Murat Aydın (M.A:) (1949) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Şükrü ASLAN (Ş.A:) Devim GECE (D.G)
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
Fırından ekmek alamıyorduk yani. Paramız yetmiyordu aslında.
D.G: Evet, 8 Ağustos günlerden perşembe 2019. Murat Aydın beyefendiyle görüşüyoruz. Kendisinin evine geldik sağolsun ağırladı bizi. Görüşmeyi yapan Şükrü hocam, Şürkrü Aslan ben de kamerada beraber bu görüşmemizi gerçekleştireceğiz. Onur Vakfının çalışmasıdır.Teşekkürler, buyrunuz.
Ş.A: Murat hocam ben de teşekkür ediyorum. bizi kabul ettiğiniz için. Bu çalışma tematik olarak 1970 ve 80 yılları arasında Türkiye’de siyasal süreçleri, siyasal hareket ve örgütlenme biçimlerini, mücadele süreçlerini, o zaman ki gündelik hayatta var olabilme biçimlerini, arayışlarını, çabalarını anlamayı amaçlıyor. Siz de o dönemin en azından bir bölümüne dail olmuş yer almış kişilerden birisisiniz. Bu nedenle bugün biraz bunun üzerine biraz sohbet etmek istiyoruz. Ama isterseni önce siz bize bir kendinizi tanıtın. Ordan başlayalım
M.A: Umarım katkımız olur, umarım bir yararı olur…Ben yoksul bir ailenin çocuğuyumn Tunceli Ovacık ilçesine bağlı eski ismi Parti(*) yeni ismi Karayonca Köyünde 1949 yılında doğdum. Ya da en azaından öyle, Nüfus cüzdanındaki şey öyle gözüküyor. Geçmişte böyle günü güne kayıtlar yapılmazmış. İlkokul üçe kadar kendi köyümde okdum, bir köy evinde bir toprak damda 5-6 arkadaş, 5*6 öğrenciydik galiba. Bir eğitmenimiz vardı ilk okul üçe kadar, o bizi okuttu. İlkokul üçten sonra nahiyede daha devletin yaptığı daha anlamlı bir okulda okuduk. O da iki derslikli bir okuldu. Birinci, ikinci, üçüncü sınıflar galiba bir derslikteydi, dört beşler bir derslikteydi. Biz beşinci sınıfta olanları, dörtte beşte olanları alt sınıflara yardımcı gönderiyordu bazen, denetlemek anlamında. Sonra ortaokula gittim. Ortaokulu gene tek gözlü bir ev, toprak ev tuttuk bir arkadaşımızla birlikte. Sanıyorum 10 liraydı kirası, beş lira ben beş lira arkadaşım veriyordu. Tek gözlü evde… çok zor şartlardaydı. Yani demin Şükrü hocamla sohbet ederken bir haftalık ekmeğimizi alıp gidiyorduk. Tam buğday ekmeğiydi, güzel ekmekti o.
Fırından ekmek alamıyorduk yani. Paramız yetmiyordu aslında. Çökelek alarak, oradan helva bile alamıyorduk. Kar yağdığı zaman yağmur damlıyordu, evin alt da toprak olduğu için ıslanıyordu, çamur oluyordu. O zaman Anadolu’da, biraz eskiler bilir,merdaneler vardı lox(*) derlerdi onlar. Onları dolaştırıyorduk, toprak sertleşiyordu, kil, tam beton görevi görüyordu. O damlalar kesiliyordu. Başarılı bir süreç…geçti ortaokulda yani iyiydi derslerim. Ağırlıklı olarak hemen her yıl iftihara geçtim o zaman fotoğraflarımız asılırdı. Beni bilirlerdi böyle yörede, çalışkan olduğumu bilirlerdi. Sonra öğretmen okulu sınavlarına öğretmenlerimiz bizi yönlendirdi. Sınavlarına girdik. Bir anekdot var onu hiç unutamıyorum. Sınav sonuçlarını bekliyoruz. Dolunay, parlak bir ay ışığı… bizim eskiden, siz de yetişmemişsiniz Şükrü bey, Ufuk hiç yetişmemiştir. Bir harman makinası vardı kolla çevriliyordu, pervaneler döner, rüzgar savuruyor. Samanı ileri doğru üfürüyor. Buğday da arkaya geliyor. Gücümüzle onu çevirmeye çalışıyoruz. Yardım ediyoruz işte aileye. Bir köylümüz Allah rahmet eylesin, gerçek adı neydi bilmiyorum. Piro derdik, Piro Yıldız geldi o dolunayda öğretmen okulunu kazandığımı söyledi. O benim unutamayacağım bir an. Başka okumanın imkanı yoktu çünkü. Şimdi sözlü sınavına gideceğiz, yazılı kazandık sözlü sınavına gideceğiz. Yol paramız yok. İki buçuk lira bir yakınımızdan aldık. O zaman iki buçuk lira yol parası aldık, gittik sınava. Mülakat sınavı, o zaman yani sözlü sınavı, daha doğrusu bakıyorlardı biraz bilgini yokluyorlar, biraz fiziki olarak öğretmen olur mu olmaz mı…Öyle irdeliyorlardı. Orda da olumlu sonuçlar… Tunceli öğretmen okuluna girdim sanıyorum 1963-64-gibi. İki yıl Tunceli Öğretmen Okulunda birinci ve ikinci sınıf okuduktan sonra o zaman bir uygulama vardı İstanbul, Ankara, İzmir’de. Üç ayrı yerde yüksek öğretmen okulları vardı. Not ortalaması yüksek olan 8-10, 8,5-10 arası olanları her bir okuldan 4-5 kişi seçip…Biz beş arkadaşımız İstanbul Yüksek Öğretmen Okuluna geldik o zaman. İbrahim’de eski köy enstitüsü yeni öğretmen okulu oradan seçilerek gelmiş. Biz kitap okumaya öğretmen okulunda başladık biz.
