Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri

1970’li yıllarda cezaevleri, özellikle kentlerde örgütlenen sosyalist hareketlerin hem mücadele alanlarından hem de bir tür uğrak mekânlarından biriydi. Uğrak mekânı ifadesi bu mekânlara girip çıkmanın adeta sıradan bir işe dönüşmüş olmasından geliyordu. Bu nedenle hemen her cezaevinde mutlaka sosyalist hareketlerin üyeleri, taraftarları bulunurdu. Cezaevleri bu nedenle aynı zamanda kendi başına bir mücadele alanı olarak görülüyordu. Gündelik hayatın herhangi bir biriminde olduğu gibi cezaevlerinde de kendine özgü örgütlenme araçları inşa ediliyor; buna uygun mücadeleler gerçekleştiriliyordu.

1970’lerde cezaevlerinin yoğun şekilde politik tutuklulara ev sahipliği yaptığı iki dönem sözkonusudur. İlki 1974 yılında çıkarılan genel af öncesi dönemdir. Bu dönemde genellikle sosyalist örgütlerin kurucu kadroları cezaevlerindeydi. 12 Mart 1971 sonrasında ülkedeki tüm sosyalist kesimlere karşı sert bir tasfiye çalışması yapılmıştı. Öldürülen ve idam edilen devrimci gençlerin yanı sıra büyük bir bölümü tutuklanmıştı. Ülkede belli başlı tüm sosyalist örgütlerin kurucu kadroları cezaevlerindeydi. Bu durum cezaevlerini, yeniden örgütlenme için bir bakıma elverişli birer mekân haline getirmişti. Çünkü kurucu kadrolar bazı durumlarda bir arada olabiliyor ya da haberleşebiliyorlardı.

Bu durum Partizan geleneği için de geçerliydi kuşkusuz. Geleneğin birinci dereceden kurucu ismi İbrahim Kaypakkaya işkenceyle öldürülmüş; diğer kurucu kadrolar değişik cezaevlerine konulmuştu. Böylece Partizan geleneği de diğer sosyalist hareketler gibi yeni dönemi büyük ölçüde içeride planlamıştı. Bu süreç 1974’de çıkarılan genel af kararına kadar devam etmiştir.

Devamını Oku