onların ailelerine de soğuk bakıyordum şimdi ben çözülürsem benim çocuklarımın da boynu bükük kalacak diye o siyasi olarak ideolojik çöküntünün yerine kendi çocuklarımın sevgisini koyuyordum. Benim yüzümden çocuklarımın boynu bükük kalmasın, beni motive eden direnmemi katılaştıran oydu.

Daha ikinci şubedeyken birde Kawa’dan grup olarak yakalanmışlar. Ben 20 günden fazla tek başıma hücrede kalıyordum birde yan tarafa hücreye Ersin diye birisini koydular, şuanda soy ismini hatırlamıyorum hücrelerde yiyeceğimiz yemekleri biz paramızla alıyorduk şimdi polis üzerimdeki paranın yarısını almış, kumanya yani yiyeceğimiz kumanya bizim paramızla bize veriliyor. Ersin duvara vurdu ‘Ya benim param yok bana da kumanya al’ mecburen Ersin’e de kumanya ben verdim yani oda direniyordu artık benden sonra ne kadar direndi bilmiyorum.

Şimdi polis yaptığı işkencelerle beni çözemeyince bir gün yanıma birisini attı. C.G. diye birisi, kendisi Dersimli Kawa’dan grup olarak yakalanmışlar şimdi günlerce tek başına hücredesin bir arkadaşın yanına geldi mi sohbet etme ihtiyacı seni sakinleştiriyor. Bununla sohbet etmeye başladık tabi o Kawa’dan bağımsız Kürdistan tezlerini savunduğunu iddia ediyor işte Kawa’dan bir ayrılan grup olmuş orada o ayrılan grubun merkez komite üyesi olduğunu söylüyor. Tabi benimde Dersim’den tanıdığım Kawacılar var o ayrılanların içerisinde de tanıdıklarım var onları soruyorum tanıdığını söylüyor ama onu tanıdığını destekleyen sorularımı geçiştiriyor, doğru cevap vermiyor yani en azından beni ikna edecek cevap vermiyor çünkü ben adamları tanıyorum. Bu beni şüpheye düşürüyor, genelde devrimin özelde Kürdistan devriminin meselelerinin sohbetini ediyoruz 3-4 gün geçiyor ulan bunu da sorguya götürüyorlar, götürdükten sonra bu gittiği gibi geri geliyor. Beni sorguya götürdüklerinde benim hallacımı çıkarıyorlar, çıktığım gibi kendimi zor hücreye atıyorum şimdi onun bu durumu da beni şüpheye düşürüyor meğer bunu niye hücreme attıklarını da söyledi işte diğer arkadaşlar çözülmüş, bu çözülmemiş yani kendisinin iddiası, onlarında çözülmemesini engellemek için senin yanına attılar diyor meğer kendisi çözülmüş….. Yani zaten o tavırlarıyla o Kawa ile ilgili sorularıma geçiştirici cevaplar verdi e sorguya gittiği gibi geliyor bunlar şüphe oluşturan unsurlar.

Aradan birkaç gün daha geçti iki kişi daha getirip bizim hücreye attılar yani ne demiştim 3 metre boyunda 150 cm metre genişliğinde, 4 kişi biz orada nasıl kalacağız. Şimdi o yeni getirilenler Karadenizli olduklarını, amca çocukları olduklarını, Karadeniz’de kendi memleketlerinde öldürülen birisini bunların öldürdükleri iddiasıyla gözaltına alındıklarını söylüyorlar işte kendilerinin de ikinci kısımda bir amca çocukları varmış, komiser. O kendilerinin suçsuz olduğunu ispat edecek, bunlar çıkacaklar yani kendilerinin deyimi çıkacaklar bana da üzüldüklerini söylüyorlar. İşte ‘Dışarıda kimin var biz çıkacağız sana yardım etmek istiyoruz, haber gönderilecek birisi varsa söyle bize gidip haber verelim’’ya ben diyorum ‘Kimsem yok bir kardeşim var onun da bana yardım edecek bir şeysi yok zaten benim yüzümden kaç kere gözaltına alınmış, işkence görmüş onun yapabileceği bir şey yok’ diyorum. Onlar ısrarla soruyorlar dışarıda konuşabilecek kim var diye.