Ortaokulda sanıyorum, ben bir tek… seksen günde Ufuk iyi bilir neydi Gulliver’in…seksen günde devri alem miydi? Neydi? Sadece onu okumuştum. Fakat öğretmen okuluna gelince Yakup Kadri’nin, Halide Edip Adıvar’ın, Yaşar Kemal’in, o zaman İnce Memet çıkmıştı, okumaya başladık. Yeni bir dünya tabii ki kitapları okuyunca. O zaman biraz etkilendik düşüncelerden, Çetin Altan’ın yazılarını okumaya başladık o zaman. Sanıyorum Akşam gazetesinde veya Milliyet birinde çıkıyordu o zaman. Çetin Altan’ın yazılarını okumaya başladık. İstanbul Yüksek Öğretmen Okuluna gelince, biraz bilinçli gelmiştik az çok öyle demokratik düşünceler taşıyarak gelmiştik. Yüksek Öğretmen Okuluna geldiğimizde bütün arkadaşlar bilirler. Bir üstteki devreden arkadaşlar gelir hemen sizi kendi düşüncelerini aşılamaya, vermeye çalışırlar, empoze etmeye çalışırlar. Bize de öyle oldu. üst devrelerden arkadaşlar bizi etkilemek istiyorlardı hep. Hem dindar kesimden sağ kesimden hem sol kesimden arkadaşlar… Başta bir şeydi, bir arada kalınabiliyordu Yüksek Öğretmen okulunda. İşte o süreçte İbrahim de gelmiş.
Ş.A: Oraya geçmeden yani İstanbul’daki Yüksek Öğretmen günlerine geçmeden bira Tunceli Öğretmen Okulunu anlatabilir misiniz? Kimler vardı sizin okuduğunuz dönemde? İdarecileri kimlerdi? Orada nasıl bir gündelik hayatınız vardı?
M.A: Şimdi müdürümüz Necip Güngör Kısaparmak’tı. Rahmetli olmuştur muhtemel. Fatih Kısaparmak’ın babası.
Ş.A: Öyle mi?
M.A: Evet. Son derece titiz. Bir elin parmakları yoktu zaten. O… sonradan belki parmakları olmadığı için o soyadını bilinçli bir biçimde takmıştır. Son derece disiplinli bir insandı. Biz onu gördüğümüz zaman ya saklanırdık, gözükmemek istedik ya da eğer bizi gördüyse düğmemizi iliklerdik, esas duruşta beklerdik, o bize selam verir, geçer giderdi. Son derece disiplinli bir müdürümüzdü. Öğretmenlerimizden fizikçi Allah rahmet eylesin İbrahim bey vardı. O idareye sık sık yardıma çağırırdı. Ama çok unutmadığımız iki kardeş vardı İhsan Kukul, Hasan Kukul 00:09:01
İhsan Kukul, psikoloji öğretmenimizdi. Rahatça bizimle sohbet ederdi. Aynı zamanda sonraki yılda Dırahşan, Dırahşan Okaygün, Niyazi Okaygül’ün eşi, Tuncelili Niyazi Okaygün o gazete çıkarıyordu Tunceli’de
Ş.A: Dirahşan
M.A: Dirahşan Okaygün, evet.
Ş.A: Biraz anlatabilir misiniz?
M.A: Pardon.
Ş.A: Bu Okaygün ailesini biraz anlatabilir misiniz?
M.A: Ben çok Niyazi Beyi, yani gazete çıkardığı için tanıyorum. Oranın köklü ailelerinden Niyazi bey. Drahşan hanım da Batı’dan bir arkadaşımız. Evlenmişler…Birikimli, iyi bir psikoloji hocamızdı. Tabi onunla bizim yakınlığımız İhsan Kukul kadar değildi. Onunla daha resmiydi. Öğretmenlerimiz candandı, iyiydi hepsi.
Ş.A: Öğretmen okulunun o günlerinde de bir politik şey var mıydı? Politik.
M.A: Elbette.
Ş.A: Var mıydı ?
M.A: Elbette vardı. Bayram Akkoç vardı çok sevdiğimiz bir hocamız gene, edebiyat öğretmenimiz. Sayısal ağırlıklı olmama rağmen, o, onu da seviyorduk, çok seviyorduk
Ben Kimya Fakültesini tercih ettim.
’73 DÖNEMİ
Ş.A: Hangi Yıl?
M.A: …..67-68 olayları başladığı zaman biz birinci sınıftaydık. 68 olayları başladığı zaman …şeyde yavaş yavaş 68 yani onun içindeki kültür devrimi hareketi burada da dalgalanmaya yol açtı gençler arasında. Ne diyelim…mitingler çoğaldı, konserler çoğaldı. Üniversitelerde hareketler çoğaldı. Diyelim ki cumhuriyete yönelik olumsuz bir şey varsa gençler hemen tepki vermeye başlıyor. Bağımsız Türkiye, Kahrolsun Amerika gibi böyle o sloganlarla… Bizim şeyde de, bir gün afişler asılmıştı kimyada. Bir akşam o olaylar sonucunda Allah rahmet eylesin ölmüştür muhtemelen, Saffet Rıza Alpar bizim dekanımızdı. Bilim kadınıydı aynı zamanda.
Belli ki niyeti öyle değildi. Afişleri kaldırmış, hadi Atatürk’e karşı, cumhuriyete karşı diye büyük bir şey başladı tepki. Kadıncağız sonra terketti gitti.
O dönemde rahmetli İbrahim doğru dürüst okula gelmedi. Hazırlık bittikten sonra fakülteye çok devam etmedi. O hemen köy çalışmalarına başladı.
Ş.A: İbrahim Kaypakkaya’yla ilk karşılaşmanız nerede oldu ve nasıl?
M.A: Benim aklımda bir anekdot kalmış. Yani tabi çok şey olmuştur da. Çok yakın bilmem muhtemelen alevi kökenli olmamızdan böyle o kültür müdür yoksa onun alevi olduğunu bilmiyorduk yani. Bence o sıcaklık, barışçıl, daha yumuşak insanlara karşı daha yumuşak olma duygusu… Onla nasıl bir araya geldik bilmiyorum yanında Derviş diye bir arkadaş vardı benim hatırladığım kadarıyla. O da Hasanoğlan’dan (öğretmen okulu) gelmişti. Ama bir anekdot aklımda arkada bizim bir bahçemiz vardı, orada hem koşu isterseniz yapabiliyordunuz, barfiks.. vb. spor aletleri vardı biraz. Orda ikimiz de barfiks çalışıyoruz, asılıyoruz, sallanıyoruz filan…. Onun kolları güçlüymüş, benim kollar zayıf. Ben düştüm, kötü de düştüm yere. Böyle nefes alamaz oldum. Fakat İbrahim ben nefes alamıyorum diyemiyorum kendisine. Biraz sonra kendime geldim. Sonra zaten bizim şeylerimiz vardı, aşağıda ders çalışma yeri vardı. Büyük bir kütüphane diyelim. Herkesin masası vardı. Herkes masasını süslerdi. Kitaplarını koyardı. Orda zaten. biribirimizi görürdük. Fakat o hazırlıktan sonra çok az gelmeye başladı. Yani geldiği zaman ancak görürdük. O hazırlıktan sonra köy çalışmalarına başladı. Aydınlık Dergisinin yanında İşçi Köylü gazetesi çıkıyordu. Oraya çok gidiyordu. Bir de sağolsun o haber verirdi birlikte gidelim diye derdi. İşçi Köylü Gazetesine giderdik. Orda o gazete çıktığı günleri o bilirdi. İşte o gazeteyi katlardık, ne bileyim bir yere gönderilirse posta pulları yapıştırılırdı.
