Zeynel Demir (Z.D:) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen kişi: Şükrü ASLAN (Ş.A:)
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
Yani biz sizden biriyiz” ama, korkmuş insanlar belli şekilde biraz saygı biraz korku böyle tabi o zaman çok cahilce şeyler de oluyordu.
[Tunceli-Ovacık-Eğripınar köyü doğumlu]
Ş.A: Peki sizin politikleşme öykünüz ortaokul yıllarında başlıyor lisede herhalde biraz daha oturuyordunuz? Oradan devam edebiliriz.
[Ovacık’ta Faşizmi ve Hayat Pahalılığını Protesto Mitinginin düzenleyicilerinden olduğunu, mitingin çok kalabalık olduğunu anlatarak- Bu anlatım “Yürüyüş ve Mitingler” başlığı altında yer almaktadır.]
Z.D: Harekete ilk katıldığımız zamanlardı zaten… Bir gün bildiri basılacak. Ovacık ta bildiri basılacak teksir makinası yok. Hozat’ta var. İlkel bir teksir makinası… Gidip onu getireceğiz. A.H.A., bölge sorumlusuydu. Yani amcaoğlu ona bağlıydı. O bizi aldı “benimle beraber gelin teksiri vereceğim size geri getirin” Hozat tarafında böyle tek bir eve gittik işte, biz dışarıda bekliyoruz üşüyoruz, kar var. Bu gecikince, biz eve doğru gitmek istedik. Geldi bize bayağı kızdı. ………..sonra baktı biz çok üzüldük o da bizden özür diledi tekrar o şekilde devam ettik.
Tabi o sürede ben Ovacık ta çalışıyordum Ovacık ve çevresinde… Biz çarşıya çıktığımız zaman bütün esnaflar ayağa kalkıyordu. Daha 16 yaşlarında çocuklarız. Millet ayağa kalkıyor tuhafımıza gidiyordu. Biz kendilerine, “niye böyle yapıyorsunuz? Yani biz sizden insanlarız niye” diye kızıyorduk. Korkmuş insanlar, belli şekilde biraz saygı biraz korku… Tabi o zaman çok cahilce şeyler de oluyordu. Mesela bizim köyde Mehmet Ağa diye biri vardı soy ismi ağa diye Mehmet Ağa… Köyün ortasına çıktığında köyün çocukları hepsi “kahrolsun patron ağa devleti!” diye, taşlıyordu. Adam yürüyemiyordu bile doğru dürüst… ya diyordu “Zeynel nadomane vaze kemeru merzere ez xero fakıro hı hıı” [ Zeynel bu çocuklara söyle, bana taş atmasınlar, ben fakirim] . Yani bu tür şeyler… Aslında toplumsal çelişkiler tam belirgin söylenmiyordu. Esnaf, bakkal vs. sanki biz kendilerine karşıymışız gibi… öyle şeyler anlaşılıyordu.
Bizim Matematik Öğretmenimiz yoktu o dönem.. Matematik dersine bir Yüzbaşı geliyordu. Çok hakaret eden biriydi.
Bir gün bir kız arkadaşı tahtaya çağırdı, bir problem sordu. G.K. adında bir kız arkadaş sorulan soruyu çözdü, gitti. Yüzbaşı bağırdı kendisine “nasıl yaptın bunu? Nasıl? aa kızım sen kiminle çalıştın?” … dalga geçiyor yani kızla… tekrar “sil kızım” dedi, yeniden aynı problemi sordu. Kız strese girdiği için anlamıyor tabii… bu seferde başka bir yöntemle yapıp gidince arkasından gitti, kız arkadaşın kafasına vurdu, kafası tahtaya geçti, yazı tahtasına geçti kafası, kontrplaktır zaten tahta… Biz bu durumu protesto ettik. Bu protestoda bir takım öğrencileri gözaltına alındılar.
Protesto sırasında, askerler cemse [askeri araç] ile geldiler bizi almaya… benim ilk cemse ile gidişimdi… Ovacığın içinden geçiyoruz ben kaçmayı düşündüm. Hemen cemsenin zaten arka tarafında oturuyorum. Jandarmalar iki tarafta, en arkada oturuyor, ben orta yerden atladım “kaçma vururuz seni!” falan diyene kadar, silahı çekene kadar ben kaçtım… Kar çok olduğu için beni göremiyorlar, kaçtım gittim. (Bir daha da zaten öyle gözaltı-tutuklama hali hiç olmadı.) Gözaltına alınan arkadaşları karakoldan almak için, bütün Ovacık halkı toplandı gitti polis karakolunu taşladılar. “ya bize verirsiniz ya biz burayı yıkarız üstünüze!” diye…Kadınlar çoluk çocuk yaşlı herkes gidip kapının önüne dikilince arkadaşları serbest bıraktılar, o Yüzbaşı bir daha derslere gelmedi.
