Muzaffer Öztürk (M.Ö.İ:) (1957) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişiler: Devim GECE (D.G:) Özer İNAL (Ö.İ:)
O altmış kişilik koğuşlarda 120, 180 kişiye kadar çıktığımız zamanlar oldu.
M.Ö.İ: 12 Eylül öncesi cezaevlerindeki durum çok farklıydı. Ben işte ben içeri girdikten cezaevine girdikten sonra avukatımız Gültekin Göktürk Suvarlı idi. Daha sonra Nevzat Çelik diye bir avukatım daha oldu. İlk dönem yargılamalarında herhangi bir problemimiz yoktu, daha doğrusu rahattık. Her ne kadar sıkıyönetim olmuş olsa da cezaevinde korkunç bir kalabalık vardı. Yani işte altmış kişilik koğuşlarda Buca cezaevindeydik, oranın koğuşları hücre koğuşları dışındaki normal koğuşlar altmış kişiliktir. O altmış kişilik koğuşlarda 120, 180 kişiye kadar çıktığımız zamanlar oldu. Yani çok kalabalıktı sayı, iki kişi, üç kişi tek ranzada yatardık. Bütün ranza araları yani iki ayrı ranza vardır, üçer tane katlı onun araları da doluydu, olduğu gibi dolu. O dolunca üç kişi yatmıyor da orada beş altı kişi birden yatıyordu, öylesine kalabalık şeydi dönemdi. Tabi dışarıda sıkıyönetim kimi tutsa tutup getiriyordu. O dönem için cezaevlerindeki sistem şeye göre çok farklıydı yani son dönem önceki dönem 12 Eylül dönemi sonrası dönem çok farklıydı, koğuş temsilcilikleri vardı, siyasi temsilcilikler vardı. Cezaevinde koğuş temsilcileri olarak görüşülürdü koğuş temsilcilerinin aldıkları kararlar uygulanırdı koğuşta. İşte koğuşta bulunan siyasetler kimler varsa onların ortak aldığı kararlar temsilci tarafından idare nezdinde idareye götürülürdü ve kalabalık bir şey olduğumuz içinde cezaevi idaresi üzerinde bir baskı gücümüz vardı.
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
Ö.İ: O zaman biraz şeyden bahsedelim daha çok oradaki ortamdan, sosyal ilişkilerden aile dışında …?
Ö.İ: Şimdi bizim orada biz sonra politikleşmeye başlayınca biraz daha anlamaya başladık farklı boyutlarını. Hatta bir boyutu ben yıllar sonra birkaç sene önce görmeye başladım. Bizde Banaz’da sadece Banazlılar vardı hani bir Alevilik yoktu Alevilere Tahtacılar denirdi bizim orada. Ama öyle yoğun bir Alevilik yoktu yoğun bir Kürtlük yoktu Kürtlere düşmanlık da yoktu. Yani orada çok iyi bir denge tutturmuştu devlet. Yani bir yerde çelişki olmayınca orada düşmanlık ya da keskinlik de olmuyor. Mesela bir Kürt Memed’imiz vardı herkes Kürt Memedi çok severdi. Kürt Memed yiğit bir adamdı. Ama Kürt bizim için orada iyi kötü ifade etmezdi Kürt Memed ti o. Göçmenler vardı Macir denir onlara. Onlar biraz daha pinti çalışkan tipler olarak algılanırlardı bizim çevremizde. Fakat o Kürtlük Alevilik bizde hiç olmadı hemen hemen. O an nasıl hani çelişkiler yükselince tepkilerde fazlalaşırsa demek o çelişkiyi hiç yaşatmamış devlet. Onu o şekilde çok güzel apsoride etmiş ve biz de onu hiç yaşamadık içimizde de hiç yaşamadık. Yani bizde Alevilik, Ermenilik, Kürtlük bu tür etnik farklılıklar yoktu. Ben yıllar sonra öğrendim hatta birkaç yıl önce bizim orada Dersim sürgünlerinin olduğunu yıllar sonra düşünün mücadele yıllarımızda bizim haberimiz yoktu araştırmalarımıza rağmen bilmem neye rağmen yok diyorduk burada kim var. Oysa Banaz’ın İslam Mahallesi diye bir mahalle var tamamıyla faşistlerin olduğu bir mahalledir orası MHP’lilerin ya da gericilerin olduğu bir mahalledir.
Hatta bizim o arkadaşın Nurcan diye yurt dışında bir arkadaşımız var o bize artık dayı diyor akraba olduk onunla da. O da onlar da zamanında oraya gelmişler göçmüşler. 38 sürgünleri bir süre kalmış orada sekiz on yıl kalmışlar bir süre sonra da şeylerini öküzlerini arabalarını tarlalarını bırakıp gitmişler. Devlet onlara orada şey de vermiş tarla tum da vermiş bir sürü olanak da sunmuş ama yaşam koşulları uymadığı için ki sanırım şimdi hatırlamıyor çocukluk yıllarından bir arkadaşım baba var onunla tanıştık benim çalıştığım Balçova’da işyerinde. Şimdi köylüm diyor çok yaşlı sanırım seksen yaşlarında falan onlar yaşamışlar yaşadıkları dönemi anlatamıyor. Yani o psikolojik olarak şeyini bilmiyor sadece sürgündük diyor fakat dayanamadık öküzleri sattık devlet bize öküz vermişti öküzlerini sattık paralarını da aldık orada tarla tokadı bıraktık gittik. Şimdi onların orada üzerine kayıtlı bir sürü tarlalar var işte hatta dedi bana araştıralım diye gidip onları da araştıracağız biz. Yani bu tür şeyleri bile biz yıllar sonra öğrendik. Şimdi bunu niye söylüyorum şimdi bir yerde bir şeyi yükseltirseniz ona çelişki de tepki de çoğalır. Yani Alevilik Aleviliğin karşılığı da Kürtlük Kürtlüğün karşılığı da bizim orada o hiç yapılmadı. Tahtacılara biraz soğuk bakılırdı tahtacılar denirdi Aleviler yani biz de şey algılanırdı dağda tahta odun kesen insanlar olarak algılanırdı. Benim de kökenimde Alevilik varmış bizde de varmış ama Türkmen Alevilerinden diye kökenimiz ama hiç biz o tür şeylere girmedik bilmiyorum. Biz bunu yıllar sonra mesela Orhan Bakır geldi bizde örgütlemeye geldiğinde 74 yılında geldiğinde oraya geçmiyorum sadece bir örnek olarak söylüyorum. O geldiğinde mesela Orhan bir kez olsun Ermeni kimliğini söylememiştir bize. O herhalde bizim atmosferimizdendi mesela orada bir etnik farklılıklar olsaydı bizde de o işlenirdi. Bizde o yoktu biz duyuyorduk işte Çorum katliamı neydi Maraş katliamı duyuyoruz ama bizim için daha başka henüz beynimiz bizim algılamamış o dönem şeyi çünkü onun işte uzağında kalmışız. Ve devlet o dönemde o anlamda söylüyorum başarılı nasıl sindirmişse mesela o Dersim sürgünlerini hiç kimsenin haberi yok Banaz’da. 38’de yaşanmış kırk elli altmış yetmiş yetmişte artık kimse Dersim sürgünlerini Dersim’i bilmiyor yani öyle bir sürgün olduğunu da bilmiyor. O nedenle toplumsal yapısında etnik şeylerde bu tür bir ayrım yoktu. İşte dediğim sadece Macirler göçmenler vardı onların yerleşik yapıları vardı o tür bir ayrıcalık yoktu. Sosyal olarak da kendine yetebilen bir kasabaydı yani yoksulluğun çok olduğu bir kasaba değildi. En kötü yoksulumuz simit satardı bir şey yapardı tarlasından köyünden bağımlı köyünden bağımsız kopmamıştı. Mutlaka köyünden iki kilo bulgur şey iki çuval bulgur bir kilo un gelirdi kasaba da yaşayanın bile.
Yani yoksulluk ve zenginlik çok uç boyutta derin çizgilerle çizilmediği için toplumsal yaşam da daha rahattı. Komşuluk ilişkileri güçlüydü arkadaşlık ilişkileri güçlüydü feodal ilişkiler daha güçlüydü. Yani birbirini sevme, değer verme, ölçme, sözünde durma gibi o tür şeyler güçlüydü. Biz hatta şeyden sonra Kürecik Raporunu okuduktan sonra İbrahim’in biz orada bir tahlil raporu da yapmıştık. Yani o nerede şimdi bilmiyorum hatta arıyorum da onu. O dönem de nasıl yaptık ne yaptık çok önemsiyorum çünkü o dönemin kafasıyla yaptık biz onu. İşte Banaz’da sınıfların tahlili Kürecik’te sınıfların tahlili gibi tahlilini yapmıştık. Yani çok acemice sonradan düşününce sınıfsal yapıya ayırmadan işte kişiler üzerinden yorumlar bile yapmıştık. Bugün açısından şöyle önemli yani her ne kadar acemice yapılmış da olsa orada o örnekler toplumsal yaşamı veriyordu. Şimdi diyelim ayrıntılarıyla söylemek mümkün değil onu ama o çerçevede sosyal yaşamda da çok derin uçurumlar da yoktu. Bizim çocukluğumuz da öyle çok ağır koşullarda geçmedi yani rahat geçti diyebilirim çocukluğumuzda.
Ö. İ: Sosyal ve siyasal ilişki bağlamında biraz orayı açarsanız?
Ö.İ: Şimdi dedim ya kasaba kültürü biraz farklıdır diye şimdi köy kültüründe tamamıyla birbiriyle dayanışan bir kültür vardır. Yani herkes mahallesinde ya da evinde komşuda bir ekmek yapılsa öbür komşuda onu paylaşır bir tarlaya gidilse öbürü ona destek verir bizim oralar da öyleydi. Kente de tam tersi bireyselleşme var ve yan kapı komşusuyla bağı yoktur apartman dairesinde ya da büyük mahallede daha daralır. Şimdi şeyde tam ikisinin arasıydı kasaba kültürü şeyden kopamıyorsunuz köyden dayanışma vardı birbiriyle yardımlaşma vardı. Yoksulluk yani çok böyle dibine yoksulluk yoktu çok yüksek zenginlik de yok birkaç zengini vardı Banaz’ın işte kiremit fabrikası sahibi olan bilmem neyi olanlar benzinliği olanlar birkaç tane zengini vardır onun dışında herkes orta seviyededir yani çok az da bir yoksulu vardı. Birbirlerine şey içindedir dayanışır yani atıyorum işte Satı abla derdik biz Satı’ydı ismi Satı abla derdik. Bu kadın eşeğin sırtında şey satardı tarladan topladığı üzüm elmaları toplardı getirirdi satardı. Mesela komşudan ondan almaya özen gösterirdi onu elmasından kendi elması da vardı kendi bahçesinde. Ama ondan almaya özen gösterir çünkü o kadın da para kazansın köyüne götürsün diye kadın ne satacak işte on kilo on beş kilo elma satacak da on lira beş lira götürecek evine.
Bu tür görünmeyen yani duyarlı feodal ilişkilerin geliştiği dayanışmalar da vardı o şey uçurumu yoktu. Bunun siyasala yansıması Adalet Partililik CHP’lilik vardı esas olarak. Şimdi o dönemlerde MSP ile MHP’lilik de vardı. MSP ile MHP’nin oyları %7 %10’lar civarındaydı. Yani yukarı çıkmazdı pek genel anlamda da böyleydi. MHP’liler de vardı bizim orada ama çok azınlıktaydı o dönem sonradan bu MHP’liler ülkü ocaklarına dönüştü. O zaman devrimcilik gelişmeye başlayınca da çatışmalar da başladı sonrası farklı oldu. Ama o dönem içerisinde esas CHP, AP Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi şeklinde politik şekilleniş vardı. Biz de CHP’nin gençlik kollarında isim buluyorduk ve gençlik kolları bize hitap ediyordu. Gençlik olarak değil CHP’nin gençliği gibiydik. CHP’nin gençliği devrimciydi demokrattı yani ilericiydi. İşte Denizlerin idam edilmesi o dönemki 71 Muhtırasıyla birlikte siyasal şekillenişimiz de yavaş yavaş belirginleşti yani o artık sıradan CHP’lilik sıradan duruş biraz daha böyle politik duruşa tercihlere yöneldi. İşte mesela Denizi Denizleri sahiplenme tercihi gibi işte bu konuda babamın şeyini de hatırlarım “yazık ettiler bu gençlere, böyle olmamalıydı” diye bir cümlesi var. Sanırım idamında ya da yakalandığında, hiç unutmuyorum radyo ajansı derdik o zaman haberlerde vardı, o haberlerde öyle bir yorumu vardı. Yani öyle bir politikleşme de 70’li yıllardan itibaren başladı. Ama o zamana kadar esas olarak Banaz’ın genelinde CHP’lilik Adalet Partililik vardı. Devrimcilik yavaş yavaş yeni yeni işte Denizlerin isimlerinin duyulmasıyla yavaş yavaş başlamıştı.
Ö.İ: Yok yok bizde fabrika yoktu ki sendika olsun. İlk sendikayı ben kurmaya kalktım o mücadele yıllarında ben onu da geliriz anlatırız. Bir fabrika kuruldu bizim orada kurulan fabrikada ilk sendikayı da biz getirmeye çalıştık uğraştık falan sonra anlatırım onu. Zaten fabrika yok bir tane fabrika dediğimiz kiremit fabrikası var o da yoktu zaten orada köylü usulü çalıştırırdı adam çalıştırdıklarını köyden toparlar getirirdi çamur taşı sıva yap kiremit fabrikasının şeyi buydu zaten böyle fabrika yoktu. Sonra bir ilk Mısırözü fabrikası açıldı işte mısırözü fabrikasında örgütlemeye gitmeye çalıştık atıldık bir sürü maceramız oldu orada.
Ö.İ: Banaz’da şey Uşak’ta okudum. …. Uşak’ta okumaya başladım. İşte Uşak’ta okumaya başladığımızda da politikleşme başladı.
Ö.İ: Ortaokulda pek öyle kayda değer bir şeyimiz yok. Ortaokul döneminde öyle hatırlayabileceğim şu oldu diyebileceğim bir şey yok. İşte gençtik çocuktuk öyle boş bir ortam yani politik şeyimiz yoktu yani boş bir çocukluk dönemi vardı.
Ö.İ: Tabi kentte kent kültürü başlıyor
……
Sonra sonra 74’lerden itibaren… sanırım ikinci sınıf ya da tam hatırlamıyorum şimdi kaçıncı sınıf olduğu mu ikinci ya da son sınıfta başladı. İşte biz daha çok okulda değil…. İ.G. geldi, şu anda yurt dışında o üniversitede okuyordu İstanbul’da birlikte çalıştığı Orhan Bakır Ege Bölgesi faaliyeti için gönderilmişti. Bizi Orhan Bakır’la tanıştırdı ve gitti İ.G. sonra Orhan gelmeye başladı. Biz Orhan’la birlikte
O bizim Orhan Bakır’la tanışma yılımız oldu. Devrimciliğimiz de bizim Orhan Bakır’la başladı. İşte onun öncesi bir CHP’lilik ülkücülük vardı ama çok keskin değildi he hı şeklinde bir şeydi. Yavaş yavaş politikleşme başlayınca işte Orhan’la birlikte bizim düşüncemiz gelişmeye başlayınca biz dünyaya farklı bakmaya başladık devrimcilik faktörü orada öne çıkmaya başladı. Ondan önce kendimize devrimci diyor muyduk demiyor muyduk bilmiyorum çünkü öyle bir şeyimiz de yoktu yaşam tarzımız da yoktu. Gidiyorduk işte Uşak’ta okula gidiyorduk okuldan çıkışta gidiyorduk bilardo oynuyorduk pinpon oynuyorduk tekrar Banaz’a geliyorduk tekrar okula gidiyorduk. Yani böyle rutin ve sıradan bir yaşam vardı bir etkinliğimiz yoktu. Uşak’ta da yani gittiğimiz dernekler şu bu yoktu. Dernekte bilmiyorduk var mıydı yok muydu? Zaten genel gelişim 74’lerden sonra oldu 75’lerle başladı Türkiye’deki devrimci hareketin gelişimi de yani bu 68’lerden sonra 72’lerde bir darbe ve suskunluk dönemi sanırım oldu ya da biz İstanbul, Ankara’daki şeyleri yaşayamadık görmedik. Bizim oralardaki gelişim 74,75’le başladı zaten. …. ilk Orhan Bakır geldi Orhan Bakır’la tanıştık.
Ö.İ: Yok şimdi bazı şeyler o dönem için tesadüf yani biz böyle çok hani okuyup da bilimsel olarak araştırıp da devrimci olan insanlar değildik işte o farklı bir şey bazı arkadaşlarımız öyle söylüyor ben okudum da tercih ettim de devrimciliği. Yok biz öyle tercih etmedik biz birilerini sevdiğimiz için terciğimiz o şeyimizde vardı CHP alt kimliği olarak hani devrimcilik kendimize bir devrimci bir ilerici misyonunu biçiyorduk diğerlerinden farklı olarak işte Adalet Partililerden, ülkücülerden MHP’den farklı bir misyon biçiyorduk kendimize ama onun bu denli keskinliğini bilmiyorduk. Devrimciliği biz Orhan Bakır’ın gelmesiyle Orhan Bakır işte az önce söylediğim gibi bizim arkadaş Paçacı köyünden bir arkadaşımızdı işte ilk İstanbul’da okuyordu İ.G. şu anda yurt dışında büyük bir ihtimalle onunla da görüşme yapılacaktır herhalde. Onun vasıtasıyla işte o bizim Banaz’daki potansiyeli tanıdığı için Orhan Bakır’la da işte örgüt o dönem Ege bölgesine faaliyet kararı alıyor Ege Bölgesinde faaliyet yürütme kararı alıyor. Orada tanıdıklar kim var kimle görüştürebiliriz diye şey yapılıyor işte İ. G. de bizi tanıştırıyor bunlar gençler bunlarla görüşürsün şeklinde işte bizle tanışıyor.
Bizim devrimciliğimiz Orhan’la başlar Orhan’ın gelişimiyle Orhan’ın bize sunumuyla başlar ha onu biz mi tercih ettik biz mi çağırdık değil o bir sevdiğimiz abimiz vardı İ.G. sevdiğimiz bir insan üniversitede okuyan bizim ideal insanlarımızdan birisiydi. Ona olan sevgimiz Orhan’a yansıdı Orhan’la birlikte götürdü ve iyi ki de olmuş Orhan’ın bize gelişi biz de bambaşka bir şey yaptı biz Orhan’la birlikte devrimci olmaya başladık. Hım 74’ler
Ö.İ: Şimdi bazı şeyleri zorlanıyorum hafıza da zorlanıyor çünkü politik gelişimi Orhan’ın şöyle bir tarzı yoktu hani eğitmek öğretmenlik gibi yani anlatmak yönetmek gibi bir tarzı yoktu. Orhan’ın farklı bir tarzı vardı yıllar sonra fark ettim onu. Yani bize şunu yapın bunu yapın hiçbir zaman demedi şöyle olacak böyle olacak demezdi. Devrimciler şunu yapar bunu yapar demezdi. Orhan yaşamdan örnekler sunardı biz onu kapardık o seyrederdi bizim onu kapışımızı. Örneğin mesela biz o gelip gittiği bize ayda bir geliyordu iki ayda bir geliyordu ilk dönemde bir şeyler konuşuyoruz gidiyoruz. Şimdi o gidiyor biz yine eski Banaz’daki lümpen yaşamımıza devam ediyoruz yani kasaba kültürü yaşamımıza işte kağıt oynuyoruz oyun oynuyoruz, geziyoruz tozuyoruz içiyoruz bu kasaba kültüründe. Şimdi biz yine kağıt oynuyoruz Orhan yine çıkıp geliyor bir gün geldi biz de havada böyle soğuk biz artık dört beş kişi olduk kalabalıklaştık sadece ben değil beş altı kişi falan olduk böyle oturduk yine bizim ekip kağıt oynuyoruz şeyde Orhan geldi hiçbir şey demedi merhaba arkadaşlar dedi yanımıza oturdu. Bizde bir panik bir hani yine eyvah bizim yaşar diye bir arkadaşımız eyvah sağdıçlar yine yakalandık lan. Orhan’a yakalanma gibi bir şey vardı ama Orhan’ın hiçbir zaman bize niye kâğıt oynuyorsunuz demedi yani. Ama onu şöyle söyledi bak burada bir sürü zamanınız var bunu daha güzel değerlendirebilirsiniz. Bize ya siz böyle misiniz hala bunu mu oynuyorsunuz hiçbir zaman demedi yani bunu her yerde oturun bitirin oyununuzu derdi bitirmemizi beklerdi biz tabi o geldikten sonra oyun mu bitiririz panik halde o şeyle çekingenlikle korku da denilebilir ama o korku saygıdan gelen bir korku. Yani Orhan’ın bize yüklediği bir korku değil. O korkuyla şey yapardık ama hiçbir zaman demedi içki içmek kötüdür yasaktır işte şu yasaktır oyun oynanmaz falan filan bunları hiçbir zaman söylemedi. Biz kendimiz bunları yaşamımızdan çıkardık.
Devrimciliğin boş zaman olmayacağını yani devrimciliğin çok şey yapabileceğini zaman içerisinde biz öğrendik ve yani bu neye benzedi, nasıl bize bir etkisi oldu? Ben bunu yıllar sonra düşündüğümde şey yapıyorum bunun bize kişiliğimize katkısı kişiliğimizde yer etmesini biz kendimiz öğrendik. Yani dışarıdan şu kötüdür şu iyi diri bir zapturaptla ya da birisinin talimatıyla kişiliğimize dönüştürmeye çalışmadık. Biz onun iyi ya da kötü olduğunu zaman aldı ama zaman içerisinde biz onu yerleştirdik ve kendi dönüşümümüzü yaşadığımız için kişiliğimizde de çok etkili oldu.Yani o daha kalıcı bir kişilik oldu. Daha iyi bir kişilik oldu bizde yoksa öbür türlü olsaydı sanırım bazılarımız onu şey yapamazdık içselleştiremezdik. Ama bunu içselleştirdik kişiliğimize yedirdik. İşte bize broşürler getirirdi o dönem için hatırladığım…. Zeki Şerit’in sorgusu il ilgili broşürler vardı İbrahim’in sorgusu ile ilgili broşürler vardı sendikal broşürler getirirdi ama biz o sendikal broşürlerden hiçbir şey anlamazdık çünkü bizim orada ne sendika vardı ne işçi sınıfı vardı ne fabrika vardı. Hiçbir şey anlamazdık ama iyi bir şey olduğunu bilirdik. İşte artı değeri sorardık öğrenirdik. Artı değeri anlatırdı sömürüyü, mücadele biçimleri mücadelenin nasıl olacağı fakat aktif olarak silahlı mücadeleyi ya da örgütün silahlı mücadele anlayışını direk hiçbir zaman anlatmadı. Daha sonraki süreçlerde bizle bunu paylaştı. O daha çok bizi o kasaba kültüründeki kişiliğimizi tanıdı gördü ve onu yavaş yavaş kırdı ve yavaş yavaş da bizim kişiliğimize nüfus edecek şeylerle bizi yöneltti donattı. Bu çok etkiledi bu çok etkileyiciydi kendi örnekle bizim işte onların onun gelmesiyle biz bir süre sonra şey gibi bekliyorduk bir gelse de onu bir görsek yani ona neredeyse âşık olmuş gibiydik. Onu çok seviyorduk çok böyle onu bir görsek onun tılsımı şey gibi geliyordu. Çünkü bizim yaşamımızda az önce anlattım sıradan boş lümpen bir yaşam tarzıydı. Birisi geliyor ve size dünyayı değiştirebilecek söylemler söylüyor. Onu anlatıyor dünyanın başka türlü olduğunu gösteriyor ve kendi kişiliğinde de bunu kanıtlıyor. Orhan kişilik olarak çok sempatik bir şeydir çok sessizdir sakindir koca kulaklıdır koca burunludur hani karikatür gibi denir ama böyle çok bizim o dönem gençliği itibarıyla bakarsak çok yakışıklı değil ama çok sempatik bir adamdı hoş bir insandır…. Esprileri nüktedandır…yani bizim gibi kaba değildir. Şimdi bu özellikler biz de onu çekti. Bazı özellikleri vardı mesela bize gelmişti bir gece bizde kaldı biz sohbet ettik falan arkadaşlar gitti. Gece saat dört civarıydı herhalde dedi ben sabah beşte gidicem beşe kadar ben beşte kalkar giderim.
Şimdi beşte kalkıp gidicek nasıl gidicek dörtte yatan adam beşte kalkması mümkün değil. Çünkü ben o dönemde dörtte yatıyorum gece ertesi gün on ikide onda beni annem zor kaldırıyor yani kalkamıyorum. Ben gitme falan dedim yok dedi gitmem gerekiyor o uzandı böyle bizim divan vardı ben dedi şurada biraz uzanim beşte kalkarım dedi. Böyle uzandı uzanır uzanmaz ellerini koydu şöyle üzerine gözlerini kapattı put gibi kaldı adam ne nefes alıyor ne soluk alıyor ne horluyor ne sağa dönüyor ne sola dönüyor. Ben başucunda burada yatıyorum burda kalkarım adamda tık yok. Dedim bu hasta mı bir şey mi oldu korkuyorum neticede çekindim hani hiçbir ses çıkmıyor birden gözlerini kapattı gitti. Dedim bu hayatta uyanmaz ben de dedim beş buçuk altı gibi bir çay demlerim yedi gibi falan kaldırırım bir çayını içer öyle gider. Ben bekliyorum ama ara sıra bakıyorum böyle hayran hayran abi saat beş oldu gözünü açtı günaydın yoldaş dedi ben aptallaştım. Kalktı ben gidiyorum ya nereye gidiyon dur otur falan yok gitti o sabah bizim oradan Ankara İzmir asfaltı üzeri ev de oradaydı zaten hemen geçiyordu yolun karşısına ilk otobüsle İzmir’e geçiyordu. Bunu birkaç şey bizim diğer yoldaşlara anlattım o dönem Banaz’daki diğer arkadaşlara dedim ya arkadaş böyle böyle bu adam nasıl bir adam in midir cin midir sabah kaldır kalktı. Kimse inanmıyor çünkü biz o dönemin gerçek gençliğini düşün bir de el bebek gül bebek olmasa da bir hani rahat aile ortamında büyümüşüz. İşte çalışma ortamımız çok ağır olduğu dönemlerde, ben mesela hakikaten çok ağır çalışıyordum ve çok zor kalkardım uykum da çok ağırdı. Bu adam başka bir şeydi tekrar işte biz yoldaşa söyledik inanmadı ama sen dalga geçiyorsun olur mu öyle şey böyle insan mı olabilir falan neyse bir daha geldi biz bunu bir yoldaşla tekrar denedik bu yine aynı şekilde aynı şekilde saat yaptı beş uykusuz kaç gündür yoldan gelmiş gözleri kapanıyor yine aldı gitti. Şimdi bu aynı şekilde uyandı kalktı gitti Sonradan öğrendik sonradan kendisi mi anlattı arkadaşlarımızdan birisi mi anlattı. Kendisi uzun yıllar bu kendi vücudunu eğiterek bunu yapmış ve aylarca kuru tahta üzerinde yatmış. Uykusunu yani vücudunu hiç dokunmayacakmış gibi kontrol etmeyi öğrenmiş.
