Ünal Ülgen (Ü.Ü:) (1956) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Devim GECE  (D.G:)

Görüşmeden Fabrikalar-Sendikalar-Grevler ile ilgili bölüm:

BELEDİYE İŞÇİLİĞİ- SENDİKAL ÇALIŞMA-İŞTEN ÇIKARILMAM

Şöyle 1,5-2 yıl kadar o kulübede kaldım. Ondan sonra o sırada sendikal meselelerle uğraşmaya başladım. 

Ü.Ü: Bir süre sonra tabi ben Kartal Belediyesi’nde işçi olarak çalışmaya başladım. Şeyde, Kartal iskelesinde belediyeye ait bir kulübe var, orada işte o araçlar geçerken fiş alıyorlar, bu araçlar Yalova’ya geçiyorlar Kartal’dan arabalı vapurla. Orada vardiyalı bir şekilde çalışmaya başladık. Şöyle 1,5-2 yıl kadar o kulübede kaldım. Ondan sonra o sırada sendikal meselelerle uğraşmaya başladım, işte sabahleyin çok erken kalkıp temizlik işçilerinin içine giriyordum, tanzim satış mağazasına giriyordum, orada çalışmalarımı devam ettiriyordum, bayağı da iyi bir arkadaş grubu oluşmuştu. Ondan sonra bir gün sendikada, hatta iki tane de temsilci arkadaşı seçtirdim ben girmeden önce.

Ü.Ü: Ama benim amacım baş temsilciliğe oynamaktı, çünkü sendikal yasaya göre baş temsilciyi işten çıkarmak epey güç olduğu için hedefimi o şekilde belirlemiştim, iyi de gidiyordum bir hata yaptım. Şöyle bir hata; tabi gençliğin verdiği, aceleciliğin, deneyimsizliğin, tecrübesizliğin verdiği bir şeydi bu, yukarıda şantiyede bir işçi toplantısı vardı, biz de belediye başkanının adamlarının orada kavga çıkaracağını, işte sabote edeceğini toplantıyı haberi gelmişti, hazırdık bekliyorduk yani. Çıktık işte 150-200 kişilik bir işçi grubu şantiyede Kartal Belediyesi’nin, gerçekten kavga çıktı, bir anda ortalık karıştı, ben o sırada bir damperli kamyonun üzerine fırladım çıktım, orada bir konuşma yaptım kavgayı durdurdum. Yani işçilerin kardeş olduğunu, birbirlerine vurmaması gerektiği temelinde, yani çok ağır siyasi bir bakış açısıyla değil de genel bir değerlendirmeyle kavgayı durdurunca, sendikacılar kaçmış, camlardan bizi seyrediyor içeriden! Biri bir damperli kamyonun üzerine çıkmış, işçiler de kamyonun etrafını sarmış, şaşırıyorlar, yahu diyorlar Allah Allah bu kim diyorlar! Yani bizde böyle inisiyatifli bir işçi bildiğimiz kadarıyla yok, soruyorlar yanındakilere, kim diyorlar bu adam? Diyorlar o avukat C.Ü. ’in kardeşi! Tabi ağabeyim çevrede çok iyi tanındığı için, ha, şaşırıyorlar falan. Derken tabi, oradaki hata, benim işten çıkarılmama mal oldu sonradan. Bir süre sonra artık ben orada tehlikeli bir insan olmaya başladım. Yani bir toplantıda şöyle bir tartışma yaşanmış, o toplantıda olan bir arkadaş bana anlatıyor, diyor ki, senin adına bir tartışma yaşandı üst düzeyde, işte şu konuşuldu; biz bu adamı hiçbir şekilde ikna edemeyiz, ne buna kadın kullanabiliriz, ne para kullanabiliriz, bu adam yani hiçbir şekilde ikna olmaz! Yani onun için ne yapalım? İşte bayağı bir tartışıyorlar, nasıl bir yol bulalım? Bunu alandan uzaklaştıralım! En son karar şey olarak çıkıyor işte, tazminatını vermek kaydıyla bulunduğu alandan uzaklaştırmak! Ondan sonra tabi ben şeye çağrıldım, merkeze. Tazminatım ödenmek kaydıyla işten çıkarıldım!