Bu süreçten sonra okul yönetimi, “artık sizi istemiyoruz” yani “3.sınıf öğrencileri okulun tamamını bozuyorlar”… dediler. Biz “o zaman anlaşma yapalım” dedik. Tamam, biz gelmeyelim, ama herkesin diplomasını “pekiyi” ile vereceksiniz… dedik. Kabul ettiler. Biz buna rağmen okula gittik, ama sınıfa-derslere girmedik.
Ovacık Lisesinin ilk mezunları biziz ve hepsinin mezuniyet derecesi “pekiyi’dir.
Kısa süre sonra ben profesyonel çalışmaya ayrıldım daha doğrusu evden ayrıldım.
……
6-7 ay Ovacık çevresinde kaldım ondan sonra görev alanım olarak bana Karakoçan’ı verdiler.
Karakoçan’a faaliyet göstermek için giden arkadaşlar, memnun değil, oradaki taraftarlar bir şekilde bezdiriyor, verimli çalışma yapamıyorlar… Bana bir çanta, çantada bildiriler ve 1 adet 7.65 tabanca verdiler, yola koyuldum. Kırağan deresini takip edip yürüyorum, tam köye yaklaştığımda, Çalakaş köprüsünün orada, bir Başçavuş iki Jandarma, yanında iki tane de köylü var. Başçavuş katıra binmiş jandarmalarla köylüler yaya yürüyor, bana doğru geliyorlar. “Ne yapayım? Ne yapmayayım?” diye düşünürken “çatışmam lazım” dedim, çektim silahı ateş ettim buna, ben ateş edince katır ürktü, Başçavuş yere düştü. Ben ateş ettim ama ondan sonra ne yapacağım? Çünkü bende bir tane 7.65 tabanca var. Gerisin geri kaçmaya başladım, bir köye geldim, orada durdum. Baktım bir sorun yok, yani beni takip eden kimse yok… Meğer Başçavuş ve beraberindekiler keşif için çıkmışlar, ben ateş edince keşfe gitmekten vazgeçip tekrar Mazgirt’e gitmişler.
Ben biraz bekledikten sonra, gelen-giden olmadığını görünce Karakoçan’a doğru yoluma devam ettim.
Karakoçan da beni çingene mahallesine götürdüler. Orada bizim Sempatizan öğrenciler ev tutmuşlar. H.Ç. adlı bir arkadaş vardı. 7- 8 kişi toplanmışız. Bunlar daha önce çalışmaya gelen arkadaşları bezdirdikleri yöntemlerle beni de beni de bezdirmek-boşa çıkarmak amacıyla, dediler ki “gelin güreş tutalım” . Hadi bakalım kim kimi yener, bakalım… Daha önce buraya çalışmaya gelen arkadaşlar anlatmışlardı. Ben amaçlarını bildiğim için, hazırlıklıydım. H.Ç adlı arkadaşı karşıma çıkardılar. Zayıf cılız biri… İtiraz ettim, ben bununla güreş tutmam, bunu rahat yenerim, dedim… Yo dediler, bu bizim en güçlü adamımızdır. Kabul ettim. Ben H.Ç yi tuttum kaldırıp yere vurdum, yerde öyle kaldı. Ağzından, burnundan kan geliyor….
Neyse, iki buçuk yıl orada kaldım, bir gün biri bana hiçbir şey söylemedi ve benim söylediğim her görevi de yerine getirdiler. Güreş tutmanın öyle bir faydası oldu…
İlginç bir anı olduğu için anlattım.
Ş.A: Hangi yıllar oldu bu Karakoçan?
Z.D: 77, 78 başlarıydı
Ş.A: İki buçuk yıl mı sürdü?
Z.D: Evet
Ş.A: Biraz orayı anlatabilir misiniz? Yani mesela orda nasıl örgütlendiniz?
