Hasan Deniztuttu (H.D:) (1957) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi:  Meral Nergis ŞAHİN (M.N.Ş:)

H.D: TKPML davasında, Süleyman Önder’i de yakalamışlardı orada, şeyi de yakalamışlardı… İsviçre’de… neyse isim aklıma gelebilir de… Süleyman Önder o dönemde MK ikinci MK üyesiydi, diğeri de bizim aday doğuda, üyelik yeni onaylanmıştı. O geçmişti Metris’te de kalmıştı o arkadaş.

Neyse, toplam 17-18 kişi vardı yani yakalanan insanlar, Mersin’de, Adana’da, sağda solda işte orada. İşte 30, şey 35 gün de, şey 34 gün de orada kaldık galiba, yani toplam 45 gün bizi şey yaptılar orada. O zaman yasal olarak 45 gündü. Orada da biz 4 kişi şeye getirdiler, İstanbul’a, uçakla İstanbul’a götürdüler beni, Ali Çelik’i, biraz önce ismini hatırlamadım Turan Talay’dı, yani Turan Talay da yakalanmıştı, Süleyman Önder’i, beni, Ali Çelik ve Ramazan Ceviz miydi neydi onu İstanbul’a getirdilerdi, bizi 4 kişi oraya götürdüler. 3 kişiydik galiba orada, 4 kişi getirilmiştik ama birini nereye götürmüşlerdi tam hatırlamıyorum ya da 2-2 ayrı mı kalıyorduk, şeyde Selimiye’de…

Selimiye’de geçmişte bazı hücreleri, hücreleri atlar için yapmışlar eskiden at koyuyorlarmış oraya, sonradan at için sağlıklı değildir diye kapatmışlar. 12 Eylül’de bize açmışlardı, yani bizi oraya koymuşlardı, at için sağlıksız denilen yere koymuşlardı. Bir havalandırmaya bir saat çıkarmaya başladılar, orada baktık bir şeye, içtimaa ya da diyelim ki işte hazır ol, rahat, spor ya da bilmem ne marş bilmem ne gibi şey, biz de şey yapmadık, o zaman saldırdılar. Biz tabi başka zaman bir daha götürmeye çalıştılar, gene kabul etmeyince bizi bir daha çıkarmadılar zaten oraya, 2,5 ay orada kaldık, oradaydık o arada avukatla görüştük. Avukat benim davaya şey gönderdi, o zaman avukat bürosu vardı bizim bazı taraftar avukatların, o bürodan şey göndermişlerdi, Serhat Bucak’ı göndermişlerdi, bizim, benim davaya o girdi, Serhat girdi. Avukata gidiş yasaktı, görüş yasaktı, elbise giymediğin için görüş yasaktı. Ondan sonra birkaç sefer mahkemeye çıkarıldık orada, yani don atlet gidiyorsun yani, ayakkabı vermek yok! Sadece bir tane eşofman veriliyordu alttan yani o da koğuşun içinde giyiyorsun, bir de düğmeli olan hiçbir şey yok yani düğmeli olan her şey yasaktı, çünkü düğmeyi ilikle diyor, sen iliklemiyorsun, o zaman onlar da yasak koyuyor. Onun için böyle şey, ya bisiklet yaka ya V yaka gibi şeyler, atlet ya da diyelim kibir tişört gibi ya da işte şey gibi, eşof… üst eşofman gibi, altta bir eşofman olur, bir de işte spor şortu gibi bir şort olur, ayağında terlik olur, tokyo terlikler diye derlerdi, onları verirlerdi, onun dışında bir, başka biçimde terlik de vermezlerdi.

Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:

Selimiye’de geçmişte bazı hücreleri, hücreleri atlar için yapmışlar eskiden at koyuyorlarmış oraya, sonradan at için sağlıklı değildir diye kapatmışlar.

M.N.Ş: Evet ben tekrar edeyim cevap anlamında. Yargılama safhanız hangi dava dosyasından yargılandınız, dava dosyasının adı? Dava arkadaşlarınız, yargılama öncesi ve yargılama safhasında tanıklıklarınız! Mahkeme safhası, duruşmalar, duruşmalara gidiş gelişler! Mahkeme heyetinin tavrı, aileler ile olan ilişki, avukatlarınız, avukat görüşü, avukat savunmaları, yargılama safhasında tanık olduğunuz ve sizi en çok etkileyen olay ya da olaylar? Tabi doğal olarak bunun devamında cezaevi, tutukevinin koşulları, fiziki koşulları, cezaevi yönetiminin uygulamaları, onlara karşı tavrınız… Hücre ya da koğuş yaşamı, günlük yaşamınız nasıldı? Ortak alanları nasıl kullanıyordunuz? Yeme içme sorununu nasıl çözüyordunuz? Sıcak su, banyo ve benzeri ihtiyaçlar, çamaşır yıkama benzeri ihtiyaçların giderilmesi ve devamlı parasal sorunu nasıl gideriyordunuz? Bu ortaklaşma nasıl yapıldı?

H.D: ‘78’de bir çatışmada yaralı yakalanmıştım, cezaevin de bir ay falan kaldım. Bir ay sonra cezaevinden kaçtım. Aranıyordum. Arananlar için her tarafta afişler asılmıştı ve  teslim ol çağrıları vardı. 