………

Ü.Ü: Ondan sonra işte ben tabi bu çalışmalar devam ederken bir ara bir grev yaşandı şeyde, Asis Sendikası’nın Elka Fabrikası’nın grevi ağaç iş kolunda. Ben de ilk defa bir greve gidiyorum yani grev nedir, nasıl gidilir, nasıl çalışılır, grevde ne yapılır? Bir arkadaş vardı o tecrübeliydi, deneyimliydi yani işçi bir arkadaş, sendikal çalışmalar falan yapan bir arkadaş, isim vermeye gerek var mı?

D.G: Bahsedebilirsiniz.

Ü.Ü: He, M.K. dediğimiz bir arkadaş, şey tanıyor zaten, A. arkadaş tanır onu, M.K.ile beraber gittik biz greve. Gittiğim ilk grev ve o grevde iyi bir dayak yedim (gülüyor), o çok ilginç bir şey oldu yani. Tabi gittik şimdi tabi ağaç iş kolu olduğu için kocaman tomruklar üst üste çatılmış büyük bir ateş yanıyor, işçiler o ateşin etrafını sarmış, hava soğuk, herkes parkalı giyinmiş. Sendikanın getirdiği işte çeyrek ekmekler içersinde küçük bir peynir şey yapıyor, yani yemeği onunla hallediyorsun, işte işçiler o ateşlerin başında ekmeklerini falan ısıtıyorlar, küçücük bir peynir parçasıyla grevi devam ettirmeye çalışıyorlar. Bir de ağaç iş kolu olduğu için şey yapmışlar, tornadan sopalar yapmışlar böyle kollarına takmışlar cop gibi, üzerinde haydar yazıyor, bilmem ne yazıyor falan bir sürü ilginç şeyler var. Herkes şeyli yani hazırlıklı, hani bir baskın olur, bir şey olur diye. Tam ben böyle ateşin başında ısınıyordum, M. arkadaş dedi ki ya, sen ısın dedi, ben sendikacı arkadaşlarla görüşeyim geleyim, Canan Bıçakçı vardı, h sendikacı, iyi bir sendikacıydı, onların yanına gitti. Ben böyle ısınırken yanıma biri yaklaştı, arkadaş dedi sen kimsin? Şimdi sen kimsin sorusu tuhaf bir şey, hele benim o koşullarda bana çok ters!

Ya dedim ben Kartal Belediyesi’nin işçisiyim dedim. Hayır dedi, sen dedi patron ajanısın! Yahu arkadaş dedim ne ajanı ne diyorsun? Bir bağırdı, arkadaşlar dedi, koşun dedi, burada bir patron ajanı var! Diyene kadar işçiler bir saldırdı bana sopalarla! Şimdi ben kendi kendimi koruyorum, ya diyorum arkadaşlar durun ben de işçiyim diyorum, ben Kartal Belediyesi işçisiyim, e tabi o öfke şeyi var ya hani, hırs, ajan yakalanmış gibisinden, bayağı bir darbe aldım! Ama o sırada (gülüyor) M. arkadaş bir bakıyor orada bir kargaşalık var ben ortadayım yani dayak yiyorum, birden sendikacılara diyor ki, yahu ne yapıyorsunuz diyor, bizim arkadaşı dövüyorlar! Yapma ya filan diyorlar, sendikacılar koştu yetiştiler, bağırdılar; arkadaşlar durun, arkadaşlar durun yanlış yapıyorsunuz falan! İşçiler durdu, durdu! Ben acayip sinirlendim yani bayağı da üzüldüm. Orada böyle kesilmiş bir tomruk vardı şöyle şey gibi, hani üstüne sıçrayıp biraz bu şey merakım var herhalde böyle yüksek yerleri hiç affetmem yani (gülüyor). Ben bir sıçradım onun üzerine çıktım, güzel bir konuşma yaptım. Dedim arkadaşlar bakın dedim yaptığınız hareket çok yanlış, tamam ben dedim size destek için geldim, ben bir Kartal işçisiyim dedim, siz benim dedim kafama, ters bir yerime vurup beni öldürebilirdiniz dedim! Sorun değil ama bu şekilde ölmeyi dedim asla düşünmezdim dedim, yani bu bana dedim, gerçi öldükten sonra bunu anlama şansım yok ama çok acı bir sonuç olurdu. Ama bu nedir dedim! Bu, önderlerinizi iyi seçemediğiniz anlamına gelir, önderlerinize dedim dikkat edin! Eğer dedim bu arkadaş kendini önder olarak görüyorsa, bundan önder olmaz dedim (gülüyor)…