Z.D: Benden önce zaten orada (bölgesel dönemde) bir çalışma vardı. Ben gittiğimde bu ilişkiler ile çalışmaları yürüttüm. [Halkın büyük bölümü Kırmançki (Kürtçe) konuşuyordu, ben bu dili bilmediğim için, dil sorunu yaşadım. Fakat orda bir öğretmenden ders aldım, bayağı da bir öğrendim. Gerçekten yani hani dili konuşmadığın zaman seni yabancı görüyorlar yani yabancı gözüyle bakıyorlar. Burada yaşayan halkın belli bir kısmı Zazaca biliyordu. Peri suyunun kenarındaki köylerin hepsi biliyorlar, ben de [Zazaca] bildiğim için sorun yoktu, ama içe doğru gidildikçe oralarda halk Kürtçe konuşuyordu.
Ş.A: Peki mesela orada bir komiteniz mi vardı? Komite biçiminde mi örgütleniyordunuz? Komite vardı ise kimlerden oluşuyordu? Problemlerinizi nasıl çözüyordunuz?
Z.D: Bizim orda bir komite vardı tabi ki.
Burada daha çok çingene mahallelerinde kalabiliyorduk, korunabiliyorduk.
İlginç bir anekdot anlatayım. Çingene mahallesinde kaldığımız evin tek girişi şöyleydi. Ev sahipleri ile aynı kapıdan giriyorduk, evin bir odası bizim kaldığımız yer, bir odasında onlar kalıyordu. Ev bizim parti eviydi, orda toplanıyorduk konuşuyorduk. Ev tespit edilmiş, ev sahibinin oğlunu gözaltına almışlar, tabii çocuk hiçbir şey bilmiyor. O dönemde [cezaevlerinde] bağımsızlar koğuşu var işte adli tutuklular, siyasi tutuklular falan… [Tutuklanıyor] Kendisine soruyorlar, seni hangi koğuşa gönderelim, diye… demiş ki, beni TİKKO cuların odasına koyun …. Hakim ya da Savcı her kimse, diyormuş ki “yok yavrum burada TİKKO cu, mikkocu yok sen hangi koğuşa gitmek istiyorsun? O ısrarla, “yok” demiş “ben TİKKO cuların şeyine gitmek istiyorum” … dediği için 3 yıl ceza aldı ve cezasını yattı.
****
Ben oraya gittiğimde bizim arkadaşlar ile “Apocular” diye bilinen Kürt hareketi taraftarları arasında bir sorun yaşanıyordu. Delil Doğan (Mazlum Doğan’ın kardeşi), bizim taraftarlarımızdan bir kız arkadaşı seviyormuş, bizim arkadaşlarda karşı çıkmışlar. Okulda kavga etmişler vs… Ben bu konuyu öğrendiğimde, arkadaşları çağırdım, komite olarak konuştuk. Sonra Delil ile de konuştuk… arkadaşlar ikna oldular, sorun çözüldü, ama Delil 1 yıl sonra vuruldu.
Ş.A: Delil Kürt hareketinden miydi?
Z.D: Evet Apocu
Ş.A: Sizin arkadaşlarınızdan birisini sevmesine siz örgüt olarak itiraz etmediniz?
Z.D: Hayır
…
Ş.A: İlginç, mali problemleri nasıl çözüyordunuz?
Z.D: Bizim mali problemlerimiz yok gibiydi. Mesela Teksir lazım oluyordu diyelim, biz gidip yatılı okulda bulunan teksir makinasını alıyorduk yani. Onun dışında gittiğimiz yerde ayakkabımız yoksa halk ayakkabısını veriyordu, elbisemiz yoksa elbise veriyorlardı, para ile hiç ilişkimiz yoktu yani…
Ş.A: Hatırlamıyorsunuz yani?
Z.D: Yok hiç parasal bir sorun yaşamadık. Biz ilk kampanyamızı yaptığımızda, millete dedik ki “kullanmadığınız fazla şeyler varsa bize verin” …para talep etmedik yani.
Ş.A: Peki, Karakoçan sorumlusu olarak, bir başka yere bağlısınız. Yani başka bir Şehir’e gidip gelmeniz gerekiyorsa, yine de bir paraya ihtiyaç oluyordur herhalde?
Z.D: Yok yani benim hiç olmadı. Çünkü ben Şehire gitmedim. Komite toplantılarına yaya olarak gidip-geliyorduk… Ayaklarımızdı paramız. Ayrıca bir paraya ihtiyaç duymadım, kırsal alanda öyle bir sorun yok.