Şimdi kendisini eğitmiş bunu aylarca artık nasıl ne kadar süre bilmiyorum kuru tahta üzerinde yatmış uzun süre ve vücudunu şekillendirmiş uykuyu dakikaya göre ayarlamış. Buna ben birkaç yıl sonra bizim Banaz’dan birkaç yıl sonra artık biz de aktifleştik Orhan yakalandı Orhan’ı kaçırdık Orhan’ı gönderdik. Ondan sonraki süreçte Dersimde karşılaştık bir ay birkaç ay orada birlikte faaliyet yürüttük. Orada tanık oldum aynı şekilde bir kömdü köy eviydi kaldığımız yer tek odalı kerpiçten bir yerdi. İşte orada konuştuk sohbet ettik yattık bu yine sabah gidecek yorganın üzerine postallar bu şekilde yorganı örttü postallar dışarıda kalacak şekilde yorganı örttü aynı dakikasında kalktı hiç kıpırdamadan yani mümkün değil ben yattığımda o illa ayağımı çekerim yorganın içine girer. O o şekilde kalıyordu yani vücudunu kişiliğini her şeyini disipline etmişti kendisini militan kişiliğe göre hazırlamıştı. Örneğin şeydeki çantasında hazırlığını gördüm gidicek o dönem için söylenen yani dağda yaşayan ya da gerillanın üzerinde olması gereken malzemelerden tırnak çakısına ipine dikiş iğnesine bilmem nesine kadar her şey çantasında olurdu. Yani bütün her şey düzenli bir şekilde vardı. Sigara içmezdi mesela ama bir paket çakmak bir paket sigara ve çakmak mutlaka taşırdı hani birine ikram etmek birine ilişki kurmakta yardımcı olur şeklinde o şeyi de vardı. O bakımıyla çok disiplinliydi ama bu disiplini kendisi yaşadığı için başkasına da zapturapt yaptıran bunun aynısını başkası da yapacak gibi; şimdi biz de bazen böyledir böyle yaşama devrimcilik böyledir devrimciler böyle olur şeklinde bir şey var. Bunu yapmazdı kendi yaşamını öne koyardı kendi yaşamını şekillendirirdi biz ona göre şekillenirdik. Orhan’ın bizdeki etkisi daha sonraki yıllarda zaten çok uzun olmadı. Ne kadar süre tam bilmiyorum ama altı ay mı beş ay mı üç ay mı bir sene mi o ilişkiye geçtiğimiz süreyi bilmiyorum. Çok az gelip gitti bize yani belki topu topu sekiz on sefer gelip gitmiştir. Ama biz o sürede bir sürü şey geliştirdik yani kendimize Banaz’da sadece ben değil kaç altı yedi kişilik bir grup oluştuk. Bu altı yedi kişilik grubu Orhan çoğaltmamızı istiyordu. Yani siz bunu arkadaşlarınız önceleri mesela o yönümüz vardı şimdi Orhan’ın gizli bir kişiliği olduğunu düşünüyorduk. İllegal ama illegaliteyi tam şey yapamıyorduk mesela geliyordu kahvede oturuyoruz falan filan onu tam legaliteyi illegaliteyi tam bilmiyorduk. Fakat Orhan’ı korumamız gereken bir şey gibi algılıyorduk yani yasa dışı gibi ona zarar veririz gibi bir algımız vardı. Onu incitmemek ona zarar vermemek için düşüncelerimizi kimseyle paylaşmıyorduk yani başka kimseye anlatmıyorduk. Biz bize kalıyorduk bizim içimizde kalıyordu.
Sonra bir gün sohbet oldu siz dedi başka arkadaşlarla konuşuyor musunuz? Dedik yok. Niye konuşmuyorsunuz olur mu ya bu düşüncelerinizi arkadaşlarınızla konuşsanız ya bunu anlatsanız ya. Biz ondan sonra anladık ki ha devrimciliği geliştirmek gerekiyormuş diğer insanlara ondan sonra anlatmaya başladık. Yani sırf Orhan’ı koruma bakımından düşüncemizi de paylaşmıyorduk. Ondan sonra yavaş yavaş açılmaya başladık ve sanırım o dönemde de Orhan yakalandı. İşte bize haber gelmişti içeriden siz biliniyorsunuz dikkatli olun ya da kaçın şeklinde. Orhan’ın yakalandığını duyduktan sonra zaten bir şey yapmıştık orada da ilginç bir anımız vardı. Onu da farklı nasıl bir devrimcilik sürecine girdiğimizi anlatmak adına söyleyeyim. Şimdi Orhan yakalanmış benim haberim yok biz elektrik o zaman elektrik dükkânımız vardı dediğim arkadaşla birlikte elektrik dükkânı açmıştık. Beş altı kişiyiz aktif Orhan’la görüşen toplanan o günlerde benim ortak suratsız hiç konuşmuyor diğer çok yakın çocukluk arkadaşımdan biri Soner Halil Türkmen çocukluk arkadaşımdı örgütsel mücadele içerisinde birlikte olduk sonra yanarak öldü, daha sonra anlatırım onu. Onunla birlikteydik yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi bizim çocukluğumuzdan bunun surat asık şeyi asık benim ortağın suratı asık ya iki gündür bir şeyler var. Sonra dedim Soner ne oluyor sana niye böylesin. Dedi bir şey yok akşam eve gidelim biraz içelim dedi. Yani öyle demezdi pek hadi gidelim içelim gittik o zaman ne içtiğimiz ne bir şarap aldık bir tane aslında içki içmiyoruz normalde yani artık o süreçten sonra içkiyi falan Orhan’la tanıştıktan sonra azalttık öyle çok ağam şahım yılbaşında şunda bunda önceden gençlikte bayağı içiyorduk bayağı okey oynuyorduk lümpen dönemimizde. Şeyi söyledikten sonra hadi dedik gidelim ben de hiç aklıma gelmiyor şey farklı bir şey olacağı. Gittik birer ikişer şarap içtik birer ikişer kadeh şişeyle içiyoruz. Bir o içiyor bir ben içiyorum böyle moral bozuk işte sana bir şey söylicem sakın kimseye söyleme, dedim oğlum sen bana böyle bir şey nasıl söylersin biz bugüne kadar birbirimize böyle bir şeyimiz mi oldu söylenmeyecekse söylenmez yemin et bana yemin ettiriyor. Yemin edeceksin tamam dedim yemin ederim önüme bir gazete uzattı bir baktım Orhan yakalanmış merdivenden çıkarılırken resim yakalamışlar merdivenden iki polisin arasında ben bi gördüm şok oldum tabi. Dedim bu ne dedi Orhan yakalanmış dedim peki niye söylemiyorsun sen bunu şimdiye kadar saklıyorsun. Niye söyleyeyim kimse bilmesin illegalite yapıyor. Herkes okumuş bir ben gazete okumamışım yedi tanesi de biliyor kimse kimseye söylemiyor. Dedim manyak mısınız deli misiniz dedim yakalanmış ya adam. Devlet biliyor biz neyi birbirimizden saklıyoruz olur mu öyle şey illegalite diye bir şey var. (06:19)
Yakalanmanın illegalitesi mi olur. İllegaliteyi bile böyle algılıyorduk anlatmaya çalıştım yani bunları sonradan çok hoşuma gidiyor benim. Hani tökezleye tökezleye hata yapa yapa ilegalite illegaliteyi öğrene öğrene geldik. Çünkü hakikaten çok boş kişilerdik çok sıradan çok hani kasaba kültüründen kısmen lümpen diyebileceğimiz hani yer içer oynar o tür tiplerdik. Ve bunu hep gıdım gıdım öğrendik biz bunları, illegaliteyi de böyle öğrendik Orhan’daki illegaliteyi. Bize haber geldi sonra Orhan’ın şeyinden sonra Banaz biliniyor şey yapsınlar arazi olsunlar falan şeklinde.
M.Ö: 75. 75 Mayıs olması lazım mayısında olması lazım. Çünkü Mayıs 75 mayısında yakalandı büyük bir operasyon yedi Orhan’lar yakalandı sonrasını tabi şey yapıyoruz sonraki dönemi hatırlıyoruz o yakalanma macerasını falan. Farklı işte kolundan kurşun yiyor işkence yapıyorlar kolu sakat kalıyor onları anlatıcam biraz sonra. Bizim mücadeleyi algılayışımız bakımından işte bize çekilsinler deyince biz toplandık ne yapıcaz. Şimdi Banaz komitesiyiz karar alıyoruz ne yapıcaz nasıl buradan gidicez dedik arkadaşlar biz şimdi cezaevine girmeyelim yani girmememiz gerekiyor mücadeleyi de doğudan Kürdistan’dan başlatmamız gerekiyor biz o zaman buradan Kürdistan’a doğru gidelim. Nasıl gidicez para yok hepimiz genciz cebimizde kuruş yok nasıl gidicez dedik buradan şey yaparız. Bir tane silahımız var bir tane benzinlik vardı bizim orada oradaki benzinliği soyarız oradan aldığımız parayla Afyon’a doğru Ankara’ya doğru gideriz orada paramız bitince yeni bir tane daha soyarız böyle böyle Kürdistan’a gitme kararı aldık. Tabi biz o kararı alana kadar polis geldi bizi toparladı götürdü. O götürüşü de ilginçti. Şimdi polisler gelmiş TİKKO Timinin geldiğini duyuyoruz biz öyle isimleri öyle söyleniyor. İşte Banaz’lı bir haber TİKKO Timi geldi TİKKO Timi geldi diye. Görüyoruz polisler bizi uzaktan izliyorlar biz hala karar alma aşamasındayız ha pardon biz kendimizi bıraktık düşünmeyi bizim orada ziraatçı Osman diye birisi var bir tane daha devrimci var bizden büyük ağabeylerimiz devrimci kimlikte insanlar bunlar ama bizim bunlarla örgütsel bir şeyimiz yok farklı bir şeyimiz var. Sadece bunlar bizim sevdiğimiz devrimci ağabeylerimiz bizden birkaç yaş büyük. Biz onu almaya geldiler diye kendimizi unuttuk onu kaçırmaya uğraşıyoruz taksi tuttuk araba tuttuk iki tane taksi biz onu kaçırdık köye yerleştirdik. Kendimizi düşünmüyoruz o şey aklımda götürdük Osman abiyi bir köye yerleştirdik. Halbuki adam aranmıyor onlar onu alırlar diye biz onu garantiye aldık önce.
Sonra polis bizi aldı işte bizi alırken de ilginç bir şekilde aldı. O dönem Cemil Oka aranıyordu bizim Cemil Oka’nın babası da MİT JİT’tendi JİT deniyordu o zaman Jandarma İstihbarat Teşkilatı’ndandı. Generaldi sanırım fakat şeydi oğlunun peşine düşmüştü babası bizim Banaz’a da birkaç kez geldi Cemil’i arıyor. O sıra böyle bıyıklarını burmuş eller böyle tırnakları kirlendirmiş böyle köylü kıyafetinde şey geçirmiş kafasında bir kasket var. Şimdi hatırlamıyorum ama köylü tipli bir şey bir gün biz yolda yürüyoruz gençler bakar mısınız dedi. Ya dedi ben oğlumu kaybettim oğlumu arıyorum bir kale direğinin yanında bir kaleci gibi duran birisinin resmi Cemil’in resmi Cemil Oka’nın resmi onu gösteriyor bunu tanıyor musunuz? Ve şeyi merak ediyor mimiklerimizden bizim onu şey yapacağımızı algılıyor çünkü adam çok deneyimli bir adam biz de çömez tipleriz. Sanırım biz de bir açık vermedik çünkü zaten Cemil’i görmemiştik biz. Cemil Oka’nın Ege’de faaliyet yürüttüğünü duymuşlar babası onu arıyormuş dolayısıyla gelmiş bizi arıyor. Cemil Oka’nın orada olduğu düşünülüyor şüpheye göre de Cemil Oka’ya ben çok benziyormuşum ayakkabı numarasının bilmem nesine kadar tutuyor bazı şeyler. Cemil de Zafer takma ismini kullanıyor o dönem Ege bölgesinde gelip gittiğinde ya da İstanbul’da Zafer takma ismini kullanıyor. Ben de normal ismim Muzaffer bana da herkes Zafer der bir tek babam Muzaffer der çocukluğumdan beri herkes Zafer demiş. Şimdi gidin sorun Zafer der Muzaffer diye sorun kimse bilmez Zafer. Şimdi polis de duyuyor Zafer Zafer benim gerçek ismim Muzaffer Zafer dendiği için kod ismi kullandığımı düşünüyor ve beni Cemil Oka’ya benzetiyor. Bizi aldılar götürdüler başka bir arkadaşı evin önünden alırken bir tanesi geldi kaç numara ayakkabı giyiyorsun dedi. Dedim kırk dört şöyle kafasını elini uzattı şeyden arabanın içinden yokladı benim şurada şey bir tane şey yumru var yokladı. Cemil’i aldık Cemil’i aldık fırladı koşa koşa gitti Zafer’i aldık Zafer’i aldık fırladı koşa koşa gitti. Nasıl bağırıyor ama ben de dedim ne var beni almakla ne olmuş ben ne yapmışım ki hani biz ne yaptık biz Banaz’da hiçbir şey yaptığımız yok yazılama yaptık afişleme yaptık en fazla. Anlamadım sonra söyledi polis yani sen dedi bu kadar benzerlik mi olur. Yani tipin boyun şeyin hafif kamburluğun her şeyin de benziyor biz seni Cemil Oka sandık onun için Banaz’da böyle bir operasyon yaptık.
D.G.: Evet peki yani en son Orhan Bakır’la tanışmıştınız. Çocukluğa dair söylenmek istediğiniz bir şey varsa o döneme dair sizde böyle karşılığı olan olumlu veya olumsuz anlamda etkileyen olaylar varsa bunlardan bahsedebilirsiniz. Yoksa da artık sizin 17 yaşlarınıza ve sonrasına yavaş yavaş dönebiliriz
Ö.İ: Şimdi bizim ilk gözaltımızdı ilk gözaltımızı aldılar götürdüler önce Uşak’a götürdüler. Uşak’ta ilk defa karşılaşıyoruz tabi daha önce hiç nezarethaneye de girmedik biz. Nezaretin Uşak nezaretinin şu kadar bir yerdi yani kaça kaç ikiye iki bile yoktu bir buçuğa bir buçuk kapalı bir alandı kör bir noktaydı hava falan almıyordu.Ve altı abartısız söylüyorum lağım koymuşlar lağımı şu böyle bir metre bir santim kadar lağım bir balçık oluşturmuşlar girdiğinde ayaklarının izi çıkıyordu lağımın içine böyle cıvık lağımdı oturamamıştık yani saatlerce oturamamıştık. İşte orada birkaç polis geldi sataştı birkaç vurdu onun dışında bir şey görmedik.
Ama orada şey yapamadık ayakkabılarımızı çıkarıyorduk böyle koyuyorduk anca onun üzerinde oturabiliyorduk ayakkabıların üzerine çünkü lağımdı içerisi. İlk gözaltıydı ilk gözaltının getirdiği hani bilmediğimiz ilk defa tanıştığımız zulmü de ilk defa göreceğiz diye şey yapıyoruz. İzmir’de alındığımızda İzmir’e götürüldük oradan İzmir’e götürüldük işte telsizlerden anonslar yapılıyor getirildik şöyle dağlardan aldık tepelerden aldık biz anlamıyoruz tabi şeyleri. Götürüldüğümüzde çok kaba dayakla şey gördük sanırım falaka çekildik mi çekilmedik mi çünkü biz bir şey bilmiyorduk zaten anlıyordu da Muhlis diye İzmir’in bir emniyet müdürü vardı bu özel eğitim görmüş yani peygamber rolündeydi genelde işkencelerde genel olarak sorumluydu eğiticiydi. Zaten eğitimlere falan katılıyordu kendisi Amerika’da eğitim görmüştü uzun süre bizim listemizdeydi bu ve uzun süre bunun peşinde koştuk hatta bir gün ben rast geldim de daha sonraki yıllarda o şeyde değil o ilk sorgumuza girmişti çok babacandı böyle sanki adamı evinde hissettiren bir şeyi vardı adamın tarzı vardı. Sanki sorguya alınmamışsın o seni koruyan bir amir diğerleri işkenceci zalim onlar işte elinde şeylerle sopalarla bilmem nelerle giriyorlar tekme tokat. Dizmişler buraya kusturucu, güldürücü, ağlatıcı, öldürücü sopalar dizmişler üzerine yazmışlar kalınlığına göre falaka sopalarını yazmışlar üzerinde okuyorsun işte hangisini tercih edersin soruyor sana neyi tercih edersin içlerinden onla dövecek yani güldürücüyü mü ağlatıcıyı mı kusturucuyu mu hangisini tercih ediyorsan on tane yazmışlar hepsini hatırlamıyorum onları yazmışlar. Diğerleri geliyor terör estiriyor tabi sen yenisin daha ilk defa gitmişsin ama o adam bize baba gibi geliyordu bize kurtarıcı gibi geliyordu o kadar yumuşak ses tonu, babacan tavırları bilmem neyi sonra sonra biz bunu öğrendik. O zaman biz bilmiyoruz şimdi o zamana kadar Orhan’ın getirdiği şeyler sanırım Zeki Şerit’in sorgusu var elimizde bir de İbrahim’in sorgusu var. sadece bildiğimiz bir şey var söylemlerden anlatılan 12 Mart döneminde gözaltına alınmalarda bazı insanlar bir sigara yüzünden bile çözülmüş mesela bu bende bir travmadır. Yani mesela emniyete girdiğimde sigara işi biter bende günde üç dört paket sigara içen ben gözaltına alındığım bütün dönemlerde sigarayı unuturum. Yani sigara biter ta ki savcılığa çıkarılacağım gün sigara aklıma gelir öyle bir travma olmuş yani şeyde çözülmeyeceğim diye. Bu adam şeydi çok yetenekli bir adamdı yani gerçekten bunda bunun elinden geçip de direnen çok az insan vardı.
Böyle devasa çözülmeler yoktu ama yine de kısmen bu adamın bir etkisi vardı. Zaten daha sonra da biz bunu listeye almıştık şey listesine tabi kendisinin şeyi yetmediği yerde bırakıyordu diğer işkence devam ediyordu. Peygamber rolündeydi cellat peygamber rolü vardır ya o roldeydi ve bu konuda gerçekten bir uzmandı. Ben daha sonra İstanbul’da da gözaltına alındım başka yerlerde de onun gibi bu tür teknik donanıma sahip birisini görmedim. Daha sonraki yıllarda da sürdü çok sabırlıydı çok şeydi o şeyini devam ettirdi ve o işte bütün onların sorumlusuydu. Bizim bunun hakkında hatta vurma kararımız vardı o arada söylemiş olup geçim. Bir gün ben bunu şeyde gördüm o zaman da üzerimde silah var aranıyorum zaten uzaktan şeyde gördüm böyle insan kalabalığın içinde gördüm. İzmir’de görür görmez elimi belime attım öyle bir kararımız var vuracağız bunu çünkü bir sürü insanı sakat bırakmış, öldürmüş yaklaştım tam elimi attım çekicem bir baktım kızına simit alıyor simit tezgâhının orada. Böyle yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu kızına simit alıyor tekrar ben belime soktum yürüdüm gittim yani kızının yanında vurmamak için ve bunu bir daha ki gözaltına alındığımda söyledim. Dedim böyle böyle oldu ben seni orada vuracaktım o yine babacan tavrıyla dedim kızın vardı yok dedi öyle bir şey sonra kabul etti dedi doğru söylüyorsun oradaydı kızımlaydım dedi hatırladı o anı. Şey görmemmiş beni ama şeyi hatırladı. Sorguya girdik sorguda ahım şahım bir işkence görmedik zaten ilk şeyim bir şey bilmiyoruz onlar da anladı zaten saftrik kasaba çocuklarıyız. Fakat içimizden iki arkadaş tutuklandı diğerleri bırakıldı biz bırakıldık altı yedi kişi biz geldik.
….. Artık örgütlenme çalışmalarına başladık. Neler yapıyoruz işte bu arada tek tek insanlarla görüşüyoruz, çoğaltıyoruz işte neden tutuklandık neden oldu şimdi bizim şeyde de büyük şeyle verdi basın çok büyük abartarak verdi. İşte TİKKO’ya dev operasyon diye mesela Hürriyet gazetesi Sabah gazetesi tam sayfa bütün sayfa bize ait işte bizim resimlerimiz Orhan’ın resimleri TİKKO timi yakalandı TİKKO şusu yakalandı İzmir’de Ankara’da şey İzmir’de Uşak’ta Banaz’da bir toparlama yapmışlar böyle bir propaganda ile yüklendiler. Şimdi biz de şey ters tepti ama yani bizim Banaz’da da onların yapmak istediği şey propagandaydı fakat anti propagandaydı bize karşı propagandaydı. Fakat bu bizde Banaz’da sempatiye dönüşte vay be bizim TİKKO’cular şimdi biz onların çocuklarıydık bizim Banaz’dan çok bizim TİKKO’cular olduk. Yani halk bize böyle bakmaya başladı sevgiyle bakıyor TİKKO’nun ne olduğunu bilmiyor ama sevgiyle bakmaya başladı. Çünkü bizi tanıyor yani seviyorlar tanıyorlar çok iyi ilişkilerimiz var. O nedenle bizim çocuklar gibi bakmaya başladılar bir sempati oluştu. Sanırım altı ay sonra iki arkadaş serbest bırakıldı biz o arada mahkemeye gidip geliyoruz, dışarıdan tutuklanmışız, serbest bırakıldı şimdi bunların gelişini biz Banaz’da davul zurna ile karşılıyoruz. Yani nasıl bir psikolojiyle yaptık nasıl şey yaptık onu da bilmiyorum. Herkese duyurduk Banaz halkına duyurduk Soner ile Yaşar geliyor tahliye oldular geliyor o Banaz’ın dört yolu vardır Ankara İzmir asfaltı üzerindedir Banaz. Dört yolu vardır dört yolun etrafında iki taraflı kahve vardır. O iki kahvenin önü ve dört yol dolu sanırım altı yüz, yedi yüz yani bine yakın insan vardı Banaz dolmuştu oraya. Davul zurna çalıyor dülülü artık ne çalıyorsak ne söylüyorsak davul zurna çalıyor sadece işte çoşku bayram coşkusu var. Şimdi bunlar otobüsü bekliyoruz şu otobüsle geliyoruz diyorlar otobüs geldi bunları indirdi biz alkışlarla bilmem bir sanki şey geliyor. Bunlarda şaşırdı ne olduğunu anlayamadılar hemen oradan bir sandalye çektik bizim Soner çıktı bir konuşma yaptı orada biz saygı duruşu yaptık hep beraber orayı bir şey alanına çevirdik.
Sloganlar atıyoruz ama ne sloganı attığımızı hatırlamıyorum şimdi. Ama biz slogan atıyoruz işte kahrolsun faşizm mi diyoruz yaşasın bilmem ne diyoruz bilmiyorum slogan attık ant içtik konuşma yaptı işte zulme ilişkin falan o arada Ankara İzmir asfaltı dediğim bayağı ciddi bir asfalt yani ana asfalt Ankara İzmir İstanbul yolu gibi bir asfalt arabaların sık geçtiği bir yer. Bir cılız ses geliyor bağa bakın bağa bakın diye bir ses bizim Ege şivesi yani bana bakın diyor. Ama Ege’de bağa bakın diye çıkıyor o ses. Bir ses geldi o gürültünün şamatanın içerisinde davul zurnanın içinde bir durduk ortaya baktık bizim Yaşarın babası Galak dayı benim az önce söyledim ya Gayda Dayı romanın birinci cildine ismini verdiğim dayıBanaz’ın simitçisi karcısı en yoksul insanı. Bağa bakın bağa bakın asfaltın Ankara İzmir asfaltının ortasında durmuş elinde bir gazete tomarı böyle bu devlet dedi işte beni böyle yakmaya çalıştı aha beni böyle yakmaya çalıştı. Muhtar çakmağı vardı onun muhtar çakmağını çaktı gazeteyi tutuşturdu gazeteyi paçalarının altına koydu. Biz hepimiz bayıldık Gayda dayı kendini yakıyor işte Galak dayı kendini yakıyor diye. Biz Gayda dayı şey Galak Dayı ne yapıyorsun falan filan bu birden bağırdı durun dedi bu devlet dedi beni böyle yakmaya çalıştı ama ben ne yaptım dedi aha böyle aha böyle aha böyle ezdim. O köyün Banaz’ın en cahilidir bu adam o ateşi ezdi ayaklarıyla bu devlet beni böyle yakmaya çalıştı ama ben bunu böyle ezdim yaktırmadım. Şimdi bu bende çok büyük bir etki yarattı, bütün herkeste etki yarattı kimin aklına gelir. Galak Dayı Banaz’ın en cahil en yoksul insanı yani herkesin şey yaptığı ama alnının teriyle çalışan yaz kış boyunca aynı giysiyi giyen parka, ceket, içlik, gömlek bilmem ne yaz kış aynı giyerdi. Parka, şapka yazında aynıdır çift kat pantolon çift kat şey gömlek, kazak, içlik her şeyle giyer. Böyle bir şeyi var Galak Dayının ama Banaz’ın en yoksuludur. Simit satar kışın dağdan kar getirir satar şey yazın kar getirir satar, ayakkabı boyacılığı yapar bu adam bunu yapıyor ve biz yani bizim bilincimizde bile sıçrama yaratıyor bu. Şimdi bu örnekleri biz bulamayız göremeyiz bizim bilincimizde sıçrama yaratıyor çünkü sıradan bir insan bile bunu yapıyor. Ondan sonra Banaz’da ciddi bir işte Soner’lerde içerde yani cezaevi okuldur ya Soner’le Yaşar içerde örgütlenmişler örgütlenmeyi öğrenmişler yani örgütlenmemiz gerektiğini öğrenmişler. Biz o zamana kadar örgütlenmemiz gerektiğini bilmiyoruz nasıl örgütleneceğimizi bilmiyoruz. Biz bir şey bulduk yöntem bulduk toplandık ben bunun sonra adına amip çoğalması dedim diye adlandırıyorum. Şimdi biz yedi kişi toplandık liste yaptık Banaz’da kimler var kaç genç var Banaz’ın listesini yaptık yani 60 genç mi tanıyoruz 50 genç mi var.