Ü.Ü: Deyince tabi işçiler bayağı etkilendi, bir de beni çok sevdiler, hani bir de vurmuşlar ya bana, hepsi geldiler sarıldılar, öptüler, özür dilediler falan, ondan sonra çok iyi bir, sıkı bir ilişki geliştirdik. Bir de ben sonra saz çalıp türkü söylemeye başlayınca barakada işte emekçinin türkülerini falan, artık ben orada şey oldum böyle müthiş bir, herkes beni bekliyor bir an önce hani vardiyadan çıkayım greve geleyim. İyi bir grevdi, güzel bir grevdi, işte o sırada şeyi bekliyorduk biz, 60 gün sürdü, 60 gün geceli gündüzlü orada kaldık, yani gece vardiyasında gündüz oradaydım, gündüz vardiyasında gece oradaydım. Büyük dersler çıkardık o grevden. İşte ben barakada seminer vermeye başladım, işte toplumlardan başladık işte işçilere bir şeyler şey yapıyoruz. Ben tabi seminer verirken böyle yaşlı, kafasında beyaz takkeli olan şeyler var, böyle dini görevlerini yerine getiren, namazında niyazında olan işçiler var, onlar böyle, tabi onlar da dinliyor ama o sırada şöyle düşünüyorlarmış, ya bu terörist bizi devlete karşı kışkırtıyor! Bunu sonra bana söylediler yani, tabi biz bilmiyoruz tabi, anlatıyoruz şey yapıyoruz falan filan, sohbetler falan (gülüyor). Neyse, ama şey de bekliyoruz, saldırı da bekliyoruz, saldırı olabileceğini düşündüğümüz için, bu Güzelyalı tarafında bir köprü var, tren köprüsünün altından fabrikaya gidiyorsunuz, tek geçiş yeri köprü. Köprüden, eğer o köprü tutulursa geçilemiyor yani. Biz o zaman işte talaş malaş döktük, üzerine biraz şey döktük, mazot falan her an ateşlenecek biçimde. Ama önce bir işçi şeyi kurduk, barikatı önüne, biz de dâhil. O sırada işte 5-6 tane otobüs geldi grev kırıcı işçiler, genelde MHP’lileri toplamışlar yani grevi kırmak için, jandarmayla beraber saldırdılar. Tabi geçemediler, iyi bir mücadele oldu yani şeyi kıramadılar, o barikatı aşamadılar, geri dönmek zorunda kaldılar. Sonra tabi ben gece vardiyasındayken iki gün sonra mı, üç gün, üçüncü gün şafak vakti şeyi basmışlar, en zayıf anında grev barakasını basmışlar! Ve ben trenle, banliyö treniyle geliyorum, hani greve geliyorum, işten çıktım direkt oraya geliyorum, her an basılabileceğini bildiğimiz için yalnız bırakmamaya çalışıyoruz ama gece tabi zayıflıyor şey, grevin mevcudu zayıflıyor, işçilerin mevcudu zayıflıyor, dışarıdan gelen desteğin mevcudu zayıflıyor. Tabi adamlar şafak vakti bir basıyorlar, jandarma; ben bir geldim ki grev barakasının üzerinde dumanlar tütüyor yani yerle bir olmuş her taraf, soba moba bir tarafa, o büyük sobalar, varil sobalar, tam bir savaş meydanı, yani sanki bir el bombası atılmış oraya, her taraftan dumanlar tütüyor. Eyvah dedim, gece basıldı burası! Hiç hemen şey yapmadan şeye geçtim, Pendik tarafında ASİS (Ağaç Sanayi İşçileri Sendikası) sendikasına gittim, sendikaya bir girdim içerisi ana baba günü, ağlayan, sızlayan, bağıran, öfke, işçiler öfkelenmiş yani o baskın, onları bayağı şey yapmışlar, jandarmayla bayağı bir didişme de yaşanmış yani göğüs göğse.