Ş.A: Karakoçan Komitesi nereye bağlı oluyor?
Z.D: Karakoçan Komitesi direk Dersim Merkeze bağlıydı. Ben bölge komitesinde yer alıyordum o zaman. Bölge komitesinden her arkadaş, bir alt bölgeye bölge sorumlusu olarak gidiyordu. Böyle üzüm salkımı gibi.
Ş.A: 1977-79 gibi bu arada çalışıyorsunuz dimi?
Z.D: Evet
Ş.A: Diğer siyasi gruplar Karakoçan’da diğer siyasi gruplar var mıydı? Bu dönemde belli başlı gerilimler? uzlaşmalar? Çatışmalar?
Z.D: Yani APO’ cuların dışında Halkın Kurtuluşu’ndan vardı birkaç kişi öyle… çok yaygın diğer siyasetler yoktu. O dönem bir tartışma konusu vardı. Arnavutluk Emek Partisi (AEP) ile işte Üç Dünya Teorisi gibi konular tartışılıyordu.
İlginç bir anekdot daha anlatayım…
Bir köyde, Halkın Birliği ile bir tartışma organize etmiştik, bu tür tartışmalar aynı zamanda seminer gibiydi. Biz tartışma yerine gitmeden önce herkes tartışma yerine geliyor, toplanıyordu.
Hıdır Aykır diye bir arkadaşımız vardı, Ovacık’lıydı. Sonra şehit düştü o.
Ş.A: Ne zaman? Nerede?
Z.D: Harik köyünde olmuştu tartışma. Hıdır da kleşinkov silahı elinde kahveye gidip oturuyor. Gerçekten tam bir gerilla, Hıdır… Halkın Birliğinden arkadaşlar geliyorlar bir türlü yanaşamıyorlar, Hıdır’a… Bunlar, kendi aralarında :”bu merkez komitesindedir kesinlikle” yani adamın şeyine (duruşuna) falan bakıyorlar, “bu merkez komitesi üyesidir” ”Biz galiba bununla tartışacaz.. anlayalım biraz yani nedir? Neyin nesidir?” diye yanaşıyor birisi diyor ki;
“AEP’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?” Hıdır, Adalet Partisi’ni sorduklarını sanıyor ve dönüyor, Adalet Partisi “faşisttir” diyor. Onlar, “ne biçim konuşuyorsun?” diye itiraz edince, bu ayağa kalkıyor…Biz gecikmeli olarak toplantı yerine geldiğimiz de baktık Halkın Birliğinden kimse yok…
Ne oldu, neden kimse yok, diye sorduğumuz da, Hıdır; “ yahu bana dediler ki “Adalet Partisi’ni nasıl görüyorsun?” ben dedim ki faşisttir. Sonra bana bağırdılar. Ben ayağa kalktım, çektim silahı adamlar kaçıp gittiler” dedi.
Ş.A: Hıdır Aykır nerede öldü?
Z.D: Hıdır Aykır, Kazım Çelik’le birlikte öldü. Çünkü ben çıkmıştım kırsal alandan… o zaman ben buradaydım, Yunanistan’daydım. Hıdır, Ovacık, Kozluca’lıydı. Gazeteler oldukça büyük yer verdiler, öldürüldüğünde…
Kırsal alana çıktığı zaman benim onunla bir hikayem oldu. Dedi ki beni ” Kozluca’ya götür”. Kozluca’ya götürdüm evini tanımıyor. Ya dedim ki “Hıdır nereye gideceğiz?” burası Kozluca. “Tüh yav ben bilmiyorum ki biz nerede oturuyorduk?” dedi.
Ş.A: Gerçekten bilmiyordu?
Z.D: Vallahi bilmiyordu. Onlar bir dönem kalaycılık falan yapmışlar, çok saf bir çocuktu…
Ş.A: …bu arada da Halkın Birliği ayrışması yani siz Ovacıkta iken mi oluyor? Yoksa Karakoçanda’yken mi?
B Yok ben Ovacıktayken olmuştu.
Ş.A: Sizi nasıl etkiledi peki süreç?