Şimdi o ara onlarda oradayken bizim kemerlerimiz alınmış, ayakkabı bağcıklarımız alınmış bunlar paltolarıyla gelmiş girmiş içeri, birisinin sırtında palto birisinin sırtında parka ya bu şüphe çekiyor. Yani onlar suçlu diye gözaltına alınmışlar bize yapılan muamelenin onlara da yapılması lazım.O paltolu olan şişman birisi o hücrenin içerisinde paltosunu serdi üstüne uzandı yatıyor, uyuyor gece. Dürttüm adamı dışarıda polisin bize yaptığı işkence yetmiyor mu sende burada işkence yapıyorsun, sere serpe yatıyorsun, sen bu kadar yer işgal ettin biz diğer üç kişi ne yapacağız? Toplan yan yat dedim, hepimiz yan yana omuz üstü yan yatarak, dördümüzde sıkışarak dinlenelim hiç değilse. Tabi adamı ikna ettik topladık öyle kucak kucağa dördümüzde yatmaya başladık.

O ara Dersim’de yakalanırken üzerimizden eşyalarımızı almışlar, paralarımızı da eşyalarımızı da almışlar, beni İstanbul ekibine devrederken benim saat biraz eskiydi Hamido’nun saati biraz yeniydi, aynı marka saatler şimdi marka aynı olduğu için hangi saat kimde anlayamıyorlar bana getirdiler iki saat sen kendi saatini al dediler. Bende benim saat eski olduğu için Hamido’nun saatini sahiplendim taktım koluma. Geldim burada ikimci şubede almadılar kolumdan, saatim kolumda şimdi hücredeyken birden aklıma geldi lan biz dışarıdayken bazı notları Hamido küçük notlara yazar o saati vidalı onu çıkarır onun içine koyardı o randevu notlarını. Birden aklıma geldi ya bunlar saati almadılar birden işkenceye alırlarsa birden saati söyleyip açar içine bakarlarsa randevu yakalatılır beni bir panik aldı, tırnaklarımla sıkışmış o saat kapağını açtım ama bir hayli uğraştıktan sonra, o diğerlerinin yanında, içinin boş olduğunu gördükten sonra kapattım rahatladım yatıyorum.

Bir gün gene beni sorguya aldılar götürdüler eften püften bir şeyler sordular fazlada sorguda tutmadılar getirdiler beni tekrar hücreme geri attılar.Hücreme geldim, tek başınayım diğerlerini götürmüşler, sorduğumda onları başka bölüme götürdüler diyorlar, cevabımı alıyorum. Öyle bir hücredeyim kağıt parçası bile bırakmamışlar şimdi biz hücrede aldığımız o kumanyanın kese kağıdından kendimize yastık yapıyorduk, o kese kağıtlarını üst üste geçirip ayakkabılarımızı onun içine koyup omuz hizamıza gelsin diye yastık yapıyoruz hem biraz yükseltmiş oluyor hem de o kese kağıdı ayakkabı kokusunu biraz da olsa azaltmış oluyor. Ben şimdi düşünüyorum bunlar hücreyi boşaltmışlar ben daha burada ne kadar kumanya alacağım ki yeniden bir yastık yapayım, birkaç gün sonra beni Gayrettepe siyasi şubeye devrettiler. Beni devrederlerken komiser diğer eşyalarımı bana verirken, o sorgu komiseri diyor ki o saat senin değil diyor lan ben şimdi düşünüyorum saatin benim olmadığını nereden biliyor? Şimdi ben hücrede uğraşırken diğer iki kişide soruyor ‘Saati niye açtın’ diye.Tabi onlara geçiştirici cevaplar veriyorum, onlar komisere söyledi ki saatin benim olmadığını komiser öyle dedi ve devam da ediyor ‘Sabri burada çözülmedin şubede seni oyarlar orada da çözülme, sen orada çözülürsen onlar bizimle dalga geçecek, biz seni burada çözemedik onlar seni çözdü diye hava atacaklar, orada da çözülme’ diyor. Yani ben şeyi düşünüyorum o zaman şubeler arasında rekabet var ya bu rekabetten dolayı söylüyor ya da beni korkutmak için söylüyor o şekilde beni Gayrettepe siyasi şubeye teslim ettiler.