Bizim bunlar hepsi merhabamız olduğu insanlar işte üçer üçer herkese adam yazdık. Bana Ayşe, Ahmet, Mehmet bir kadın iki erkek şeklinde herkese üçer üçer isim yazıp dedik bunlarla komite kuruyoruz. Herkese bir komite yaptık dedik bu komite üç ay içerisinde her o üç kişide kendine bir komite kuracak üçer kişi. Yani ben üç kişi sizle komite kuruyorum ama üç ay sonra iki ay sonra zamanını bilmiyorum siz her biriniz üçer kişilik komiteler kuruyorsunuz. Yani üç dört olan bir anda üç dört olan yirmi bir oluyor rakam birden yükseliyor. Böyle bir karar aldık hakikaten de başarılı şey yaptık kısa sürede bir baktık… Halkevi açtık dernek açtık. Nasıl açtık bilmiyorum birden bir Halkevi açtık birden bir çoğaldık 50-60 tane kadına seminer vermeye başladık genç öğrenci kadın arkadaşlarımıza birinin evinde topluyorduk hiçbir şimdi onlarda yani kadın erkek ayrımı da var o dönem şey değiliz böyle rahat değiliz. Kadınlar kadınlara eğitim yapılıyor biz erkekler erkekler olarak toplanıyoruz. Dediler ki biz bilemiyoruz anlatamıyoruz dediler bir gün sen gel anlat yani mesela özellikle artı değeri soruyorlar artı değeri anlatamıyorlar artık değerle arı değeri anlatamıyoruz. Dediler sen gel anlat bir gittim hakikaten kırk elli tane genç kız toplanmışlar seminer yapıyoruz o seviyeye gelmişiz öbür taraftan toplu toplanmıyoruz ama her birimizde sekiz on kişi olmaya başladı. Ve şeye başladık biz köylerde imece çalışmasına başladık dedik karar aldık köylerde imece çalışması yapıcaz, sanırım 76, 76 olması lazım o dönemlere denk geliyor çünkü 77’de Orhan’ı kaçırdık 75’te zaten gitti ondan altı ay sora 75 sonu ya da 76 başları, şeyde dedik imece çalışması yapalım. Bizim için çok özeldi o nasıl yapacağımızı da bilmiyoruz ama hep bunları sohbetin başında söyledim ya Orhan bize hiç zapturap yapmadı biz pratiğin içinde yaşayarak öğrendik bazı şeyleri onun şeyleri bizi hep yönlendirmiştir. Onu hatırlamıyorum şimdi ama hep bunların birikimiyle yaptık köylerde imece çalışması yapacağız nasıl yapıcaz işte İBO’yu okuduk artık okuyoruz İbo’yu okuyoruz İbo’nun yazılarını okuyoruz başka devrimci kitapları okuyoruz artık bilinçleniyoruz yavaş yavaş. Bir köy var o köylü arkadaş dedi ki ya bizim bir köy var dedi suyu yok dedi bir tane su var bir evin bahçesinden akıyor o adamda kızdığı zaman suyu kimseye vermiyor köyün suyu yok. Nasıl olur o köye su getirir miyiz getiririz biz bir hafta köye gittik köylülerle konuştuk muhtarla konuştuk dedik bu nasıl su gelecek dedi dağ şurası iki yüz metre ileriden kuyu var kuyudan buraya gelecek ama bu adam getirmiş.
Şimdi bu adam kızdığı zaman köylülere suyu da vermiyor. Su kalıyor köylüler kullanamıyor dedik biz bunu haftaya getiririz şimdi muhtar dedi he he getirirsiniz valla dedik getiririz biraz siz bize destek çıkın dedik biz biraz para toplayalım künk alalım künkle o suyu buraya getiririz biz. O projeyi yaptık ama muhtar inanmıyor çünkü yıllardır az buz değil yıllardır yirmi otuz yıldır her gelen seçimlerde milletvekilleri belediye başkanları söz vermiş su getireceğiz köye diye getirmemişler. Biz ertesi hafta gittik aramızda para topladık oraya yüz metre mi iki yüz metre mi neyse şimdi yerini bilmiyorum dağdan oraya yetecek kadar künk aldık. Künkü götürdük otuz kırk kişi bir dizildik şeye dağdan köyün su getireceğimiz yere kadar künk yolunu kazmaya başladık çapalarla küreklerle bilmem nelerle boruları döşedik suyu getirdik akşama. Akşama suyu akıttık bir günde şimdi onu yaparken de şeyimiz var bir iki köylünün evinde öğlen yemeği yiyoruz şimdi köylülerde bize ikramda bulunuyor hani gördüğü için bir de şey az buz değiliz dağın eteğine koskocaman asmışız İbrahim Kaypakkaya’nın pankartını Kahrolsun Patron Ağa Devleti. İbrahim’in pankartının altında çalışıyoruz o coşkuyla çalışıyoruz yani pankart falan şey var köylüler falan görüyor. Yani şeyi bilmiyoruz o bunun prosedürü nedir başımız belaya girer mi girmez mi o kadar ayrımda değiliz ama su gelecek oraya. Pardon iki günde getirdik bir gün kazdık Cumartesi günü kazdık Pazar günü gittik döşedik suyu akıttık su akıyor. Ama köydeki bizim şeyimiz var o çok güzeldi hani İbrahim şeyi söylüyor gittiğiniz yerlerde köylüler size en güzel yemeklerini sunarlar kendileri aç kalırlar çocuklarına bile yedirmedikleri şeyleri size sunarlar. Bunlara dikkat edin bir yeri var İbrahim’in ya da böyle bir anlatısı var. Biz buradan çıkarsama yapmışız iki kaşık alıp herkes bırakıyor ya köylüler diyor ki yeseniz ya o kadar çalıştınız çalışan adam yer diyor çalışmayan adam yemez diyor siz diyor çalışmadınız mı? O kadar çalıştığınızı gördük yiyin tamam biz yedik doyduk tamam nerede doyduk açız ama İbrahim öyle demiş ya köylülerden fazla yemicez diye yiyemiyorduk onlara kalsın köylüler bizim için sundu onları diye.
Koymuşlar öyle de bir şeyimiz vardı herkes birbirine bakarak böyle şey yapıyordu. Biz getirdik ettik muhtar davul zurna çağırmış açılışı davul zurnayla yaptık köyde suyu akıttık. Muhtar bir konuşma yaptı muhtar da Adalet Partili işin ilginç yanı yani köyün çoğunluğu da Adalet Partili yani devrimci bir köy değil. Çoğunluğu Adalet Partili köyün Honuz köyü mü sanırım Honuz köyü ismi Honuz o köyde çoğunluğu da Adalet Partili yani beş yüz haneyse dört yüzü Adalet Partilidir yüzü CHP’lidir yani devrimci de birkaç tane arkadaş var orada. Ama köylüler bizi bir sevdi yani dediler bu nasıl bir şey muhtar bir konuşma yapıyor ben diyor yıllardır bu köyün muhtarıyım her dönem seçimlerde belediye seçimlerinde milletvekili seçimlerinde herkes burada söz verir gider bir daha da unuturlar. Bu çocuklar geçen hafta geldi haftaya su getiricez dedi ve suyu akıtıyorlar. Bu su buraya aktı köyün meydanında bir de çeşme yaptık o suya. Şimdi bu duyuldu bütün Banaz köylerinde duyuldu biz düşüncemizi de anlatıyoruz köylülerle paylaşmak imeceye katılmak yardımlaşmak dayanışma falan diye anlatıyoruz bunu. Şimdi bize talepler gelmeye başladı köylerden işte falanca yerde haşhaş toplanacak bize yardım eder misiniz? Tabi biz balıklama gidiyoruz. Şimdi haşhaş toplanacak haşhaş ekimi vardır bizim orada ya da pancar ekimi pancar toplanacak biz bir köylünün ihtiyacı var gidiyoruz haşhaş toplamaya bir hafta haşhaş topluyoruz bir hafta pancara gidiyoruz işte ne varsa çapaya. Sonra dedik ki arkadaşlar halkımız bizi kullanıyor ya kendi bireysel çıkarları için kullanmaya başladı halkımız bizi. Hakikaten halkımız bizi kullanmaya başladı kendi bireysel işi içinde. Biz orada köy için bir şey yaptık tama güzeldi de ismimiz çıktıktan sonra köylüler bizi işin kolayına bizi kullanmaya başladılar. Ondan sonra dedik ki bundan sonra köylülere kendimizi kullandırtmıyoruz köylü kurnazlığına şey yapmıyoruz. Ama o bir isim oldu bir şey oldu fenomen oldu bizim şeyimizde çok da güzel de geçti onun çok etkisi oldu. Bizim çoğalmamızda bizim üretimimizde, köylülerin şey olmasında birazcık devrimleşmesinde bayağı etkisi oldu. Hala bugün aradan kaç yıl geçmiş o dönemin bizimle ilişkisi olan insanları hala devrimci düşünceler taşıyorlar. Hala bugün mesela geçen de geldik kendiliğinden köyü devrimci yapan bir arkadaşımız var. Bizim yeğenimizdi şu kadar bir çocuktu o dönem şimdi torunları var köyde kütüphane kurmak için mücadele ediyor. İşte ona göre şuanda devrimciliği öne çıkaramıyor gerici köylerde AK Parti ve diğer elli tane CHP’nin beş yüz tane AK Parti’nin olduğu bir köyde şimdi yarı yarıya çevirmiş işi. (03:00)
Yani şu anda diyor napicaz başka devrimci şeyi yok ama ben CHP’ye çeviriyorum en azından diyor CHP’lileştiriyorum diyor. İşte kütüphane yapmaya çalışıyor bir şey bakıyorsun bu adam hala köylü. Yani buna benzer hala o dönemde yaşayıp o değerleri taşıyan insanlar var. Tabi çoğu unutmuş çoğu bitmiş çoğu kalmamış ama hala da tek tük de olsa o dönemdeki mücadelenin o dönemdeki yaşamların bugüne taşınan etkileri var. Bunu görmek çok güzel bunu yaşamak da çok güzel çoğu da bitmiş o ayrı bir şey ama bunu bugün görebilmek de çok güzel bir şey. Lafı nerden aldık nereye götürdük.
D.G.: Şimdi ben yani buradan biraz harekete doğru gelmek istiyorum 74, 76 arasında siz Banaz’daydınız. Yani burada tabi şimdi hangi hareket içerisinde yer aldınız sorucam ama siz köydeydiniz. İşte gençlik var sendikalar dernekler var ve benzeri gibi. Ben doğrudan yani bu tarih aralığında anlatacağınız şeyler varsa tabi bunları konuşalım. Bunu da sorayım bu arada sorudan önce değinmek istediğiniz şeye siz yine değinin. Hareket içerisinde yani hiyerarşik bir ilişki var mıydı bir ast üst ilişkisi? Bunu belirleyen temel kriterler neydi? Bunları konuşalım tabi öncesinde Banaz’a dair yaşadığınız şeyler varsa onları da anlatmaya devam edebilirsiniz.
Ö.İ: Şimdi zaten az önceki söylediğim örgütlenme şemasında biz Banaz komitesiydik Banaz ilçe komitesiydik kendimize o adı verdik. Bizim altımızdakiler alt komitelerdi. Onun altındakilere ne diyorduk alt komite hücre en alttakilere hücre diyorduk onun üstündekilere komite alt komite diyorduk biz üst komiteydik. Belki isimleri şu anda tam hatırlamıyorum bayağı ciddi örgütlenme şeyimiz vardı. Sonra işte sorumlu arkadaşlarla gelip gitmeye başladı. Orhan yakalandıktan sonra başka arkadaşlar gelip gitmeye başladı.
D.G.: Kimler gelip gidiyordu?
Bize Ş.D. isminde bir arkadaşımız vardı o gelip gidiyordu. Sedat diye bir arkadaşımız vardı. Sedat Yılmazsoy, daha sonra iki sene önce bir hastalık nedeniyle yaşamını yitirdi, o sorumluydu Ege bölgesi Ege sorumlusu artık şeydi. Şimdi Orhan’la başlayan örgütlenmede biz sadece Banaz ayağıydık. Orhan Ege Bölgesi’ni örgütlemeye gelmişti. Örgütlemede Uşak Denizli Manisa da kısmen var İzmir şeklinde bu üç esas ilde Uşak, Denizli Aydın’da vardı Aydın’da düşük kaldı sanırım çok komiteleşemedi. Denizli komiteleşti İzmir, Uşak komiteleşti İzmir komiteleşti buralarda da komite örgütlenmeleri vardı. Orhan bunu başlatmıştı ama Orhan’ınki Orhan’ın var mesela Banaz’da komite oluşturmamıştık ama sonradan öğreniyoruz İzmir’de ve Uşak’ta Denizli’yi bilmiyorum İzmir’de Uşak’ta örgütlenme yapılmış komiteleşmiş, oralarda ciddi bir örgütlenme başlanmış. Orhan’ın yakalanmasından sonra parti ciddi artık zaten bir taban oluştu Orhan’ın yakalanmasıyla o taban açığa çıktı. Yani Orhan illegal olarak götürüyordu ilişkileri o taban açığa çıkınca Orhan’ın İzmir’de örgütlediği komiteler Ege’ye sorumluluk yapmaya başladı yani Uşak’a Banaz’a Denizli’ye sorumluluk yapmaya başladı. Bize de Ş. geliyordu o dönem Ş. ile şey vardı işte Sedat Yılmazsoy ikisi sanırım bir de M.G. vardı. ama onun tam şeyini bilmiyorum o dönemdeki rolünü. Biz onunla devam ediyorduk örgütlenmeye ama şöyle bir örgütlenme de değildi. İşte gelip komitemize katılıp komiteyi yöneten şekillendiren değildi. Biz sadece geldiğinde bilgi veriyorduk Uşak’a bilgi veriyorduk biz Uşak’a bağlı olmuştuk artık. (07: 00)
Daha sonra işte bizim sonra ismini başka söylediğimiz ….. bir sorumlu getirildi bize. O sorumlu biraz abartan bir sorumluydu kendisi Uşak’taydı Uşak komitesindeydi bu Halkın Gücü gazetesinin çıkma döneminde bir çatışma oluyor çatışmada bekçi yaralanıyor. Bu da derginin sorumlusu yani o çatışmada olan değil de dergi bunun adına çıkacak yazılaması yapılıyor Halkın Gücü’ydü demi Halkın Gücü. Halkın Gücü’nün yazılaması yapılıyor bu da dergi sorumlusu olduğu için aranır duruma düşüyor aranır durumu olduğu için bizim Banaz’a gönderiyorlar bunu. Yani burada şey olmasın diye Uşak’a gönderiyorlar Banaz diyorum Uşak’a gönderiyorlar. Uşak’ta da örgütlenme yapacak o dönem ismini biz Sedat diye biliyoruz ama hatip gücü gerçekten çok güçlü bir adam müthiş güçlü bir adam yani, şu anda nerede yaşıyor nasıl bilmiyorum, ama dili, bilgisi, birikimi çok iyi çok iyi iş yapıyor. Ama pratikte de ….. birisi ben işte attığımı vururum şöyle böyle diyor bilmem ne yapıyor biz tapıyoruz bu adamı çok seviyoruz yani adamın dili şey yapıyor ama sonra sonra kafamızda çelişkiler oldu. Biz mesela ilk zamanlar bunlar Banaz’da Dev-Yol’cularla o dönemde büyük bir kapışma yaşadık şimdi bize örgütlenmemizden sonra Banaz’da sadece TİKKO’cular vardı küçük Tunceli diyorlardı zaten bizim oraya. Kaç 60-70 tane biz vardık en az sayı olarak bildiğim örgüt yani Halkevine gidip gelen 40-50 tane genç kız vardı biz vardık hepimiz gençtik zaten. Şimdi böyle bir şeyde Dev-Yol’cular doğal olarak çengel atmaya başladı. Uşak’ta Dev-Yol’cular hakim ağırlıklı onlar şimdi Banaz’ı kapmak için Dev-Yol’cular insan çekmeye başladı. Bizim böyle yaramaz bir tipimiz vardı dıştaladığımız bir tipti yani böyle küfürcü hakaretçi bilmem ne bir tip vardı biz onu uzaklaştırmıştık o gitmiş Dev-Yol’cu olmuş bu sefer karşımıza Dev-Yol’cu olarak çıktı. Biz dedik ulan manyak mısın sen nasıl Devrimci olursun Dev-Yol’culara gittik siz bu çocuğu nasıl Dev-Yol’cu yaparsınız bundan devrimci olmaz falan o zaman böyleyiz yani açık bazı şeyler. Onlar Dev-Yol’cu olmuş bu sefer o örgütlenmiş tabi kimse onun o olduğu için Dev-Yol’un antipropagandası oluyor. Fakat biz Dev-Yol’a Uşak’a gittik konuşma yaptım ben Dev-Yol’cularla bir konu üzerinde tartışacağız.O zaman neydi artık konu neydi bilmiyorum ya üç dünya teorisiydi ya Enver Hoca Mao konusuydu güçlü bir konu bir tartışma yapılacak tartışmada bizim Banaz’da yapıcaz onlar da bunu istiyor kendilerini şey yapsınlar biz de meydan okuyoruz tabi bizim düşüncemiz her yerde güçlüdür falan filan. Şimdi biz de biliyoruz ama normal koşullarda Uşak bizi pestil eder yani bizim bilgi seviyemiz çok onlara göre daha şey Dev-Yol’cular Uşak’ta da çok iyi bayağı adamlar kelli felli adamlar. Şimdi bizim Sedat aranıyor fakat bizim tartışma da Sedat’ı götürmemiz lazım şimdi bizim dedim yoldaş böyle böyle şey var senin oraya gitmen lazım bu ıkındı sıkındı işte yakalanırsam şöyle olur böyle olur falan biz bunu baskı yaparak aldık götürücez. Ama bizim götürüşümüz var sanki cumhurbaşkanı götürüyoruz önde bir motorlu eskort onun arkasında bir taksi onun arkasında bir taksi bu arada onun arkasında bir motorsiklet eskort gidiyoruz böyle hani haberleşmişiz arkadan ya da önden biri geldi öbürüne sinyal verecek ortadaki köy yoluna sapacak yani kesin garantilemişiz tabi silahlı külahlıyız böyle herhangi bir çatışma olursa. Adamı şey gibi götürüyoruz ama derneğe tartışmaya götürüyoruz yani dernekte tartışmasına bu şekilde bir illegal korumayla gidiyoruz.
Biz eskort eşliğinde getiriyoruz işte alana getiriyoruz geldik tabi kontrolümüzü aldık işte jandarma yakınımızda jandarma var hemen yüz metre ileride. Polis karakolu var her yere noktalar dikmişiz herhangi bir şekilde operasyon moperasyon olursa haberleşeceğiz tak kaçırıcaz onu ona göre yapmışız ama hiçbir sorun çıkmadı.
Onda öyle bir olumsuz şeyimiz oldu. Bizim Orhan’ların işte şeyinden sonra yakalanmasından sonra örgütlenmeye yeni arkadaşlar gelmeye başladı. Ben ilk gelenlerden itibaren zaten Orhan’ın yakalandığı ilk resmini gördüğümde şey diyordum bak bak bak Orhan’a bak merdiven şeyine bakıyor nerden firar edecek yol arıyor o gözle bakıyordu diyorum kaçırmamız lazım Orhan’ı kaçırmamız lazım Orhan’ı kaçırmamız lazım. Ben gelen sorumlunun başının etini yiyordum yani nasıl kaçırıcaz bilmiyorum ama kaçırmak lazım yani oradada ne işi var Orhan’ın. Yani kaçırmamız lazım diye bir baskı yapıyordum. O işte bir süre sonra bizim aile içi dengeler de biraz düzeldi. Düzeldi derken artık ben karar verdim mücadeleye katılıcam evi terk edicem o aşamaya geldik artık o bilinç seviyesine geldik. İşte o zaman söylemiştim yoldaşa bir gün geldi dedi Orhan’la ilgili ciddi misin dedi ciddiyim dedim iyi dedi şimdi gelip seni alıcam dedi. Ben o güne kadar işte bir hafta mı on gün mü neydi bir hafta on gün sonra işte tekrar hazırlık yapmak için hazırlığımı yaptım.Şeyde çok ironik bir şey vardır daha doğrusu duygusal şimdi kimseye söyleyemiyorum. Anneme söyleyemiyorum anneme desem gidiyorum bırakmazabime desem hayatta bırakmaz kavga ederiz. Yengemi aldım o zaman da yeğenim yeni doğmuştu böyle kundaktaydı yeğeni aldım öptüm yengeme dedim ben gidiyorum bir süre gelmicem. İşte yengem ağladı falan nereye gidiyon kardeşim falan aldık ordan çıktık gittik gidiş o şey gitti oraya kadar yani Banaz’dan çıkana kadar aklımda şu anda var aslında bir şeylerde belki tekrar döneriz oraya. Ondan sonra işte Orhan Bakır eylemi var Orhan Bakır’ın kaçırılma eylemi var.
D.G.: Onları konuşalım eğer dağa çıkmadan?
Çıkmadan ne var şimdi demin aklımda bir şeyler vardı şimdi unuttum hatırlamadım aklıma gelmedi. Geri dönebiliriz.
D.G.: Şimdi tabi biz bu konuşmaya şeyden geldik yani bu hareket içerisindeki konumlar neydi hiyerarşi ast üst ilişkisi ve bu alt üst ilişkisindeki o kriterler ölçütler nelerdi? İsterseniz bu soru üzerinde de kalabiliriz arzu ederseniz diğer soruya da geçebiliriz.
Ö.İ: Diğer soruya geçelim.
D.G.: Hareket içerisindeki o profil nasıldı yani bu hareketi köken toplumsal sınıf yöresi ve benzeri gibi özellikler neydi sizce? Bir de bu hareket içerisindeki etnik ya da dini aidiyetler ve kimlikler açıkça belirtiliyor muydu? Bu konuda hiç sorunlar yaşandı mı?
Ö.İ: Yok şimdi bir yerde kısaca değinmiştim ona. Bizim Banaz örgütlenmesi şimdi esas örgütlenme Ege Bölgesi örgütlenmesi yani Orhan’ın yaptığı Ege Bölgesi örgütlenmesi.
Bizim Banaz örgütlenmesi biraz daha farklı biraz köy gibi kalıyor kasaba kültürüyle kalıyor. O az önce anlattığım bizde etnik şeyler Alevidir Kürt’tür etnik ya da dini şeyler olmadığı için bizim onun karşıtlığı da olmadı. Biz kendi içimizde onu hiç yaşamadık. Orhan’ın ben Ermeni olduğunu şeye gittiğimde sorguya alındığımda ya siz işte bir Ermeni’yle nasıl birlikte hareket edersiniz falan gibi böyle tepeden baktı ve ne olmuş Ermeni’yse Ermeni yani Ermeni bizim kafamızda bir düşman değildi. Yani Ermenilik Kürtlük kafamızda bir düşman olmadı Banaz kültürü olarak olmadı. Biz gençliğimiz çocukluğumuzdan beri biz böyle bir düşmanlık yaşamadık. Dolayısıyla o yoktu yani Ermeni’yse Ermeniler Orhan gibiyse Ermeniler çok iyi insanlardır yani çok Orhan çok iyi bir insan çok değerli bir insan sevimli bir insan kişilikli bir insan. O zaman Ermeniler bize sempatik geliyordu hayır zaten kişiliğimizde olmazdı böyle bir düşmanlık. Ama şeyimizde yoktu örgütsel yapı içerisinde de yoktu biz çünkü dedim ya Orhan bize hiçbir zaman Ermeni olduğunu bize söylemedi. Orhan sadece Kürtler, Çerkezler bilmem çeşitli milletlerden insanların ezildiğini anlatırdı yani yazılarımızda da bu vardı zaten o döneme ilişkin böyle bizim geçmiş yazılarımıza bakarsanız çok şey yoktur Ermenilerle ilgili çok ayrıntılı yazılar yoktur. Kürtler üzerindeki İbrahim’in tahlilleri zaten o dönem diğer örgütler diğer yapılar hiçbir şey söylememişken İbrahim’in bir şeyler söylemiş olması zaten başlı başına bir şeydir. Onun dışında yoktu yani o dönem içinde de yoktu genelde de yoktu mesela 68 kuşağında böyle bir sorun öne çıkmamıştı. İşte bu İbrahim’den sonra biraz bu farklılaştı öne çıkan mesele Kürtlerin şeyi. Bizde de hiç yoktu yani Ege Bölgesinde de bizde bu tür ayrımlar örgütsel içerisinde de yoktu. Hiyerarşik örgütlenme biçimini biz esas olarak Banaz’daki ilçe örgütlenmesi olarak yaşarken daha sonra işte şeye gittiğimizde Orhan Bakır eyleminden sonraki örgütlenmede biz esas yaşamaya başladık yani ast üst ilişkileri tam olarak yaşamaya başladık. Banaz’daki örgütlenmede de vardı az önce anlattığım ilk o Banaz ilçe komitesi alt komite hücreler alt hücreler şeklinde ama şey dedi mesela biz kendimiz bildiri yapıp dağıtıyorduk. Banaz şey ne diyorduk ona Halkın Gücü Banaz ilçe örgütü diye kendimiz bildiri yapıp dağıtabiliyorduk o zaman. Hani o yazıyorduk şey yapıyorduk kendimiz dağıtıyorduk ama bunlar genel olan şeyler değildi yöresel yerel konulara ilişkin yaptığımız şeylerdi. Ondan sonraki şey yani o dönemin içindeki örgütlenmede bunlar fazla yoktu hatırladığım kadarıyla daha sonra örgütlenme bölümümüz esas aktif profesyonel mücadeleye geçince başladı.
D.G.: Peki yani hareketiniz ya da işte parti içerisinde kadınların konumu nasıldı? Kadınların hiyerarşik açıdan en fazla hangi basamaklara kadar yükselebiliyordu? Keza işte hareket içerisinde işte önemli pozisyona gelmiş kadınlar varsa bunlar kimlerdi? Son olarak kadınlara dair sizin bulunduğunuz dönemde en azından hareketin kaçta kaçını kadınlar oluşturuyor diyebiliriz?
Ö.İ: Yani sondan cevap verim örgütlenme açısından bakarsan çok düşüktü yani örgütsel yapı içerisindeki kadın sayısı çok düşüktü. İşte bi Ö. vardı Denizli’deki kadın arkadaşımız vardı bizim örgütlediğimiz o dönemde fakat bizde öne çıkan o dönem F.S. , Tomsonlu Zeyno diye geçiyordu. İşte köfteci Ş. diye geçiyordu. Bunlar öne çıkmıştı basının öne çıkardığı isimlerdi hareket içerisinde azdı işte bizde sorumlu olarak yani Ege Bölgesi’nde faaliyet yürütecek olarak Ö. gelmişti Ö. M. o gelmişti. O İzmir örgütlenmesi il örgütlenmesinde sonra Uşak bölümüne geçti Uşak bölümündeki örgütlenmeye katıldı. Daha sonraki zaten biz hizip olduktan sonra biz birlikte devam ettik o sürece. Ama şey kadın örgütlenmesi düşüktü zayıftı fakat bizim Banaz’da bir ayrı örgütlenmemiz vardı biz hani az önce de bahsettiğim Amed örgütlenmesi de aslında birbirine yapsın diye belki yakın olmaktan kasaba kültüründen kaynaklı birbirini tanımanın getirdiği kaynaklı çabuk bir örgütlenme oldu. Yani arkadaş grupları o Ayşe’yi çağırıyordu öbürü Hatice’yi çağırıyordu öbürü derken çok çabuk bir toparlanma oldu. Ama biz bu çabuk toparlanmayı çok çabuk bilince dönüştüremedik biz de yetersizdik zaten. Yani bilinç olarak yetersizdik kültür olarak yani o henüz kadına bakışımız değişmemişti. Örneğin biz mesela Ö.’le yoldaşız artık o bizim sorumlumuz pozisyonundaydı Banaz’a gelip giden sorumlu pozisyonundaydı. Ö.’le Banaz’a gelene kadar arka yollardan geliyorduk gelene kadar işte kol kola el ele yani yoldaşlık samimiyetiyle gelirken Banaz’a yaklaştığımızda o ben dedim sen iki adım geride gel kimse görmesin. Çünkü o kültür farkı yani bir kadınla görünme kültür farkı farklıydı. Kendi kadın yoldaşlarımızla genç kız yoldaşlarımızla da çok yakın olamıyorduk insanlar bir şey der o onun kızı onun kardeşi onun bilmem nesi diye yani çok rahat değildik sokakta da şimdi bugünkü gibi değildi.