Z.D: Mesela Pir Ahmet Solmaz onların saflarında kaldı.Pir Ahmet Solmaz da bütün ortaokul liseyi aynı sırada bitirdik, yani biz birbirimizi çok seviyorduk, gerçekten çok çok iyi bir çocuktu. İşkencedeki direnişi…. Mesela örgütler arası kavgada kesinlikle hiçbir zaman birinin yanında yer almadı, kendi örgütünün bile kavga yapmasına karşı çıktı. Onu biz Ali Haydar Yıldız ın mezarını ziyaret ettiğimiz de yaşadık. HB ile ilk ayrılık olduğu zaman mezara gittik, Ali Haydar Yoldız’ın ölüm yıldönümüydü. Bizimkiler Ali Haydar’a sahip çıkıyorlar, onlarda Ali Haydar “Bizdendir” diyorlar… bir kavga oldu. Biz ikimiz kavganın arasında kaldık. ”Zeynel” dedi bana “ne yapabilirsin? Bu neyin kavgası, utanmamız lazım.” dedi. Ve bağırarak araya girdi, herkes sustu, kavga yatıştı.
Fakir bir insandı çok dürüsttü, işkence de direndi, zaten işkencede direnenlerin çoğunu öldürdüler yani.
Ş.A: En son ne zaman gördünüz Pir Ahmet Solmaz’ı?
Z.D: Vallahi Pir Ahmet Solmaz’ı en son ne zaman gördüm? Ölmeden belki beş ay önceydi.
Ş.A: Nerede? Nasıl?
Z.D: Ovacık’ta görüştük, sanki hiç siyaseten ayrılmamış gibiydik. Hayatımı en çok etkileyenlerden birisi de O’dur.
Ş.A: Öyle mi?
Z.D: Evet
Ş.A: Yani sıra arkadaşlığınızdan mı geliyor? Nerden geliyor?
Z.D: Ya çok dürüsttü başka sıra arkadaşlarımızda vardı ama o farklı düşünüyordu, dürüsttü o öyle inanıyordu çok gençti belki de hani işkencede bazı şeyleri belki de söyleyip kurtulabilirdi, ama o söylemedi, çok farklıydı diye düşünüyorum. Biz bilinçten çok inancımızla ordaydık biz çok kitap okuyarak devrimci olmadık, öyle bir şey yok yani. Oradaki hayat şartlarının bize dayatmış olduğu bir şeydi, işte 38’ de olan olaylar zaten her gün anlatılan şeylerdi, söylenilen türküler, ninniler ya da hep böyle bir öfkeliydik… Pir Ahmet Solmaz gerçekten tam inançlı bir devrimciydi ve çok saygın bir kişiliğe sahipti.
………
Z.D: [ Faaliyet gösterdiğim dönem içinde] benim en çok etkilendiğim şeylerden birisi de Orhan’la birlikte babamın yanına gidişimizdi. Orhan Bakır’la…Orhan Bakır bilmiyordu bizim Ermenilerle ilgili bir şeyimizin olduğunu… Fakat buna rağmen babamla saatlerce sohbet ederdi. Babam her seferinde ona derdi ki “… oğlum yapmayın etmeyin askerler emir eridir, yazıktır, askere bulaşmayın” gibi…
Bir süre sonra tekrar babama gittiğimiz de, Orhan oturur oturmaz Babam hemen Orhan a dedi ki;
“Efendim va, nınay soye kutçira. Nayera tepa va lacım e ke despera sıma yena bomba kınekıre heyn bıpeknıre.. [Efendim dedi, bunlar ….. soyu. Bundan sonra oğlum eğer elinizden geliyorsa münasip yerine bomba bağlayın öyle patlatın]. Bizde dedik, yahu ne olmuş! Megerse [benim yüzümden] götürüp o kadar dövmüşlerki böyle rahmetli annem anlatıyordu her tarafı simsiyah… kaba dayak…birisi potinle vurmuş birisi ağaçla vurmuş bilmiyorum ne? Adamın çok canı acıdığı için artık böyle bir görüşe varıyor.
Babam ile ilgili ilginç bir anıyı da anlatayım. Karakola götürüp “oğlun nerede? ”diye soruyorlar, bu söylemiyor… Eve geliyor…. Rüya görüyor. Rüyasında musayıbı kendisine diyor ki “haco” diyor “musayıp donna zurı meke… tu sona zurıkena… tora perskena tu ınkarkena” [musayip bir daha yalan söyleme… sen karakola gittiğinde yalan söylüyorsun, senden sorduklarında (sorulan benim arandığım için) sen inkâr ediyorsun. Benim babam çok inançlı insandı.