Sonra okunurdu o gazete.
Ş.A: Gazetenin yeri neresiydi tam?
M.A.: Tam… Beyazit’i bilir misin? Bilemiyorum. Marmara sineması vardı o zaman, Marmara kafe vardı, sanatçıların yazarların hep takıldığı… onun hemen arkasına doğru. Marmara’nın arkasına doğru. İstanbul Üniversitesine yakındı. Bir gün ordayken, rahmetli Cihan Alptekin de orda, hem sohbet ediyorlar hem gazeteyi şey yapıyorlar. Çok iyi dostlukları vardı. Yani değişik gruplar içerisinde olanlar arasında keskin ayrımlar yoktu. Genel olarak İşçi Partisi vardı bir de Milli Demokratik Devrim çizgisi savunanların oluşturduğu geniş Milli Cephe diyelim . Aralarında çok böyle çok ciddi şey yoktu. Aydınlık 14’cü, 15’inci sayıdan sonra Aydınlık ikiye bölündü. O zaman biraz sertlik oldu. Nitekim öyle bir sıkıntı yaşadı İbrahim. Yani Şahin Alpay konuşmaya gelecek. Teknik üniversiteye…söylemişti söylemiş olmalı bana birlikte gittiğime göre. Teknik üniversiteye gittik. Şahin Alpay’ı karşılayacağız. İşte o bir yerde konuşma yapacak. Öbür arkadaşlar tepki gösterdi, Aydınlık’ın öbür kesimi. Hatta o zamanki şeyinde, İbrahim’e de bir şey rastladı, konuşturmadılar galiba öyle anımsıyorum yani. İlk o zaman sertlik başladı yani.
Ş.A: Tam tarihi nedir bunun?
M.A: Muhtemelen 69’dur. Yani tam şey edemiyorum 69 olabilir yani. Henüz darbe yok yani.
Ş.A: İstanbul Teknik Üniversitesinde yapılıyor bu?
M.A: İstanbul Teknik Üniversitesinde Şahin Alpay gelmiş. Ankara’daydı Şahin Alpay galiba o zaman. Konuşma yapacak. Bakın zaman değişiyor, insanlar değişiyor.Şahin Alpay sonra akademisyen oluyor, sonra zaman gazetesine yazıyor. Sonra başka bir şeyde oluyor ve onun için o zaman dayak yemişti yani.
Ş.A: Şunu anlamak istiyorum. 1969’dur bu tahminen diyorsunuz.
M.A: Öyle Tahmin ediyorum. 69-70 darbe öncesi yani.
Ş.A: İstanbul Teknik Üniversitesinin hangi kampüsünde?
M.A: Gümüşsuyu’ndaydı. Yani ben şeyi bilmiyorum ama Gümüşsuyu’ndaydı.
Ş.A: Şahin Alpay’ın bir konuşmasında ilk kez Aydınlık içerisindeki şeyler…
M.A: E tabi ayrılıktan , Aydınlık Sosyalist Dergiye yakın olan ya da ne diyelim…hani… artık öyle kategorize edersek Doğu Prinçek ve çevresinde olanlar, rahmetli Mahir ve çevresinde olanlar… E tabi o proleter devrimci Aydınlıktan konuşmaya geldiği için Doğu Perinçek ve çevresindendi, öbür arkadaşlar tepki gösterdiler. Ben bu kadar ayırımını fark edecek düzeyde değildim.
Ş.A: İbrahim var mıydı o toplantıda?
M.A: Tabi, tabi. İşte İbrahim’le birlikte gittik. Onu söylüyorum. Yani Şahin Alpay için dayak yedi mesela.
Ş.A: Kimden yedi dayağı?
M.A: Ya şimdi yanlış şey etmiş olabilirim. Şimdi akademisyen, bu Haşmet Atahan olabilir yani muhtemelen. Öyle belleğimde öyle kalmış. Yanlış hatırlıyor olabilirim.
Ş.A: İbrahim ne yaptı? Burada bu toplantıda.
M.A: İşte diyorum ya. Yani kargaşa , karışıklık böyle o karışıklıkta. Savunma yapılır, ne yapılabilir.
Ş.A: Yani İbrahim’in olduğu bir grup Şahin Alpaya’a yakın olan …
M.A: Burada çok grup yoktu.
Ş.A: İki grup var yani.
M.A: Yani şey anlamında, şey diyorum. Kalabalık bir grup da gelmemişti. Muhtemelen beklenilmiyordu da. Yani biri gelecek orada , bir şeyde konuşma yapacak… yoksa sanıyorum biz 5-6 kişiydik öyle kalabalık değildik. Ama içeride salonda oturanlar ayrı onları bekleyenler yani.
Ş.A: Peki siz o zaman İbrahim’le aynı görüşte misiniz?
M.A: E tabi. Yani görüş demeyelim de… Çok candan arkadaşımızdı. Yani nasıl, biz o zaman henüz şey ayrımı olmadan Emek dergisini de okuyoruz rahmetli Sadun Aren’lerin çıkardığı. Ne bileyim Ant dergisini okuyoruz, Doğan Özgüden çıkarıyordu galiba. Ne bileyim bu Aydınlık’tan da okuyoruz. Hepsini okumaya çalışıyoruz, anlamaya çalışıyoruz hepsini. Yani orda eskiden şimdi ki gibi ciddi bir birikim yok. Kaynaklar da yok. Kitaplar da yok. Sonra Sol yayınları falan Bilim Sosyalizm yayınları çıkmaya başladı. Kitaplar çoğalmaya başladı. Başta ortada çok kitap da yok yani. Dolayısıyla belki İbrahim o çizgisini netleştirmişti. Ama biz o kadar, bize biraz romantik geliyordu galiba. Kırlardan böyle kentlere doğru gelmek romantik bir duygu. Belki o yüzden ona … öyle daha şey geliyordu. Oralardan kontrol merkezi, merkezi kontrol daha zayıf.