Dernekte olabiliyorsun ama dışarıda sokakta böyle rahat olamıyordun. Kadınlarla örgütlenme o bakımdan şeydi. Ama bizim Banaz örgütlenmesi biraz daha farklıydı kadınların örgütlenmesi çoktu dedim ya az önce kırk elli kadın mıydı şimdi hatırlamıyorum bir ev dolmuştu işte bayağı tıklım tıklım bir ev genç kızla dolmuştu biz hepsine seviniyorduk. Tabi bunların yüzde sekseni anlamıyordu bir şey. Çünkü arkadaş hatırına gelmişte ama sonuçta biz onu toparlamıştık getirmiştik oraya gelebilirlerdi. Ben hala sırf oraya gelmesinden dolayı kendisine devrimci diyen insanlar vardı o toplantıya gelmiş olmasından dolayı. Fakat zayıftı her zamanki bugünkü gibi o zaman da zayıftı. Bir de benim anlatacaklarım bizim Ege Bölgesi’dir. Çünkü Ege Bölgesi örgütlenmesi diğer örgütlenmelerden biraz farklı İstanbul’dan, Dersim’den ya da Ankara’dan biraz daha farklı. Orada biraz daha örgütlenme şeyindeki kadroların niteliği daha farklı biz de kadro niteliği daha düşüktü yani Sedat vardı Ş. vardı. O dönemin seviyesine göre bunlarda iyi durumda insanlardı yani bizim sorumlular olarak Ege Bölgesi sorumlusu olarak. Ama keskin çatışmalar İstanbul’da olduğu gibi Ankara’da olduğu gibi keskin çatışmalar yaşanmadı bizde. Orada sonradan öğreniyoruz tabi o örgütsel içi tartışmalarda bayağı bir keskin şeyler yaşanmış biz de o kadar yaşanmadı bizde direk bir dönem yaşandı ve bizde ayrılıkla hizip olduk sonra hizip faaliyetiyle devam ettik. Ege Bölgesi zayıftı yani o anlamda belki bu tarihsel anlatımın şeyi Ege Bölgesi farklı bir yerde duracaktır gibi geliyor bana yani bütünden biraz daha farklı Ege Bölgesi.
D.G.: O dönemde yine bu hareket içerisinde kendi bölgenizde sizin bölgenizde demokrasi nasıldı? Antidemokratik uygulamalarla hiç karşılaştınız mı ya da böylesi bir şeye tanık oldunuz mu?
Ö.İ: Genelde mi örgüt içerisinde mi?
D.G.: Hareket içerisinde parti içerisinde parti içi demokrasi diyelim nasıldı nasıl işlerdi? Antidemokratik bir uygulamayla karşılaştınız mı hiç ya da böylesi bir şeye tanık oldunuz mu?
Ö.İ: Şimdi bu dediğim dönemde zaten aktif şeyimiz yoktu. Yani benim aktif mücadeleye katılmam Orhan’ın kaçırılmasından itibaren oldu ondan sonra da işte her şeye koşturmaya başladık aktif militan mücadele o zaman başladı. O zaman içerisinde elbette bazı şeyler yaşandı. Şimdi bizim de yeni yeni bilincimizin açıldığı dönemdir o dönem yani bir bütün olarak yani 70’lerin başında kadrolaşmış devrimcileşmiş Orhan Bakır’lar gibi değildik. Biz daha sonraki bir kuşaktık ve bizim bilinç seviyemiz diğerlerinden çok düşüktü geriydi yani biz onların onlardan feyiz alarak çıkıyorduk. Şimdi bugün bazı şeyleri anlatınca bazı arkadaşlar sanki o dönemde çok şeymiş gibi yani biz daha o zaman çocuktuk o zaman biz daha yeni öğreniyorduk bazı şeyleri. Biz 70’li yıllarda gözü kapalı, korkusuzca, fütursuzca her şeyi yapıyorduk ama her şeyi bilmiyorduk. Yani bilinç olarak politik bilinç olarak da çok zayıftık.
Ona vaktimiz de yoktu politik bilinçlenmeye vaktimiz de yoktu. Çok hareket ediyorduk çok eylemimiz vardı çok bildiri dağıtıyorduk çok eylemlere koşturuyorduk. İllegal bir şeyler için çok koşturuyorduk zamanımız da olmuyordu yani o bilinç seviyemizin gelişmemesine bir şey de oydu. Zaten 70’li yıllardaki 78’liler denir de yani 70’li yıllardaki gelişen devrimci hareket bu 68’lerden sonra devralan hareket gibi çok okuyan bilinçlenerek çok gelişen bir kesim değildi. Biz 70’li yıllarda daha az okuyan ama daha çok çoğalan insanlardık yani birden pıtrak gibi çoğaldık. Bir beş oldu beş elli oldu birden ve o biri beşi beşi elli yapan bilinci donatmak mümkün de değildi zaten. Bizim eğitime ihtiyacımız olurken biz eğitim veriyorduk. Yani düşün ben biz Banaz’da benim kendimin artı değer nedir öğrenmem gerekirken ya da halk savaşı nedir iyi öğrenmem gerekirken daha ben öğrenemeden birkaç kelimeyle bunu başkalarına anlatıyordum. Ya da öğrendiğim birkaç kelimeyle bunu anlatıyordum. Bilinçlenme biz de o nedenle biraz geri oldu. Örgütsel yapı içerisinde de örgütsel hiyerarşi içerisinde de bu sonradan kendini göstermeye başladı ki mesela o örgütsel hiyerarşideki bizim zaafımızda bizim ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Bizim Ege hizbi dediğimiz Devrimci Komünist hizbi dediğimiz Ege hizbi de zaten öyle çıkmıştır. Birinci Konferans kaçtı 77’de mi yapılan 77’de yapılan konferansta mesela o zaman delege olarak gitti geldi. Hatta ondan önce işte orada şey olsun diye bizi apar topar biz parti üyesi yapıldık. Biz de orada ben mesela parti üyesi değildim işte kongreye katılacağız belli sayıda delege olması gerekiyor diye parti üyesi yapıldım ben hatta şey yaptım yani hoş bulmadım itiraz ettim yani biz hazır değiliz parti üyeliğine. Çünkü benim gözümde parti üyeliği daha farklı kıstaslar gerekiyordu. Ama şey sayıyı rakamı doldurmak için işte belli üyeye bir delege gideceği için o dönem biz de apar topar ha diğer insanlara göre baktığımızda biz onu hak ediyor muyduk belki politik ya da yaşam biçimi olarak hak ediyorduk belki ama ben en azından kendimi öyle hazır hissetmiyordum. Onu da söyledim zaten ama ona rağmen parti üyesi olduk. Bizden bir delege gitti ve gidip geldiğinde Ş. yoldaş şeyi beğenmedi yani bize anlatımından söylüyorum kon şeyin seviyesini beğenmedi çok insanlar çok geri yani yoldaşlar çok geri gibi böyle bir söylemi oldu ve ne kadar bilinçliydi Ş. ne kadar sağlamdı o konu da bilmiyorum. Yani Ş. nün adı da Ş. de şey yapıyordu ağzı iyi laf yapıyordu. Okuyordu araştırıyordu bilinç seviyesi bayağı iyiydi ama gittiğinde oradaki seviyenin düşük olduğunu söylemişti ve zaten ondan sonra da bize yansıması o gerilla savaşının hazırlık aşamasından dolayı bir karşı duruş sergileme oldu.
Yani konferansın kararını tanımama yönünde bir bilinç oluşumu başladı. Bize o şekilde yönlendik okuduğumuzda da ona hak veriyorduk yani gelen konferans kararlarında da gerilla savaşının hazırlık aşamasının mücadeleyi ertelemek olduğu böyle bir hazırlık aşaması diye olmaz mücadele zaten kendi içinde hazırlar. İşte barışçıl bu dönem için barışçıl mücadele denmez silahlı mücadele her zamandır gibi tezlerimiz vardı ve bu şeylerin önünde de tartıştığımızda da pek çok kimse şey yapamıyordu yanıt veremiyordu yani karşı çıkamıyordu karşı duramıyordu. Biz daha sonraki işte hizip yıllarından sonra Ege Bölgesi’nde biz bunu tartışmaya da girdik. Bu A.G.’lerle Munzur’a şeylerle de kapıştık ikna edemiyorlardı bizi çünkü biz o zaman daha ajitatif dille yüklendiğimizde işte gerilla savaşını erteliyorsunuz halk savaşını erteliyorsunuz işte hazırlık aşaması gibi bir aşama olmaz gibi söylemi ajitatif kullandığımızda diğerleri bir şey diyemiyordu dolayısıyla biz daha baskın çıkıyorduk. Ben hatta ikna edin diye birkaç kez gittim ben ikna olmak istiyorum ikna olucam olmalıyım çünkü hizbi de bırakmak istiyorum diye gittim. Ama her seferinde arkadaşları ben ikna ettim geldim o nedenle şey vardı burada az önce sorduğunuz soruya kendi içimizde burada bir haksızlığa uğramadık yani böyle yaşamadık o dönem için söylüyorum uğramadım. Ama şey yetersizlikten kaynaklı sonradan düşündüğümüzde Ş.’nün tavrının aslında bir bayrak açma olduğu yani Ş.’nün kendini diğerlerinden daha bilinçli daha farklı seviyede gördüğü onu tanımama yönünde bir eğilim taşıdığı şeklinde vardı. Onda yansıması oydu yani benim Ş.’de gördüğüm yansıması oydu biz de zaten ondan meyilli olarak bir tavır aldık. Ama şeyden görmedik biz zaten bölge düzeyinde temsil edildiği için Ege Bölge sorumlusu burada merkeze katılıyordu merkezden oraya geliyordu biz sadece muhatap olarak Ege Bölge sorumlusunu görüyorduk zaten. Yani dolayısıyla burada İstanbul’da ya da Ankara’da ya da Kürt illerinde Doğu Anadolu Bölge Komitesinde olanlardan haberimiz yoktu. Yani sadece kararlarından haberimiz vardı oradaki işleyişlerden haberimiz yoktu. Sonra ben Orhan’la yaşadığımda sonraki yıllarda onu küçük bir tanıklığım oldu böyle bir çelişkiye tanıklığım oldu. Daha sonra bu hizipler tarihinin başlamasıyla ilgili bir görüşmemiz oldu o zaman şey oldu ama bizim bölgede çok yaşanmadı o.
ORHAN BAKIR ANILARI
D.G.: Şimdi diğer soruya geçmeden önce biraz Orhan Bakır’ı konuşalım. Orhan Bakır diyelim.
Ö.İ: Orhan Bakır şimdi bizim tarihimizde İsmail Hanoğulları var Zeki Şeritler var Cemil Okalar var daha ismini sayamadığım şuanda aklımıza gelmeyen.(09.15)
Hakikaten çok nitelikli militan kimlikler var. Yani bu belki bize anlatılan doğru ya da yanlış örneğin İsmail Hanoğlu bir parkta oturur polis gelir kimliğini sorar İsmail onu çıkar silahını gösterir onun kakmalı sarı kakmalı şey sedef kakmalı bir silahı vardır onu gören polis kaçar yani pardon der kaçar. Yani böyle mimlenmiştir namlanmıştır diyelim o dönemin şeyleri. Ben bunu o dönem şeyde de rastladım yani bizim dönemimizde de rastladım çünkü bugünkü gibi değildi. Ben bugünkü derken 90’lı yıllardan itibaren polisler daha farklılaşmış. Bizim dönemimizde bizi tanıyan polis arkadan bize yaklaşamıyordu. Ben mesela İzmir’de aynı benzer şeyi yaşadım bizim TİKKO timi vardı işte Atom Esat bir tane daha üçü birden böyle Hatay caddesinde ben gidiyorum karşıdan on on beş metre onları gördüm görür görmez eyvah dedim yani kapışıcaz aranıyorum çünkü beni çok iyi tanıyorlar iki sefer ellerinden sorgudan geçmişim. Ben elimi belime attım onlarla biraz yaklaştık göz göze geldik onlar beni bir gördü bir tornistan yaptılar kaçıp ben onlardan kaçacağım onlar benden kaçıyor. Çünkü o kadar abartmışlar gazetelerde yazıyor attığı yirmi beş kuruşu ortasından vuran bilmem ne diye resmimizin altına şeyler düşmüşler. Çekiniyor polis bizden İsmail Hanoğullarından çekinmesi eylemlerde çekinmeleri doğruydu haklıydı o dönem öyle bir şey vardı polis şeyi de etkisi de azdı o zaman. Şimdi bizdeki o militan kişiliği bir yazımda anlatmıştım cezaevinde yazmıştım. Ya Orhan üzerine ya emre üzerine yazdığım bir yazıda anlatmıştım. Şimdi biz daha farklı bir şekillenmeyle geldik Orhan yaşamın her alanında tek başına ayakta durabilecek bütün zorluklara göğüs gerebilecek her türlü şeye çözüm bulabilecek bir kişilik olmak için mücadele etti.
Örgütsüz kalsan da aç kalsan da susuz kalsan da en dara düşsen de hapse girsen de ölümle karşı karşıya kalsan da tek başına sen savaşmak zorundasın. Çünkü militan kişilik her koşulda her şeyde bir çözüm bulan kişiliktir her şeye bir çözüm bulan kişiliktir. Ben az önce arkadaşa söylemiştim ben mesela helikopter dışında her şeyi kullanabiliyorum trendir şeydir tırdır şudur budur gittim bunları tek tek öğrendim hepsini motordur şudur budur. Çünkü bir yerde bir şekilde lazım olacak bize. Helikopter de istedim o olmadı o başka türlü şeydi. İllaki bir yerde lazım olacak. Yani şeyi merak ederim bir kadın doğumu nasıl yapacağını merak ederim bir yerde başımıza gelebilir. İşte bir yara sarmak bir dikiş dikmek bunların hepsini öğrenmeye çalışıyorum bu ilerde bize lazım olacak diye keza buna benzer her şey. Şimdi bu basit pratikte çözümler ama örgütsel yaşam içerisinde o kişilik bambaşka bir şey çünkü beyinde tamamen devrime odaklanmış bir kimlik var. Yani günlük kişisel yaşam yok özel hiçbir yaşam yok tamamen buna odaklanmışsın bunun için yaşıyorsun yedi yirmi dört. İşte Orhan Banaz’a geliyor Banaz’dan Uşak’a gidiyor Uşak’tan İzmir’e gidiyor bilmem nereye gidiyor yirmi dört saati devrime örgütlemekle geçiyor. Dolayısıyla her şeyini kendi üretmek zorunda her şeyini kendi başına yapmak zorunda çözüm bulmak zorunda ve bu kişilik yaşama fütursuzca atılmayı gerektiriyor. O fütursuzca atılmasını sağlıyor gerektiriyor yanlış bir kelime oldu. Onu sağlıyor çünkü her şeye çözüm bulmak zorunda her şeyi üretmek zorunda insan kazanmak zorunda insan kazanmak zorundasınız. Yani devrim için insan kazanmazsanız devrim yapamazsınız. Bugün ben soruyorum gençlere geliyorlar tamam sen bir senedir buradasın dergidesin çalışıyorsun sen yanına ikinci bir devrimci yaptın mı ikinci bir kişiyi devrimci yaptın mı? İkinci bir kişi senin yanında devrim yaptı mı yok tam tersi sen aileden ya da şuradan bir yerden azaldın. Biz yüz bindik on bine düştük bine düştük şimdi yüz kişi olunca seviniyoruz. Gerçeklik bu şimdi tarihsel sürece baktığında insanın kazanması gerekiyor. Devrim insanla yapılır makineler ne kadar güçlü olursa olsun atom bombaları olsun gaz bombaları olsun ne olursa olsun onu kullananda bir insan ve devrim insanla yapılır insanı çoğaltmazsan devrim yapamazsın. İnsanı çoğaltacaksın ki devrim yapabilesin. O nedenle bizim öğrendiğimiz şey bizim ondan öğrendiğimiz her gittiğin yerde bir insanı iki yapabilmek bir yolda bir trende otobüste bir kahvede otururken birisine küçük bir şeye ikram etmek bir sigara ikram etmek laf açmak yol açmak onunla sohbete girmek bu. Biz yolculuklarımızda boş kaldığımızda giderdik bir kahveye merhaba nasılsın iyi misin bir laf açardık insan kazanmaya çalışırdık kafada çelişki yaratırdık. Pek çok şeyimiz oldu buna benzer pek çok şeyimiz oldu biz esir aldığımız şoförü devrimci yaptık. Yani o Orhan’daki şey devrime tamamen bağlı ve fütursuz her şeyiyle ve Orhan ha sonrakiyle birlikte düşündüğümüzde Orhan bir kadro yani parti kadrosu aynı zamanda militan değil politik olarak da pratik olarak da yaşamının en önünde olan bir parti kadrosu.
Yani hakikaten güçlü bir kadro… İbrahim demicem asla bu tür şeylere yakıştırmayı doğru bulmuyorum. O dönem içerisinde öne çıkan militan politik olarak kendini geliştirmiş araştıran üreten kişiliklerden birisi ve bunu yaşamıyla da birleştiren yirmi dört saatiyle yaşamıyla birleştiren bir kişilik. Daha nasıl anlatılır bilmiyorum çünkü Orhan o kendi kişiliğinden bize yansıttığı şey onun en güzel yanı da bu bencil değil kibirli değil ukala hiç değil.
D.G.: Beraber ne yaşadınız ne oldu Orhan’la ne yaptınız Orhan Bakır’la neler yaşadınız ne oldu?
Ö.İ: İşte bir onun firarı ile ilgili firarını örgütledik. Firarından sonra sanırım bir hafta on gün kadar birlikte kaldık onu belki o dönem o arada anlatırım ya da şimdi mi anlatayım.
D.G.: O dönem anlatırsınız.
Ö.İ: O dönem anlatırım. Birlikte ev paylaştığımız şey oldu aynı gecekondu evinde kaldık kaçırıldığımız yerde. Sakin şeyliğine çolaktı kolu iki sefer işkenceden geçmişti bu elleri tutmazdı şöyle kalırdı. Silahı falan tutamıyordu ama o çolak elle silahını mermi vermeyi silahını değiştirmeyi bomba atmayı bomba kullanmayı eğitmişti kendini tek eliyle. Orada paylaşımımız oldu gerçekten mütevazı ve çok alçakgönüllü yani sen bir şey yapıyorsun hemen gider o çolak elle bulaşık yıkamaya kalkar. Yani şey demez gocunmaz kendi bütün işini kendi yapar hiç kimseye şey yapmaz mesela geliştirmiş kendisini tek eliyle mermi doldurmayı ve ağzına vermeyi geliştirmiş bacaklarının arasına kıstırıp iki elle o sakat elle kıstırıp vermeyi öğrenmiş. Her anda kendini geliştirebilen bir şey bana şey de kızmıştı ben ilk Dersim’e gittiğimde kızmıştı bana çünkü ben üzerimde silahla gitmiştim ta Banaz’dan Dersim’e kadar silahla gitmiştim. Dedi sen ne yapıyorsun deli misin öyle şey mi olur. Biz de tabi hatta biraz da şey böyle geldiğimiz için Orhan hani sevinecek falan diye düşündük. Orhan bu tür şeylerde kimliği öne çıkarırdı yani aransa da mesela yolculuklarında silah götürmezdi taşımazdı biz daha deli doluyduk hesap yapmazdık. Hayır dedi götüremezsin bir aramada açığa çıkar bu kimlik yaptırıp öyle götürmen lazım falan. Onunla daha sonraki pratik faaliyetlerimiz oldu Dersim bölgesinde pratik faaliyetlerimiz oldu onu orda mı anlatayım o zaman anlatırım.
D.G. : Peki ben diğer soruma geçiyorum bu öğrenci gençlik dernekleri bunu da sormak isterim.Yanibu ADYÖD Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Öğrenci Derneği keza 1974 İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği var 1974’lü yıllarda İYÖD var İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği 1975 işte DGD var Devrimci Gençlik Derneği, Genç Hukukçular Derneği vb gibi. Ve bu dönemde yöre dernekleri var işte başkaca dernekler de var. Örneğin bu Tunceli Yurt Yaptırma ve Yaşatma Derneği, Bingöllüler Derneği, Adıyamanlılar Derneği keza Vartolular Derneği. Bu gibi öğrenci gençlik hareketleri ve dernekleri ya da yöre derneklerinde hiç bulunmadınız ama hiç denk geldiniz mi yani kısa dönem de olsa böyle bir İstanbul yolculuğu oldu mu bir iki ay böyle hiç çıktınız mı?
Ö.İ: Yok. İstanbul’a çıktığımız dönem benim artık illegal artık olduğum dönem yani 77’den itibaren ben illegaliteye geçtim zaten illegaliteden sonra başka şeyimiz olmadı. Yani legal alanlara hiç uğrayamadık ondan önceki dönemde de zaten Banaz’dan çıkamamıştık. Yani dışarıdaki o duyuyorduk bildirileri geliyordu yazıları geliyordu o ADYÖD’ün Ankara’daki derneklerin falan geliyordu ama biz de yoktu. Biz en çok muhatap olduğumuz İzmir’de Dev-Yol’cuların bir derneği vardı sanırım Halkın Yol’cularının bir derneği vardı o dönem bir de bizim Banaz’daki derneğimiz vardı. Başka öyle bizim bildiğimiz dernek yoktu biz daha kapalı yaşadık o süreci dışa dönelik yaşamadık.
D.G.: Peki 1977 1 Mayıs katliamı diyelim neredeydiniz? Ne yaptınız ya da ne oldu 1 Mayıs katliamından sonra?
Ö.İ: Biz şimdi biz Banaz’daydık yok bizde İzmir’de mitinge katıldık sanırım evet İzmir’de mitinge katıldık o katliamı biz sonradan öğrendik. Yani ilk zamanda şeyine bilincine varamadık zaten sadece 1 Mayıs katliamı sadece protesto ettik şeylere devam ettik yani süreci takip ettik ama Banaz’dan buraya Uşak’tan buraya çok yakın takip etme durumumuz yoktu. Şey çok farklı yaşadı onu İstanbul çok farklı yaşadı biz o pratik sıcağın içinde değildik o kadar güçlü yaşamadık içerisinde değildik.
D.G.: Peki yani siz İzmir’de bunu yaşadınız 1 Mayıs katliamını kaç gün sonra öğrendiniz ya da ne kadar zaman sonra?
Ö.İ: Hiç hatırlamıyorum yani o dönem büyük bir infial oldu sonradan hatırladım büyük bir infial oldu devletin katlettiği 1 Mayıs’ta işte onlarca yüzlerce insanı katlettiği şey oldu haber oldu. İşte bizde yazılmamalara çıktık afişlemeler yaptık bir şeyler yaptık ama çok pratik olarak şunu yaptık diyebileceğim bir şey yok şöyle hissettik diyebileceğim bir şey yok.
Ö. İ: Şu açıdan önemli ya
Ö.İ: O sonradan çıktı Maocular üzerinden algı oluşturması o dönem yoktu. Sadece 1 Mayıs’ta katliam oldu şeklinde bir şey vardı daha sonra şunları yaptı şöyle etti Maocular şuna katıldı buna katıldı onlar sonradan şey oldu. Ama ilk etap da bize gelen ya da bize haber odaklı yansıyandı o çok yoktu.
D.G.:
Ö.İ: Yok hiç hatırlamıyorum çünkü biz şeydeydik yani benim hatırladığım kadarıyla zaten bir ay sonra falan da biz şey Orhan Bakır eylemi hazırlığındaydık o zaman. O nedenle biz çok içinde değildik şeyin yani biz belki ben birey olarak kişi olarak içinde değildim. Çünkü o eylemi 77 kaçında haziran mıydı eylül müydü onun içerisinde onun hazırlıkları vardı. Ben zaten birkaç ay önceden az önce anlatmıştım ya yeğenimle vedalaşarak gitmiştim birkaç ay önceden gittim ben ayrıldım. O dönem biz daha illegal kapalı yaşıyorduk eylem hazırlığında olduğum için daha şeyin içinde değildik. Yani 1 Mayıs şeyi tam hatırlamıyorum akılda kalıcı bir şeyim yok.
D.G.:
Ö.İ: Şimdi mesela Devrimci Komünist Ege bölgesinde çıkan o 77’de falan yok o 79’da çıktı şeyden sonra 78’de çıktı. Onlar yok söylediğiniz pek çok şey de diğer dergiler de Partizan da o dönem yok Halkın Gücü çıkacak zaten Halkın Gücü çıkacakken çıkmıyor kalıyor o zaman mesela biz kendimizi ifade edemiyorduk. Biz kendimizi İbrahim Kaypakkaya düşüncesini savunan olarak ifade ediyorduk. Yani örgütümüz de yoktu dergimiz de yoktu şeyimiz de yoktu legal alanda konuşabileceğimiz bir yerde giderken örneğin ben o dönem şeye gitmiştim Erzincan’da yine aranır durumda işte illegal faaliyet döneminde Erzincan’a gittim dernekte kendimi tanıtıcam yoldaşa kendimi tanıtıcam ben İbrahim Kaypakkaya düşüncesini savunuyorum. Öyle diyebiliyorduk yani ben …bizim o dönem için o dergiler bizde yoktu. Bize zaten az önce dediğim gibi çok sınırlı sayıda gelebiliyordu bunlar. İşte 1 Mayıs’ta ne yaptı şey olarak hatırlamıyorum çünkü büyük bir ihtimalle hani açık alanda legal alanda olsak bir şeyler yapmışızdır. Fakat bende kalıcı bir şey olmamış üzülmüşüzdür tavır almışızdır, yazılamaya çıkmışızdır ama şu anda çok öyle hatırlamıyorum.
ORHAN BAKIR’IN KAÇIRILMASI OLAYI
D.G.: Evet peki Orhan Bakır eylemi neydi o eylem…
Ö.İ: Şimdi o işte söylüyordum ben sürekli ben de yer almak istiyorum ben de katılmak istiyorum eyleme diye. Arkadaş geldi Ş. dedi böyle böyle hala devam ediyor mu kararlılığın. Devam ediyor aynı şekilde az önce anlattığım gibi vedalaştım evden çıktım çıkarken işte o dönemin koşullarıyla artık aktif mücadele ediyoruz. Yaz günü müydü herhalde bahardı hani kışın da lazım olur diye mont aldım şunu aldım bunu aldım ve de çıktık gittik. Gittik İzmir’de Karabağlar semtinde bir gecekondu bağ evi gibi daha doğrusu kerpiçten yapılmış küçük bir gecekondu evinde kaldık. Orada görüştük nasıl yapacağımızı ne edeceğimizi esas eylem yani biz çok değil ilk defa ben düşünseniz ya doğru dürüst elimize kitap almamışız her hangi bir eylem olmamış ilk defa bir eyleme katılacaz. Bunun için İstanbul’dan tecrübeli bir arkadaş gelecek dendi işte H. geldi gelecekti ona göre onu bekledik nasıl yapılacağını nasıl programlanacağını geldi program yapıldı. İşte Orhan’la iletişime geçildi içerden. Orhan Ege üniversitesi Tıp Fakültesi Dişçilik Fakültesi’ne gelecek dişlerini yaptırmaya çıkışta da biz alacağız. Hesabımız bu. H.B. İstanbul’dan geldi H.İ.K. o dönem İzmir sanırım İzmir’deydi İzmir örgütlenmesinde o bizim F.İ.B. var o üçümüz dördümüz esas eylem şeyindeyiz Sedat Yılmazsoy planlayıcı yani eylem planlayıcısı Sedat Yılmazsoy bölge sorumlusu şey Ege bölge sorumlusu. Eylem planlandı buna göre şey yapacağız işte Orhan Diş Fakültesinde çıkışında askerlerin önüne geçeceğiz etkisiz hale getiricez askerleri F. bir taksi tutacak bekleyecek orada biz çıkışı yapınca da bize gelip taksi şoförünü indirecek arabadan bizi alacak gideceğiz. plan bu. Biz pazartesiden cumaya kadar dört beş gün gittik oraya beş gün boyunca Orhan gelmedi çünkü cezaevinin ne zaman getireceği belli değil. Orhan yazdırmış dişlerini yaptırmak için hastaneye yazdırmış ama ne zaman geleceği belli değil. Biz artık son gün dedik bu olmazsa ertelenir çünkü H.B. merak ediyor. Yani şey H.B.’ın İstanbul’a gitmesi gerekiyor.