M.N.Ş: 78’de yaralı nasıl yakalandınız?

H.D: 78’de… 16 Mart günü Beyazıt’ta faşistler tarafından bomba atılarak 5-6 tane devrimci katledilmişti.  Kamuoyunda 16 Mart Katliamı olarak bilinir. (1) Bizim bu katliamdan haberimiz yok, daha önce alınan bir karar gereği o gün Uğur Gür cezalandırılacaktı. Uğur GÜR, Şehremini semtinde polis karakolunun yanında bir lojman da oturuyordu.

M.N.Ş: Uğur Gür emniyet teşkilatından biri mi?
H.D: Uğur Gür siyasi şube ekipler amiriydi.  Uğur Gür, 70’li yıllarda  siyasi örgütlerin yakalanan kadro ve taraftarlarının  sorgusuna  ekibi ile bizzat katılıyordu. Bu ekip,  işkenceci bir ekipti. Uğur Gür, Mete Altan, Muhsin Bodur  birçok devrimcinin katledilmesinde bu ekip fiili olarak yer almıştır.
…..
Mehmet Zeki’nin (2)  Cemil Oka’nın (3) öldürülmesi de bu ekibin işidir.  73’te ben Antep’te idim.  Gazetede okudum,  Ahmet Muharrem Çiçek’in (4)  katledilmesinde de bu ekip var.
Uğur GÜR, Mehmet Zeki’nin ve Cemil’in çatışmasında iki sefer hafif yaralanmıştı. Örgüt, Uğur GÜR’ü cezalandırma kararı almıştı. Eyleme 4 kişi gittik, bekledik. Aracını göremeyince, gittiğini düşündük.   Neredeyse vazgeçiyorduk, takip edildiğimizi  fark ettik. Yakalandıktan  sonra ortaya çıktı ki aslında Çapa’nın orada biz eylem için bir araya geldiğimiz de silahlardan birinin ucu  (kartonu  ve  torbayı da deldiği için)  alttan gözüküyormuş.  Sivil polis silahın ucunu  görmüş, bizi izlemeye almış… İki tane otomatik silah ve tabancalar vs. vardı. 
Biz Uğur GÜR’ün aracını  görmeyince artık vazgeçiyorduk ki, (kuşkulandığımız iki kişi  Şehremini durağında duruyordu)  baktık Uğur GÜR’ün aracı geliyor!  Araç tarandı ve aracın üzerine el bombası atıldı. Ancak el bombası aracın kelebek camına (murat marka bir araçtı) isabet etti ve  alta düştü.
……
O çatışmada 3 kişi yaralı yakalandık, bir kişi  kurtuldu. Ama, büyük bir çatışma oldu. Biz aynı gün  Beyazıt’ta 16 mart katliamı olarak bilinen katliamın yaşandığını bilmiyoruz. Çatışarak Beyazıt-Çemberlitaş tarafına doğru çekiliyoruz, ama baktık  her taraf polis kaynıyor.  Çatışma bir saat civarında sürdü. Biz de çatışmada yaralı yakalandık. Daha önce söylediğim gibi, 16 mart katliamı dolayısıyla her yer polis kaynıyor… Hatta, askeriyeden yardım istiyorlar.
Daha sonra öğrendik ki, Uğur GÜR’ün arabasına 35 cıvarında  mermi isabet etmiş… araba elek gibi olmuş…, kendisini çelik yelek kurtarıyor. Biz çelik yeleği hesaba katmamıştık. Uğur GÜR’ün arabasını takip eden  polis muhabiri bir gazetecinin aracı var, onun aracınada galiba mermiler isabet ediyor, ancak ölümcül yerlerine gelmemiş…
Uğur GÜR, beni elek gibi yaptılar … demiş mahkemede, kasığından vuruluyor. (yani gazeteler de okumuştuk. ) Şoförüne de üç kurşun isabet ediyor. Ancak, bu olayda ölen olmadı.
Yakalandık, 15 gün ağır işkence gördük.

M.N.Ş: Neredeydiniz?

H.D: Gayrettepe’de, Gayrettepe’ye götürdüler, çünkü Vatan Emniyet Müdürlüğü o zaman  yoktu.  Çok ağır işkence gördük. İşkencecilerin  beyin takımına yöneldiğimiz için özel bir kinle işkence yaptılar.  Uğur GÜR  hastanedeyken , o zamanın  içişleri bakanı  CHP li İrfan Özaydın’lı onu hastane de ziyaret ettikten sonra, Gayrette siyasi şube de bizim yanımıza da geldi. Basın, İçişleri Bakanı, teröristleri ziyaret etti diye, kendisini eleştirmişti. Bu ziyaretten birkaç gün sonra  koltuk değneği ile Uğur GÜR siyasi şubeye geldi. Beni neden öldürmek istediniz, dedi.  İşkenceci ve halk düşmanı olduğun için, diye cevap verdik.
……
Uğur GÜR, kendisinin Alevi olduğunu, bize düşman olmadığını belirtti.  Bu görüşmeden sonrada işkence devam etti. Biz üçümüz de yaralıydık. Benim yaram, diğerlerine nazaran biraz hafif sayılır. Bacağımdan kurşun yarası almıştım, ama kemiğe denk gelmemişti. Bir arkadaş dizkapağından, diğeri  dirseğinden yara almıştı.