Barınma imkanları daha çok. Güvenlik imkanları daha fazla. Korunma imkanları daha fazla. Belki o yüzden, belki de işte o zaman, Çin’le ilgili şey Mao’nun hareketi çok yaygınlaşmıştı. Zaten iki düşünce Kentlerde mi mücadeleyi esas, kırlardan mı kentler kuşatılacak… O kırlardan gelmek belki köylü olduğumuz için bize daha şey gibi geliyordu. Yoksa çok bilinçli benim açımdan çok bilinçli bir tercih değildi. Ama ona inanıyorduk yani.
Ş.A: Peki bu o toplantıdan önce sizin okuduğunuz kampüs ile İbrahim’in okuduğu kampüs yakın mı birbirine? Bunlar…
M.A: Fen fakültesi ortak zaten bir tarafı matematik, fizik bir tarafı da kimya. Biyoloji zaten arkaya doğruydu.
Ş.A: İbrahim hangisinde?
M.A: O fen fakültesinde, fizik bölümünde.
Ş.A: Ha.Yani İbrahim aslında fizikçi mi?
M.A: Evet.
Ş.A: Ha. Bunu bilmiyordum. İlk defa öğreniyorum.
M.A: Fizik bölümünde okuyordu. Yani bir anekdot işte ilginç. Çok söylenmiştir gene bir gün sınava gideceğiz. Bizim yurdumuz Çapa’daydı. Çapa’dan yürüdük. Fındıkzade’yi geçtik galiba. Haseki var orda, hastane var. Hastanenin orda İbrahim nerden geliyor bilemiyorum. Kulakları çınlasın M. K., S. vardı falan. Birkaç grup rastladık ona ‘nereye’ sınava gideceğiz. O, sınavdan haberi yok. İstanbul dışında olduğu için götürdük sınava mesela geçti o zaman yani şeydi çok zeki bir arkadaştı. Hakikaten zeki bir arkadaştı. Yani biz hazırlanarak girerdik. İşte keşke yaşasaydı aslında. O zaman… koruyamamışız birbirimizi aslında, korumak gerekiyormuş yani. Diyelim ki sertlikten yanaysa yumuşatmak gerekiyormuş. Biz galiba eleştri özeleştiri yeterince işlenmiyordu o zaman. Belki eleştiri özeleştiri iyi işlense belki daha bir çok şey korunurdu yani. Şartlar aslında ne bileyim biz o zaman sanki hemen yarın devrim olacak, yarın Türkiye’de siyasal iktidar değişecek. Farklı bir şey olacak. Öyle görüyorduk. Ama devrimci bir dalga da vardı gerçekten.
Ş.A: Bu bahssettiğiniz mekân bugün İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik bölümünün olduğu bir yer var mesela. Aynı yer değil mi?
M.A.: Tabi aynı yer.Evet.
Ş.A: O zaman İbrahim o koridorlarda okudu yani?
M.A: Tabi.Yani geldiği sürece o koridordaydı.
O çabuk şey yaptı yani. Cesur bir arkadaşımızdı. Bir gün İlhami Ertem’di, acaba milli eğitim bakanı mıydı? Sağlık bakanı mıydı? Bir bakanımız geldi o zaman Adalet Partisi iktidarda. Toplantı oldu, böyle bir konferans salonunda… Arkadaşlar yani yemeklerden şundan bundan sıkıntılar söylediler. Cesurdu yani o noktada. Bakan konuşurken hemen o tür şeyleri dile getirebiliyordu. Çok cesur bir arkadaşımızdı yani. Yani demek ki o bize göre daha birikimli gelmiş oraya. Okuldan birikimli gelmiş Hasanoğlan dan. Bir düşüncesi de daha şekillenmiş olarak gelmiş veya onun liderlik karekteriydi ya da öyle diyelim. Benim öyle bir karakterim yok. Ben mizaç olarak benim ruhuma uygun değil öyle bir şey.
Ş.A: Başka ortak geçen zamanlarınızdan biraz bahsetseniz.
M.A: E tabi birlikte… Çok dirençli bir arkadaşımız. Yani uzak Doğu sporlarına merak sardım. Şu an nerde diyelim… Tam Sultanahmet’ten aşağı inerken Gülhane’ye doğru solda eskiden keşlerin sineması diye derler. Yetmiş beş kuruşa üç tane film birden izlenirdi. Bunun yanında bir salon vardı. O salon çok ucuzdu. Hatta ücretsiz miydi acaba bize bilmiyorum. Tanıdıklar vardı herhalde çalıştıranlar. Oraya o salonu uzak doğu sporunu veya gene spor yapmaya giderdik. Şimdi sırt üstü yatardık böyle 45 dereceyle ayaklarımızı kaldırırdık. E bizim biraz sonra karnımız yanmaya başlardı. Biz indirirdik. O direnirdi yani. Çok direnirdi. Veya şınav çekerdik, diyelim biz 6 tane, 7 tane, 8 tane çekiyorsak O’nun kolları çok kuvvetliydi, daha çok çekerdi yani. Üstün vasıf atfetmiyorum yani. Her şeyine dikkat ediyordu. Yani tanrılaştırmak gibi diye demiyorum. Gerçeği öyleydi yani. Aynı zamanda çok barışçıl bir insandı. Hiç… biz birlikte şeye gittik onunla. Yani bu yoğun olaylar başlamadan önce bizim o bölgeye gitti. Benim… köyüme de gitti köyümde bir amcamız az miktarda bir fasulye yığmış bir yere. Fasulye az olduğu için (siz bilirsiniz yetiştirdiniz mi yetiştirmediniz mi bilmiyorum, altında taşlar dizili bir … öküz veya at çeker o onları öğütürdü
Başaklarından ayırırdı fasulyeleri veya buğdayları.) O sopayla dövüyor az olduğu için. Bu hemen onun elinden aldı sopayı koca sırığı onu dövmeye başladı. Öyle de şeydi, mütevaziydi. Sonra…
Ş.A: Ne zaman gittiniz köyünüze beraber?
M.A: Ya darbe yok, demek ki 68-69 olabilir yani.
Ş.A: Yani hangi sebeple köye gitmeye karar verdiniz? Nasıl…
M.A: Ya o bölgeleri tanımak istiyordu. Çünkü o bizim köye gitmeden önce de başka bir köye gittik. İnsanları…, dostlarımız vardı. Allah rahmet eylesin ölmüştür, köy muhtarı vardı. Bizim yakınımızdı aynı zamanda. Ona söyledik. O köylüleri topladı. İbrahim onlarla sohbet etmeye başladı ve biz fasulye, yağ, ne bileyim un yardımı istedik muhtar sağ olsun o Amerikan yardımı gelmiş o zaman köylere zaten. Yağ dağıtılacakmış, süt tozu dağıtılacakmış, hemen oradan bir sürü un, süt tozundan, yağdan bir sürü ayarladım. Bir çuval fasulye ayarlamıştım, götüremedik o zaman ama. Yani o bölgeyi tanımaya çalışıyordu o zaman. Henüz bölgeye şey yapmamıştı.
