Veysel Diri (V.D:) (1955) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Devim GECE (D.G:)
(V.D:) Sendikal faaliyet içerisinde biz sadece kendi bulunduğumuz fabrikayı örgütlemedik, Teksa’yı örgütledik, Mensa fabrikasını örgütledik. Çukurova Birlik’in yağ fabrikasının bir bölümü vardı onu örgütlemiştik, hepsinde komisyonlarımız, komitelerimizle, işçi komitelerimiz vardı, e Bossa fabrikaları vardı, Güney Sanayi’de biraz cılızdık, fazla gücümüz yoktu, Paktaş’ta biraz cılızdık ama sonuçta bir ilişkimiz vardı. Ama Teksa, Mensa, Çukobirlik, bu fabrikalarda oralarda organlarımız vardı çalışan, faaliyet yürüten komitelerimiz vardı.
Görüşmeden Fabrikalar Sendikalar Grevler ile ilgili bölüm:
Fabrikadan çıkan işçiler, aynı zamanda semt çalışması içerisinde de o bir kitle gücü oluşturmuş oluyor.
(V.D:) “ …. (73-‘74’ler kastediliyor) o dönemlerde mesela Bossa fabrikası diye bir fabrika vardı, Güney Sanayi vardı iyi hatırlıyorum, o fabrikalarda işçi direnişleri oluyordu. İşçiler fabrikadan çıkınca kahveye geliyorlardı. Onların sohbetlerine tanık oluyordum, hatta bazen onların grevlerine destek için gittiğimi hatırlıyorum ama tabi bu bilince çıkarılmış bir şey değildi. E bir işçi var, işçiler grev yapıyor veya işte o direniş yapıyordu, biz o direnişte destek amaçlı gidiyorduk. Bizi götüren kimse yoktu, biz bir grup olup toplanıp gidiyorduk onlara destek sunuyorduk. Bu ister istemez bizi etkiliyordu. Tabi o dönem devrimci dalganın da etkisi vardı, o 73-74’lerdeki bazı şeyler mesela konuşuluyordu, radyo, televizyon o kadar yayın falan yoktu. Radyodan bazen haber alıyorduk ama konuşuluyordu ve çok işte dediğim gibi, kahvede çalıştığımdan ötürü işçiler mesai saatlerinin dışında kahveye geliyor, kahvede oturuyorlardı, o sohbetlere tanık oluyordum ben, onlar bizi etkiliyordu.”
“Daha sonra fabrika çalışmaları yoğunlaşınca, fabrikadan çıkan işçiler, aynı zamanda semt çalışması içerisinde de o bir kitle gücü oluşturmuş oluyor, muazzam bir güce dönüştü sonradan bu.”
“İşçi çalışması aynı zamanda semt çalışmasıydı, çünkü fabrikada ben çalışıyordum, 8 saatim işte geçiyordu, 8 saatin dışında semtlere geliyordum, semtlerde semt çalışması yürütüyordum, işte değişik fabrikalardan insanlar kazanıyordum. Şimdi bizim o dönemde çok ilginçtir, sendikal örgütlenmenin adı var ama kendisi yoktu, yani bir sendikal faaliyetimiz yoktu. Ben bulunduğum alanda buna ihtiyaç duyulduğunu, örgütleme yapmak istediğimi söyledim, organ da pek karşı çıkan olmadı, ya işte boş ver, fazla zaman ayırıyorsun gibi, şey, çünkü o gün de bizde askeri bakış açısı egemendi. Kazım arkadaş onay vermişti bu çalışmaya. Yürütebilirsiniz, diye. Dolayısıyla benim bulunduğum fabrikada sendikal çalışmayı biz başlattık, iki gruba ayrılmıştık biz, bir CHP’li kanat vardı, çünkü safımız netti dediğim gibi, hatta o dönem şube başkanı olan Ö.F.G. di, şu anda milletvekili.”
“Niğde milletvekili, şu anda Niğde milletvekili, hala mecliste şu anda, o bize karşı… O cumhuriyet Halk Partisi’ndendi. Şu anda da Cumhuriyet Halk Partisi’nden, oldum olası CHP’li o arkadaş. Biz vardık, Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu vardı, Halkın Birliği, Devrimci Yol, Rızgari, biz de ortak bir listeyle çıktı, CHP tek listeyle çıktı, biz seçimi kaybettik. Bizim adayımız biraz tecrübeliydi ama ona karşı şey değildi, çünkü fabrikada CHP’liler daha etkinlikteydi. Sendika seçiminden bahsediyorum.”
(D.G:) Adayınız kimdi?