Yaşadığı bu olay sonrasında biz köye gittik… gündüz yani… ben eve girdim babam girmiş karyolaya yorganı da çekmiş üstüne yatıyor…. Ben anneme dedim ki “anne baba hastamıdır”? Annem biraz siyasetçiydi… Gözünü kırptı “ev damına geç dedi” işareti yaptı. Gittim o tarafa bana anlattı. Dedi ki, işte baban rüya görmüş musayıbı kendisine demiş ki “yalan söyleme gördüğün şeyi görmedim deme” ….onun için baban şimdi yorganı üzerine kapatmış ki seni görmemiş olsun….
Yani böyle şeyler de oldu.
Yüne bir işkence olayı daha anlatayım. Bir gün şöyle bir şey yapmışlar bizim köyde… ilkbaharda çünüt diyoruz biz, topraktan su kaynıyor böyle alttan… Tam o mevsimde bütün köylüleri topluyorlar. Babamın eline bir tane ağaç veriyorlar. Bu kavaldır, diyorlar. Topladıkları köylülere de diyorlar ki “bu kavalı çalacak siz hepiniz meleyeceksiz, koyun gibi… el ve ayaklarınızla (4 ayak gibi) yürüyeceksiniz…bir hayvan gibi… O şekilde köylüleri çünüt üzerinde yürütmüşler…. Tüm köylülere verdikleri mesaj şu: siz bunun oğlu yüzünden işkence çekiyordunuz!..
Ben yapılan bu işkenceyi İ.K.K da yazmıştım İ.K.K nın sayılarının birinde var.
Ş.A: İ.K.K nedir?
Z.D: İşçi,Köylü,Kurtuluşu diye bir gazete vardı. Parti’nin kitlesel yayın organıydı.
Ş.A: Tarihini hatırlıyor musun?
B Bu seksen sonrası 81 ya da 82 olabilir.
Ş.A: Tam net tarihi yok değil mi yani?
B Yok ama onu bulabilirim İ.K.K lardan
Ş.A: Öylemi?
Z.D: Başka bir gün, Babam ile O.Ö’nın babasını götürüyorlar Ovacık köprüsünün başına… Ovacıktan Hozat tarafına giderken Munzur suyunun üstünde bir köprü var götürüp o köprüde ayaklarından bağlıyorlar sicimle, ikisini sallıyorlar aşağıda akan suya… O.Ö’nın babası alevi dedesidir. Mart ayıdır, çok soğuk bir aydır. O suyun üstünde bir damla su gelse donuyor… sudan çıkarıyorlar, bıyıkları saçları donmuş… Ondan sonra öyle donmuş halde bıyıklarını kesiyorlar. Ondan çok etkilenmiştim işte…
Ş.A: Baban ne zaman vefat etti?
Z.D: Babam 97 de
Ş.A: 97 de Annen?
Z.D: Annem 95 te
Ş.A: İki sene ara ile?
Z.D: Evet
Ş.A: Anne ile babayı son olarak ne zaman gördün? Biraz son görüşmenizi anlatın?
Z.D: Ben Türkiye ye giremediğim için onları buraya istedim, beraber oturduğum aile vardı. Komün hayatı yaşıyorduk 6 yıl sürdü o 17 kişi aynı evdeydik çocuklar hariç yetişkinler…. Onlar davet ettiler geldi buraya. O zaman gördüm işte annem seksen dört, babam doksan dört yaşında idi… bana dedi ki; “ben şu ana kadar yaşadıysam ölmeye direndiysem seni görmek içindi”.
Annem bana banyo yaptırmak istedi “tabi ki çimdirebilirsin [yıkayabilirsin] sorun yok” dedim. İsteğini yerine getirdim. Bana banyo yaptırdı. 3 aylığına getirmiştim bir buçuk iki ay kaldılar ondan sonra gittiler…. Fazla kalamadılar, buraya da alışamadılar öyle söyleyeyim ben işe gidip geliyorum, babam kapıda oturuyor, merdivenin üstünde. …… eşim doktora gidiyor diyor ki “ben de seninle gelirim”. Gidiyor. Yolda karşılaştığı herkese “ma be her” [hayırlı günler] diyor ya da “selamın aleyküm” diyor. Eşim diyor ki “baba bunlar Türkçe bilmiyorlar”! Bunun üzerine eşime kızıyor.