Siyasi şubede yoğunluk, siyasi/örgütsel meseleler üzerine tabi, diğer beş kişiyi onlar da soruyor. Kendimi kilitlemişim o söz hani çocuklarımın boynu eğri kalmasın diye kilitlemişim ya ne sorarlarsa sorsunlar bilmiyorum tanımıyorum yani yer olay bilmiyorum şahısları da sorduklarında tanımıyorum, kendimi öyle kilitlemişim ki ne sorarlarsa cevabım 3 şey Tanımıyorum, bilmiyorum, haberim yok. Adam da öyle bir tezgâh kuruyor ki isim soruyor zaten sorduğu isimler adamlar bilgi sahibi, sordukları hepsi gerçek arada benim aile bireylerimi de sokuyor araya tanıyor musun tanımıyor musun diye.E tabi aile bireylerine sahip çıkıyorum, tanıyorum diyorum işte annemdir babamdır kardeşimdir vs..

Öyle bir soru dizisine başlıyor ki sorunun içerisinde Atatürk’ü tanıyor musun diyor şimdi Atatürk de bizim yeşil gözlü bir arkadaşa takma ad Atatürk diyorduk İ.G.  ilk etapta yok tanımıyorum diyorum daha saniyeler geçmeden tekrar soruyorlar tanıyor musun diyorlar bu sefer tanıyorum diyorum. Hah diyorlar açıldı şöyle bir rahatlıyorlar bir açılıyorlar, ‘Nerede, ne zaman, nasıl tanıyorsun?’, diyorum ‘Ben ilkokulda öğretmenim bana tanıttı Atatürk’ü kim tanımıyor, Atatürk’ü herkes tanıyor, öğretmenim bana tanıttı’ diyorum Mustafa Kemal Atatürk, lan bu bizimle dalga geçiyor diyor beni tekrar yatırıyorlar.

Şimdi ikinci şubedeki falaka, cereyan verme işkencesine siyasi şubede ona bir de Filistin askısı eklendi. Filistin askısı şimdi kollarını iki yana açıyorlar, demir boru uzatıyorlar kollarını demir boruya bağlıyorlar, kaldırıp tavandaki kancalara asıyorlar ayaklarını yerden kesiyorlar, bütün yük demir boruya bağlı olan ipe biniyor. Yani onunda dozajını daha da artırmak için cereyanda veriyorlar vücut sarsıldıkça o ağırlık daha da artıyor o işkenceden sol kolum felç oldu. Yani o bağladıkları yerde ip damarları kesiyor kan akışını engelliyor. Orada bir aydan fazla işkence gördüm yani periyodik olarak.Yani 2 gün işkence yapıyorlar 1 gün dinlendiriyorlar çünkü dinlendirmeseler her tarafın uyuşmuş ne kadar vursalar duymuyorsun yani, acı duymuyorsun onlar biliyor onu, onun için dinlendiriyorlar o yaraların kabuk bağlıyor tekrar alıyorlar o şekilde orayı da atlattık.