(V.D:) “Adayımız, Dev Yol’cuydu. M. Adlı bir arkadaş, soyadını hatırlayamıyorum. İkinci dönem de yine CHP’liler kazandı. Sendika[1] DİSK’e bağlı tekstil sendikasıydı, bizim çalışmamız öyle bir noktaya gelmişti ki, DİSK beni ve bir arkadaşımızı (çok iyi çalışıyorduk) ikimizi sendikadan ihraç etme kararı almışlardı. Çünkü biz sendikanın çalışmasını engelliyor idik, o dönem biz sendikaya sosyal faşistlerin egemen olduğunu söylüyorduk, DİSK’in, Tekstil’in genel başkanı o dönem Rıza Güven’di ama bizi ihraç edemediler, işçiler karşı çıktı, biz sendikada kalmaya devam ettik.”
“Dolayısıyla bu sendikal faaliyet içerisinde biz sadece kendi bulunduğumuz fabrikayı örgütlemedik, Teksa’yı örgütledik, Mensa fabrikasını örgütledik. Çukurova Birlik’in yağ fabrikasının bir bölümü vardı onu örgütlemiştik, hepsinde komisyonlarımız, komitelerimizle, işçi komitelerimiz vardı, e Bossa fabrikaları vardı, Güney Sanayi’de biraz cılızdık, fazla gücümüz yoktu, Paktaş’ta biraz cılızdık ama sonuçta ilişkilerimiz vardı. Ama Teksa, Mensa, Çukobirlik, bu fabrikalarda organlarımız vardı çalışan, faaliyet yürüten komitelerimiz vardı ama bunlar parti üyeleri falan değildi, ileri sempatizan boyutundan insanlardı ama muazzam bir gücü vardı. Hatırlamıyorum, Tuncelili ben vardım ama diğerleri başka yerden, fakat Aleviler vardı, Kürtler vardı, Araplar vardı, çünkü Çukurova’da Araplar çok. Paktaş’ta dediğim gibi biraz zayıftık, Güney Sanayi’de biraz gücümüz vardı, Bossa fabrikalarında vardı. Hareket öylesine dalga dalga yayıldı ki, ben, şöyle bir iddiam daha var benim, 12 Eylül Askeri Darbesi’nin nedeni, Türkiye sosyalist hareketi işçi sınıfı içerisinde kök salmaya başladıktan sonra ana neden olarak yapıldı askeri darbe! Çünkü Tariş’te direniş vardı, Çiğli’de bir fabrika vardı aklımda kalmadı şimdi, onlar var, Tekel fabrikaları direnişleri vardı, Aliağa’da direniş vardı. Adana’da darbeden önceki dönemi anlatıyorum, tek tek isim vereyim, biz zaten sürekli eylem halindeydik, Çukobirlik’te direniş vardı ama grev yoktu, biz çünkü en yüksek ücreti alan işçi kesimiydik biz, öyle bir sözleşme yapmıştık. Bizim toplu sözleşme meclise geldi, Turgut Özal o dönem açıp eski yayınlar okunursa, MESS başkanı zannediyorum, ‘Bir Allah’ın kulu yok mu bu toplu sözleşmeye karşı çıkacak’, diye meclise getirmişti o toplu sözleşmeyi. Dolayısıyla Teksa’da, Bossa’da grev vardı, Sasa fabrikasında, çok önemli olan bir fabrika Sasa, suni sentetik iplik üreten tek fabrikaydı o dönem Türkiye’de, sonra MNS diye bir fabrika kuruldu, ne kadar dayandı bilmiyorum. Sasa fabrikasında direniş, işçinin toplu sözleşmeye karşı patronun tutumuna karşı geliştirdiği direnişlerdi bunlar. Hani grev kararı aldık şu bu falan değil ama sendikada işçiler birlikte davranıyordu. Bossa fabrikalarında vardı, Paktaş da vardı, Güney Sanayi’nde adım adım şey gelişiyordu, Paksoy yağ fabrikası vardı, oralarda böyle bir direnişler gelişiyordu. Yani daha açıkçası Adana’daki bütün fabrikalarda böylesine bir direniş vardı, 12 Eylül’e böyle girmiştik biz. E işçiler o tür grevleri tümden, bu Çiğli’deki, Tariş’teki direnişi destekliyordu.”