M.N.Ş: Yaşıyorlar mı arkadaşlarınız?

H.D:  Ayağından yaralanan  arkadaş yaşıyor, İstanbul’da… Diğeri yani  kolundan yaralanan arkadaş  ( Arif ALIÇ, eylem de şoför olarak yer almıştı, birçok eylemde de şoför olarak görev aldı)  Dersim’de bizim bir tane  dengesiz tarafından  cezalandırılıyor, öldürülüyor. Bir de öyle bir kötü örnek var, tarihimiz de.
…….
M.N.Ş: Cezaevine girerken firar etme anlayışıyla mı gittiniz?

H.D: Tabi, firar etmek  bizde bir gelenekti, bir kültürdü. Hareketimiz tarafından cezaevinden çok insan kaçırıldı. Mesela,  Muzafferler  de Niğde cezaevinden kaçırılacaktı. Nezih Uzuner, Sakarya’da kaçırıldı. Toptaşı  Cezaevinden  arkadaşlar  kaçırıldı. Sağmalcılar Cezaevinden tünel kazarak kaçanlar, sahte tahliye ile çıkanlar vs.  Bu yönde yığınlarca örnek var.
………
M.N.Ş: Toptaşı.

H.D: Evet… Toptaşı firarında da olduğu gibi… Her taraftarımız ile ilk ilişki kurduğumuz aşamadan itibaren mücadele konusunda eğitilirdi.  Bu mücadeledir, kavgadır, her an ölebiliriz,  yakalanabiliriz de. Yakalandığımızda ana görevimiz,  direnmek, kendi ilişkilerine  ilişkin, özellikle yoldaşlarına ilişkin, örgüte ilişkin hiçbir bilgi-sır vermemek, esastır. Ve yakalanmak, esir düşmek mücadelenin belli bir kesitinde kaçınılmaz bir şeydir. Eğer yakalanmışsak hayat bitmiş değildir. Ana görevimiz  bir an önce özgürlüğüne kavuşup mücadeleye kalındığı yerden devam etmek  gerekir,  diye eğitilirdi.
Parti içinde  özel faaliyet görevi olan yoldaşlar,  yakalanan yoldaşları cezaevinden çıkarmak için uğraşırlardı. Bu özel görevle görevlendirilen arkadaşlardan biri, bizim eylemde sağ kurtulan,  sonra öldürüldüğü için ismini söylemekte sakınca olmayan  Ali Yılmaz’dı.  Ali Yılmaz, bizi cezaevinde kaçırmaya kendisi geldi.
15 gün  gözaltında,  1 ayda cezaevinde kaldım. C ezaevinden sahte tahliye ile  firar ettim.  Bedri Yağan’ın tahliye yazısı gelmişti, O’nun yerine ben çıktım.  O zaman Dev Sol yoktu, Bedri, Dev Yolcuydu. Üniversitede okuyordu.  15 öğrenci ile birlikte yakalanmıştı. Yakalananlar öğrenciler içinde İGD’liler de vardı. Bir bildiri dağıtımı nedeniyle yakalanmışlardı. O tarihte cezaevleri eğitim yeri gibiydi. Özellikle öğrenci gençlik, cezaevlerini görmeye istekliydi! Cezaevinde, sonradan  Kawa siyasetini benimsemiş ve o gruba katılan eski bir  yoldaşımız vardı.
…….
Benim  ağır bir ceza alacağım belli olduğu için, bu eski yoldaşımız, ben tahliye olursam benim yerime çıkarsın demişti. Cezaevin de, bizim cezaevi temsilcimiz  Hasan Cançöte idi. (şimdi Hollanda’da yaşar, eski Halkın Gücü gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yapıyordu.)   Bedri’nin tahliye yazısı gelince, Hasan,  Dev Yolcularla konuştu. Dev Yolcular hiç problem etmedi. Bedri yerine ben, Kurtuluş’tan birinin yerine de yine durumu ağır olan Acilci bir arkadaş çıktı.
……..
O dönem de ceza evlerinde  örgütler arasında dayanışma vardı. Böyle ağır bir ceza alacağı belli olan devrimciyi,  hangi örgüt taraftarı olursa olsun, bir an öncesi çıkması sağlanırdı.

M.N.Ş: Önceliği vardı.

H.D:  Örgütler arasında dayanışma ruhu o zaman vardı. Mesela, Dev-Yolun sorumlusu Halil diye bir arkadaştı. Kendisine Bedri yerine çıkmama dair talep iletildiğin de, hiç tereddüt etmedi. Bedri’ye bu durum söylenince, hiç tereddüt etmeden kabul etti.
Bedri yerine cezaevinden çıktıktan sonra (arkadaşların haberi olmadığı için)   …..’nin bildiği bir yer vardı,  onların deşifre olmayan bir  yerine gittik. 15 gün sonra bizim arkadaşlar beni saklandığımız yerden aldılar.
Firar ettiğim için hiç İstanbul’daki mahkemeye katılmadım, gıyabımda yargılandım, müebbet cezası ve idam verdiler. Diğer iki arkadaşta müebbet hapis cezası aldı.
Afişlerle, vur emri ile aranıyordum. Firardan birkaç ay sonra Dersim’e, kırsal alana gittim. Dersim’de faaliyet yürüttüm. O yılın sonunda Diyarbakır, Urfa, Siverek tarafına, güney doğuda faaliyet yürütmek için gittim.  Dersim’e tekrar askeri kamp için geldim.
…….
M.N.Ş: 84’de…