Ben birinci ayın 12’sinde yakalandım. Şubat’ın kaçında Gayrettepe’ye teslim edildiğimde gazeteler yeni yazıyor benim yakalanmamı ondan öncesi kayıp yani o arada kaybedebilirlerdi. Demek ki onlarda ikna olmuşlardı benim 5 kişiyle alakam yok beni sağ bıraktılar. Şimdi Gayrettepe’deki işkenceden sonra beni Selimiye kışlasına getiriyorlar, askeri savcılığa o dönemde de TKP/ML’nin soruşturmasını yürüten savcılar Erdoğan Savaşeri, Abdülkadir Davarcı bunlar askeri savcılar. Savcının karşısına çıkardılar, ben polisin verdiği yazılı ifadeyi kabul etmiyorum işkenceyi anlatıyorum halbuki kime ne anlatıyorsun. Şimdi tüm gördüğüm işkence yöntemlerini anlattığımda savcı sakin sakin dinliyor ama birde görmedim duyduklarımı ilave ettim, işkence yöntemlerini söyledim kum torbası, ortada asılı kum torbası beni ortaya dikiyorlar sağdan soldan kum torbası ile vücuduma vuruyorlar. Savcı sinirlendi seni tekrar polise teslim ederim dedi yani demek ki daha önce bana yapılan işkenceleri bildiği için bunu da benim ilave ettiğimi bildiği için sinirlendi.Neyse teslim etmedi.

Ben çinicilik yaparken Selimiye’nin içerisinde çalışmıştım, o Selimiye Kışlası restore edilirken onun altına döşenen karo mozaiklerin imalatında ben çalışmıştım bir zaman imal ettiklerim üzerinde şimdi sorgulanıyorum. Kapıda bekliyoruz savcının sekreteri yüksek topuklu ayakkabılarla o çinilerin üzerinde yürüyor tak tak tak diye ses kulağımın içine geliyor, dedim bak biz buraya ne kadar emek verdik şimdi bunların üzerinde kimler geziyor. Tutuklandık, zaten serbest kalmayı beklemiyordum.Beni Gayrettepe’den Selimiye’ye getirirlerken o sorgucu polisler, yüzleri açık artık benim de gözlerim açık biraz insani davrandılar. Bunlara diyorum ki ‘Ben 5 yıldır bu mahalleyi görmüyorum beni Selimiye’ye götürürken şöyle mahallenin içine girin şöyle camdan da olsa mahalleyi göreyim’ diyorum adamlar diyor ‘Sen bize ne söyledin ki biz seni oradan götürelim’’. Beni götürdüler Selimiye’ye işte tutuklandık, alt kata indirdiler.

Bu süvari birliklerinin olduğu dönem bodrum kat atların ahırı yani tavana yakın havalandırma delikleri var ön tarafta da koridor, o koridor tarafında demir parmaklıklarla demir kapı, beni attılar bir koğuşa. O koğuşta en azından 70-80 kişi var, beşsantim yükseklikte duvarın üzerine tahta ranza dizili, tahta ranzanın üzerinde battaniyeler orada da işte gözaltına alınanların yattığı yer ama hücrelerde ben 2 ay banyo yapmamışım her tarafım bit kaynıyor. Şimdi o hücrelerdeyken bir yerim kaşındığında elimi atıyorum parmaklarımın üstüne canlılar geliyor, banyo yapmamışsın. O gelen canlıları parmağımın arasında ezdiğimde onların kanıyla parmaklarım kalınlaştığında öldüğünü anlıyorum, göz yok karanlık, temizlemem de mümkün değil zaten o fırsatta yok.

Şimdi Selimiye’ye koğuşa geldiğimde oradaki insanların hepsi o tezgahtan geçmişler hemen beni bir banyoya soktular, bana temiz çamaşır verdiler benim bitli çamaşırlarımı torbaladık verdik, temiz çamaşırları giydik kalkıp karıştım onlara. O zaman da Kenan Evren karıştır barıştır diyordu ya o koğuşlarda ülkücülerde var yani onlar 5-6 kişi ama 70-80 kişi solcular, karşılıklı koğuşlar nöbet tutuyorduk yani birisi birbirine saldırmasın diye yani herkes kendisine saldırı gelmemesi için nöbetleşiyorduk,Velican Oduncuda onların içerisindeymiş.