“Hatırlamıyorum kesin olarak ama bizim de o tür grevleri destekleyip bir iki saat iş bıraktığımız veya işi yavaşlattığımızı hatırlıyorum. Diğer fabrikaların tümünde böyle bir eğilim gelişmişti. Dolayısıyla askeri darbenin oluşumunu ben buna bağlıyorum birazcık, mücadelenin artık öğrenci gençlikten öte sınıfın içerisine sıçraması ve sınıfın içerisinde de onları kontrol edebildiği işte TKP ve benzeri gruplardan öte, silahlı mücadeleyi savunan örgütlerin gücünün gelişmesi devleti ciddi oranda tehdit edip etkilemiştir ve darbe nedeninin biri de budur. Örneğin Alparslan Türkeş Adana milletvekiliydi, o arada onu da bir açayım belki şey olur, Adana milletvekiliydi Adana’ya giremedi! Tabi. Adana Emniyet müdürü Cevat Yurdakul’du, ben senin güvenliğini sağlayamam diye yazı yazdı, yani bildirdi açıkçası, güvenliğinizi sağlayamam gelmeyiniz, demişti. Adana o gün, o dönem hiç unutmam, biraz yağmur da yağıyordu, bütün sokaklar cehennem gibi, ateş gibi yanıyordu, her taraf yakıldı. Evler yakılmadı, dükkânlar yakılmadı, sokaklara talaşlar döküldü, kitle gösterileri yaygınlaştı, korsan mitingler yapıydı, lastikler yakıldı: Biz Türkeş’i istemiyoruz diye! Ve gelemedi Alparslan Türkeş Adana’ya. Bedelini de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul canıyla ödedi! Onun karşılığı o oldu.”
“Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul ondan sonra MHP’li faşistler tarafından öldürüldü.
(D.G:) Cevat Yurdakul demokrat, solcu bir adam mıydı?
(V.D:) “Aynen öyle. Yani büyük ihtimalle CHP’liydi, Adana valisi de o zaman Ömer Hayri Kozakçıoğlu idi, o da CHP’liydi ki 12 Eylül’ün görevden alınması gereken listenin başında o geliyordu ama ona rağmen nasıl olduysa darbe sonrası dönemde görevlendirildi. Hayri Kozakçıoğlu, biliyorsunuz bölge valisi oldu ve en son intihar etti.”
…..
(V.D:) “Solcu patron pek bana şey gelmiyor, patron patrondur solcusu sağcısı olmaz ama o biraz siyasal olarak çıkarını başka yerde olduğunu bilir, çünkü Türkiye’de farklı siyasal klikler var, farklı siyasal klikler farklı patronlara hizmet ediyor, dolayısıyla onların çıkarlarını temsil eder. Onları, o yönlü belki bir solcu varsa odur, başka bir şey değildir ama şu net: CHP bu devletin en akıllı partisidir, Ecevit de öyledir, öyleydi ve onun söylemleriyle zaten bu devleti bugüne kadar taşıyıp getirebildiler! Yoksa sınıfın bu kadar örgütlü gücünün dağıtılması çok zordu, çünkü sınıf öyle veya böyle farklı kesimlerde de yani özellikle revizyonizmin ciddi etkisi vardı ama örgütlüydü bu sınıf.”
….
(V.D:) “Bu şimdi bu yok, şimdi diğer revizyonist kurumların da belli örgütlülüğünün çöktüğünü görüyoruz. Dolayısıyla Ecevit hükümetini yıkmak için Demirel’in önderliğinde geliştirilen kampanya ile ( o zaman hiç unutmam Esnaf ve Sanatkârlar Derneği başkanı vardı.[2] Bendevi Palandöken, şimdi hala yaşıyor mu devam ediyor mu bilmiyorum ama o unsur bunu organize etmişti. Gazetelerde işte verilen boy boy reklamlarla, afişlerle bunu afişe etti) Ecevit hükümetini düşürdüler. Tüm fabrikalar çalışıyordu ama piyasada mal yoktu! Daha hala CHP’nin sırtında bir kambur o, günümüzde de karşımıza çıkıyor bu. O dönem yıktılar ve o yıkmanın ana nedenlerinden bir tanesi zannediyorum işte Ecevit şey, MC hükümetlerinin geldiği en son 1980 24 Ocak Kararları var, ancak onunla gidebilirlerdi, onu başardılar. I. II. III. MC hükümetleri vardı biliyorsunuz, onlar da Türkiye’de sağın örgütlenmesinin önünü açtılar, MHP’nin örgütlenmesinin önünü açtılar. Demirel’in herkes bir şeyini söyler ama ‘Yollar yürümekle aşınmaz’ söylemini söyler ama Demirel’in çok önemli bir söylemi daha var, bu ne hikmetse unutturuluyor, ‘Bana sağcılar adam öldürtüyor dedirtemezsiniz’ sözü çok önemliydi. Dolayısıyla devrimcilerin örgütlü bulunduğu alanların dağıtılmasını emrediyordu. Adana’da Atatürk Parkı vardı, devrimcilerin en çok oturduğu, örgütlendiği, tartıştığı, yan yana geldikler bir merkezdi bu. Hatta söylememde bir beis görmüyorum, Demirel’in, Adana’da bir Atatürk Parkı var dedi, o parkın içerisinde bütün komünistler örgütleniyor, söylemini o dönemde Demirel söyledi, tabi, Demirel bunları söyleyebiliyordu o dönem. Dolayısıyla Çukurova yani Türkiye’nin her tarafında gelişen işçi mücadelesi geliştiğinden bunun devlette korkusu vardı ama devlet bana göre Çukurova’dan çok korkuyordu. Bu örgütlenmenin mutlaka önünün kesilmesinin gerektiğini biliyordu, çünkü Çukurova üretimin ana merkeziydi, hem pamuk orada üretiliyordu, hem fasulye vb. yani hem tarımdaki sanayi girdisi ve sanayinin büyük çoğunluğu oradaydı. Çok sayıda fabrika vardı Adana’da ve Mersin’de ve bunların her birinde en az 500 kişi çalışıyordu. Binlerce işçi vardı Çukurova’da. Bu örgütlülük egemen sınıfları ürkütüyordu. 12 Eylül’ün gelip dağıttığı alanlardan bir Çukurova bölgesindeki örgütlenmedir.