H.D: 80’li yıllarda afişlerle aranıyorum,  yollarda adım başı güvenlik birimlerinin aramaları ve kimlik kontrolü yapılıyordu.  Aramalarda genellikle şüpheli gördüklerini  alıyorlardı. Ben temiz giyiniyordum, rahat davranıyordum, onun için aramalardan rahatlıkla geçiyordum.

M.N.Ş: Bakımlı mıydınız..

H.D: Evet.. Hiçbir zaman kot giymedim,   kumaş elbise giyerdim, ütülü ve temiz giyerdim. Tipim de pek dikkat çekmiyordu. Çok da rahat davranıyordum. Mesela otobüs terminalleri ve tren garlarında yapılan kontrollerde, kontrolü yapan görevlileri görünce yolumu  değiştirmiyor, onlara doğru gidiyordum. Böyle rahat hareket edince, onlarda benim devlet memuru vs. olduğumu sanıyorlardı, herhalde…. Ben, çevre ilişkilerini iyi bildiğim bir kimlik taşıyordum. Dersim’de, güney doğuda, başka illerde, Kars, Gümüşhane vb.  de…  82’den sonra Çukurova’da faaliyet gösterdim, orada yakalandım.
…….
H.D:  Bulunduğum çalışma alanlarında hiçbir zaman örgütten maddi destek beklemiyorduk. Çalışmalarımızı kendi imkânlarımızla yürütüyorduk. İhtiyaç duyduğumuz maddi imkanları,  kamulaştırma yaparak sağlıyorduk. Darbe sonrasında kadro sayımız oldukça azaldığı için,   Adana, Mersin, İskenderun, Hatay çalışmasını 3 kişiyle yürütmeye çalışıyor, ancak yetersiz kalıyorduk.
……
H.D:  Ben, Mersin’de (Ali Çelik’le beraber …birkaç yerden kuşatılıp) Suphi ….adlı bir itirafçı tarafından yakalatıldım.

M.N.Ş: Planla.

H.D:  Beni Hatay’a götürdüler.  Hatay emniyetinde 11 gün kaldım. O dönem gözaltı süresi 45 gündü.  Üzerimde, elbise yok (sadece don vardı),  ayakkabı yok.. işkence anlarının dışında, kalorifer borusuna kelepçelenmiş olarak bir odada beton üzerinde bekletildim. 
…..
M.N.Ş:Hangi ay, kaçıncı aydayız?

H.D:  28 Şubat ‘84.
…….

M.N.Ş: O süreçte birileri ile yüzleştirme oldu mu?

H.D: Suphi  ile yüzleştirmediler.  Örgüte yönelik bir operasyon direkt İstanbul emniyetinin denetiminde yapılıyordu.  İstanbul Emniyeti merkezdi.  İstanbul’dan bir ekip geldi. Bir önceki yakalanmam sırasında sorguya katılan kişi, gözümü açtı. ismimle hitap ederek, beni tanıyor musun, dedi. Tanımıyorum, dedim. İstanbul da yakalandığımda işkenceye katılanlardan biri olduğu belli. 11.günden sonra Adana’ya götürdüler. Adana’da 45 günü tamamladılar. Adana’da da yakalanan arkadaşlar olmuştu.

M.N.Ş: Hareketinize dair yakalanmalar mı? 

H.D: Tabi.. tabi. bizim örgüte yönelik operasyonlarda yakalananlar… Süleyman Önder de yakalanmıştı. Süleyman Önder o dönemde  ikinci MK üyesiydi. Bölge de yakalananların sayısı 17-18 kadardı.
Beni, Ali ÇELİK, Süleyman ÖNDER’i ve Ramazan CEVİZ’i  İstanbul’a gönderdiler.
…….
45 gün de İstanbul’da sorgulandık. Toplam 90 gün sorgulanmış olduk. Sonra tutuklandık. 

M.N.Ş: Hangi dava dosyasına eklediler sizi, yeni bir dosya mı açtılar? 

H.D: Yeni bir dosya… İstanbul yargılanmasında gıyabımda müebbet hapis cezası almıştım. Sonradan açığa çıkan ve bazı itirafçıların ortaya çıkardığı eylemler  nedeniyle idam cezası  verildi.
İstanbul Metris cezaevlerinde o dönemlerde Dev Sol, TİİKB’in sürdürdüğü  ölüm orucu vardı.  

M.N.Ş: Tek tip elbise.

H.D: Tek tip elbise dâhil, cezaevlerindeki yaptırımlara karşı  ölüm orucuna gitmişlerdi. İstanbul’a getirildiğimiz de Selimiye Kışlasın da, galiba 2 ay kaldık. Ölüm orucu sonuçlandıktan sonra bizi Metris’e götürdüler.