Ben tutuklandıktan sonra aynı koğuştayım o bizim devrimcilerden birine demiş ki biz bu adamı çok aradık bulamadık yani güya onlar MHP’li ya, öldürülenler MHP’li onların intikamı için beni aramışlar bulamamışlar yani tabi bulamazlar ben burada değildim ki bulsunlar. Oradan 10 gün içerisinde sevk edildik şimdi orası gözaltına alınma merkezleri, bir taraftan cezaevlerine sevk ediyor bir taraftan yeni gelenler dolduruluyor.

Selimiye’de ne kadar kaldınız?

On gün civarında.

G.K: Sonra?

Beni sevk ettiler Sultanahmet’e götürdüler. Şimdi ne demiştim devlet orada bir tasnif yapıyor, çözülenlerle çözülmeyenler mesela Kabakoz, Davutpaşa kışlaları genellikle çözülenler veya yarı çözülenler; Metris, Sağmalcılar, Sultanahmet çözülmeyenler tasnifi şeklinde. Ben uzun süre Sultanahmet’te kaldım ondan sonra Sağmalcılara götürüldüm bir müddet de orada kaldım oradan da Metris’e götürüldüm, Metris’ten 3-4 ay sonra tahliye oldum.

1981 Ocak ayında yakalandınız sonra ne zaman çıktınız?

1986’nın ortalarıydı şuan tarihi tam hatırlamıyorum ortalarıydı galiba yani 3 buçuk yıl.

G.K: Sonra ne oldu?

Bir gün Metris’te dışarıda koridorda anons yapılıyor Sabri Koçyiğit tahliyesin, hazırlan diyorlar, ben tahliye falan beklemiyorum şimdi ben üç davadan yargılandım. Bir 5 kişinin davası beşinci dava, bir Partizan toplu davası birde Elazığ’da bir dava var. Bu yargılanma sürecinde o 5 kişiyi öldürenlerden Mehmet Altıntaş’la Mahmut Yıldırım çözülüyorlar yani itiraf ediyorlar, bunlar o itiraflarında o 5 kişinin ölümüyle bir ilgimin olmadığını da belirtiyorlar, beni o 5 kişinin davasından ayırıyorlar Partizan toplu davasına sokuyorlar. Ben oradan da örgüt üyeliğinden 13 buçuk yıl ceza alıyorum.

5 buçuk yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olup eve geliyorum, evde annem babama benim çocuklarımı gecekonduda bırakıp kendi Fikirtepe’deki evlerine gidiyorlar. Ben cezaevindeyken eşim benim ziyaretime geldiğinde üstüne başına bakıyorum, ayağında ayakkabı var mı? Sırtında pardösü var mı? Meğer oda bana bildirmemek için onların ikisini de ödünç alıyormuş komşulardan, beni ziyarete geldiğinde sırtındaki pardösü ayağındaki ayakkabı komşulardan ziyaret günü ödünç aldığı eşyalarmış.

Tahliye oldum eve geldim şimdi o zaman tahliyelerden sonra direk seni bırakmıyorlar getiriyorlar semt karakoluna teslim ediyorlar, semt karakolunda da aileden birinin kefaletiyle evine gelebiliyorsun. Ben tahliye olduktan sonra beni semt karakoluna getirdiler, annem yok babam yok kardeşim bunlar korkularından sahip çıkamıyorlar benim bir amcazade var, B.K.  diye oda biraz sola bulaşmış aynı zamanda sendikacı o geliyor bana kefil oluyor. Şimdi bana kefil olurken ben şeye geldiğimde üzerimde elbise yok, tahliye olurken atlet şort meseleleri var ben tek tip giymediğim için pijamayla geldim karakola işte amcaoğlu hem bana elbise getirdi hem de bana kefil oldu da beni aldı eve getirdi.