Ben akşam eve geldim. Bayağı kızmış, böyle kıp kırmızı olmuş, kavgaya hazır yani! “laze” [oğlum] va [dedi] “çıko” [nedir] dedim. “hele vaze… ju zone ejnebı esto..” “bir yabancı dil var, o da Türkçedir” dedi. [eşimi işaret ederek] bu diyo ki ” bunlar anlamıyor” “ başka dil varmı oğlum?” dedi. Ben dedim “yok baba ya başka dil olurmu? halt etmiş yani”. Ben kızdım eşime. Dedim ki “başka ne dil var ki sen babama bunlar anlamıyor” diyorsun…
Düşünün öyle bir dünyada, kendisi Kürtçe konuşuyor ya….. Türkçe de onun için yabancı dildir. Yurt dışında konuşulan dil de yabancı dildir, yani Türkçedir. Başkada dil yok… Yoksa yok yani öyle biliyorsa öyle olsun.
Ş.A: Peki bu arada bu son du 94 değil mi?
B Evet
Ş.A: Cenazeye gittin mi?
Z.D: Yok gidemedim.
Ş.A: O nasıl bir yara? Peki cenazeye gidememek önce annen sonra baban?
Z.D: Ben biraz şanslıyım. Annem o ölmeden iki üç saat önce kendisi ile konuştum. Abim aradı dediki “Anneyi hastaneye götürüyorum ama ölür.” “Anne ile son kez görüş yani” dedi. Konuştum gayet normal konuştum, aradan üç dört saat geçti abim aradı, annemin vefat ettiğini söyledi. Öyle yani… gidemeyeceğimi de biliyordum onun için ona hazırlıklıydım.
Ş.A: Mezarları Ovacık’ta mı?
Z.D: Köyde, Ovacık ta ikisi yan yana, babamla da ölmeden yarım saat önce görüştüm.
Ş.A: Öyle mi?
B Evet, babam daha önce dediğim gibi söyledim, çok inançlı bir insandı ve hissediyor öleceğini… abim aradı beni dedi “baba diyor ki beni dışarı çıkar kapının önüne, yüzümü de güneşe çevir güneşe doğru, ben ölecem”. Dışarı çıkarmadan ben konuştum tabi. Abim, onun dediğini yapıyor, dışarıya çıkarıyor. Yarım saat sürmüyor, ölüyor. Çok rahat öldüler. Ama onlar çok şeydi ytani… Babam mesela bir lokma ekmeği yalnız yemiyordu yani birisi baktığı zaman dışarda, boğazında kalıyordu illaki o kişiyi çağıracaktı. Komşu köylüler bizim ordan geçerken, yani komşu köylüler, eğer acele işleri varsa bizim evin arkasından dolanıp gidiyorlardı, eğer Hacoğlu şey yapmasın, küsmesin diye…..
******
Ş.A: Peki mesela sizin bu politik mücadele sürecinizde diyelim kimlik grupları hiç konuşuluyor muydu? Örneğin, Orhan Bakır Ermeni’ydi, diyelim ki onun üzerinden bir Ermenilik tartışması hatırlıyor musunuz?
Z.D: Ben hiç hatırlamıyorum öyle bir tartışmanın olduğunu. Yani Orhan da zaten o özelliğini çok öne çıkaran bir kişi değildi. Yani Orhan bize [geldiğinde] (köyde bize Ermeni diyorlar diye) benim kendisine özel olarak bir sempatim olduğunu fark ediyordu yani…
Ş.A: Biliyor muydunuz Orhan’ın Ermeni olduğunu?
Z.D: Tabii. Yani bunu basından da biliyorduk yani. Ben Orhan’la çok uzun seneler çalışmadım ama o bölgedeyken hep ilişkim vardı yani. Tek bir dönem birlikte çalışma yürütebildik. O da bölge komitesinde olduğu için görüşmelerimiz çok oluyordu onunla.
Bir dönem de zaten ben daha Ovacık’tayken, Ovacığa gelmişti, Ovacık’ta kalma amaçlı yani o zaman bayağı birlikte dolaştık. Orhan dışarıdan gelen biri olduğu için, bizim oradaki insanlar bir anlamda kendisine daha da fazla önem veriyorlardı, saygılı davranıyorlardı.
Bildiğim başka bir şey, Orhan’ın elinde problem vardı ve elini iyi kullanamıyordu.