M.N.Ş:Üçünüzü de …

H.D: Evet, biz  3 kişiydik. Adana’dan getirilirken  Selimiye’de atlar için yapılmış hücrelere  bizi koymuşlardı.  Bu hücreler atlar için yapılmış, ancak  atların yaşamı bakımından sağlıksız oldukları anlaşılınca  vazgeçmişler, kapalı kalmış…Bir süre sonra  havalandırmaya çıkardılar.  Asker gibi davranmamızı istediler, biz buna uymadık. Bu nedenle  bir daha havalandırmaya çıkarılmadık. Bu koşullarda Selimiye’de 2 ay kaldık. Avukat olarak, bana Serhat Bucak gelmişti.
……
M.N.Ş: Koğuşlara geçtiniz. 

H.D: Metris’te Barış Davası tutukluları vardı, elbise giymişlerdi, ancak diğer yaptırımlar bunlara uygulanmıyordu. Bizi, Barış Derneği tutuklularının bulunduğu bölüme verdiler. Biz elbise giymeyeceğimizi idareye söyledik.  Elbise giymeyeceğimize dair dilekçeler  yazdık. Birkaç gün sonra bizi oradan aldılar, Sibirya denilen bölüme gönderdiler. Burada İdare, sayım sırasında saldırgan davranıyordu, yemekler zaten yenmeyecek durumdaydı… Etler ’40 lı senelerden kalan etlerdi…

M.N.Ş: Dondurulmuş.

H.D: Dondurulmuş ve artık çürümüş etler. Pelür kâğıdı verilmezdi, beyaz kâğıt verilmezdi. Mektup yazmak için saman kâğıdı verilirdi.

M.N.Ş: Hangi örgütler vardı sizinle aynı koğuşta o dönem?
H.D: Bulunduğumuz yerde bizim arkadaşlardan birkaç kişi vardı. Dev-Yolculcular vardı, yani değişik örgütlerden insanlar vardı ama şimdi isimlerini hatırlamıyorum.
……
H.D: Elbise giyilmediği için Avukat ve aile görüşü yasaktı. Mahkemeye don-atlet çıkılıyordu. Koğuş içinde giymek için bir tane eşofman ya da şort veriliyordu. Ayakkabı yok, terlik veriliyordu.
…….
M.N.Ş: Hastalar koğuşu var mıydı?

H.D: Hastalar koğuşu yoktu.  Avukat görüşü yok, ziyarete çıkmak yok, aile görüşü yok….  Kantinden  sadece süt alınabiliyordu. Sigara haftada bir defa alınabiliyordu, bu nedenle içen tutuklulara günde 4 yada 6 tane sınırlı dağıtılıyordu.
……. 
M.N.Ş: Temizlik ve yeme içme sorununu nasıl çözüyordunuz?

H.D: Sabun verilirdi. Su bidonları vardı, onları doldurulur, temizlik için kullanılırdı.

M.N.Ş: Sıcak su?
H.D: Sıcak su pek olmazdı. Hafta da bir gün 10 dakika akıtılır ya da hiç akıtılmazdı. Bir yada iki maşrapa ile duş alınırdı..

M.N.Ş: Parasal sorunu nasıl çözüyordunuz?
H.D: Aileler yatırıyordu.
M.N.Ş: Mutfak nasıldı, size gelen yemekler nasıldı?
H.D: Yemekler yenilemeyecek durumdaydı. Üstelik yemekler getirilirken içine ya kum atılırdı yada içine tükürdükleri bile oluyordu. Genellikle yeşil mercimek ve lahana,  pırasa, nohut, fasulye, bazen de etli yemekler çıkardı. Yemeklerin üstü bir tabaka halinde yağ kaplıydı, gres yağı gibi…, Verilen yemekler ya çöpe dökülür, yada yıkanır “terbiye edilerek” (5) yenilirdi.
….
Sıcak su ve yıkama zorluğu karşısında alınan tedbirlerden biri de, aynı koğuşta kalan arkadaşların her birinin kaşığıyla tabağının ayrı olmasıydı.   
….
H.D: Bir ay sonra Sağmalcılar Özel Tip Cezaevine gönderildim. 4-5 ay orada kaldım.
M.N.Ş: Aynı yaptırımlar orada da var mıydı?
H.D:  Vardı, ancak  hiçbir yaptırıma uyulmuyordu. İdare, “bunlar zaten ıslah olmaz” diyerek Metris idarecileri kadar saldırgan davranmıyorlardı. Ancak idarenin dayattığı yaptırımlara uyulmadığı için  orada da  avukat ve aile görüş yasağı uygulanıyordu. Sağmalcılar Özel Tip Cezaevi yeni yapılmıştı, cezaevi firarlarına karşı özel bir proje uygulanmıştı. Blokların orta kısmında yer alan havalandırmanın üstü bile  tel  ızgara ile kapatılmıştı. Bazen, her nasılsa tel ızgaranın altına  güvercin ya da kumrular girerdi. Ancak, bu tel ızgaralar nedeniyle dışarıya çıkmaları kolay olmuyordu.
Haberleşme genellikle mors alfabesi ile yapılıyordu.
Tutuklular Mahkemeye götürülürken önceden bekleme yerine alıyorlardı ve erken saatte bekleme yerine götürüldükleri için, burada kışın soğukta saatlerce bekletiyorlardı. Bu da bize karşı uygulanan  ayrı bir cezalandırma yöntemiydi. Tutukluların elleri  arkadan kelepçelenir ve kelepçeler bilinçli olarak çok sıkılırdı. Mahkemeye götürecek araca (ring aracına) bu şekilde bindirilirdi
………
M.N.Ş: Askeri mahkemede yargılandınız değil mi?
H.D: Askeri Mahkeme de (Adana’da) idamla yargılandım. Ana davamız Adana’da açılmıştı.
….
M.N.Ş: Bu süre içerisinde birlikte kaldığınız arkadaşlarla sosyal siyasal ilişkileriniz nasıldı, yani ne gibi ortak kararlar alıyordunuz, nasıl toplanıyordunuz? Hapishanedeki ilişkileriniz politik anlamda nasıldı?
H.D: Süleyman , Ali , Turan TALAY