Eve geldim de ev şimdi geçmiş olsun ziyaretine gelenlerin akınına uğramışım o ziyarete gelenlere çay verilecek yani bir ikramda bulunulacak şimdi ailenin durumunu bildiğim için ben panikliyorum, her gelene çay vereceğiz.Evin çayı da şekeri de bitti şimdi kimseye ikramda da bulunamayacağız. Meğer o dönemde H.A. diye birisi İstanbul belediyesinde çöpçülükten emekli birde K.Y. diye birisi börekçilik yapıyor Elazığlı onlar gelen misafirlere ikram edebilmek için kilolarca çay şeker getirip eve bırakmışlar da onlarla gelen misafirlere çay ikram edip gönderebiliyoruz. Şimdi ben titriyorum habire gelenlere ikram ediyoruz bitecek gelenlere ikram edemeyeceğim daha evde de eşimle konuşma fırsatı bulamamışım yani yok öyle bir fırsat, zamanda yok neyse o ziyaretler bittikten sonra eşime sordum dedi böyle böyle işte adamlar, falancalar çay şeker getirdiler. 2 ay onların getirdiği çay şekerle idare ettik kalanı da biz kendimiz kullandık.”

G.K: Siz içerdeyken eşiniz çalışmış mı?

“Çalışmamış…bir kardeşim var kendisinin de işi gücü yok, bir ehliyet almıştım ona, ama çalışmıyor, minibüsü…şoföre vermiş, şoförlerde aldıklarını kendileri götürmüş. Yani minibüs çalışırken benim evde çoluk çocuğum ekmek bulamazken çalışan şoför kendi eşine düzinelerce bilezik alıyor… oda öyle gidiyor.

Sonra araba bir gün arıza yapıyor çalışan şoför karısının koluna bilezik dizerken, araba arıza yaptı evden para istiyor ki arabayı tamir ettireyim diyor, hanım çekiyor elinden arabayı alıyor ya sen bize ne para verdin ki ne para istiyorsun. Arabayı alıyorlar birkaç gün yatırıyorlar. Sonra, benim için tutulan Avukata ücertini ödüyorlar.

G.K: Evet onunla bir süre idare ediyorlar değil mi?

İşte arabayı ayrı satıyorlar hattı ayrı satıyorlar o zaman ki parayla arabayı 650 milyona satıyorlar onunla işte iğreti olan gecekondumu oturur hale getiriyorlar, kardeşimin oturduğu yeri oturulacak hale getiriyorlar oda öyle eriyor. Ben cezaevinden çıktım sıfırdan başlıyorum.

G.K: Ne yaptınız peki çıktıktan sonra?

Çıktıktan sonra ilkin otobüste şoförlük yaptım bir 4-5 ay.

Sol kolum düzelmişti o zaman yani içeride iki buçuk yıl arkadaşlarım masaj yapa yapa kolumu kendisine getirdiler. Çıktıktan sonra şoförlük yaptım sonra şuan bulunduğum yerde kahve açtım birkaç sene kahve çalıştırdım. 89 seçimlerinde muhtar adayı oldum, muhtar oldum 1994’e kadar muhtarlık yaptım yani artık onunda içinde bir sürü şeyler var oraya pek girmiyorum, uzatmayalım yani.

Sonradan muhtarlığı bırakmak zorunda kaldım şimdi vatandaş gelip diyor ki ‘Muhtar benim çocuğum gözaltına alındı, karakola alındı git çocuğumu kurtar sen muhtarsın’.Ya ben senin çocuğuna sahip çıkamam senin çocuğun suçu daha da ağırlaşır yani ben devletin karşısında sabıkalıyım yani.Şimdi vatandaş da diyor ki  ‘sen sahip çıkmamak için bahane yaratıyorsun’ o orada tekmeliyor. Devlet de diyor ki ‘Sen mahallenin muhtarısın, burada devlet temsilcisisin’oda üstten vuruyor. Alttan tekme ye üstten tokat ye. Ben muhtarlığı bırakacağım daha 2 sene olmuştu istifa edecektim arkadaşların ısrarı üzerine dediler dönemi kapat da, dönemi kapattım dedim benden uzak gidin muhtarlıktan vazgeçtim.