Ş.A: Henüz Aydınlıkçıydı değil mi?
M.A: Tabi tabi. Henüz ayrılma yok.
Ş.A: Bu yolculuğu da biraz anlatır mısınız? Yani İstanbul’dan nasıl çıktınız? Neye bindiniz? Nasıl gittiniz Ovacık’a?
M.A: Şimdi bakın bu yolculuk hiç aklımda kalmamış. Ama başka bir yolculuğu hatırlıyorum. Gene birlikte gittik. D. K. söylüyordu, ya… Bir otobüse bindik. İkimiz yan yana birlikte koltukta oturmadık. Farklı yerlerde numaralar aldık. O başka bir yerde oturdu. Muhtemelen o artık aranıyor pozisyonuna gelmiş yani. Bu köy çalışmalarına katıldığı için aranır pozisyonuna gelmişti. Bir şey olursa beni tanımıyorsun filan diye dedi. Malatya’ya kadar birlikte yolculuk yaptık. Malatya’da Turan Emeksiz lisesi ben şimdi tam nerde bilmiyorum, Turan Emeksiz lisesi. Arkadaşlarımız o zaman orda öğretmenlerdi. İkimiz birlikte gitmedik onlara. Birlikte olduğumuzu bilmesinler diye. Bir ev tek, küçük bir ev orda vardı. Şeyler kapatmıştı, perdeler. O eve girdik. Ben orda kaldım.
O gitti Turan Emeksiz lisesinde arkadaşları gördü. Sonra döndü geldi. Bir süre sonra ben şey yaptım. Hiç onla bir ilişkim yok onunla birlikte değilim gibi. Çok dikkat ederdi şeye. İlişkilere son derece dikkat ederdi.
Ş.A: Malatya’da kaldınız mı peki? O gidişinizde.
M.A: Ben galiba orda iki gün mü kaldık. İki gün kaldım. Sonra…
Ş.A:Nerede kaldınız?
M.A: İşte o dediğim bir toprak ev tek gözlü bir ev. O şeye yakın anladığım kadarıyla, liseye yakın.
Ş.A: Yani o öğretmenlerin evi miydi?
M.A: Yok. O muhtemelen İbrahim’in kaldığı bir ev orası. Onun oraya giderken kaldığı bir ev olmalı. O öğretmenlerin evi güzel olur yani. Birinin evine gittim çünkü. O ev gecekonduyu düşünün, gecekondunun bir gözünü düşünün. Öyle bir evdi yani.
Ş.A: Pardi’de nerde kaldınız peki?
M.A: E bizim evde kaldık.
Ş.A: Sizin eviniz duruyor mu şimdi?
M.A: Yıkıldı. Yerine yeni evler yaptılar.
Ş.A: Biraz ordaki gündeminizi anlatın yani. Nasıl ne yediniz ne içtiniz, ne konuştunuz? Parti köyünde.
Ufuk Demir Bilek: Son iki dakika, kart için buyurunuz.
M.A: Şimdi bakın İbrahim’in etkileyen bir yanı vardı. Nasıl şeytan tüyümü dersiniz konuşma tarzımı dersiniz, birikim mi dersiniz. Ovacık’tayız, gençlere bir şey, bir iki gence haber ilettik. İşte şurada birlikte sohbet etmek istiyoruz, diye. Ve gençler çok eğilimli. Bunlar orta okul öğrencileri, lise henüz yoktu ovacıkta. Veyahut ortaokulu bitirmiş öğrenciler, hemen geldiler o zaman köye varmadan böyle bir dere var, vadi gibi o vadide gençlerle sohbet ettik. birlikte sohbet ediyoruz ama ağırlıklı sohbeti İbrahim yapıyor. O zaman hatırlıyorum gençler şey gibi böyle… yaydan fırlayacak ok gibi böyle, hepsi böyle şey… Çabuk etkileniyorlardı. O mücadeleyi birazcık anlatınca gençleri hani biz şuradayız dese hepsi sanki şey olacak… onun için öyle değildi ama.
Ş.A: O sohbete o buluşmaya katılıpta sonradan hayatını kaybeden kişiler var mı? Hatırladığınız.
M.A: E bu mutlaka o yörede çok şey yani isim olarak bilmiyorum. Ama mutlaka vardır, mutlaka vardır.
Ş.A: Ne kadar süren bir sohbet oldu?
M.A: Bir saat kadar. Böyle çok uzun olmazdı yani.
Ş.A: Neler anlatırdı İbrahim orda?
M.A: Biz neyi düşünüyoruz, neyi yapmak istiyoruz. Türkiye’de nasıl bir yönetim var. Biz gelirsek yönetim nasıl olur gibi genel ama o gençlerin çocukların anlayabileceği dilde. İfade şeyi çok güçlüydü.
Ş.A: PDA’dan birisi olarak anlatıyor değil mi?
M.A: Devrimciler olarak anlatıyor.
Ş.A: Öyle mi?
M.A: Evet.
Ş.A: Pardi’de ne kadar kaldınız o zaman?
M.A: Galiba iki ya da üç gün. Yani şey farklıydı onun gözü hep tarlalardaydı. Toprak damlar vardı üzerlerine çıktık. Bir amca oğlumuz geldi. Çok güçlü kuvvetli. O şeyi söyledi. Askerde topçuydum dedi. O zaman o devrimde sen bizim topçu komutanımız olacaksın ne bileyim ne olacaksın diye yüreklendiriyordu…Yani ona hem bilinç aşılamaya çalışırken hem de köylüye öyle duygularını okşuyordu.
Ş.A: Dönüşünüz nasıl oldu İstanbul’a?
M.A: Ben onunla birlikte dönmedim. O ayrı döndü. O zaman aranmıyordu ama. Benim o ikinci Malatya’ya gittiğimiz zaman aranıyordu. Bizim Tunceli’ye gittiğimiz zaman, o zaman henüz aranmıyordu.
Ş.A: Peki İstanbul’a biraz daha özel zamanlarınız varsa onları anlatınız bize.
U.D: şimdi kart bitmek üzere, isterseniz değiştirdikten sonra devam edelim.
U.D: Şükrü hocam sorunuzu tekrar edebilir misiniz?