M.N.Ş: Süleyman Önder?
H.D: Evet, Süleyman Önder, Ali Çelik’le…Bu arkadaşları benden önce Adana’ya götürdüler,  sonra da beni götürdüler. Adana cezaevi koşulları diğer cezaevlerini aratmıyordu. 
Türkiye’de Metris, Diyarbakır, Mamak  Ceza ve Tutukevleri öne çıkar! Yani bir yönüyle bu doğaldır. (Sağmalcılar’da cezaevi koşullarını yazdım, bu yazı Direnç Çiçekleri’ne konulacaktı, ama konulmadı.. neyse…)
…….
Devlet, Diyarbakır, Mamak, Metris Ceza ve Tutukevlerine  özel olarak önem veriyordu.  Çünkü, Diyarbakır Cezaevi, Kürdistan’i hareketlerin (PKK, DDKD, KUK, KDP, KAWA vb. örgütlerin) yöneticileri ve kadrolarının toplandığı ve ana davalarının görüldüğü yerdi. İdareciler, Latin Amerika’da siyasi tutuklulara uygulanan metodu Türkiye’dede uygulamak istedi. Biliniyor;  Latin Amerika’da sol ve muhalif örgütlerin yönetici ve kadrolarını cezaevlerinde boyun eğdirerek çökerttiler, büyük kayıplar verdirdiler. Boyun eğen kişiler, cezaevlerinden çıktıklarında  reformist olup yasal faaliyet yürütüyor, yasa-dışı faaliyete bir daha girmiyor.  Türkiye yöneticileri, Latin Amerika uygulamalarını burada uygulamaya çalışıyorlardı. Yani Diyarbakır’ı teslim almak PKK’yi teslim almak, diğer  Kürt örgütlerini teslim almak demekti.  Cezaevindeki örgüt  yöneticilerini teslim almak, dışarıda kalanlar bakımından da  caydırıcı olacak ve örgüte katılımı azaltacaktı.
Aynı düşünce Mamak için de geçerlidir. Türkiye’nin en güçlü kitlesel örgütü Dev Yol’du. Dev-Yol’un 8 merkez komite üyesinin 7’si yakalanmıştı. Bu örgütü, kadroları ile beraber Mamak’ta topladılar. Mamak’ta tutukluların yaptırımlara uyması (tabi biz de dâhil çeşitli örgütler  vardı ama)  Dev-Yol’u çökertmek yani teslim almak demekti.
İstanbul Ceza ve Tutukevlerin de ise TİİKB, MLKP, TKPML, TDKP,  MLSPB, Dev Sol gibi örgütlerin   yönetici ve kadroları toplanmıştı.
…..
Dolayısıyla İstanbul cezaevlerini düşürmek; ister Selimiye, ister  Davutpaşa, ister Hasdal, ister Metris, isterse Sağmalcılar olsun .. (Metris öne çıkmıştı) , bu cezaevlerini düşürmek,  örgütlerin hepsine boyun eğdirmek demekti. Bu nedenlerden dolayı  yöneticiler bu üç yere özel bir ağırlık verdiler.
Adana cezaevine gelince…. Bu cezaevi 40’larda yapılan bir cezaevidir. Adana’ya gittiğimiz de  orada direniş yoktu, hepsi tek tip elbise giyiyordu! Biz, ilk başta tek tip elbise giymeyi reddettik, ama  sonradan giydik. Bunun üzerine diğer yaptırımlardan vazgeçerek bizi müşahedeye aldılar. (o zaman sağcılar – solcular, yani faşistler ve devrimciler müşahedede karışık kalıyordu)  Müşahade de,  haftada iki ya da üç gün,  1-1,5 saat havalandırmaya çıkarılıyorduk.  Ama marş  ve eğitim dayatması yoktu… sadece tek tip elbise giymiş olduk.
Bizi koğuşlara vermediler. Koğuşlar da  tek tip elbise ile birlikte askeri yaptırımlar da vardı.
…….
M.N.Ş: Kalabalık mıydı koğuşlar?
H.D: Koğuşların hepsi çok kalabalıktı. Koğuşta kalanları sabahları içtimaya kaldırıyorlardı ve asker disiplini içinde rap, rap, rap, rap asker yürüyüş yaptırıp, marş söyletiyorlardı. Müşaahade de seslerini duyuyorduk…Cezaevinin bodrumunda hücreler vardı. Hücrelerden,  7 kapıdan geçtikten sonra dışa açılabiliyordu. Hiçbir hücrenin penceresi yok.  Tuvaleti var, ancak su teşkilatı diye bir şey yok.  Buralarda kuru bir ranza bile yok! Duvarlarından su akardı, nemliydi, yerler ıslak, nefes almak zordu.  Betonun üzerinde ıslak bir zemin de yatmak zorunda kalınıyordu. Direnenler bu hücrelere konulurdu ve bu cezaya  “Katıksız hapis cezası” (6)  deniliyordu.
….
H.D: Cezaevin de, elbise dışında uygulanan diğer yaptırımlara (düzenli sakal traşı, ön ilikleme vb.) dayatmaları kabul etmediğimiz için bizi  havalandırmaya çıkarmıyorlardı.
……
İstanbul’daki yargılama da gıyabım da idam cezası ve müebbet almıştım. Adana’da mahkemeye çıkabilmiştim. Duruşma günü, bizim duruşmamızdan önce DHB davası duruşması vardı. Garbis’e çok kötü işkence yapmışlardı, (Ermeni olmasıda gerekçe yapılarak) Antep’ten sedyeyle getirmişlerdi.
…..
Adana cezaevin de, mahkemeye götürülürken ve getirilirken askerler tarafından çok hırpalanıyorduk. Üstümüz kan içinde kalıyordu. Mahkeme dönüşü, ceza olsun diye alt hücrelere konuluyorduk.