G.K: Şimdi dönüp baktığında ülke çok değişti, nasıl görüyorsun?

“Dünyada sol çöktü, Türkiye’deki sol örgütler çöktü benimde sol tarafım çöktü yani şimdi nasıl görüyorsun? Şimdi devrimcilik kimileri moda olsun diye modaya katılıyor kimileri canı pahasına da olsa bu işi yürütüyor fakat canı pahasına olanlar azınlıkta çünkü sadece kahraman aramak yetmiyor toplumu değiştirip dönüştürmedikçe hiçbir şey değişmiyor.

Yani düşünün bir dizi toplumsal yapılar var yani köleci toplum feodal toplum kapitalist toplum sosyalist toplum şimdi bunlar gerçekleşirken toplumu değiştirip dönüştürerek gerçekleşiyorlar fakat Türkiye o konuda çok kısır. Şimdi bana göre benim kişisel görüşüm şimdi Marks temel çelişme emek sermaye çelişmesi diyor, Engels buna katılıyor Lenin buna katılıyor ya Marks’ın tespiti 200 yıl önceki tespit yani hiçbir şey durağan değil ki her şey değişim halinde her şey hareket halinde.

Bana göre bu tespit eskimiştir yani Sovyetler Birliği gibi bir yapı bile çökmüşken Amerika’nın arka bahçesi olan Güney Amerika’da, Amerika’nın dibinde Afrika’da Asya’da demokratik mücadele mevzi kazanıyor, kimisi başarıya kavuşmuş kimisi de her geçen gün ilerliyor yani bu ve buna benzer birçok sorundan dolayı bence günümüzde, günümüzde demeyeyim de, bence cümleyi kurmaya çalışıyorum demokratik moderniteyle, kapitalist emperyalistler arasındaki çelişme esas çelişmedir. Şimdi diyeceksin emek sermaye çelişkisi çözüldü mü? Yok çözülmedi ama her şey dikey değil yukarıdan aşağıya değil yatay geçiş de var yani şimdi demokratik özgürlükler için mücadele eden örgütler başarı sağlarken, sosyalizmi ta Marks’tan günümüze kadar örgütleyip halen başarıya ulaşamıyorsan bunu iyi düşünmek lazım. Yani tek başına bu değil ama birçok faktör var yani emperyalizmin güçlü olması, göz açtırmaması, hep baskın kendi egemenliğini sürdürme çabası sürekli.

Mesela şey söyleyeyim yani sordun da cevap olarak, çağrışım yapmak için şimdi 1 Mayıs mahallesinde gecekondulaşma gerçekleşti, sahipleri kazandı çünkü orada bir devamlılık var ama Deşt’teki toprak işgalinin devamı olmadığı için götüremedik. Şimdi emperyalizm de kapitalizm de kendi devamını sürdürüyor. Yani biz sosyalistler sosyalizmin devamını sürdüremiyoruz. Ha kesintiye uğramıştır bu kesintiye uğramış olması bitti anlamına gelmez. Belli kesintiler olur yeniden doğar yani kendi küllerinden yeniden doğar çünkü o özgürlük tutkusu o eşitlik tutkusu illaki zafere kadar devam edecek. Ha bu ne kadar uzarsa halklar için o kadar pahalıya mal olur kaldı ki her kazanımında bir bedeli vardır o bedeli vermeden kazanımda elde edilmez. Demin dedi ki toplumsal değişimi dönüşümü sağlayabilmek için bir bedel vermek gerekiyor işte bu şehitlerimiz o bedellerdir ama bunun devamını sağlamak gerekiyor. Yani geriye dönüp baktığımda bunları görüyorum.

G.K: Türkiye için umut görüyor musun Sabri amca?

Ya Türkiye herhalde en son aydınlığa çıkacak ülkelerden birisi.

Geleneğin Belleği Ana Sayfa