Ş.A: Evet. İbrahim Kaypakkaya’nın henüz Aydınlık hareketinin içinde olduğu günlerdeki ilişkileriniz tecrübeleriniz, tanıklıklarınız, toplantılarınız… ordan devam edelim ve şeye doğru gidelim, kopuşa doğru.
M.A: …Yani İbrahim ağırlıklı olarak kırsal yörelerde olduğu için yoğun biçimde görüşmelerimiz olmazdı. İstanbul’a geldiği zaman görüşürdük. O zaman artık İşçi Köylü Gaztesinde daha çok buluşurduk. Çalışma legal olduğu için rahattı o zaman, herhangi bir şey yoktu. Fakat illegal çalışmaya başlayınca , darbeden sonra demokratik hiçbir çalışma imkanı olmayınca bütün hareketler yasadışı ilan edildi. Dolayısıyla Aydınlık hareketi de, Şafak Gazetesi diye bir gazete çıkardı. İbrahim o zaman o hareketin içinde devam ediyor hala. Şafak Gazetesi ulaştırılıyor, o da arkadaşlara yayılıyor. Pullar varsa onlar iletiliyor. Bir de Gençlik Birliği vardı. O Gençli Birliği içinde öğrenci arkadaşlar örgütlenmeye çalışılıyor. Ne bileyim bir süre sonra işte İbrahimler şeyi terketti artık kentleri terk ederek kırlara yerleştiler. Benim anladığım kadarıyla ağırlıklı biçimde konuşmalarda Malatya ve Tunceli bölgesinde daha çok… Bir gün Malatya’dan İstanbul’a geldi. Galiba bir arkadaş haber verdi görüşmek için. Sanıyorum İsmail Çalıkıran, ben, F.B. mıydı belki bir arkadaşı daha vardı herhalde. Florya plajında görüştük. Bir yandan ayrılık olayını konuşuyoruz. Onu önce anlattı sonra ayrılığa temel teşkil eden o Doğu Anadolu Bölgesi komite kararları galiba kaç maddeydi, birkaç madde altında belleğimde kalmadı şimdi, o komite kararlarını, neden böyle bir ayrılığa gittiklerini anlattı.
Silahlı mücadeleye yönelmek gerektiğini düşünüyordu o. Aydınlık yönetiminde bulunanların teslimiyetçi çizgide olduğunu belirtiyordu. Biz heyecanla karşılamıştık onun DABK kararlarını. Görkemli bir şey fılan diye diyorduk. Benim beleğimde o kalmış. Ben orada da her şeye eleştirel yaklaşabildiğini çıkartıyorum İbrahim’in. Ayrılık öyle başlamıştı yani çok ciddi ayrılık. İşte ondan sonra farklı bir şey oldu. Yakın çevre kendi içinde farklı örgütlenmelere girdi. Oradan anladım, öğrenci gençliğin büyük çoğunluğu İbrahim’le birlikte hareketin içinde yer aldı. E ama Aydınlık grubunun bir ayrı yüzü vardı. O yazar kadrosu tümüyle nerdeyse orda kaldı, yazar kadrosu. …Rahmetli Adil Ovalıoğlu sanıyorum ordan ayrılacaktı. Bir anekdotumuz vardı. İşçi Köylü Gazetesine birlikte çıktık. Onu faşistler, “komandolar” onu tanıyorlarmış. Birden silahlı saldırdılar. Adil’e özellikle yöneldiler. Kaçtık biz de hemen o Marmara sinemasının orada Beyazıt’tan Laleli’ye doğru biz de kaçtık. Onlar hem silahlı hem grup halindeydiler. E Allah rahmet eylesin sonra yani Adil Ovalıoğlu trajik bir şeye kurban gitti.
Ş.A: Yani siz, İbrahim, siz ve Adil beraber miydiniz?
M.A: Yok. Yani Adi ile İbrahim’in yakın ilişkileri vardı.
Ş.A: Saldırıya uğradığı zaman…
M.A: İbrahim yoktu orda. Orda değildi. Biz… İbrahim o zaman İşçi Köylü Gaztesinde miydi değildi ama. Biz ikimizdik galiba, ikimiz ayrılmıştık o zaman oradan galiba. Şey söylüyorum yani Adil de ileri gelenlerden biriydi. O da orada ayrılan ve İbrahim’e yakın düşünen bir arkadaştı böyle.
00:05:59
Merkez kısmı daha daha çok şeyle birlikte kaldı yani. Bizim yüksek öğretmenlerden arkadaşlar ayrıldılar. …C. S. diye bir arkadaş vardı o ayrıldı, şey oldu. Bilmem C..’le görüştünüz mü hiç?
Ş.A: Görüşmedik.
M.A: Aslan Kılıç, C.S. ve Ahmet Muharrem Çiçek… Onlar hareket içinde önemli arkadaşlardı.
Ş.A: Onlardan biraz bahsedebilir misiniz? Ahmet Muharrem Çiçek’ten.
M.A. Şimdi Ahmet Muharrem’i biz ancak Turan Emeksiz’e gittiğimiz zaman orda yemekhanede görürdük. Çünkü , o örgütlenme tarzında kimin kimle ilişkisi varsa ancak o onunla görüşürdü. Kimse kimseyle konuşmazdı. Görse bile tanımazlıktan gelirdi. Hem tanıyorsa sadece merhaba derdi o kadar. Yoksa farklı şeyler konuşmazdı yani. Ama Meral şeydi böyle Bizim Yüksek Öğretmen okuluna da gelirdi, voleybol oynarken o pasörlük yapardı. Çok candan çok farklı bir arkadaştı. Allah rahmet eylesin. Yaşasalardı keşke. Biz o örgütlenme anında bir ev tuttuk birlikte, arkadaşların kalmaları için. Ev bulmak zordu o zaman, Ümraniye tarafında anladığım kadarıyla yakında şey vardı. Televizyon ilk kez galiba o zaman şey oluyordu. Bir verici gibi şey vardı onun yakınında böyle. Hatta sular yoktu. Bir kuyu açılmıştı. Su alınıyordu. Bir gecekondu… Meral’le öyle bir şeyimiz oldu yani. Arkadaşların kalabilecekleri bir eve evin…. gençlere vermiyorlardı yani. Bir çift gibi gözüküyorsa ancak veriyorlardı. …Işıklar içinde yatsın… Benim fazla söyleyeceğim şeyim yok.
Ş.A: Bu arkadaşlar öldüklerinde, mesela cenazeleri yapılıyor muydu? Ahmet Muharrem’in, siz katıldınız mı? veya Meral’in…
M.A: Ben sanıyorum o zaman burada değildim.