M.N.Ş: Gardiyan ve asker ortak mı saldırıyordu size, yoksa?
…..
H.D: Yok asker, tamamen asker.
M.N.Ş:Nizami duruş bekleniyor sizden değil mi?
H.D: E tabi.. yani rahat-hazır ol, dur, önünü ilikle, komutanım de…vs.   Tabi bu yaptırımlara uymayınca dövüyorlardı. 5 günlük açlık grevini biz belli bir aşamadan sonra ölüm orucuna dönüştürdük, ölüm orucunda su bile içmedik… Taleplerimizi  kabul ettiler, ancak  ardından hemen  bizi sürgüne gönderdiler.
Adana davasında duruşmaya götürdüklerinde benim de yakalanmamı sağlayan itirafçıyı da (Suphi….) getirmişlerdi. Fırsat yaratarak koridorda dövdüm.
……
Cezaevi koşullarını protesto etmek amaçlı, 1985 yazında, açlık grevine gittik. Cezaevi idaresinin keyfi uygulamalarına son vermesi,  işkenceye son verilmesi,  ailelerimiz ile görüş yasağının kaldırılması ve bize getirilen kitaplarımızın verilmesi vb. talepler ile… Devamında bu aclık grevini Dev-Yol taraftarı arkadaşlar ile birlikte ölüm orucuna çevirdik. Ölüm orucuna başlayanların toplamı 7 kişiydi.  Bizim hareketten sadece ben vardım. Ölüm orucuna başladığımız andan itibaren,su-tuz dahil hiçbir yiyecek-içecek kabul etmedik.  Cezaevi idaresi ölüm orucunun 20 ci gününde  taleplerimizi kabul etti.

M.N.Ş: 85’te…
H.D:  Evet…taleplerimiz kabul edildikten 4-5 ay sonra bizi zaten sürgün ettiler. Cezaevi Savcısı gelip bizi tehdit etti.
……
Türkiye’de işte 5 bin kişi civarındasınız; 2,5 kilo siyanür  hepinizin zehirlenmesine yeter…Gerekirse bunu yaparız… vb. gibi tehditler…
Neyse benimle birlikte  bir arkadaşı  Kırşehir cezaevine, Garbis’i Sinop Cezaevine, diğerlerini de değişik cezaevlerine gönderdiler. 

M.N.Ş: Garbis Altınoğlu mu?

H.D: Evet. Kırşehire gittik, tünel kazarak kaçtık.

M.N.Ş: Kırşehir yeni mi açıldı o zaman?

H.D: Yok, Kırşehir cezaevini  önceden açmışlardı. Orada adli tutuklular vardı. Cezaevi idaresi ve personeli  siyasi tutuklularla hiç karşılaşmamış… Cezaevine gittiğimiz de, Kırşehir  emniyet müdürü de Uğur Gür’dü.

M.N.Ş: Tekrar karşılaştınız.

H.D: Bilinçli olarak oraya götürmüşlerdir, çünkü, önce bizi  emniyet müdürlüğüne götürdüler, oranın önünde beklettiler…

M.N.Ş: Karşınıza çıktı mı emniyete gittiğinizde?
H.D: Yok, çıkmadı.  Emniyet müdürlüğü önünde beklettiler ve  ondan sonra cezaevine götürdüler. Ama, cezaevine girdiğimiz de, önce tamamen soydular ve saatlerce  kıyasıya dövdüler.(benimle sürgün edilen arkadaş Kenan Doğan’dı)

MLSP-B davasından.
H.D: MLSP-B davasından… Bizi falakaya yatırdılar. Ayaklarımız şiştiği için, şişin inmesi ve kangrene çevirmemesi için kaldırıp yürütüyorlar ve kova kova su döküyorlardı. Ipıslak durumdayız. Bizi ondan sonra cezaevinin kör hücrelerine attılar. Hücrede kimse yoktu.
…….
H.D: Hücrelerde pencere  yok,  yerden yarım metre yükseklikte betondan  bir ranza yapmışlar, ranzanın  üzerinde pamuktan  bir yatak vardı. Yatak nemlenmiş ve oldukça pisti…. 2.5 ay sonra bu cezaevine başka arkadaşlar getirilince,  bize bir koğuş verdiler.