Onlar da o dönem bayağı aktifler yani çok pratikler banka kamulaştırmaları bilmem neler çok aktif H. bayağı deneyimli çok deneyimli. Biz de H.İ.’le hiç deneyimimiz yok yani tek deneyimli olan H. biz yanında biraz şey rollerindeyiz yani koruma rollerinde gibi. İşte bir hafta kaldık şey içerisinde orada tanışmış olduk sohbetler mohpetler o üçümüz aynı yerde kalıyoruz bir yere çıkmıyoruz. Eylem planı gereği bir yere çıkmıyoruz hani bir şey olur tanınırız ederiz diye. İşte son gün geldi baktık Orhan Bakır’ı getirdiler gelmiş Orhan Bakır. Biz de artık orada bir hafta dura dura tanınmış hale geldik. Orada Dişçilik Fakültesi’nin önünde durak var biz durakta bekliyoruz kimse gelmeyince otobüse binip gidiyoruz her gün aynı şey. O günde şey geldi işte planlandığı gibi H. şeyin eylemin sorumlusuydu H. hemen öne çıktı baştan beri de kararımız var asker vurulmayacak askere kesinlikle yani ateş edilmeyecek ama etkisiz hale getirilecek yani en kötü durumda çok zorlanırsak yaralama şeklinde olacak. Onu da zaten H. yapacak esas orada kararımız bu çünkü o deneyimli. Şimdi Orhan iki askerin kolunda fakülteden çıktı bize doğru geliyor durağa doğru ama cezaevi ring aracını oraya bırakmışlar hemen şeyin altına durağın hemen yanına bırakmışlar bir alt giriş yani şeyden ayrı yoldan ayrı şekilde biz onu görünce hemen kamyon ringin arkasına geçtik işte boğazımızda boğazlı kazaklar vardı yüzümüzü onunla kapattık tam onlar ringe yaklaşınca önlerine çıktık. İşte H. dedi ki kıpırdamayın bırakın arkadaşı şimdi orada çok ilginç bir şey oldu Orhan şeyle konuşmuş sohbet etmiş askerlerle askerin bir tanesi de CHP’li ilerici bir çocuk bir tanesi de MHP’li faşist. Orhan hani böyle bir durumda bu silahına davranır diye şey yapmasın diye daha biz önüne çıkar çıkmaz Orhan şeyin silahına elleri kelepçeli böyle şeyin silahına yapışıyor o faşist dediğimiz çocuğun askerin silahına yapışıyor. Zaten biz öne çıkar çıkmaz çocuk hazır ola geçti yani durdu fakat devrimci olan demokrat olan çocuğu şey yapmaya başladı durmuyor ağzına silah vermeye başladı. H. bağırıyor biz bağırıyoruz bırak indir silahını H. bağırıyor indir silahını indir silahını indir silahını.
Tam tersi adam aldı kaldırdı ağzına verdi bize doğrulttu tarayacak yani bizi orada tarayacak, istemeden ateş edildi, asker düştü bu asker şeyde kaldı. Biz şeyi aldık gittik ama çok bağırdık yani çok dur indir silahını yapma etme çok böylesi bayağı şey yaptık ortalık şey yapıyordu. Az ileride de yirmi metre ileride de bir manga asker var on kişilik bir asker grubu oturuyor on metre kadar yanımızda şu on on beş metre eylem de burada oluyor. Onu şey yaptık asker düştü hemen biz silahları aldık fırladık o ara F. şeyi getirdi arabayı getirdi taksiyi bindik. Binerken önce Halil İbrahim biniyor binerken de böyle taksiden eğilirken elinde silah ağzına da vermiş silahı mermiyi dokunuyor F. şoför bizim F.’un burasını sıyırıp geçiyor silah mermi kazayla yani birkaç milim şey olsa F.’u da kaybedeceğiz orada. İşte H.İ. girdi Orhan girdi ben girdim H. öne oturdu biz bastık gidiyoruz giderken zincir kesme şeyi almıştık makası küçük makaslardan almıştık yarım saat uğraştık o giderken zar zor kesebildik zar zor çıkarabildik ya da çıkaramadık bilmiyorum kelepçeyi tam çözdük mü çözemedik mi şimdi hatırlamıyorum. Epey uğraştık ama çok uğraştık sanırım sonunda çıkardık ya da şeyden kırdık kilidin oradan kestik herhalde. İşte biz bir yerde Sedat’ı şey Orhan’ı bıraktık arabayı bıraktık Şirinevler’e gittik buradan şeyde Şirinyer’e pardon Şirinyer’in altında bir yere gittik. Şirinyer alt mahallesinde biz bıraktık arabayı Orhan’ı başka bir arkadaş aldı götürdü Sedat aldı götürdü. Biz şey yolu üzerinden bir çuval elimizde silah o jandarmanın silahları iki tane MP5 onları aldık Karabağlardaki eve geçtik. Tabi şey büyük eylem oldu büyük bir sansasyon oldu o dönem şeylerin Filistinlilerin bir uçak kaçırma eylemi vardı her gün manşette bu her gün böyle üç dört gündür sür manşet rehin alma eylemi uçak kaçırdılar rehin eylemi var. Tabi bizim eylemden sonra haber geri gitti biz tam sayfa günlerce o haber başladı işte özellikle askerin ölmesi ilk defa bir asker ölüyor ilk defa böyle cezaevinden bir adam kaçırılıyor Türkiye’de. Her gün bir açıklama Genelkurmay açıklama yapıyor Ege ordu komutanı açıklama yapıyor Jandarma genel komutanı açılama yapıyor işte alıcaz asıcaz kesicez bulucaz valilik yapıyor. Her gün böyle manşete düştü tabi İzmir’i ablukaya aldılar mahalle mahalle bölge bölge arıyorlar şeye Orhan’ı.
İşte en son Orhan’ı bir eve götürüyorlar, orada sıkışınca Orhan’ı bizim oraya getiriyorlar kaldığımız eve biz Orhan’la birlikte kalmaya başladık. Orhan’ı uzun süre sonra ilk defa orada gördüm ben ilk alışımızda daha doğrusu gördüm. Orhan’ın kolu çolaktı şimdi aynı şekilde beni götürdüklerinde görmüştüm ben burada.
Daha önce Köfteci Ş.in evinde beklerken şey karakol kuruyorlar köfteci Ş.’in evine Orhan’ı da içeri alıyorlar Cemil Oka gelecek diye karakol kuruyor polis Cemil Oka da belli bir düzenden sonra geliyormuş şeyin evine …evine geliyor. Mersin’de de Çam dibinde de Mersin’de bir evleri var ve beni daha sonra aynı yere götürdüler aynı yerde Cemil Okasın diye prova yaptırdılar sen buraya geldin mi. Az önce anlattım ya Cemil Okayı yakaladık diye götürdüler oraya getirdiklerinde… annesine götürdüler zafer bu mu diye yakaladılar ya Cemil Oka bu mu diye tanıtmaya götürdüler. Orada da anlattılar polisler kendileri anlattı. Şimdi zaten Orhan ilk yakalandığında kendi Orhan’ın ilk yakalanmasında sol koluna bir kurşun giriyor sol koluna giren kurşunu içine kalem sokarak sinirleri koparıyorlar dolayısıyla kolu biraz hafif sakat kalıyor. O şeyde tekrar karakol kurup getirdiklerinde o sakat haliyle olmasına rağmen getiriyorlar karakol kuruyorlar Cemil Oka geliyor kapıdan giriyor hatta polis tarif ediyor. Onun bir şeyi varmış tarzı varmış daha girmeden önce evde ne var ne yok diye kontrol etmek için kapıda elini şöyle kapıya koyarmış anne ne var ne yok diye bakarmış beklermiş içeride. Yine öyle yapıyor geliyor kapıyı açıp anne ne var ne yok deyip böyle koyuyor koyar koymaz içerideki karartıyı görüyor kalabalığı görüyor Cemil silahına davranıyor işte polis teslim ol falan diyor Cemil silahına davranıyor ateşliyor karanlığa ateş ediyor yani içerdeki o karanlık derken ev karanlık dışarıya göre karanlık.
O sırada Orhan ikinci mermiyi de aynı koldan alıyor yine aynı şekilde ikinci mermiyi de şey yapıyorlar kolu çolak Orhan’ın. Bu arada Cemil’i anlatıyor polisler beni oraya götürürken diyor ki böyle böyle oldu biz buraya getirdik. Bu adam buraya ateş açtı ve kaçtı gitti. Buraya geldi işte bu sokağa geldi bu sokakta şuraya girdi biz geçiyoruz arabayı durdurdu bana anlatıyor bak şu sokağa girdi buraya girdi biz gördük peşinden geldik adam kayboldu. Bak diyorlar şu altı yedi metre tahta bir perde var yani şey beş altı metre bir tahta perde var düz tahta perde yani bir inşaat alanını kapatmışlar gibi ve çıkmaz sokak ve bu adam burada kayboldu. Bu adamı burada kaybettik bu adam uçtu mu diyor bu yedi metreyi nasıl atladı. Polisler algılayamıyor yani düşünsene işte şu ara sokağa girmiş polisler de arkasından geliyor şurada altı yedi metrelik bir duvar var başka gideceği yer yok oradan atlamış ya da gitmiş nasıl gittiyse polisler hala onu algılayamamış. Şimdi Orhan’ın sakatlığı vardı, şey kullanamıyor bu eller bu şekilde kapalı bir şekilde kalıyor işte mermiyi falan veremiyor onu kendini eğitmiş tek elle işte eliyle tutup şarjörü eliyle tutup tek elle mermi doldurmayı tek elle silahı vermeyi bacaklarına sıkıştırıp bunları falan öğrenmişti yani geliştirmiş kendini geliştirdi daha doğrusu. O şeyden sonra ilk defa çıktı kısa sürede geliştirdi. Ya ilk zamanlar şeyi kullanıyordu geveze diye bir silah vardı şimdi bizim de gecekondunun üst çatısı var dışarıya akşama kadar çatıdan bir kiremit indirdik oradan dışarıyı gözetliyoruz yani saldırı herhangi bir yaklaşma polis olacak mı diye. Şimdi bir ileriden çekimler yapmaya başladılar H.İ. şeydeydi çatıdaydı yoldaş dedi bir hareketlilik var dedi buraya yönelik bir şeyler var dedi çekim mekim yapıyorlar dedi. Orhan bakmak için merdivene çıkacak şimdi bir kolu sakat ya hani bir şey olur diye mermiyi de ağzına verdi o sıra yukarı birinci basamağa tırmanırken silah elinden bir kaydı o geveze de çok şey bir silah dokunduğun an rırt atan bir silah. Geveze diyorduk biz adına şöyle küçük bir silah çok makineli bir dokundu Orhan’ın elinden rırt diye bir taradı bir ses çıktı eyvah dedik biz hapı yuttuk. Orhan tabi bozuldu canı sıkıldı falan çıktı yukarıdan baktık bekliyoruz artık hazırlandık adamlar çekim yapıyor falan filan. Meğer tapu kadastroymuş orada şey çekimleri yapıyorlarmış. Biz akşama kadar bekledik hazırlandık çatışma için çünkü gidecek yerin yok yani kaçsan kaçacak yerin yok çıksan çıkacak yerin yok. Ev arazinin içi tek başına bir ev yani bir geniş bir arazinin içinde tek başına bir ev birkaç tane etrafında ağaç var boşta bir ev yani. Hani gizlenebileceğin saklanabileceğin siper alabileceğin bir yer yok mecbur gelirse çatışacağız o kadar.
Orada Orhan’ın çok güzel bir hikayesi vardı böyle bir film seyretmiş gençliğinde mi bir film seyretmiş onu en iyi etkileyen filmmiş o. Böyle iki tane Amerikan filmi ya da değil iki tane böyle soyguncu işte kızla adam herhalde polis tarafından çok yoğun bir şekilde aranıyor bunlar da soya soya gidiyorlar bir yere falan sonuçta bir evde kıstırılıyorlar bunlar şimdi çocukta teslim olmuyor çatışıyor zaten bütün namlular evin kapısına yönelmiş çocukta çatışıyor çatışıyor mermisi bitiyor ve en son mermi varmış gibi çıkacak çatışacak yani öyle bir şey bu daha kapıdan çıkar çıkmaz çocuğun göğsünde bir bütün hepsi ateş ediyor çocuğun göğsü paramparça oluyor bir ışık kümesi gibi bir şey oluyor yani o bütün mermilerin geldiği yerde onu anlatmıştı çok güzel bir sahne. Onu belki kafasında direniş olarak bir çatışma yani teslim olmama bir sembol olarak yapmıştı hatırladığım böyle bir anısı var Orhan’ın. Şimdi her gün haberler var her gün üzerimize geliyorlar mahalleler bitti ve şey yapacak ve Orhan Bakır daraldık. Bir arkadaşı yolladık bir şey bulsun diye zaten ilk anda şey gitti H.B. daha eylem anında eylem biter bitmez bize gelmedi pardon eylem biter bitmez H.B. uçakla İstanbul’a geri gitti hemen. Yani daha eylemin sıcaklığı belki şeye yansımadan devlete yansımadan düşünün yarım saatlik yoldan geldik oradan yarım saatte havaalanına geldik havaalanından bindi uçağa gitti. Artık kıran tuvalet falan giyiyordu böyle takım elbise o gitti biz kaldık H.İ.’le ikimiz kaldık pardon. Şimdi bir süre sonra H.İ.’i bir yere gönderdiler Sedat geldi Orhan Bakır’ı getirdiler işte birlikte her gece plan yapıyoruz nasıl çıkabiliriz Sedat’ı Orhan’ı nasıl uzaklaştırabiliriz falan. Önce H.İ.’i bir yere yolladık oradan bir haber gelecek fakat olmazsa H.İ. gelmeyecek ama çok yoğun aramalar var. H.İ. gitti gelmedi oradan bir haber gelmedi bize yani demek ki olumsuz biraz daha bekledik. Sedat birkaç yere baktı işte birkaç pikap baktık birkaç başka bir şey baktık araba falan bir an önce çıkarmamız lazım. Ama her yer kesik kimlik yok kimlik ayarlayamadık bana dediler bir araba lazım araba bulunması lazım. Ben dedim Banaz’dan getirebilirim araba yani bilmiyoruz şuanda orada bizim bir arkadaşlar var o arkadaşlar var onların bir arabası var bulabilirsem onları getiricem.
Tamam dedik randevulaştık belli bir gün iki gün mü üç gün mü neyse belli bir süre iki üç güne kadar gelirsen gel gelmezsen dediler gelme. Şimdi kimlik falan yok öylesine çıktık yola aranıyoruz bizim gazete de resimlerimiz çıkmış bizim şeyde olası şüpheliler diye pardon resmimiz falan çıkmıyor. Ama polisin elinde biz de zaten ortadan kaybolmuşuz Banaz’dan bir an önce kaybolmuşuz polisin elinde bizim resimler var bizi arıyor. Şeyin de İzmir’in girişleri çıkışları da sürekli tutulmuş durumda ama artık şansa kadere gidicez şeye kimliksiz falan ben bindim otobüse gidiyorum. Bu İzmir çıkışında arabayı kestiler şeyin jandarmanın elinde fotoğraflar ben arka sıralara doğru oturuyorum ortanın biraz arkası hemen sağ sol koltukta koridordayım böyle böyle oturuyorum dedim gittik yani şey silah da vermediler yani işte Orhan’ın o prensibi var dedim ya yani. Dedim yoldaş hatta tartıştık ya niye dedim silahsız gidilir mi ben bunca yıl silahsız gezmedim. Yok dedi silahlı olursan çatışacaksın öleceksin en fazla yakalanırsın dedi. Olurdu olmazdı mecbur gittik öyle o şey talimat öyle artık sorumlular öyle söylüyor. Girdim ben baktım geliyor gittik yani alındık çok açık ve net şimdi jandarmaya baktım jandarma gelirken şimdi uyuyanlar var otobüste şey olanlar var uyanıklar var. Jandarma hiç şeye bakmıyor uyuyan uyuyor gibi yapanlara bakıyor uyuyanlara bakıyor çeviriyor yüzüne bakıyor kimliğine bakıyor oraya bakıyor. Ama şeye uyanık olanlara bakmıyor direk geçiyor onları ben de inadıma böyle durdum yani o böyle geliyor koridordan ben de böyle ardıldım koridora baktım jandarmanın gözünün içine baka baka gidiyorum artık gititysek de gittik. O an için üretilen bir taktik o zaman herhalde daha zekiydik bilmiyorum şimdi o kadar değiliz reflekslerimiz onu fark ettim yani yüzünü gizleyenlere bakıyor yüzü açık olanlara bakmıyor jandarma. Şimdi bir de bir hafta on gün geçti artık yorulmuşlar bıkmışlar herkese bakmaktan bakmaktan. Geldim ben böyleyim ah yavrum bana bakmadı bile doğru dürüst benim yanımdan geçerken şöyle üzerime omzuma çarptı yanımda uyuyan var ona baktı yürüdü geçti gitti. Biz de böyle sıyırdık gittim Banaz’a aradım arkadaş gitmiş başka ile gitmiş bekledim birkaç gün yok gelmedi dolayısıyla ben gelemedim ben orada kaldım. Zaten aranma pozisyonu da var ya kimlik de yok şeyimiz de öyleydi zaten şu saate kadar geldin geldin gelmezsen gelme şeklindeydi. O zaman böyle telefon melefon şunlar da yok bir de illegalite düşmüşüz yani direk bağlantımız hiçbir bağlantımız yok ben gelebilirsem gelebilirim öyle haber gönderme şansımda yok. Çünkü Orhan’ı çok iyi koruyoruz yani Sedat ben dışında bilen yok Sedat ben H.İ. üçümüz biliyoruz başka kimse bilmiyor Orhan’ın nerede olduğunu. Tabi zaman geçiyor Sedat şeye gidiyor İstanbul’a ekibi almaya gidiyor Orhan’ı kaçırmak için şey Orhan’ı götürmek için İstanbul’a gidiyor ekip bulmaya gidiyor. Gidiyor önce H.B.’ları arıyor… H.B. işte F. tabi o bizim evde F. da vardı H.İ., F. üçümüz kalıyorduk. F. sonra üniversite için bir yere gitti yani böyle böyle dağıldık evde. İşte şeyden geliyorlar iki ekip şeklinde geliyorlar Orhan’a bir astsubay elbisesi getiriyorlar bir kadın yoldaşımız geliyor işte astsubayın düğünü gibi götürülecek yedi kişi mi geliyorlar beş kişi mi yedi kişi mi ne geliyorlar onlar oradan bir de Orhan’ı atıp dönecekler düğün şeklinde. Tabi İstanbul hazırlığını yapmış iki tane araba bulmuş işte paraları para bulmuş zula etmiş o zamanın parası yüz bin lira mı ne silahları arabalara zula etmişler geliyorlar gelirken iki konvoy halinde iki araba.
Girişte mi çıkışında mı işte biri gecikiyor sen diyor ileride beni bekle geliyorum diyor araç. O ileride bekle dediği yer de askeriyenin ne bir yeri önüymüş. Trafik polisi geliyor şüpheleniyor bunlardan ne işiniz var diyor arkadaşımızı bekliyoruz falan derken gelin bir kimlik kontrolü sonra diğerleri de geliyor sonra bir şey yok. Arama yapıyorlar bir şey yok ama bunların davranışlarından şüpheleniyorlar hadi gidiyoruz karakola bunları çekiyorlar karakola. Bunlar da buraya geleceği için şey yapmıyorlar yani üzerinde de silah taşımıyorlar. Yani Orhan’ı almak için legal geliyorlar buraya silahları da zula etmişler. Üzerlerinde bir şey yok mecburen gidiyorlar karakola Bursa’ya. Bunlar beş altı sefer arabayı arıyorlar bak beş altı kez arabayı arıyorlar sorguya şey yapıyorlar bir çelişki oluyor aralarında işte astsubay elbisesini görüyorlar bu elbise ne diyor. Sedat birisinin diyor öbürü başkasının diyor. Orada polis çelişkiye düşüyor bu kimin elbisesi yani niye öyle söylediniz falan diye oradan çıkıyor bir çelişki var. Bunlara soruyor ediyor falan böyle birkaç saat tutuyor bunları tekrar tekrar arıyor arabayı ama sonuçta o çelişki devam ediyor… bilmem ne oluyor falan. Tamam diyorlar yani bir şey de bulamıyorlar hadi tamam diyorlar bırakın gitsinler. Tam gidecekler giderken polislerin bir tanesi ya şu arabaya bir daha bakın hadi şöyle diyor. Yani o kadar didik didik aramalara rağmen bulamaması gidiyor bir tanesi rastgele bir el atıyor paralar çıkıyor ortaya yüz bin lira para. Hayda bu saklanmış para yine tekrar bunları sorguya alıyorlar arabayı bir daha arıyorlar bir de silah bunları tabi bir şeye alıyorlar işkenceye alıyorlar tutukluyorlar bunlar da orada kalıyor. İşte Sedat’ı F.’u sanırım İzmir’e getiriyorlar diğer S.’ları İstanbul’a götürüyorlar zaten bir hafta on gün sonra mı bir ay sonra mı ne S.’ları H.B.’ları meşhur Toptaş’ı baskını vardır bizim eylem o Toptaş’ı baskınıyla onları kaçırıyorlar zaten. Dışarıdan cezaevini tarıyorlar kuleleri onlar da içerden kaçıyor duvardan atlayıp gidiyorlar. Sedat’la F. buraya geliyor ama çok ağır işkence yapıyorlar. ….. bunların yakalandığı ortaya çıkınca Orhan kendi olanaklarıyla sanırım Halkın Yolu’ndan destek istiyor o dönem tanıdıkları var tanıdıklarını buluyor. Onlar Orhan’ı bir pikaba halıya malıya sararak bir şekilde İstanbul İzmir dışına çıkarıyorlar. İzmir’e İstanbul’a teslim ediyorlar sonra İstanbul’da örgütle bağa geçiyor ondan sonra da şeye gidiyor Dersim’e gidiyor.
Yani faaliyet alanına gidiyor yani İzmir’den çıkışı Orhan’ın bu şekilde bir macerayla şey yapıyor. Buradan nereye geçeyim.
Orhan çıkarken yanında mıydınız?Yoksa.
Ö.İ: Nereye çıkarken
İstanbul’a Halkın Yolundan destek istiyor ya.
Ö.İ: Yok işte ben Banaz’da kaldım Sedat’lar yakalandı H.İ.K. gelmedi. F. gitti Orhan tek başına çare buluyor tek kalıyor. Şimdi herkes de gitmiş şey yapıyor işte bu baktı olmuyor kendisi burada tanıdığı Halkın Yolundan birisi, onu buluyor onun yardımıyla şeyden çıkarılıyor. Söylentiye göre bilmiyorum ne kadar doğru bir halıya sarıyorlar bir pikabın içerisine koyup öyle çıkarıyorlar.
D.G.: Evet Muzaffer Öztürk ile birlikteyiz 8 Nisan 2017’de Rıhtım’da Onur Vakfın’da kendisiyle görüşmüştük. Çocukluk, ergenlik ve gençlik dönemlerini aldık konuştuk. Görüşmemiz politik sürece de geldi. Orhan Bakır’ın kaçırılma eylemine dönük bir takım şeyler oldu. Şuan da görüşmemize İzmir Konak’ta A.B. ’un evinde devam etmekteyiz tekrardan hoş geldiniz Muzaffer abi. En son konuştuğumuz yer Orhan Bakır’ı kaçırıyordunuz arabadaydınız araba da toplu bir para yakalattınız polislere oradan itibaren alabiliriz o konuya dair ek olarak anlatmak istediğiniz bir şeyler varsa buyrunuz ondan sonra sorularımıza devam edeceğiz zaten. Bu arada hatırlatmayı da yapayım ben Devrim Gece, kamerada arkadaşım Özer İnal 17 Haziran Cumartesi şuanda görüşmemize devam ediyoruz buyurunuz.
Ö.İ: Şey de Orhan’la zeten İzmir dışına çıkarma, çünkü daralmıştık sanırım orada kaldık anlatırken, İzmir dışına çıkarma çabamız vardı. İzmir dışına çıkarma başka bir yerdeydi Orhan en son bizim kaldığımız yerde bağ evine geldi Karabağlar’daki gecekondu evine geldi bağ evine geldi daha doğrusu oradaki alan da daraldı artık risk başladı Orhan’nn yakalanma riski. Bir arkadaş Orhan’ı kaçırmak için dışarı çıkarmak için kaçırmak için demeyelim. O gelmedi. Aradan üş beş gün bir hafta sonra ben görevli oldum. Kısaca bahsetmiş ondan. Banaz a gidişim taksi getireceğim falan. O gidiş şeyinde aranma hikâyesi vardı onu anlatmıştım. Ben Banaz a gittim. Banaz gittikten sonra arkadaşlara ulaşamadım. Çünkü sıkıntılı bir dönem. Burada Orhanlarla görüşmemişte şunu söylemişlerdi. İki gün içerisinde gelemezsen gelme oralarda kal oralarda ilişki kurarız şeklindeydi. Öyle de oldu. Ben tekrar gelmedim. Ama benim sonradan öğrendiğin kadarıyla işte bu tekrar Sedatlar devreye giriyor. İstanbul’dan bir ekiple geliyorlar. Ekip işte iki arabayla gelecekler Orhan astsubay kılığında evlenmiş bir evlilik yapmış giden bir konvoy şeklinde gidecekler. Ama gelişte Bursa’da yakın yanlış bir yerde duruyorlar askeriyeye yakın bir yerde bekleme yaparken polisler tarafından dikkati çekiliyor alınıyor. İşte orda yüz bin lira bir para var. Arabada silahlar var bunlar çok iyi gizlenmiş.
D.G.: Tam olarak sene kaçtı ve hangi mevsimdi?
Ö.İ: Hatırladığım kadarıyla bu zaten kısa bir süre 77. 77’nin ekim kasım olabilir. Orhan’ın kaçırılması 77 kaçtı. Ayı tam olarak hatırlamıyorum. Sanırım Eylül ekim gibi sonbahardı. Bundan bir ay sonra falan çok değil. Bunlar İstanbul da iki ekip olarak iki araç olarak geliyorlar. İşte kadın yoldaşlarda var işte eylemde olan Orhan’ı bizzat olarak kaçıran arkadaşlarda var.