Ş.A: Öyle mi?
M.A: Öyle evet. Burada değildim. Bir de Sınırlı sayıda herhalde arkadaş katılıyordu. Bu polis şeyinden dolayı, kontrolünden dolayı. Muhtemelen az sayıda arkadaş katılmıştır yani. Bilemiyorum ben o zaman burada değildim.
Ş.A: Ayrılıktan sonra dergi-gazete çıkarıldı mı?
M.A: Ha yok. Basılı bir şey çıkmadı.
Ş.A: Hiç çıkmadı.
M.A: Hiç basılı çıkmadı. Sadece yazılar daktilo edildi . Her taraf onunla… Kemalizm üzerine notlar, ulusal mesele bir de siyasal yazılar o üç ayrı…. o zaman birleştirilmemişti üç ayrı bölümde Kemalizm üzerine tezler ayrı bir şey, ulusal mesele ayrı bir şey , siyasal yazılar ayrı, üç ayrı… Oraya herkese onlardan birer tane önce biri okuyordu veya inceliyordu. Sonra onu varsa görüşlerimiz alınıyordu yani. O… yasadışı yayın dışında basılı bir yayın ben görmedim ben hiç.
Ş.A: Peki bu şey DABK kararları…
M.A: O gene illegal
Ş.A: Yani tedavüldeydi, o şey içinde dolaşıyordu.
M.A: Tabi.
Ş.A: O zaman hareketin bir dergisi yok sadece içinde dolaşan yayınları var.
MA: Yok, yok. Yani şeyin de dergisi yoktu. Zaten hiç kimsenin dergisi yoktu o zaman.
Ş.A: Peki bu dışarıya nasıl anlatıldı? Yani mesela toplantı da mı yapıldı? Ne oldu?
M.A: E tabi hepimizle tek tek görüşülerek toplantılar yapıldı. Görüşler söylendi Neden ayrılmak gerektiği…
Ş.A: Bunu biraz anlatır mısınız? Somut olarak ne toplantılar yapıldı? Kimlerle yapıldı?
M.A: Muhtemelen bizim burada yani evlerde olmadı yani. Yurttaydık herhalde. Yurtlardaydık o zaman İbrahim kendisi şehir dışında kent dışında. İlk toplantımız yurttaydı, biliyorum. Ondan sonraki toplantılar, arkadaşlar bir ev tutmuşsa evlerde ya da yurtlarda daha çok odalarımızda yapılıyordu. Neredeyse bire bir görüşme biçiminde…..
Ş.A: Oluyordu.
M.A: Evet. ..Yani ben hiç şeyi hatırlamıyorum. Yani 5-10 kişi toplandı, 5-10 kişiye işte o olayı anlatmak biçiminde olmadı. Daha küçük gruplar biçiminde sonra herkes kendi ilişkili olduğu arkadaşa da anlatma biçiminde…
Ş.A: Peki mesela diğer siyasi gruplara bilgi vermek bağlamında…
M.A: Muhtemelen verilmiştir muhtemelen. Onu bilmiyorum ben.
Ş.A: Ama öyle toplantılar yapılmadı, diğer siyasi gruplarla.
M.A: Yok. Yani benim bildiğim olmadı. Ama muhtemelen ilişki olmuştur yani. Çünkü o bir… zaten yansıdı şeye… bir muhtarın cazalandırılması…, o Sinanları (Sinan Cemgil ve arkadaşları) ihbar ettiği için…
Ş.A: ilişki vardı.
M.A: İlişki vardı yani.
Ş.A: Sizin gözleminize göre İbrahim Aydınlık grubundan ayrıldığında, hareketinin, aktif üyelerinin ne kadarı yani yüzde kaçı İbrahim’in yanında yer aldı? Yüzde kaçı karşısında yer aldı?
M.A: Ben İstanbul’u biliyorum. İstanbul’da gençlik kesiminde galiba yüzde altmış- yetmişi bu tarafta yer aldı yani.
Ş.A: İbrahim’in tarafında…
M.A: Evet, evet. Gençlik içindeki şey diyorum. İstanbul … ama Ankara’yı bilmiyorum. Ankara’da nasıl şey… Belki de İstanbul’da Yüksek Öğretmen okulundaki arkadaşların etkisiyle çok olmuştur yani. Zaten öyle çok kalabalık bir gövde de yoktu yani.
Ş.A: Evet. Peki İbrahim’in bir kasketli hali var. Yani görüntüsü, bu kasket ne zamandan beri kullanıldı? Ne zamandan itibaren kasket kullanmaya başladı?
M.A: Yani köylük bölgelerde çalışmaya başlayınca taktı. Daha önce kasket takmıyordu. Yani o, dedim ya, ayna gerekir mi, rahmetlinin bir aynası vardı. Saçını da böyle yan tarardı. Böyle bir aynası vardı. Ama kasket takınca biz de artık böyle ne saçını gördük ne başını.
Ş.A: Yani o kasket takması da daha henüz Aydınlık içindeyken…
M.A: Kırsal yörelere gitmeye başlayınca
Ş.A: Köylülerle özdeşim kurmak için.
M.A: Evet aslında, kıyafetini orda hani şeyi vardı. Hani balığın denizde kaybolması gibi, o da öyle düşünüyor. Kılığı da ona uydurarak, kırsal yörede halk içinde kaybolmak gibi…
Ş.A: Ki sanki bu biraz sancılı bir süreç oldu mu? Yani bu ayrışma.
M.A: E biz burada hissetmedik. Yani biz hep yakın çevre hep birlikte davrandığımız için, hissetmedik biz. Ama anladığım kadarıyla İbrahim’in ayrılmasıyla ilgili sıkıntı olmuş.
Ş.A: Nasıl bir sıkıntı?
M.A: …Yani o zamanın konuşmasında söylüyorum yani. Tutuklanmasını istemişler, gözaltına alınmasını istemişler… Yani onu söylüyor kendisine.
Ş.A: Öyle bir hikaye anlatılırdı. Ne kadar gerçekçidir o hikaye… yani hatta fiziken bile temizlemek istemişler. Birini görevlendirmişler, doğru mudur yani o?
M.A: E biz işte o görevlendirilen de bizim arkadaşımız yüksek öğretmenden. Rahmetli oldu. İrfan Çelik, keşke yaşasaydı yani. İşte o zaman rahatça şey edilirdi. Öyle söylendi yani.
Ş.A: O neyle görevlendiriliyor? İrfan Çelik.