M.N.Ş: 2,5 ay o koşullarda mı kaldınız?

H.D: O koşullarda kaldık, evet.

M.N.Ş: iki kişisiniz orada?

H.D: İki kişiyiz, evet.. cezaevinde siyasi tutuklu hiç yok, yani hiç tanışmamışlar. Biz tavır alınca,  gece vardiyasında görev yapan gardiyan sayısı 23 kişiymiş. 2 kişi hariç  21’i bize yapılan işkenceye katılıyor. Fakat sonrasında, idari yaptırımlara karşı duruşumuz nedeniyle gardiyanların hepside bize saygı duyuyordu. Sosyalistler  yada komünistlerle cezaevinde ilk defa karşılaşıyorlar.

M.N.Ş: Karşılaşıyorlar.

H.D: Diğer arkadaşlar da gelince bize bir koğuş verdiler.
…….
14. koğuş dışarıya yakındı. Bu koğuşta kazdığımız tünel açığa çıktı. Bunun üzerine bizi 12. koğuşa aldılar. 12. koğuş, cezaevinin orta yerinde bulunan bir koğuştu… TİKB’li arkadaşlar, artık tünel kazma imkanı olmadığı düşüncesindeydi. Ben koğuş temsilciydim. İdareye gidip gelirken, ana koridordan geçiyordum. Bir defasında koridoru yıkadıklarında, açık bir yerinden koridorun altından boruların geçtiğini gördüm. Boruların geçtiği bu yerden faydalanabiliriz diye düşündüm. Kaldığımız 12.koğuş da tam koridorun başındadır.  Dev Yol’cular çoğunlukta idi,  planımı anlattım,  onlar ikna oldu…  6 ay içinde tüneli hazırladık, 18 kişi bu tünelden kaçtık…
….
H.D: Zaten toplam 18 kişiyiz, 18’imiz de firar ettik yani.

M.N.Ş: Cezaevini boşalttınız!

H.D: Evet, tamamen boşalttık.
Bu arada Adana  yargılamasında da bana  idam cezası verildi… Avukatların itirazı sonucu,  2 idam, 2 müebbet cezası, bir idam, bir müebbete dönüştü. Yargıtay’da onandı. 
……
H.D:  93’ün sonunda  Sağmalcılar cezaevine konuldum. Bu cezaevine gelince de ’94 başlarında hemen tünel çalışmasına başladık.  Hareketimiz de, daha önce ayrılan grup ile yeniden birleşme çalışmasını ifade eden “Birlik dönemi” ydi. Tünel başlangıcı olarak duvarın delinebilmesi 8 ay sürdü.  Ondan sonra tünel çalışmasında 90 metre ilerledik.
………..
Tünel kazma faaliyeti devam ederken, “birlik dönemi” sona erdi. Tünel çalışmasını bilen  3-4 kişi karşı tarafta kaldı, 6 kişi de bizdendi zaten. Biz, karşı tarafta yer alan arkadaşlara,  çıkış işini biz ayarlarız, kesinlikle kimseye bir şey söylemeyin… tünelin güvenliği için…dedik, ancak buna uymayarak dışarıya bir not gönderiyorlar,  bir arama sırasında bu not yakalanıyor… ,  tünelin 30 metresi açığa çıktı.
…..
(1)  İstanbul Üniversitesinden topluca çıkan öğrencilere, Eczacılık Fakültesi önünde, ilerici-devrimci öğrencilerin üzerine faşistler tarafından bombalı bir saldırı yapılmış, bu saldırıda Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt isimli öğrenciler hayatını kaybetmişti.  Bu olay tarihe 16 Mart Katliamı olarak geçti.
(2) Mehmet Zeki Şerit: Ankara Ulucanlar Cezaevinden kaçarak mücadeleye katılır, 24 Kasım 1977 tarihin de İstanbul’da  çatışma sonucu yaralı olarak yakalanır, tedavi yerine işkenceye alınır ve öldürülür.
(3) Cemil Oka : 27 Ağustos 1977 yılında İstanbul’da çatışma sonucu öldürülür.
(4) Ahmet Muharrem Çiçek:  Çapa Tıp Fakültesi öğrencisidir. 19 Mart 1973 yılında İstanbul Şehremini’de bir çatışma sonucu öldürülür. Aynı çatışma da, Kutsiye Bozoklar yaralı olarak yakalanır.
(5) Terbiye etmek: Yıkanan yemeklerin, soğan-salça-yağ ile yeniden yapılmasına tutuklular tarafından verilen ad.
(6)  “Katıksız hapis cezası” asker kişilere uygulanan bu ceza türüdür.

Geleneğin Belleği Ana Sayfa