D.G.: Kim o arkadaşlar?
Ö.İ: H.B., zaten eylemin komutanı o yoldaşımızdı. Onlar var S.K., 7-8 kişilik bir ekip herhalde. Şu an da sayıyı tam hatırlamıyorum. Birine diyorlar siz Bursa çıkışında bekleyin. Bunlar beklerken: Trafik polisinin dikkatini çekiyor. Sizin ne işin var diyor. Kimlik kontrolü yapıyor bir şey bulamıyor. Çıkan astsubay elbisesinden dolayı şey yapıyorlar bu elbise kimin diyor. Birisi benim diyor Sedat da benim diyor. Yani farklı kişinin olduğu söyleniyor. Ondan sonra trafik polisi emniyetler kadar gidelim diyor. Bunlarda zaten arabada her şeyi çok düzenli gizledikleri için bir şey çıkmaz diye gidelim diyorlar. Gerçekten de bir şey çıkmıyor. 7- 8 sefer arabayı arıyorlar hiçbir şey bulamıyorlar. Arada çelişkiler var. o çelişkilerden şey yapıyorlar. İşte Sedat askerlik yapmış o konuları bilen birisi başka bir arkadaşı var. O astsubay elbisenin iki kişiye ait olduğu çelişkisi var. Biri diyor ki benim biri diyor ki onun. Bunu çözmeye çalışırken şüpheleniyorlar. Akşama kadar mı 8-10 saat tutuyorlar. Sonuçta bir şey çıkmayınca tamam diyorlar bırakıyorlar bunları. Tam giderken oradan polisin ya da komiserin birisi şu arabalara bir el üstü bir daha bakın da gönderelim. O kadar ince aramada bulunmayan bir şey. Kabaca bakarken yüz bin lirayı buluyorlar parayı buluyorlar.
D.G.: Arabanın neresinde buluyorlar?
Ö.İ: Onu tam bilmiyorum yani zula ettikleri yerde buluyorlar. Belgelerde vardır mahkeme kayıtlarında vardır o. Onu buluyorlar o şey bulduktan sonra bu para ne falan tekrar bu çelişki çıkıyor tekrar derin aramaya giriyorlar silah çıkıyor silah çıktıktan sonra diğer silah da bulunuyor artık arabada. Ondan sonra onları derin sorguya alıyorlar. İşte ondan sonra iş açığa çıkıyor. İsimler kimlikler gerçek kimlikler falan….. (06:08)
….. Çokta ağır işkenceler yapıyorlar ağır işkencelerden geçiyorlar. Bunların hepsi yakalanıyor. İzmir’le ilgili olanları İzmir e getiriyorlar. Sedat F. ikisi İzmir e geliyor. Diğerlerin dosyalarında çok fazla eylemler olduğu için S.K.,H.B.’ın…. Onarı İstanbul a götürüyorlar. Sedatlar geliyor işte burada cezaevine konuluyor. S.K., H.B. onlar Toptaşı cezaevine konuluyor. Zaten Toptaşı cezaevinde bir ay sonra mı iki ay sonra mı tam hatırlamıyorum zamanını Toptaşı meşhur baskını ile kaçırılıyorlar.
Sedat buraya geliyor burada cezaevine konuluyor o arada Orhan diğer ekipte gelmeyince tabi bunların yakalandığında haberi yok. Öğrenemiyor. Ama belli bir sürede gelmeyince başlarına bir şey geldiğini düşünüyor. Ve tek başına kendi olanakları ile o dönem Halkın Yolu dediğimiz bir başka tanıdığı örgütte yardım istiyor. Onların yardımıyla İzmir dışına çıkarılıyor. İstanbul a götürülüyor. Orhan’ı Çıkarılırken bir rivayete göre bir halıya sararak kamyonetin arkasında bir halı gibi çıkarıyorlar şeye Halkın Yolu’ndan sanırım o dönem Orhan’ın tanıdığı eski arkadaşlarından birileri. Ondan sonra Orhan’ın macerası bir süre İstanbul da kalıyor. İstanbul’dan sonra Dersime geçiyor. Dersim bölgesinde kalıyor zaten. Bizim ondan sonra da şeyimiz kopuyor bağımız kopuyor Orhanla. Tabi ne olduğunu nereye gittiğini illegalite gereği kim oldu ne bitti zaten sormuyoruz. Ama bu sürede biz de açığa çıktık. Bizim kimliklerimiz açığa çıktı…. İşte Muzaffer Öztürk bilmem kim falan filan eylemde bulunanlar eylemin nasıl olduğu şeklinde açıklamalar. O dönemde biz ben bölgede yoğun aranan bir duruma düştüm. Hatta klasik abartma şeyi vardır ya bir şeyi unutmuyorum bir tane resim koymuşlar altına da hava da attığı yirmi kuruşu vuran yirmi beş kuruşu vuran adam. Yani böyle bir kendi kendilerine abartmışlar töhbe ki yalan. Yani öyle şey tüfekte iyiyimdir de uzun namluda ama şeyde tabancayla öyle attığını vuracak falan öyle bir şeyim de yok böyle abartmışlar. Artık o dönemin şeyiyle eylemin büyüklüğü nedeniyle abartılmıştı biraz. Sonraki dönem bizim Ege bölgesindeki faaliyet sürecimiz olarak devam etti yani.
D.G. : Şimdi bu Toptaşı bu nasıl nerede bu hapishane?
Ö.İ: İstanbul şey daha iyi bilir A.B. daha iyi bilir Toptaşı’nı. İstanbullular daha iyi bilir. Ben tam bilmiyorum sadece isim olarak biliyorum Toptaşı semt olarak tam bilmiyorum. Toptaşı meşhurdu o dönem siyasilerin konduğu bir yerdi. Siyasi tutsakların.
D.G.: Tutsakların kaçırılma eylemine dönük bir şey biliyor musunuz?
Ö.İ: İstanbul bölgesi askeri örgütlenmesi çok güçlüydü. Bizim 70’li yıllarda. Mesela bizim komutan H.B.’lar ve diğer başka ekipler. İşte kamulaştırma eylemleri yapılır başka eylemler yapılır. Hep aktif askeri eylemler içerisinde. Mesela bizimkilerin çok sık söylenen bir şeyi vardır. Mesela bir bankaya girip kamulaştırma eylemi yapacaklar. Banka eylemi gerçekleştirildiğinde bakar çıkarlar orada para yok başka bankaya bakarlar. Yanına da ki bankaya girerler bir girdikleri üç dört bankaya kamulaştırırlar. Bir askeri pratikleri var güçlü. İstanbul şey olarak aktivite bakımından bir de yerleşke olarak çok çabuk kamufle olabileceğin bir yer. Mesela İzmir öyle değil. İzmir’de bir yerde eylem olduğunda çok dar alanda kalırsın birkaç yeri kestimi polis sen orada kalırsın. Bu nedenler İstanbul ve Ankara da başka illerde uzun süre devrimcilik yapmış pek çok insan İzmir e geldiklerinde ya yakalandılar ya da katledilmiştir. Yani o daralma İzmir de çok farklıydı. Şeylerin İstanbul un böyle bir şeyi vardı askeri yönden çok güçlüydü. Başka ekiplerde vardı, sadece başka bir ekip yoktu. Tabi ama kimlerin olduğunu bilmiyoruz. H. Ve S.K., Toptaşı cezaevine konulduktan kısa süre sonra dışarıdan cezaevinin askeri kulenin olduğu yer taranıyor kaleşnikoflarla. O tarama sırasında bizimkilerde içerden duvarı atlayarak bizimkilerin içine karışıyorlar. Yoğun dışarıdan ateş olunca jandarma da ateş ediyor. Jandarma oraya ateş ederken bizimkiler duvarı alıp kaçıyor. Böyle baskın eylemdi. Bu Türkiye de ilk defa olan bir eylem. Yani cezaevinden baskınla silahlı tarama ile baskınla kaçırma eylemi yok başka. Onları o şekilde kaçırıp götürmüşlerdi. Sonra da yakalanmadılar. Yani uzun bir süre şeyleri devam etti.
D.G.: Peki Ege bölgesindeki faaliyetleriniz onlar nelerdi bu arada neler yaptınız Ne gibi olaylarla karşılaştınız Eylemliklerin neydi ne oldu Ege de Orhan Bakır İstanbul a gittikten sonra?
Ö.İ: Şimdi bizim Orhan Bakır la o saatten sonra şeyimiz koptu. Örgütsel anlamda bizim buradan çıktıktan sonra bizimle ilişkisi kesilmiştir. Yani bölge örgütlenmesi vardı Ege bölgesi örgütlenmesi İstanbul örgütlenmesi iç Anadolu adana Bölesi örgütlenmesi gibi örgütlenme biçimleri vardı komiteler şeklinde . Biz Ege bölgesi komitesi oluşturuldu nasıl oluşturuldu bilmiyorum. Ş.D. önderliğinde oluşturuldu. Şimdi o dönem Sedat, Ş.D. ve sanırım M.G. var mıydı bilmiyorum. Kendisi onu daha iyi bilir. Onunla röportaj yapacaksınız zaten sorarsınız. Bu komite vardı Sedat da gittiğinde Ş. tek kaldı. Daha sonra Ö. vardı. Fazla şeyde yok bizde parti üyesi de yok. Daha sonra 77 konferansı mıydı? 78 konferansı oldu. 78 konferansına biz adeta zorlayarak bir temsilci gönderebildik hatta beni parti üyesi yaptı arkadaşlar. Ben itiraz etmiştim. Ben o şeyde değilim. Yani asker olarak faaliyetim iyi ama parti üyesi olarak o seviyede değilim diye söylemiştim. şey olması zorunda buradan bir temsilci gönderilebilmesi için beş parti üyesine bir delege ya da üç parti üyesine bir delege hesabıyla şey yapılmıştı öyle bir üyelik hikayesi doğmuştu. Bizden Ş.D. katıldı. Tabi biz o arada faaliyetlere katıldık Ege bölgesi faaliyetlerimiz devam ediyor.
D.G.: Şimdi bu Türkiye geneli için yapılan bir konferans mı yoksa bölge koferansı mı?
Ö.İ: Türkiye konferansı. Yani bölgelerden delegeler gidiyor. Türkiye genelinde 78 o meşhur halk savaşının ertelendiği dediğimiz gerilla savaşının hazırlık aşamasının kararının alındığı konferans. Şimdi bizim yoldaş gitti geldi temsilci olarak. Biraz da şeydi böyle havası çok yetersiz modundaydı bizim yoldaş . Düşünceler sığ falan ama ileri gidilecek. Gelinen kararları söyledi alınan kararlar eleştirildi bizde eleştirdik ki bizim en temelden karşı çıktığımız kararlardan bir tanesi gerilla savaşının hazırlık aşaması diye bir süreç konulması ve bu sürecin barışçıl mücadele dönemi olarak adlandırılması. Biz buna gerilla savaşından çark edilmesi adını koyduk. Bu karar yanlıştır. Dünyanın hiçbir yerinde gerilla savaşına hazırlık aşaması süreci olmaz. Zaten örgütlenme süreci kediliğinden o sürece hazırlar. Ve gerilla savaşı başlatacağı bölgelerde buna göre adımlar atılır. O dönemde politik bilincimiz çok güçlü olmadığı için daha çok ajitatif söylem olarak kullanmaya başladık. Bunun alt yapısında gerilla savaşı nedir halk savaşı nedir. Çinde nasıl olmuştur. Arnavutluk’ta nasıl olmuştur Bulgaristan’da nasıl olmuştur vs vs den kopuk biz bir çizgi tutturduk dedik ki bu karar oportinist revizyonist bir karardır. Partiyi revizyonizme taşıyan bir karardır. Bu nedenle doğru bulmuyoruz. Biz bu süreci yaşarken tabi ki çoğalıyoruz illegaliteye yeni insanlar katıyoruz yeni kadın yoldaşlar geliyor erkek yoldaşlar geliyor. Kütahyada Uşakta Banaz da İzmir de illegal hücreler. Biz o süreçte artık hep illegal yaşıyoruz. Benim Orhan Bakır eyleminden sonra deşifre olmam dan sora ben artık legal hiçbir alanda bulunamıyorum tamamıyla illegal faaliyet yürütüyoruz. Bu süreç içerisinde işte ne olacak ne bitecek işte Ş. itiraz yazısı yazıyordu. Partiyi itiraz edecekti düşüncelerini söyleyecekti. Partiyi tanıyıp tanımama düşüncelerimiz vardı. Böyle hizip şeyi partiden kopma düşüncelerimiz vardı tartışma aşamasındaydı. O tartışma aşamasında, sanırım o aşamasındaydı şimdi tam olarak hatırlamıyorum. Ş. yakalandı. Bizim sorumlu olan Ş. yakalandı. O hatta bizim geveze dediğimiz iki tane Türkiye’ye geldiği söylenen. Arnavutluktan hediye olarak geldi deniyordu. Bir tanesi İstanbul daydı bir tanesi bize Ege bölgesine Bu Orhan Bakır eyleminde H.’in kullandığı silahtı. Çok küçük şu kadar basit bir şey öyle tabanca gibi 22-23 tane alan çok dırt diye bırakan özel bir silahtı. Arnavutluk’tan bize hediye olduğu söyleniyordu bilmiyorum belki propandifti. O söylenen. İşte o silahın yakalanmasına yoldaşın yakalanmasından çok üzülmüştük. Hatta bizim arkadaş polisin birisinde polisinde cebinde Uşakta onu görmüş. Şarjörünü görmüş çünkü şarjörü özel kıvrık şeyi vardı o kıvrıklığından tanımış. Polisler taşıyor bizim silahımızı diye öyle dramatik şeyi olmuştu bizde. Ş. yoldaş yakalandı . Yakalandıktan sonra daha şey kaldık . Yani zaten politik seviyemiz çok düşük üreten şeyde değildik. Özgür ben falan vardık. Nasıl olacak nasıl bitecek biraz şaşkınlığımızda vardı o sırada İstanbul’dan bize bir Yoldaş gönderildi Halkın gücü gazetesi çıkarılacaktı. Halkın gücü gazetesi çıkarılma aşamasında o gece bir çatışma oluyor çatışmada bir bekçi yazılama yapılırken vuruluyor. Ondan dolayı Gazetenin sahiplerinden legal anlamda kod adı Sedat olarak geçen şimdi adını unuttum. Bir yoldaşı bize gönderdiler sizin orada barınsın Ege bölgesine. Polis burada arıyor diye. O yoldaş geldi ağzı çok iyi laf yapıyordu….
Şükrü’nün de yakalanmasından sonra örgüte tavrımızı koyduk. Yani biz bunu doğru bulmuyoruz Ege bölgesi olarak ayrılmayı düşünüyoruz gibi bir şey ilettik o dönem bizi iknaya geldi yurt dışından bir yoldaş sanırım Ali Yavuz Çengeloğlu’ydu Biz bir evde oturduk sohbet ettik bizi tek tek aldı odalara tek tek sohbet etti. Şimdi biz ondan önce ona gelmeden önce İzmir’de bizim şeylerimiz oluyor konuşmalarımız oluyor biz bir sürü insanı etkiledik burada yani Ege bölgesini tek başına çekip çevirdik. Ege bölgesi artık herkes bizim düşüncemizde olmaya başladı haklı olarak. Sonra işte Ali’yle konuşunca Çengeloğlu şey de bizi ikna etti ama biz tam ikna olamıyoruz. Birikimi iyi Ali Yavuz Çengeloğlu’nun güzel anlatıyor ama bizi tatmin etmiyor. Yani bize şu sorumuza gerilla savaşını ertelemiyor bu gerilla savaşına devam etme kararlılığının böylesi bir aşamasıdır. Bu aşama işte savaşı erteleme değil daha rahat hazırlık yapılabilmesi için silahlı mücadele ve barışçıl mücadele süreci konmuştur falan gibi bizi ikna edemiyor tam. Şimdi biz de ikna olmadığımız için he hı diyoruz yani teorik olarak çok iyi biz teorik olarak düşüğüz he hı diyoruz ikna olmuyoruz ama he hı deyip geçiştiriyoruz. Sonra taktik olarak yaptığı da doğru bir yöntemdi aslında ama biz sanırım sonraki şeyimizi hesaplayamadı. Bize ayrı ayrı randevular verdi İstanbul’da Ankara’da biz değişik toplanmıştık bir evde dört müydü beş miydi o civarda zaten başı çekenlerdik. Yani örgütün başını çekenler olarak biz vardık Sedat yakalandı Ş. yakalandıktan sonra. İşte bizi dağıttı randevular verdi birimiz İstanbul’a birimiz Ankara’ya birimiz nerede farklı farklı dedik ki biz birlikte mücadele etmek istiyoruz. Dedi siz önce bir gidin sonra kaldığınız örgütlenme alanlarından tekrar buraya gelirsiniz. Orada bir ekip ruhu vardı bizde yani biz ayrılmak istemiyoruz aynı yoldaşlarla başka yerde ayrılmak istemiyoruz. Sonuçta bizi ikna etti biz kabul de ettik tamam dedik doğru şeyi yani tamam dedik Ali iyi bir o da güçlü bir şeyi vardı onun da öngörüsü vardı. Bizi gördü herhalde öngörüsü tamam şey yapın ama bu örgüt içindeki mücadele ile giderilir bu ayrılık gerekçesi olmamalı örgüt içerisindeki mücadele ile siyasal mücadele ile giderilir şeyi ikna ettikten sonra biz de ikna olduk tamam dedik randevularımızı aldık paralarımızı aldık yol paralarımızı aldık. Ali gitti çıktı evden böyle biz birkaç saat oturduk bizim hepimizin morali bozuk ekip ruhuyuz böyle düşünsenize yıllardır hareket etmişsiniz böyle moralimiz bozuk ayrı ayrı yerlere gideceğiz falan filan içimizden birisi ya dedi arkadaşlar yoldaşlar biz ayrılıyor muyuz artık falan dedi biri evet ayrılıyoruz bizi dağıtıyorlar falan filan. Biz bir galeyana geldik ben dedim bu kararı tanımıyorum o dedi tanımıyorum aha da biz hizip olduk bir anda ne oldu biz ayrıldık bitti örgüt tanımadık. Yani bizim örgütü tanımama kararımız oturup tartışıp böyle böyle tartıştık öncesinde şunu yaptık eleştirdik ama ayrılık noktasındaki hizbin çıkış şeyi bu, kararı bu. Yani ekibi bizim ekibimizi dağıtacaklar bizim gücümüzden korkuyorlar bizim ekibi dağıtacaklar biz ekibi dağıtmamak için birlikte olalım psikolojisiyle dedik biz tanımıyoruz gitmeyeceğiz randevulara. Orada biraz üzüldük çünkü üçkâğıtçılık yapmış gibi olduk hem geleceğiz edeceğiz dedik parayı aldık hem de gitmeyeceğiz. Sanki onlardan parayı almış şey yapmış olduk gibi geldi öyle psikolojimiz de bozuldu. Ama sonuçta kabul etmedik ondan sonra örgütsel faaliyete başladık biz. Devam ettik faaliyete ayrılığımızı ilan ettik. Artık o ayrılığı ilan ettikten sonra neden ilan ettiğimizi Devrimci Komünist diye illegal bir dergi çıkardık. O zaman Komünist vardı sanırım bizde onlardan farklı olalım diye Devrimci Komünist koyduk adımızı kendimiz gerilla teksiriyle basıyorduk kendimiz yapıyorduk. Ben artık iyice uzmanlaşmıştım o konuda tek başıma bir bildiriyi yazıyordum tek başıma basabiliyordum normalde iki üç kişi basar işte bir kişi tutar bir kişi çeker bir kişi makas falan koyar. Ben işte ayaklarımın iki ayağımın arasına kapağı alırdım çekerdim bir elimle alırdım bir elimle şeyi koyardım böyle makine gibi bir al koy, al koy çek. Dağıtırdık düşüncelerimizi yapmaya çalıştık işte ona kapak yap bilmem ne yap yedi yirmi dört bir faaliyet çok gerçekten bir iki saat uykuyla yaşanan çok uzun süre birkaç yıl böyle bir faaliyete başladık. İşte bu süreç içerisinde örgüt şeye müdahale etti dışarıdan işte C.P.leri, Ali Geçgelleri getirdi. Ali Geçgel geldikten sonra burada bir toparlama yaptı. Ali Geçgel daha sonra Munzur Geçgel olarak geçiyor katledildiler İzmir’e geldiklerinde bir operasyon sonrası buraya geldiler ciddi bir toparlama yaptılar ama şimdi biz legal alana giremediğimiz için mahallelere giremiyoruz Aliler mahallelerde epey bir tabanı geri aldılar biz bayağı bir azınlıkta kaldık illegal olanlar olarak kaldık. Ama burada ben şeye iknayım örgüt içerisinde bizim kendi içimizde şeye iknayım yani artık bu hizip faaliyetinin bir hizip faaliyeti olduğu bu ayrılığın işte komünist devrimci önderlik yapma gücünde olmadığı. Ama işte gerekçesinin yeterli ideolojik bir kopuş ya da siyasal bir kopuş çizgi mücadelesi olmadığı örgüt içerisindeki şeylerle giderilebileceği tartışmalarla giderilebileceği yönünde ben kendi içimizde bu yönde bir düşüncem var. Ama dışarıya savunurken farklı boyutta savunuyorum yani hayır kesinlikle böyle falan boyutuyla savunuyorum kendi içimizde şeyim var.
D.G.: Şimdi ben burada araya gireceğim o teorik birikiminiz çok fazla yok tartışmalara giremiyorsunuz. İşte İstanbul’dan gönderiyorlar Avrupa’dan gönderiyorlar bir şekilde sizi ikna etmeye çalışıyorlar. Siz bu yetersizliğinize rağmen Devrimci Komünist’i nasıl çıkardınız? Ne yazdınız orada hangi konuları işlediniz ve bunu kimlere dağıttınız?
Ö.İ: Kendimiz dağıtıyorduk yani.
D.G.: Halktan insanlara mı dağıtıyordunuz?
Ö.İ: Tabi işte mahalle mahalle kapı kapı bildiriler kapıların altından bildirileri dağıtıyorduk. Her bölgeye mesela İzmir’e gönderiyorduk mesela denizli’de basıyorduk Nazilli’de o dönem Denizli Nazilli’de ev tutmuştuk. Orada basıyorduk Denizli’ye İzmir’e Uşak’a Banaz’a buralara gönderiyorduk bildirileri onlarda dağıtıyorlardı. Valla her konu üzerine yazı yazıyorduk örneğin diyelim ki bir Petkim Direnişi oldu bunu üzerine de bildiri yazıyorduk sadece örgütsel değil. Bunun üzerine bildiri yazıyorduk gerilla teksiri ile basıyorduk sabahlara kadar yok işte onun özel şeyini ipeğini alacaksın özel boyalarını alacaksın özel daktilosu olacak mumlu kâğıtlar o şekildeydi. Yazdığımız şeyler şu an da hatırlamam mümkün değil zaten yani ama bu minval üzerine yani.
D.G.: Yayınlar hala sizde duruyor mu arşivlerinizde?
Ö.İ: Yok çoktan bizim şeylerimiz kayboldu. Yani belki devlet arşivlerinde vardır yani yakalanan yazılar içerisinde mutlaka vardır. Ama bizde zaten elimizde o dönem illegalite geliyor olması mümkün değil onun dışındaki bir sürü şeyimiz de biz zaten kendi elimizle özel olarak tuttuğumuz yasal cezaevinde tuttuğumuz bir sürü belgemiz de yok bizim kalmadı elimizde. O belgeler yok ama ilerde belki bir gün arşivlerden ya da bizim İzmir davasındaki dosyalardan çıkar mı öyle bir şey bilmiyorum. Bunlar ileride araştırılabilecek şeyler büyük ihtimalle. Şimdi yetersiziz ama bu konu bize yetiyor. Ben mesela bir sürü arkadaş gönderiyorum haber gönderiyorum diyorum ki ben ikna olmak istiyorum bana bir yoldaş gönderin beni kazansın böyle bir haber gönderiyorum. Ben ikna olacağım beni kazansın birisini gönderiyorum. Şimdi bir yoldaş gönderdiler sohbet ettik konuştuk ben onu ikna ettim. Çünkü bizim hani zaten bana gelen insanlarda siyasi seviyesi benden daha büyük insanlar değil hatta daha düşük bilgili insanlar. Dolayısıyla biz de şeyden dem vuruyoruz biraz aşırıcı vuruyoruz gerilla savaşı halk savaşı zaten bizim en büyük şeyimizdir. Gerilla savaşı halk savaşı silahlı mücadele dedin mi karşıdaki önce bir durur yani baştan beri böyledir. Şimdi biz onun üzerine de iyi işliyoruz şimdi dünyanın hiçbir yerinde gerilla savaşı hazırlık aşaması diye bir şey yoktur. Savaş şey içerisinde hazırlanır mücadele içerisinde hazırlanır barışçıl mücadele diye bir şey yoktur. Barışçıl mücadele örgütü pasivize etmektir…. bir sürü bir şey söylüyoruz biz, ikna olup gidiyorlar. Yani böyle bir sürü insan geldi ikna oldu. Ben de artık ikna etmemeye çalışıyorum. Çünkü hakikaten iknaya çok meyilliydim. Sonra Ali Kara geldi Ali Kara, Munzur Geçgel, Ali Geçgel geldi onlar bir toparlama yaptı. Ali’yle bizim burada bir görüşmemiz oldu. Artık onunla şey yapalım diye burada anamızın evinde toplandık bir anamız vardı. Mehtap Mahallesinde orada toplandık. İşte Ali bayağı bir toparlamış bir ben tek başıma kalmışım bizim eski yoldaşlar hep Ali’nin safında sekiz on kişi onun cephesinde böyle bir kapışmaya girdik yine. Tabi benim ajitatif dilim falan Ali Geçgel de (31:50) yoldaş tez canlı gerçi çok temiz çok şey tez canlı bir de biraz sekter bir yoldaş. Bir kapıştık Ali bana meydan okudu dedi seni asarım vururum keserim de böyle ben bir iki alttan alıyorum falan yani benim öyle bir şeyim yoktur. Ama onlar İstanbul şeyine alışmışlar böyle biraz bu tür şeylere müsaade etmiyorlar baskın geçiyorlar. …..