Tam ben böyle içeri girince o yaşlı iki üç tane işçi var dediğim, onlar da oturmuş hüngür hüngür ağlıyorlar adamlar yani, o beyaz takkeliler. Bir görünce hemen kalktılar koştular, böyle yaşlı gözlerle bir sarıldılar bana, evladım, oğlum biz senden özür diliyoruz falan. Ben dedim ki yahu amca benden niye özür diliyorsunuz yani, ben o zaman gencim 22-23-24 yaşlarında. Dediler sen seminerde diyordun ki, işte polis, jandarma, mahkemeler, zindanlar devletin yanındadır, işte işçilere, emekçilere karşıdır, bakın diyordun, hiçbir greve bir tane jandarma veya polis gelip patrona hesap sormuş mu bugüne kadar! Hep işçilere soruyorsa burada bir sorun var demektir falan, anlatıyorlar falan. Biz dedi, senin anlattıkların sırasında biz de diyorduk ki, yahu bu terörist bizi devlete karşı kışkırtıyor, tamam mı (gülüyor). Diyor, özür dileriz, senden çok çok özür dileriz, sen ne kadar haklıymışsın ne kadar doğru şeyler anlatmışsın bize! O çok güzel bir andı yani! İşçilerin pratik içerisinde gerçeği yakalamaları açısından önemli bir şey ki, tek doğru olan ve güzel olan şey budur, pratikte yaşayarak öğrenmek! E zaten işçi sınıfı hareketlerinin gelişmesini sağlayacak olan da budur, sendikal hareketlerin, işçi hareketlerinin, fabrikalardaki çalışmanın sadece ajitasyon propaganda ile yet… olmaz, yani işçilerin kendi öz deneyimleriyle sistemle çatışarak gerçeği kavramaları en doğru yoldur, en güzel ve en kestirme yoldur. Tabi bu da bir sabır işidir, yani o zaman gelişecek olan kitle hareketlerinin seviyesi, gücü, o atmosfer önemlidir yani bu bizim sübjektif niyetimizle yani yaratabileceğimiz bir şey değil! Bu objektif olarak gelişecek bir şey! Önemli olan o objektif gelişmeyi doğru analiz etmek, doğru bir önderliğe taşımak, doğru takip etmek, onu bir yön vermek! Yoksa olmayan bir şeyi kendi sübjektif niyetimizle yaratmaya kalktığımız zaman, bu hayatın her alanı için de geçerlidir yani, gerek savaşta gerek barışta her şekilde yanlıştır! Ve bugün geçmişten bugüne kadar geldiğimiz noktada kavrayamadığımız şey, bugün kavradığımız şey bu işte!!! Bütün gençlerin de kavraması gereken şey bu! Yani bir mücadele biçimini önceden dayatmak, şabloncu bir biçimde, gelişen toplumsal kitle hareketlerini o günkü aşamasına göre ayarlamama… tek… doğru anlamda şeydir, hem şablonculuktur hem de nasıl diyeyim… biraz şey değişik bir isimlendirme de… hatırlayacağım onu, o önemli bir kelime çünkü yani…

Geleneğin Belleği Ana Sayfa