M.A: İşte teslim alacaksın. İşte bağlayıp getireceksin gibi. Ama o gidip o okuldan arkadaş olduğu, İbrahim olduğunu görünce farklı davranıyor. Olur yani, mümkündür. Yani bakın Adil’in trajik ölümü…
Ş.A: Öyküsü tam olarak nasıldır? Yani Adil Aydınlıkçı mı?
M.A: Tabi. Tabi o da ileri gelenlerden biriydi. İstanbul’da.
Ş.A: Ha, o zaman o da ayrılmak istediği için ya da…
M.A: Farklı. Yani onların da kendi için de tam Aydınlık da bütün değil. Farklı bir grup olarak çıkmaya çalışıyorlardı. Orda o trajik şeye… Ama hepsinin İbrahim’len sıcak ilişkileri vardı. İbrahim dostluk ilişkilerini iyi kurmayı beceriyordu. Bu herkeste olmayan bir şey. Biriyle sohbet etmek için epeyce zamanın geçmesi gerekir. O rahatça diyaloğu kurabiliyordu yani. O bakımdan değişik insan gruplarıyla ilişkileri çok farklıydı yani. O bakımdan insan hayran kalıyordu. Şeye gittik bir gün… bu henüz Aydınlık içinde…Eminönü’nde o zaman Malatya’dan gelenlerin hepsi seyyar satıcıydı, tablaları vardı. İçinde teyp vardı, radyo vardı, ne bileyim bir şeyler vardı. Sirkeci- Eminönü arasında hep onlardı. Tek tek onlar birlikte… Ben tanımıyordum beni götürdü onların bir kısmını tanıştırdı. Onların her birini tek tek tanıyordu. Tanıdıkları birisine şey de verdi. Harçlık da verirdi onlara. Yani şeyi farklıydı ilişkileri insanlarla. Candan ilişkiler. Nasıl onu beceriyordu, nasıl şey ediyordu… Ben en azından, benim o gördüğüm seyyar satıcılardan 7-8 kişiye uğradı. Onların hepsi Malatyalıymış, Kürecikliymiş….
Ş.A: Tam olarak neredeydi bu seyyar satıcılar?
M.A: Sirkeci’yi biliyor musunuz?
Ş.A: evet.
M.A: Sirkeci, Eminönü meydanı, Sirkeci, Karaköy. O köprüde hem o tarafta hem bu tarafta, iki tarafta da… o seyyar satıcılar vardı. O zaman çok yaygındı İstanbul’da o tür şeyler.
Ş.A: Peki İbrahim’i bir büyük, yani kalabalık bir toplantıda konuşmacı olduğu, böyle bir toplantı…
M.A: Ben görmedim.
Yok, en azından ben görmedim. Evet yani o çok onu seven birisi değildi yani. Böyle yani rahmetli Deniz bütün kitlelere hitap ederdi. Mahir kitleye hitap ederdi. İbrahim farklıydı yani, şey olarak mizaç olarak da farklıydı. Ben en azından ben rastlamadım o tür şeye. Böyle beş kişi, on kişi, on beş kişiye hitap etmiş de. Büyük kalabalıklara hitap ettiğini görmedim ama belki de az bulunduğu için burada. Kırsal yörede oldu mu bilmiyorum.
Ş.A: Sevgilisi var mıydı?
M.A: Okulda bir arkadaşa yakınlığı vardı, okulda ama şey olamadılar yani. … Kulakları çınlasın. Sonra Malatya’da olmuş arkadaşın sevgilisi. Ama yüksek öğretmende bir arkadaşla bir yakınlığı vardı. Ama arkadaş oldular mı, sevgili oldular mı, olmadılar yani uzaktan bir şey…
Ş.A: Yani o yakınlığı nasıl öğrendiniz? Öyle bir yakınlık olduğunu…
M.A: Genellikle konuşulurdu erkekler arasında. Kendi aramızda konuşurduk. O da şeye yakın, bölümünüze yakın felsefeci bir arkadaştı ve iyi bir arkadaşımızdı.
Ş.A: O yani sizin kendi aranızdaki bu sohbetler bu yakınlaşmayla ilgili sohbetler henüz Aydınlık’tayken mi vardı?
M.A: Aydınlık’ta, daha başlarda. Siyasal olayların içine girince zaten bu tür şeyler biraz bencil gibi karşılanıyor. Demin Ufuk söylüyordu ya, aslında hiç bencil değil ama öyle gibi algılanıyordu. Dolayısıyla ben bir arkadaşımızı hatırlıyorum. El ele tutuşmuşlar gidiyorlar, kulakları çınlasın, Allah rahmet eylesin. beni görünce bıraktı. Yani gerek yok aslında ama böyleydi yani.
Ş.A: Neyden sonra yani Aydınlık’tan ayrılma gerçekleşti, artık yeni bir örgütlenme süreci var. Biraz o sürecin detaylarını anlatsanız. Yani mesela İbrahim o dönemde daha çok nerede kalıyordu? İstanbul’da mı yoksa memleketin diğer şehirlerinde mi?
M.A: Galiba İstanbul değildi. Yani ben Tunceli’de veya Malatya’da, Tunceli Malatya belki Antep’e şey yaptı mı bilemiyorum. Tunceli Malatya daha çok.
Ş.A: Neden Tunceli, Malatya?
M.A: E orda bir temel oluşmuştu. Malatya, Kürecik yöresinde galiba ve Tunceli de zaten bir temeli vardı. Oradan kökleşelim istiyordu. Yani orada bir kitlesi…
Ş.A: Yani bu Alevi olduğu için midir?
M.A: …Yo yo devrimci taban vardı orda yani. Devrimci taban başka bir yerde olsa orda yapacaktı. Orda bir… ne diyelim o zamanki tabirle kurtarılmış bölge oluşturabilir miyiz diye , o zaman ki çocukluğumuz, öyle düşünüyorduk yani. Burada bir kurtarılmış bölge oluşturulabilir mi…
İkinci kaydın sonu.
M.A: Yani ben hareket içerisinde bir emekçi gibi yer aldım. En basit işlerinde bile yer aldım. Liderlik benim ruhuma uygun değil. Kültürüm de ona uygun değil. Şiddet düşüncesi benim ruhumda fazlaca yok, çok hümanistim ben. Dolayısıyla ben daha çok hareketin emekçisiyim. Tepede alınan kararlar hakkında çok fazla bilgim yok. Ancak bilgiler bize ulaştıysa o kadar bilgilerim var. Fazlaca bilgim yok yani.
Ş.A: Peki çok teşekkür ediyoruz.
M.A: ben teşekkür ederim.