İşte eylemliklere devam ediyoruz örgütlenme yapmaya çalışıyoruz. Ş. cezaevine girdi Ş.’yü kaçırma planlarımız var. Ş. cezaevine atıldı bunu içinde hakikaten bizim dönemimize ilişkin çok şey gelebilecek maceracı gelebilecek yöntemlere falan da girdik. Onu almaya gideceğiz onu kaçırmaya gideceğiz yani bizim faaliyetler bu şekilde devam ediyor bir yandan ayrılık bir yandan şeyle. Ve biz şey olduk o dönemde de GKK dediğimiz Geçici Koordinasyon Komitesi hizbinin de bizle bağ kurma çabası var. Aynı şekilde bizle bağ kurup bizi de kendi şeylerine katma çabası var. Bir Ö. le kurmuşlar sanırım ilişkiyi biz kabul etmedik. Yani her ne kadar ayrı düşünsek de bizim farklı şeyimiz var. Çünkü İzmir’deki hizipleşmeler çok daha kişiselleştirilmişti. Biz öyle bakıyorduk yani kariyer sorunu gibi bir grupsal birbirlerine tavır alan gruplarmış gibi bakıyorduk. Bizim faaliyetimiz buydu. Şimdi burada yapılan birkaç basit örnekleme verecegim trajikomik şeylerimizde var çalışma tempomuzda. Şimdi Ş’yü kaçırmaya gidicez araba lazım şimdi bir haftalığına bir araba lazım bize. Buradan oradan gidicez Ş.’yü alıp yine Toptaşı baskını gibi işte biz ateş edicez şeylere kulelere oradan Ş. de çıkacak alıp gelicez. Şimdi benim öncesinde iki deneyimim oldu burada biz araba alıcaz başka bir eylemde kullanmak için araba alıcaz taksiciyle bindik İzmir’den çıktık Bornova tarafından gidiyoruz. Oraya yolun yarısına geçince ben hemen boğazlı kazağı kaldırdım ki öyleydi taktiğimiz o zaman boğazlı kazağı kaldırdım şoföre silah tuttum işte arkadaşım dedim in araba bize lazım. Abi ne yapıyorsunuz falan dedi ya ne oluyor dedi ne istiyorsunuz benden. Araba bize lazım dedim in ya in kardeşim dur. Tamam, durucam da falan böyle üç beş dakika bizi oyaladı götürdü. Yolun sol şeyden gidiyoruz normal şeyinden gidiyoruz arada bir bariyer var başka şerit var sol tarafta da Bornova Topçu Tugayı var direksiyonu oraya kırdı bizle konuşa konuşa ben dur in dur bağırıp çağırıyorum adam girdi şeyini kırdı oraya. Dedim bir adım daha atarsan vururum seni. Adam orada kaldı adam orada kaldı biz atladık şeyden karşıda askeriye var. İki yoldaş kaçmaya başladık güya araba gasp edeceğiz biz kaçıyoruz. Adam şeye sokuyor şimdi şoförü vurmak da istemiyoruz şoför vurulmaz zaten biz kaçmaya başladık bir süre sonra benim yoldaş yoruldu nefes nefese kaldı Türk filmi gibi yoldaş sen beni bırak git dedim hayır bırakmam ben seni. Sırtlıyorum yoldaşı o dağ tepe götür hakikaten nefes astımı varmış yoldaşın gidemiyor bende onu bırakma şeyimiz mi var bırakamıyoruz. Sanki dünya ordu bizim peşimizden geliyor biz öyle dağa taşa kaçtık ertesi gün geldik. Şimdi yoldaş diyor ki olmaz böyle diyor ya şoförlerle uğraşmaya gerek yok diyor vuralım gitsin diyor ya sıkalım diyor alıp gidelim. Ya yoldaş olur mu öyle şey araba yüzünden şoför öldürülür mü sen ne biçim konuşuyorsun. Yok, böyle olmaz bunlar bize araba vermiyor. Bir araba daha lazım yine bir eylem yapacağız tecrübeli olduk ya deneyim sahibi olduk ya böyle o babayiğit bir adamdı. Dedik ki zayıf bir ihtiyar bulalım işte zayıf bir adam bulalım onunla alalım arabayı. Basmahane’nin oraya gittik orada garajın ilerisinde bir durak var durağın az ilerisinde bekliyoruz böyle çelimsiz bir şoföre gelsin sıra. Bir tane ihtiyar geldi şu kadar boyunda zayıf kara kuru bir ihtiyar geldi. O sıraya geçti biz dedik tamam hemen bindik dayı dedik Balçova’ya çek. Balçova’da o zaman teleferik var sırf arazi orası teleferiğin altı arazi böyle. Götürdük araziye çektirdik oraya vardık. Ben klasik numaram arkada iki yoldaş oturuyor silahı öbür yoldaşa verdim diğer hani benimle önce gelen şey yapan hani vuralım diyene vermedim silahı. Dedim bu vurur kafası belli olmaz diğer yoldaşta var silah bende var silah. Gelince aynen şöyle ben maskeyi çektim çektim silahı dayı dedim inin dedim araba bize lazım dedim. Aynen şoför böyle tüh Allah belanızı versin utanmıyor musunuz mu bu yaş dedi gencecik insanlarsınız dedi. Yüz lira vermemek için dedi 135 lira vermemek için dedi bunu yapıyorsunuz dedi Allah belanızı versin. Ya ne inmesi in bize araba lazım yazıklar olsun dedi sizin gibi gence dedi. Adam bize bağırıyor dayı dedim araba bize lazım bak araba bize lazım biz arabayı alıyoruz siz bir araba bu sefer şeye döktü para vermemek için arabayı alıyorsunuz yazıklar olsun sizin gibi gençlere. Bir de bir şey yapamıyoruz taksi tutmuşuz oraya kadar gel sus adamla konuşmuşuz adamla biz oraya gelene kadar devrimci yaptık biz adamı. Yoksulluk anlatıyoruz propaganda yapıyoruz durmuyor çenemiz propaganda ajitasyon çekiyoruz adam bizden iyi biliyor sömürüldüğünü adam daha berbat emekli olmuş bu yaşa gelmiş arabanın dört lastiğini değiştiremiyor kabak lastikler parası pulu yok gariban berbat bir halde biz de ona ajite çekiyoruz. Sistem düzen falan bir yandan da ajite çekiyoruz. Adama da bir şey yapacak halimiz yok. Ben yoldaşa dedim ki yoldaş sen ipi arakadan tut o ara şeyi yaptı o anahtarı alıyordu ben ondan önce anahtarı aldım arabanın anahtarını. Şimdi bu iki yoldaş indi pardon ondan önce tartışıyoruz. Tartışırken dayı in min falan ben de anahtarı çekiyorum bam diye bir silah sesi geldi. Şimdi böyle olunca şoför olduğu gibi kaldı ben kaldım öyle ona bakıyorum eyvah dedim bizim adam aldı sıktı bunun kafasına şoför böyle kaldı yani dedim ensesinden sıktı öyle kaldı herkes sonra baktım şoför bana döndü şaşkınlık içinde anahtarı kaptım ben falan meğer o ara bizim arkadaş hani Türk filmlerinde böyle ensesine vurunca bayılıyorya bu habire bunun ensesine vuruyormuş arkadan böyle bayılsın diye bayılmıyor eli de tetikteymiş tetik şeye yukarı patlamış. Şoför de şaşırdı biz de şaşırdık onlar tuttu ben direksiyona geçtim arabayı böyle 10-15 metre yaptım o yaşlıya onu bıraktılar koşuyorlar bizimkiler koştu bindi adam da onların peşinden koşuyor. Ya yapışmış tekrar indik tekrar bindirdik ulan rezil olduk bağırıyor bütün herkes bizi seyrediyor görüyor etraftaki insanlar. Benim içim gidiyor yaşlı adam şey yapıyoruz adama etme dayı tutma dayı yani yalvarıyoruz adam etmedi abi yapıştı geldi arabanın şeyine yan benim pencere camına ben kur dönüyom o sürükleniyor. Ama içim gidiyor kıyamız biz bir yaşlıya yani biz böyle ama bir de yakalanma durumu var orada yakalanacaksın bir eyleme rezil olacaksın bir ihtiyar yüzünden yakalanmak var. Neyse yine tuttular bunlar adamı indirdi biz adamı bıraktık ya adamın arkadan bir hırsla koşup koşup yorulduktan sonra yerden taş maş alıp arabaya attığını gördüm böyle aynadan. Tamam moraller falan sıfır oldu bizim yani bir halktan bir insana bunu yaşatmış olmak bizim öbür arkadaş hala diyor vuracaktık onu daha rahat yapacaktık eylemi diyor. Bizim böyle ekip kötü bir deneyimimiz oldu ben artık dedim ki ben artık araba almaya gitmiyorum bu işin başka yönünü bulalım kontak uydurmak vasıtasıyla yapalım bu işi. Fakat bu ara Ş.’yü kaçırmaya gideceğiz araba lazım Uşak’tan Çorum’a gideceğiz Ş. Çorum cezaevinde Çorum cezaevine götürdüler. Şimdi bir tane bir yoldaşımız var bizim.
D.G.: Siz o arabayla gitmediniz mi?
Ö.İ: Yok, o arabayı zaten o arabayı aldık ki ben hayatımda öyle hızlı araba kullanmadım silme bir eğitim yapıyordum kendi kendime eylemlerde nasıl kullanırım diye. Biz arabayı aldık hatta şey yapacaktık o zaman Tansaş vardı onda kullandık Tansaşın eyleminde kullandık herhalde orada kamulaştırma yapacaktık sanırım o eylemdi. Arabayı kullanamadık oradan aldık şurada İzmir çıkışına yakın bir yerde geldik arabayı bıraktık gittik biz. Polise ihbar edilecek bir şekilde polise yansıdı iş yani öbür türlü olsa adam söyleyene kadar polis gidip inandıracak polis harekete geçene kadar biz eylemimizi yapacaktık işimizi bitirecektik arabayla ne yapacaktık bilmiyorum şimdi de biz sonra arabayı bıraktık gittik zaten. Şimdi Çorum’a gidicez araba lazım ben dedim ki başka bir yol bulalım onunla alalım ben şey yaparım sağdıç bizim orada bir tane M.D. var. Daha sonra o da bizim şeyden yattı o yine faaliyet içerisinde ben dedi araba alır gelirim ne olacak ne varmış dedi şimdi Ege şivesiyle konuşuyoruz. Yok dedim ya olmuyor alamıyoruz böyle böyle bu adamlar yok dedi sen bekle dedi ben dedi alır gelirim dedi siz bekleyin dedi. Biz gittik Banaz’da dağın eteğinde bekliyoruz bunlar bir akrabası var M. araba kullanmayı da bilmiyor. Onu aldı yanına mahalleden yani yerelden birisini aldı onunla araba getirecekler. Ben hiç inanmıyorum getirmeleri mümkün değil benim gibi böyle asker adam alamadıktan sonra M. nasıl alacak bu mümkün değil. Biraz sonra biz gittik işte yarım saat bir saat iki saat bilmiyorum bir araba steyşin araba dediğimiz noktaya kadar geldi yanaştı tabi ben hazırlandım çektim ben düşünüyorum ki yakalandı bunlar polis getirdi yani araba almak mümkün değil benim hesaba göre. Bunlar indi içerden geliyor dedim ne oldu dedi aldık geldik arabayı nasıl aldı geldiniz dedi işte getirdik. Dedim şoför nerede içerde duruyor. Şoförü niye getirdiniz dedi inmedi gitmedi dedim ne yapacaksınız nasıl olacak bu dedim siz nasıl aldınız arabayı ben hala güvenemiyorum tetikteyim içerden polis çıkacak diye. İşte bunlar gitmişler köy yoluna girmişler köy yoluna girince demişler ki genç bu çocukta genç taksi şoförü yirmi yaşında bir çocuk daha. Köy yoluna girince bizim arkadaş demiş ki sağdıç in bakalım araba bize lazım demiş. Şey kızmış şoför ya ayıp ediyon sağdıç ne demek demiş araba lazımsa demiş sen söyle ben yaparım kız mı kaçırıcaz ne yapıcaz, bizim oralarda kız kaçırma falan çok olur, kız kaçırıcaz ya yok sağdıç araba kaçırmıcaz araba bize lazım olur mu diyo genciz arkadaş değimliyiz diyo. Arkadaş olmuşlar birden yani bizim orada sıcaklık var arkadaş değilmiyiz ben yaparım sizin şoförlüğünüzü hiç şey yapmayın diyor yok sağdıç in min zorla indiriyorlar bunu arabadan. Bu küsüyor siz bana güvenmiyorsunuz diye küsüyor direnmiyor yani kavga etmiyor küsüyor siz bana niye güvenmiyorsunuz. Biz ne biçim sağdıçlık bu ben size yapardım siz kız mı kaçırıcaz, bir yere mi gidicez, bir adam mı dövücez birlikte gidelim böyle bir tip çıkıyor bize nedir nasılsınız diyor bunlar nasıl şey yapıyor. Bunu oturtmuşlar ellerini arkadan bağlamışlar kafasına battaniye geçirmişler bu küs dedim ne yapıyor. Dedi küs dedi bize küstü beni siz bana şoförlük yaptırmıyorsunuz diye küsmüş biz bunu aldık gözlerini bağladık. Yolda giderken anlattık gözüne bant koyup üzerine siyah kör gözlüğü taktık. Diyoruz ki bak sağdıç araba bize lazım araban birkaç gün bize lazım seni biz bir süre evde tutacağız misafir edeceğiz bizim evimizde kalacaksın. Sakın yanlış anlama herhangi bir arabanın masrafını vericez herhangi bir zarar gelirse arabana karşılayacağız ama araba lazım bu hala küs siz bana güvenmiyorsunuz ben de yaparım sizin yaptığınız işi ya sağdıç bu senin bildiğin işlerden değil. Biz şöyleyiz anlatamıyoruz da neyse biz bunu eve girerken de mahallede de akşam saati giriyoruz kadın çoluk çocuk dolu biz bunun koluna girdik kör götürüyor gibi götürdük. Gözler bantlı mantlı görmeyecek evi orada bir yoldaşı bıraktık M.’yı bıraktık dedik ki buna günde odada ellerini falan çözdük gözlerini açtık dedik sen kapıdan yiyeceğini uzat bizi bir hafta beklesin. Tabi biz gidip gelene kadar bunlar yoldaş olmuşlar kitap okumalar bilmem neler karşılıklı sohbetler tartışmalar bizimki bizden olmuş yani devrimci olmuş arkadaş odadan da çıkmıyor her şeye de uyuyor. Ben böyle şeyleri bilmiyordum o kitapları falan okuyor bunları ilk defa duyuyorum bana ne diye gelmediniz siz beni niye örgütlemediniz bugüne kadar diye falan bir de alınganlık yapmış. Biz o ara gittik hatta bu çocuğun son şeyini de anlatayım bu çocukla ilgili eylem daha sonra başka. Sonra bu çocuk biz geldik eylem oldu olmadı biraz sonra anlatacağım geldik bunu aldık evden çıkardık Banaz’a gidicez Banaz’da bir eylem daha yapacağız bombalama küçük bir adam var onun arabasına bomba atacağız. Bunu Banaz dışında bıraktık bir battaniye verdik yağmur da çiseliyor böyle şeyi hiç unutmuyorum sonum geldi mi gayri sağdıç dedi biz bunu dışarıda bir çamın dibine bıraktık ya sonum geldi mi dedi gayri dedim ne biçim konuşuyon sen ya biz senle sağdıç değilmiyiz. Diyor illegalite gereği sizin beni vurmanız lazım ya saçmalama yoldaş arkadaşım biz seni niye vuralım. Bir işimiz var bir saat sonra gelicez bak M. da senin yanında kalıyor. Yok, siz beni öldürüceniz insanın morali bozuluyor o kadar şey yapmışsın adam hakikaten iyi bir adam. Neyse biz gittik geldik bu hala inanamıyor ertesi sabah oldu bir Denizli yoluna vardık. Denizli yolunda bir şeyin içerisine girdik tam o sırada ön lastik de patladı. Şeyin içerisine girdik pardon patlamadı dere gibi çay deresi gibi arabayı onun içerisine soktuk az ilerde yol geçiyor biz buna dedik ki bak şuraya para bırakıyoruz elimizde olan para şu an da bu ilerde de veririz biz normalde iki üç gündü biz bir hafta kullandık arabayı. Arabanda herhangi bir hasar yok ama ön lastiği çok hafif indiriyoruz yani tam iyi hızlı peşimizden falan gelmesin diye tedbirimizi de alıyoruz bu arada biz ona güvenmiyoruz o bize güvenmiyor hala. Anlattık gözlerini bağladık dedik sen elliye kadar say elliden sonra gözünü aç ondan sonra bas git. Biz uzaktan bakıyoruz hani bir şey olacak mı bu aynen bunu yapıyor abi. Ve kimseye de bir şey söylemiyor polis bunu sorguya alıyor ailesi şey demiş oğlum kayboldu diye haber vermiş. Polise de diyor ki Van’a mı Kars’a mı nereye müşteri götürdüm orda da arabanın lastiği patladı cart oldu curt oldu bir hafta da gelebildim o zaman telefon falan da yok ya cep telefonu falan yok haber veremedim diyor. Oradan kimseye bir şey demiyor ve duyduğu insanlara bize haber salıyor beni bulacaklardı bana geleceklerdi niye gelmediler beni bulsunlar benim arkadaşlarım bana gelsin harbiden bizi arıyor ondan sonra öyle ilginç macerası olan bir şeyi var hala da o saygısını bugün bile kaybetmemiş bugün bile devam ediyormuş. Bizim yoldaş görüşüyor onunla şimdi biz oradan şeyi aldık Çorum’a vardık Çorum’da bayram günü bayram ziyareti var bayram ziyaretinde açık görüş var.
D.G.: Ne bayramı?
M.Ö.İ: O valla hatırlamıyorum şey yani ramazan kurban bayramları var ya o zamanlarda birisinde açık görüş var. Açık görüşte de içeride yüz yüze görüşüyorsun. Şimdi artık sorumlu Ş.’den sonra Ö. bizim Ege bölgesinde Ö. sorumlu. O ne derse o oluyor oturup karar falan almadık kaçırmaya gittik ama nasıl kaçıracağımızı bilmiyoruz. Kaçırmaya gittik sadece oraya vardık nasıl yapalım Ö. dedi sendeki silahı Ş.’ye götür ben aranıyorum, aranan bir adamım onu bırak Ş.’ye ver biz dedi akşam sayım bittikten sonra işte şu saatte o içerdeki gardiyanları rehin alarak kapıya çıksın biz onu kapıda görünce askerlere ateş açıcaz o direk kapıdan alıcaz onu. Tamam olur mu olur yani eylem taktiği olarak şey ama biz bir iki tartıştık baktık şey çok ikna o hazır değil iknaya aynen öyle yaptık ben üzerime aldım silahı belime taktım içeri silah götürüyorum işte şey arıyor kollarımı kaldırdı kollardan buraya geldi şuraya geldi bele baktı silaha geldi silahın kabzasına eli dokundu şöyle bir silkeledi silahı silahın kabzası ön tarafta belimde silah ben dedim eyvah gittik bu adam alacak silahı ben yumruğumu sıktım hazırladım yani silaha el atsa ben de ona vurucam çatışa çatışa geri gidicem silahı ona vermicem. Adam geç dedi gardiyan ben geç dedi ama geçtim her an elim belimde kıpırdama dur teslim ol falan çağrısı yapacaklar. ….yok kimse bir şey de demedi gittik. İşte Ş.’ye dedim yoldaş böyle böyle geldi Ş. konuştuk dedim böyle böyle seni almaya geldik nasıl beni almaya geldiniz. Seni kaçırmaya geldik nasıl kaçıracanız beni dedim al silah getirdik çıkardım silahı verdim Ş. panikledi sok onu yerine dedi bir dur dedi. Dedi ne silahı o dedim bak sana silah getirdik sen içerden sayımdan sonra ziyaret bittikten sonra içerden gardiyanı çağıracaksın rehin alacaksın kapıya geleceksin biz de seni oradan alacağız böyle bildiğimiz bu filmlerde böyle oluyor büyük bir ihtimalle biz böyle yapacağız. Yani o cezaevini koşulları nedir napılıyodur nasıl gelir bir gardiyan mı gelir on gardiyan mı geliyor kapıyı on kişi mi açıyor bizim haberimiz yok bizim bilgimiz yok. Ö.’ün yaptığı plan bu böyle gidicez uyulacak buna. Ya böyle bir şey olmaz dedi bunun hazırlanması lazım bir kişiyle olacak bir şey değil bu dedi şu dedi falan filan yok biz getirmişiz ikna olacaksın yoksa senin önderliğin biter yani. Biz Şükrü de o dönem ufak tefek kopmalar sapmalar var ama biz fark etmiyoruz önderliğinden dolayı. Neyse başka bir arkadaş geldi ben ona silahı verdim onu götürdü şimdi biz bekliyoruz işte çıktım ben ziyaretten akşam cezaevinin yolun karşısında silahlı bekliyoruz böyle arabanın içinde bekliyoruz. Yani bizden başka da araba yok işte kulübe var bizim tam cephemizde bir de onun az gerisinde Ş. de kapının kapıdan içerdeki kapı parmaklık dış kapı çıkan kapıyı da görebiliyoruz. Ş.’yü oradan görür görmez biz ateş edeceğiz jandarmaya o da koşarak gelecek. Bekle bekle Ş. gelmiyor beş oldu yok akşam oldu hava karardı Ş. yok tabi bizim moralimiz bozuldu Ş. niye gelmedi demek ki yapamadı demek ki beceremedi yok artık o dönem ne yorum yaptık bilmiyorum bizim moralimiz bozuk bozuk geliyoruz böyle. Sungurlu’ya mı geldik 40 km falan geldik içimizden birisi dedi ki üç kişiyiz herhalde o zaman şeyde falan yattık bir gece dışarıdaki inşaatlarda falan kaldık ya dedi ya yoldaş geç çıktıysa dedi biz çıktıktan sonra geldiyse ya yarım saat sonra çıktıysa. Anam bu böyle dedi ya sanki yoldaş orada çatışarak çıktı ben arabayı bir çevirdim bir gidişimiz var motor patlatırcasına gittik cezaevinin önüne hiçbir şey yok abi. Ne asker de hareket var ne bir şey var birkaç saat hatta gece yarısına kadar baktık Ş. gelmiyor biz de bıraktık geldik. Meğer Ş. de doğru bulmamış şeyi eylemi doğru bulmamış. Zaten o süreçten sonra bizim bazı yoldaşlardan kayma olmuş kopma olmuş işte. Ş. boyutu o şekilde kapandı bizim için bir daha Ş.’yü göremedik biz bu taraftaki mücadeleye devam ettik. Diyelim bir kısa mola verelim mi.
D.G.: Olur.
M.Ö.İ: Şimdi bizim buradaki daralmışlığımızdan sonra artık bir de şey iddiamız var gerilla savaşını parti erteliyor barışçıl mücadele diyor biz silahlı mücadeleden yanayız ve gerilla savaşını başlatmamız lazım. Nasıl başlatacağız, Kürdistan’dan bu tarafa başlatıp geleceğiz doğudan batıya doğru İbrahim’in öngördüğü şekilde tabi Dersim’i falan çok bilmiyoruz Dersimin şeyini. Bizim Bitlis’in Adilcevaz kazasının Cihangir köyünde bizim Banaz’dan gitme bir öğretmenimiz var. Bizim bir arkadaşın abisi bizim de arkadaşımız sayılır genç bir arkadaş. Dedik oraya gidelim orada köylülerden toparlama yaparız gerilla savaşını başlatırız oradan. Oradan da yayıla yayıla bu tarafa doğru kurtarılmış bölgeler yaratarak gelicez. Bir proje yani proje hazırladık… kararını aldık buradan iki yoldaş gideceğiz daha sonra buradan bizim Ö. bize katılacak. Ö. buradaki işleri toparlayacak halledecek bize orada katılacak. Bazı malzemeler eksik malzemeler gelecek falan filan kararımız bu. Biz M. ile yola çıkıyoruz bir tane kırma tüfeğimiz var kırma tüfeği aldık bu eski komşunun bir battaniyesine sardığı şey vardı aynen bir battaniyeye sardık kırmayı ikiye katladık bir battaniyeye sardık. Bir çantaya yakın bu adidas çantalar vardı işte şu büyüklükte bir çantaydı. Bir çanta dinamit var elimizde bir tane tabanca. Tabanca bende Mustafa’da dinamit çantası sırtımızda şey tüfek tek tüfek bir tane tüfek dedik Kürdistan’da şeydir kar çok oralarda sağlam giyinelim bir tane birimizde kar çizmesi aldık kar şey inşaat çizmesi aldık şöyle sarı çizmelerden birimiz de askeri postal giydik. Postal var yani karda sağlam olsun giysilerimiz falan. Biz Kütahya’dan Kütahya’dayız o zaman Kütahya’dan Eskişehir’e Eskişehir’den şeye Ankara’ya gidicez ama otobüslerle böyle gidemeyeceğimiz için otostopla gidiyoruz. Eskişehir çıkışında bir kamyon durdu kamyon durdu bizde aldı gidiyoruz kamyonla. Şimdi şoför çok ilginç böyle çok hareketli şarkı türkü söylüyor ama hep gözü uzakları kesiyor. (03.01)
D.G.: Kim kimsiniz arkadaşlarınız kim?
Ö.İ: M. ile ben ikimiziz. İkimiz gidiyoruz ikimiz gidicez Ö. de sonradan görücez sonradan gelecek Ö..
D.G.: Tam tarih neydi o zaman?
Ö.İ: Tarih sanırım 78 yani 78’in ortaları falan yok sonları kışa doğru bayağı bir kışa doğru. Çıktık biz Ankara’dan hava da karlı kışlı ama şoför hep ileriye bakıyor yani ilginç bir şeyi var şoförün. Neyse şey bakıyor trafik kesmiş polis kesmiş yolu tabi biz de hazırlıklı değiliz buna bu kadar şeye kısa sürede ama yine de hazırız her şeyde. Tam bir şey oluyor şoför bize sigara ikram edecek M. dedi ki ben sigara içmiyorum dedi M. sigara içmez ben fosur fosur içiyorum ama trafiği polisi görür görmez M. çıkarıyor sigara yakıyor. Dinamitleri o kullanacak ya fitilli bizim dinamitler bombalar fitilli bomba o kullanacak hemen sigara yakıyor bu bizim şoför de tedirgin panik yaklaşınca rahatlıyor. Bizi durduruyorlar ya da durdurmuyorlar bir selam veriyorlar geçiyoruz selam veriyoruz geçiyoruz bir iki üç beş durmadan arama geçiyor ve hep bizim aramaya gelince polisler bakıyor el sallıyor geçiyoruz biz. Birkaç böyle geçtik şoför dedi ki ya hayırdır dedi bilader sen dedi ekibi görünce dedi cigara yakıyorsun sana dedi ne oluyor. Şimdi hem sigara içmiyor ikram edince sigara içmiyor ama ekibi görünce bu da ekiple gidiyor meğer büyük bir ihtimalle bunlar kaçak bir şey taşıyordu çünkü bütün yollar bunun tanıdığı ekiplerle kesilmiş. Ankara’ya kadar Eskişehir Ankara arası en az yedi sekiz sefer rastladık trafik ya da emniyet polisi yani normal polis ya da trafik çevirme yapıyor bazılarını çeviriyor bunu görünce rahatlıyorlar bir el sallıyorlar buna bu iniyor onlarla merhaba diyor bizi hiç indirmiyorlar. Ama biz her seferinde el belde Mustafa hep tetikte meğer biz tesadüfen en güvenilir şeye girmişiz adama denk gelmişiz ya da başka bir arabaya gelseydik belki o çatışacaktık. Ama o korumalı bir arabaymış belki sırf onun için şey yapmışlar biz zaten Ankara girişine girdik dedik dayı biz burada inelim atladık arabadan gittik. Mesela şey de var kömür var bunun arabasında güya kömür alacak yol kenarında durmuş Ankara girişinde şeyler bekliyor kömür indirecek insanlar elinde kürekle hani bizde alalım indirelim diye bu hiçbirini almadı özel bir yerde bekleyen elemanlara aldı biz o alınca atladık indik gittik. Biz Ankara’da biraz macera oldu benim dayımın evi var dayımın evinin kapısında bekledik uyuduk kaldık. M. orada uyumuş kalmış kapıda teyzem hırsız var diye polise haber verecekmiş çığlık çığlığa geri kaçmış falan onları da atlattık. Biz ikimiz bindik şeye trene gara girdik. Garda hakikaten bir büyük çevirme var. Polisler çeviriyor ama bizim suratımızda salak bir surat mı vardı ne vardı bize bakmadı polisler öyle iki tane tıfıl bunlar herhalde diye hiç bakmadılar biz trene bindik. Şeye doğru gidiyoruz Adilcevaz’a doğru.