“Koç’un, Sabancı’nın, işte Kara Mehmet’lerin çok üretim yaptığı bölgelerden bir tanesiydi Çukurova. Dolayısıyla devlet çok ciddi önem veriyordu buraya, dağıtılması gerektiğini biliyordu ve MC hükümetleri ile bunlar başarıldı, 24 Ocak Kararları’na gelindiğinde de, 24 Ocak Kararları’yla adamlar hedeflerini belirlemiş oldular zaten. Mesela şunu söyleyeyim, Kenan Evren’in damadı (Şenay Hn ile evli olan) Sasa’da görevli orada çalışıyordu. Darbe sonrası o zaten istihbaratın içerisinde bir adam oluverdi, nasıl oldu bilmiyorum, Sasa’nın çalışanıydı.”
“Sasa fabrikası suni sentetik elyaf üreten, demin söyledim, bir fabrika ve Türkiye’de tek tekeldi, zannediyorum halen de öyledir eğer küçük, ha irili ufaklı bir sentetik, bunlar iplik üretiyor. Böyle bir fabrika, güçlü, önemli bir fabrika yani, grev yapamazsın, fabrikada mesela tatil bile olmazdı pazar günü, mutlaka mesaisi olurdu, hammadde içinde donup kalıyor ve sürekli çalışan bir fabrika yani hiç durmaz ama işçi tatilini yapar ayrı bir olay. İyi örgütlülük, iyi sendika vardı orada, Sasa’da zannediyorum Petrol-İş örgütlüydü, iyi bir örgütlülük vardı orada.”
“Sendikal örgütlenme, işçi örgütlenmesi sanki bizim işimiz değildi, TKP’lilerin veya İşçi Partisi’nin yapması gereken bir şeydi. Böyle bir program yok, böyle bir izah yok ama böyle bir davranış vardı. Dolayısıyla sendikaları örgütleyen genellikle bendim. Memur örgütlenmesi var idiyse de dediğim gibi sendikalar yok, memur sendikaları o dönem yok, dernekler falan vardı, o da gene ahbap çavuş ilişkisi üzerine yürüyen bir ilişkiydi. TÖB-DER’e ben sık sık gidip geliyordum, zaten o faaliyete katıldıktan sonra TÖB-DER’e düzenli olarak gidiyordum, TÖB-DER’in içerisinde işte tartışıyorduk, kendimizi ifade etmeye, anlatmaya… E tabi o dönem Türkiye’de sol hareketin, Maocu kanadı ile sosyal faşistler vardı!.”
“Bir güç yeni yeni biz kitleleri etkilemeye başlamıştık ama, meslek örgütlerinde falan yoktuk. Derneklerde fazla yoktuk. Biz genellikle mahallelerde, halkın içerisinde halkı örgütlemeye çalışan komitelerle bu işi götürmeye çalışıyorduk. Bir de ben kendi özel çabamla sendikaları örgütlemeye çalışıyordu. Sonradan İstanbul’da Devrimci Sağlık-İş, Devrimci Maden-İş kuruldu, ”
[1] 42 arkadaşıyla birlikte TEKSİF’le yollarını ayıran Rıza Güven, bugünkü adıyla Tekstil İşçileri Sendikası’nın 1965 yılında yapılan ilk genel kurulunda genel başkanlığa seçildi. (https://disktekstil.org/riza-guveni-saygi-ve-minnetle-aniyoruz-2/)
[2] http://www.tesk.org.tr/tr/yeni/ozgecmis.php