Atladık gidiyoruz şimdi ilginç de bir şey oldu hiç hata o hata mı da unutmuyorum. Şimdi silah belimde çıkardım tren kompartımanının en üstünde yatıyorum üstte bagaj konan yer var ya o bagaj konan yerde yatıyorum. Uzandım silahı çıkardım bunu nereye koyayım şimdi başımın altına koysam tren sallanınca düşer şuraya koysam olmaz belimden düşer falan derken ben uyumuşum. Yani onu düşünürken uyumuşum. Silah elim göbeğimde böyle açıkta uyuyorum yani yorgunluğun uykusuzca. Bir uyandım elim böyle duruyor nasıl panikledim nasıl şey yaptım hani biri gördü etti diye. Hemen bir tedbir medbir aldık biri görmüş ihbar diye etmiş olabilir diye. Silahı görmüş ihbar etmiş olabilir diye. O tedirginlikle biz şeye vardık Adilcevaz’a vardık. Bitlis’e vardık Bitlis’ten şeyle gittik Van Gölü’nün kenarından gidiyor Adilcevaz’a vardık. Bir muhtarı bulucaz biz muhtarla gidicez şeye köye o köyün muhtarıyla. O köyün muhtarı da orada işte haber saldık köyün muhtarını arıyoruz ama donduk titriyoruz böyle çok kar var bizim bildiğin buranın karlarından değil. Bir kahveye girdik çay istedik kahveci genç bir çocuk herhalde tipimizden de biraz da uyuz oldu bizim. Getirdi önümüze çayları bıraktı kaşık yok dedik birader kaşık verir misin Ege şivesiyle herhalde orada gıcık mı kaptı. Birer kaşık verdi bize biz karıştırdık içtik. Bir daha istedik canımız çay donmuşuz altı yedi bardak çay içtik. Altı yedişer bardak üç dört bardak içtik şu her seferinde inadına getirmiyor o kaşığı inadına getirmiyor. Biz her seferinde istiyoruz bize kızar gibi bırakıp gidiyor kaşığı bize kızar gibi bırakıp gidiyor. Orada gözümü kaşımı kaldırdım baktım masada ya niye bize getirmiyor böyle yapıyor diye. Meğer adamlar ortada bir şeker var şekeri ağızlarına atıyorlar çayı öyle içiyorlar. Lan M. dedim bu bizim kıtlama içiyor bunlar dedim kıtlama dedikleri bu olması lazım. Biz dedim bunlar karıştırmıyor dedim böyle yiyorlar. Ha sadıç öyleymiş dedi baktık ondan sonra kaşık istemedik adamdan. Kahveci dedim senin kaşığını istemiyoruz attık bir haftada damaklarımız yara oldu bilmiyoruz da şeyini kıtlamayı ilk kıtlama deneyiminden köye gittik o köyde gözlemlediklerim çok. Kürdistan bölgesinin yaşam biçimi Süphan Dağı’nın eteğinde bu gittiğimiz yer ama oraya varmadan önce o köye sabah erkenden beş gibi çıkmak gitmek gerekiyor ondan önce o yol kenarında bir köyde bir gece konaklıyoruz konaklamamız gerekiyormuş ondan sonra gidiyoruz. Biz muhtarı bulduk muhtarla şeye gittik yine alt köye gittik alt köyde imam var evde ilk defa gördüğüm yaşadığım şeyler benim bir imam var böyle şey gibi hani tarikat gibi bir şey bunlar herhalde. Biraz oturduk sohbet ettik tabi biz de acıkmışız bir de çok merak ediyorum Kürdistan yemeklerini çok merak ediyorum nasıl bir şey gelecek diye.
Kadın yok hiç işte imam var bizi götüren muhtar var iki biz varız iki de onların köyden birileri var dört beş erkeğiz. Kadın görmüyoruz kapı tıklanıyor kapıdan bir el uzanıyor bir şey yemek masası örtüsü gibi bir şey geldi. Hah dedim yemek yiyeceğiz yemek geldi şey imam serdi şeyi ön tarafa oturdu önüne geçti Allahuekber dedi hemen bizim muhtarla öbürleri kalktı onun arkasına geçti öyle iki yattılar kalktılar yine sohbete devam ediyoruz. Toparladım imam iki dakika sonra yine geçti abi ilginç şey imamın canı ne zaman isterse o zaman namaz kılıyorlar. Böyle üç öğün beş öğün yok yani canı sıkılıyor kalkıyor imam oturuyor iki üç kalkıyorlar yatıyorlar yani bir saatte yedi sekiz sefer kıldı bunlar. Bir saatte yedi sefer yedi sekiz sefer kıldı dedim şey nasıl bir şey böyle oluyor hiç yemek yenmeyecek bu eve yemek ne zaman gelecek en sonunda yemek geldi. İşte yine biz kadın uzatıyor şeyden kadının yüzü görünmüyormuş orada onların şeyiymiş yemek geldi yedik. Bu çay muhabbeti yine başladı büyük demlikte yapıyorlar çayı tek çay yani öyle suylu çay yok azıcık bir çay atıyorlar. ….çay ama on beş yirmi bardak içiliyor. Şimdi ben üç dört bardak içtim teşekkür ederim dedim bir daha doldurdu. İçmiyorum dedim verdim bir daha doldurdu hani dedi o zamanlar duyuyorduk işte kaşığı ters koyuyormuşsun ya söylüyorsun teşekkür ederim başka içmeyeceğim diyorsun adam alıyor götürüyor sen hiç dememişsin dolduruyor tekrar. Kaşığı ters çevirdim onu çevirdim onu yaptım bunu yaptım bardağı ters çevirdim her seferinde. on beş bardak oldu patlıyorum ben o kadar çay içemem. Sonra baktım bizim muhtar da çok muzip bir adam çaktırmadan bakıp bakıp bana bıyık altından gülüyor böyle o bizim halimize şeyimize sonra anladı bu şeyi kendisi tabağın kenarına bardağı yan yatırdı tabağın içerisine bardağı yan yatırdı hiçbir şey demedi. Bir daha çay doldurmadı ona Allah dedim yöntem buymuş hemen bardağı koydum çaydan kurtulduk. O sabah çıktık şimdi bizde güya postal var ben muhtara diyorum senin ayağına yazık değil mi şey bir kara lastikle gidiyorsun bu karda nasıl yürüyeceksin diyor bunlarla yürünür zaten diyor muhtar. Bunlarla yürünür mü ya olur mu öyle şey diyorum ya ben muhtara acıyorum yani ayak çıplak ayakla yürüyor yazık diye bir kara lastik giymiş bir şey çekmiş çorap çekmiş tabi biz dağa vurduk daha biz köyün çıkışına vardık. Saat beş gibi gittik hava kar kırılmadan diyor onlar ama gözle görülen hiçbir yerde şey yok kara yok her taraf bembeyaz kar hiçbir şey göremiyorsun gittiğimiz yerde. Onların sadece kendi gördükleri karın üzerinde uzattıkları çubuklar var böyle her geçen uzatmış her geçen uzatmış bizim olduğumuz yer on yedi on sekiz metre kar yüksekliği gittiğimiz güzergah kimi yer beş metre kimi on yedi on sekiz metreymiş.
Muhtar bizim kayar gibi gidiyor tık tık tık sanki su balesi yapıyor. Ama biz bir adım atıyoruz cart ayak giriyor buraya kadar haydi bu ayağı çıkar öbür ayağı koy bu giriyor. Ayaklar mosmor oldu içi kar oldu biz baş edemiyoruz bizim muhtara da bir şey tuttum Abdullah Papur’un bir şeyi var aman zalım bakan yaman zalım bakan gel de bizim şu doğuyu gör zalım bakan diye ben o türküyü söyledim. Muhtarın bir hoşuna gitti muhtar onu söyleye söyleye gidiyor geri geliyor bizi bekliyor ayağımızı çıkarıyoruz bizim ayaklar morara morara biz o köye vardık. Köye vardık işte Kürdistan köyü uzaktan görünce köylüler haber vermiş parkalı birileri geliyor buraya diye belimizde de askeri parka vardı. Bizim oradaki öğretmen arkadaşta ne kadar kitap varsa onları atmış sobaya illegal kitapları yakmış jandarma baskını var diye meğer biz gelince. İş bitti oradaki yaşama tanık olduk orada köylülerden mavzer silahlar gördük uzun mavzer eski mavzerler var ya işte onlardan falan gördük onların bakımlarını yaptık. O köylülerle iç içe geçtik köylülerle bayağı hazırladık savaşa hazırlanıyoruz artık muhtar bizi çok seviyor bizim arkadaş zaten araları iyi. Oradan biz iç savaş başlatacağız ama biz kimseye söylemiyoruz orada bir basit daha şey yapayım şimdi arkadaş köyde yaşıyor köyde zaten ot mot yok bir tane keçi kesmiş bir odaya asmış o bitene kadar o keçiyi yiyor başka yiyecek yok yani bir un şey o kış boyunca onu yiyor. Unla keçi başka yiyecek bir şey yok ben hani rahat bir şey yesin diye. Okul da yirmi otuz metre ileride ben dışarı çıktım tüfekle bir sürü şey vurdum karabatak karabatak değil ya siyah kuş vardı kara tavuk mu neyse kara tavuğa benzeyen kuşlar onlarla benzeyen o diye vurdum yirmi otuz tane soydum ettim kuşları koca bir tencereye koydum arkadaş pişmiyor uğraşıyorum uğraşıyorum pişmiyor. Kuş dediğin pişer ya yani beş dakikada pişmesi lazım. Arkadaş ben saat birde başladım saat beş oldu kuşta zerre kadar pişme şeyi yok atıyorsun şu kayış kemeri çiyne aynı arkadaş geldi ya dedim ben sana kuş hazırladım kuş yemeği hazırladım dedim çok güzel kuş vurdum dedim şey karatavuk dedim hazırladım. Karatavuk vurdum sana onları dedim hazırladım fakat dedim bir türlü pişmedi. Nerede buldun sen karatavuğu dedi lan dedim doluya baksana her taraf karatavuk burada Allah canını almasın karga onların hepsi ne kargası bizdeki kargalar büyük olur onların kargaları küçükmüş. Meğer kargaymış onlar ben kargayı pişirmeye kalkmışım. Rezil olduk mu orada kargayı pişirme pişmiyor abi pişmiyor o bir et mi böyle pişmez ya insan azıcık pişer ya su kattım onu yaptım bunu yaptım ne yaptımsa kemeri çiğneyebiliyorsun onun etini çiğneyemiyorsun öyle bir et.
O kaldı bizim maceramız biz bekledik günümüz geldi ben şeyde Elazığ’da randevum var iki randevu arka arkaya bir de o zaman sistemimiz şu. Mesela ben şu tarihte o iki tane randevu var yoldaş bana vermiş cebime koymuşum o tarihte gelmeden iki üç gün önce onu açıyorum diğerini açmıyorum diğerini sonra açacağım günü gelene kadar. O tarihte günü geleni açıyorum şeyde Elazığ’da randevu. Ben Elazığ’a geçiyorum Elazığ’a geçmek için ilk defa Kürdistan öyle yollarını gördüm hakikaten bir traktör boyu çukurda bir minübüsün nasıl gittiğini gördüm. Yirmi kikometrelik yolu sabahtan çıktık akşama geldik arabalarla o kar kış berbat, yollar yok. Sonuçta ben Elazığ’a geldim bir sürü macera falan da atlattık orada. Elazığ’a geldim bizim yoldaş yok gelmemiş şimdi benim tekrar geri dönmem lazım ikinci randevuya mecburen baktım ne zaman diye o gelmeyince.İkinci randevuya daha var on beş yirmi gün mü falan var. Şimdi benim tekrar gidip Adilcevaz’dan tekrar geri gelmem mümkün değil o süre içerisinde. Hem kar kış arabalar yok hem de maddi olarak çok zorlanacağım üzerimde para da yok. Ben ne olur ne olur duydum Erzincan’da bizim yoldaşlar varmış. Şimdi Dersim’de de var biliyorum ama Dersim’den çekiniyorum Dersim’de başka yani şey de olabilir diye. Erzincan’da falanca dernekte bizim yoldaşlar var diye bir duydum ben. Dedim ben en iyisi Erzincan’a gideyim Elazığ’dan Erzincan’a geçtim. Erzincan’da giderken böyle bayağı birkaç İbrahim Kaypakkaya fötür şapkalı Dersim’de insanlarla karşılaştım arabanın içerisinde. Şeyde arabayı durdurdular bir bildiri dağıttılar Pülümür şey Pülümür müydü belki başka yerdi Erzincan’a varmadan yine Dersim’in ilçelerinden birisinde durdurdular arabayı bildiri dağıttılar TİKKO bildirisi dağıttılar parti bildirisi. Ben Erzincan’a vardım sora sora sora o derneği buldum.
D.G. : Ne demek o bildirileri dağıtmak kim dağıtıyor bunları?
M.Ö : Bizimkiler dağıtıyor. Durduruyorlar otobüsleri bildirileri dağıtıyorlar propaganda yapıyorlar otobüsü gönderiyorlar.
D.G. : Bunu yapanlar gerilla mı yoksa?
M.Ö : Yok yerel yani sempatizanlar. Yani bizim burada bildiri dağıttığımız gibi onlarda orada şey yapıyorlar gerilla ile ilgisi yok onların. Gittim arıyorum arıyorum şey M. oradan birisini bulmam lazım. Sokakta kaldım ki yapacak bir şeyim de yok yani hiç bilmiyorum. Yirmili yaşlarda bir gençsin yani ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorsun. Sordum işte dediler böyle böyle İbrahim Kaypakkaya Halkın Gücü’nü savunan arkadaşlar var mı dedi. Bir tanesi aha dedi kürsüde konuşan o dedi dernekte ona aha dedi konuşan o dedi.
Ya dedim benim onunla görüşmem lazım dedim. Dedi bitsin dedi konuşursun bitsin konuşması. Ama tedirginim bayağı bir rahatsızım çünkü her an polis baskısı olabilir dernek burası sonuçta kimlik de yok üzerimde hiç kimliğim yok kimliksiz gidiyoruz buradan oraya kadar. Hiç kimlik mimlik yok yani şeye arkadaşın konuşması bitti. M.U. daha sonradan şeyini yapıyoruz oydu ben dedim ki arkadaş seninle bir konuşabilir miyiz. Dedi konuşalım. Ben dedim Ege’den geliyorum burada bir randevum vardı randevuma yoldaşlar gelmedi. Ben İbrahim Kaypakkaya düşüncesini savunuyorum. Ama polis tarafından da rahat değilim aranıyorum. Şu anda herhangi bir yerde kalacak durumum yok param da yok beni bir süre misafir etmenizi istiyorum. Ama biliyorum ki sen diyeceksin kardeşim bizim böyle illegal şeylerle işimiz yo. Biz dernekte faaliyet yürüten insanlarız diyeceksin sen de haklısın ama ben bana yardımcı olmanız gerekiyor. Üzerimde silahım var silahımı isterseniz silahımı vermem. Böyle bir pazarlıkla ben kendimi de anlatarak şey yapın bana yardımcı olun dedim. O da aynen öyle söyledi arkadaşım dedi biz dernekte faaliyet yürüten insanlarız. Biz dedi İbrahim Kaypakkaya düşüncesini savunuyoruz ama biz dedi illegal bir şey bilmeyiz. Fakat dedi sen dedi madem sıkıştın dedi madem şeyin yok bir dost olarak biz seni misafir ederiz dedi. Aldılar beni götürdüler tabi biz hemen o an kaynaştık o gece biz bildiri basmaya başladık. Onlar basıyormuş ben yardım etmeye başladım. Ben haber saldım işte dedim haber salın bu bölgede kim varsa beni söyleyin Ege’den böyle böyle birisi gelmiş, isim de veremiyorum, birisi gelmiş görüşmek istiyor diye. İşte aradan bir hafta on gün geçti dediler gidiyoruz yoldaş seninle görüşecek. Dersim’e geldik Dersim tarafına geçtik girişte Dersim’e girmeden önce bir yerde indik.
D.G.: Mutik Köprüsü mü?
M.Ö.İ: O köprüye girmeden önce giriş var ya Erzincan’dan gelirken.
D.G.: Pülümür sınırında Mutik Köprüsü vardır. Tren yolu da geçer oradan.
M.Ö.İ: Hı o zaman tren yolu var mıydı hatırlamıyorum. Tren yolu da vardı şey o ilerde o gözelerin çıktığı yerden o iki tren yolları orada da vardı sanırım öyle bir şey hatırlıyorum. Biz arazide indik biraz arazi de yürüdük bekledik biraz sonra kafası böyle komple bir kaşkol sarılı birisi geldi iki kişiyle birlikte. Tabi şu kadar gözünü açmış diğer yerleri kapalı o da şey yapmış ben heyecanlanırım isim söylerim diye. Anladım ben Orhan yani gözlerinden tanıdım Orhan’ı. Ben zaten o sıcaklığı almıştım onu neden sardığını da anladım yani diğerleri tanımasın diye. Biz öyle işte hoş geldin yoldaş işte burada bir ilişki arıyormuşsun. İşte seninle görüşelim falan diğer yoldaşın yanında biraz hani bizim tanıdığımızı ima bilmesin diye biraz yarım ağız konuştuk ondan sonra onlar gitti kafanın sargısını çıkardı sarıldık. dedi hayırdır.
Dedim böyle böyle geldik biz durum şu şu şu bir süre dedim işte ayın bilmem kaçındaki randevuya kadar burada kalmak zorundayım. Tamam dedi tutarız dedi ya hallederiz falan orada tekrar Orhan’la şeyimiz başladı. Tabi eleştirdi daha önce de söylemiştim herhalde niye silahsız silahla geliyorsun oradan buraya kadar silahla mı gelinir. Bir yerde çatışabilirsin çevirmeye gelebilirsin yakalanabilirsin tabi bizim onu haklıydı da aldık orada faaliyete başladık. Onu geçen bölümde anlatmıştım sanırım bir bölümde ona tekrar girmeyeceğim. Yani Orhan’ın burada oradaki davranışını anlatmıştım. Mesela pek çok yani silahlı mücadele halk savaşı Orhan şöyle böyle ama Orhan olması gerekeni olmasını savunur. Yani orada bizim ta İzmir’den çıkıp Kürdistan’ın bir sürü illerinde dolaşmak silahlı külahlı dolaşmamızı doğru bulmuyordu. Kimlik ayarlarsın böyle gezersin yapman gereken bu tam bir profesyoneldi o konuda. Onunla ilk faaliyetimiz o şekilde devam etti o bölümleri anlatmıştım sanırım tekrar girmeyelim o şeylere.
……….
D.G.: Mevsimlerden hala kış kar var değil mi?
Ö.İ: Tabi hala kar var hala kış var. İşte şeyler keçiler şeyle otlatılıyor kışın yazın dağdan topladıkları pürem dalları gibi otlarla besiye çekiliyor yani daha henüz şey yapılmıyor o benim gittiğim dönemde. Benim orada gözlemlediğim bir şey var mesela evlerinde tuvalet yoktu bize göre benim farklı gözlemlerimden bir tanesiydi. Evde şey yoktu onu ikinci gidişimde miydi ama imece çalışması vardı bir evde. Bu gittiğimde bahar olabilir ilkbahar olabilir bu dediğim bu ilkbahar olabilir çünkü imece çalışması vardı biz bir imece çalışmasına gitmiştik. O dönem bizim şeyler İstanbul’da Hacı Demirkaya’lar Uğur Gür eylemi yapmıştı Uğur Gür’ü yaralamışlardı.
D.G.: Şimdi ben burada araya girmek istiyorum. Bir şey söyleyeceğim sizin hapishane sürecinizi biz son gün de alabiliriz. Onu unutun hapishane sürecini. Siz Orhan Bakır’la ilk defa karşılaştınız Erzincan dolaylarında Dersim Erzincan sınırlarında yüzü puşulu geldi ondan itibaren Dersim’de ne oldu ne yaşadınız nerelere girdiniz ne gibi faaliyetlerde bulundunuz. Şuradaki soruları da unutun. Bunların hepsini açık açık anlatın saat sekize kadar vaktimiz var lütfen çok önemli.
Ö.İ: Şimdi normal koşullarda Orhanla buluştuk biz anlattım ben böyle böyle dedim durumu anlattım tekrar dedim yoldaşla görüşeceğiz tamam dedi. Görüşürsün dedi seninle sohbet ederiz dedi. Ama Orhan mesela o dönem böyle bir o şey GKK hizbi dediğimiz hizip de başlamış o dönem onlar da bizi arıyorlar bize ulaşmaya çalışıyorlar. Orhan da bunu biliyor ama bizle onları karşılaştırmadı sadece dönüşte bizim bir dönüş maceramız oldu şeyle o süre içerisinde Çengeloğlu yok başka birisiydi pardon başka bir yoldaş geldi. Hatta birkaç tane tomson getirmiş onların denemesini falan yaptık… O da sonradan ayrılan bu grubun içerisindenmiş Orhanla görüşmeye falan gelmiş sonradan biliyorum. Şimdi bizim dediğimiz hizip dönemi biz güya şeyle de gidicez Orhanla da hizibi konuşacağız, ama ben konuşmayacağım esas sorumlu Ö. konuşacak. Ben sadece sohbet ederim esas sorumlu düzeyindeki Ö. konuşacağı için ben Ö. Orhanla o tür şeye girmiyorum sohbete girmiyorum.
Sen dedi biraz şey yap buralara alış daha sonra görüşürüm dedi. İşte ben köyde yaşamaya başladım. Kaldığım köyde şimdi ilk defa şeyler görüyorum tabi biz kaldığımız yerde köye uyum sağlıyoruz nasıl yaşanmasını gerektiğini falan. O köylülerin koyunlarla keçilerle hikayesini hatta ben bir öykümde faklı boyutta anlatıyorum. Orada iki şey var benim yaşadığım şimdi köyün kaldığım köylülün ev sahibi Hasan Amcaydı herhalde ismini hatırlamıyorum çok zayıf bir adam kara kuru bir adam. Bu hayvanların tezeğini sırtına alıp böyle iki yüz üç yüz metre evin dışına bırakıyor. Dedim bir gün ben taşıyayım dedim ya sen niye hep sen taşıyorsun. Yok sen taşıyamazsın dedi ya bırak olur mu öyle şey olur mu Hasan Amca ya taşırsın taşıyamazsın tabi nasıl taşıyamam. Bana bir de taşıyamazsın deyince iyice şeyim geldi. Böyle bir küfe var şöyle onun içini dolduruyorlar bir tarafından tutuyorlar sırtına atıyorsun gidiyorsun. Şu kadar yer ne var sanki. Ulan arkadaş ben onu sırtıma attım biraz gidiyorum bunlarda damdan bana bakıyorlar eğer düşerse bir yerde yardıma gelecekler. Şimdi bir on metre yirmi metre neyse biraz daha gittim bacaklar titremeye başladı kollar titremeye başladı yük oldu kuş gibi gelen yük oldu iki ton üç ton. Bu kolumu atıyorum olmuyor bu kolumu atıyorum olmuyor yük düşüyor git git yol bitmiyor. O basit gibi görünen şey yol ne uzunmuş o yük ne ağırmış ben nasıl rezil oldum. ….. Fakat o şeyin ne kadar zorluğunu gördüm güya basit bir şey yapacaktım. Götürdüm döktüm geldim tabi kan ter kollar koptu sırtım tutuldu o kadar şeyle alışmamış vücut. Bir onun zorluğunu gördüm bana çok gülmüşlerdi bir de bir sabah kaldım orada şey yapıyorlardı analar yoğurdu kuruyorlar akşam saat dokuzda gece üçte onu ayran yapıyorlar tereyağını ayırıyorlar ayranı ayrı ayırıyorlar sonra onu çökelek yapıyorlar yani sütün her şeyinden yapıyorlar. Anaya dedim ki bir gün beni de kaldır yani gece sana yardım etmek istiyorum ama çok tatlı bir ana ben öyle hayatımda tatlı ana görmedim o da böyle şöyle bir şey Türkçe hiç bilmiyor hiç anlaşamıyoruz çat pat anlaşıyoruz. Dedim sen beni kaldır ben sana yardım edeceğim sabah yayık yapıyorlarmış dedim ben yapacağım. Saat üçte beni kaldırdı gece karşı komşu da var. Karşı komşuda da ana var tam bizim ananın inadına zıttı böyle bir seksen bir doksan boyu var dağ gibi kuru bir kadın. Zaten üç dört haneli bir köy hepsi de bizim çevredenmiş onların fakat analar biraz daha biliyorlar bir şey. Şimdi ben anaya dedim ki yayığı bana göster ben yapacağım dedi ki sen yapamazsın. Niye yapmayım ana sen sallıyorsan ben de sallarım yayık dediğin nedir. (30:59)
Tamam dedi iyi ana zar zor ben ikna ettim anayı şimdi sac ayağı kurduk üç ağacı deriye tuluma ayranı ana döktü bak dedi şöyle yapıyorsun aldı tak tak tak salladı dedi bu. Tamam dedim bu kadar basit ne var bunda dedim. Abi geçtim ayranın başına lak lak bi salladım o ayak bir tarafta bu ayak bir tarafta tulum yerde ben bunu kapmaya çalışıyorum panik halinde falan analar yerlere yatıyor gülmekten ha ha iki ana geçmiş karşımda ya diyorum niye gülüyorsunuz. Bu dedim şey oldu ondan devrildi dengeyi tutturamadım. Biz bir daha kurduk bir daha yapıyoruz ben yine deviriyorum. Ana diyor ki bak bak bir uyum yapacaksın şöyle yavaş yavaş önce salla sonra bir uyuma tuttur böyle yap. Tamam diyorum ana öyle yapıyorum işte. Ama nerede abi beş on tutturuşa beş on sefer ben o sac ayağını devirdim beş on sefer devrildi o şey sonunda taktiği öğrendim. Ama bana bir gülüşleri var böyle yerlere yatıyorlar saat üç herkes köy kalktı ayağa. Onu baştan yapıyorsun hafif hafif sallıyorsun salladığın tulumun içindeki suyun bir geliş gidiş ritmi başlıyor o geliş ritmini tutturuyorsun. Ben öyle yapmıyorum iyice çalakalansın diye daha su buraya gelirken bunu bir sallıyorum suyun şiddetiyle şey devriliyor. İkinci şeyim oydu o köyde gördüğüm. Bir de Halkın Kurtuluşu bildiri dağıtmaya gelmiş şey gazete satmaya gelmiş. Biz de o dönem yan komşular geldi komşunun kızlarının bir ot biçme hikayesi vardı biz onlarla ota gittik. Ben öğle arası geri geldim anayı götüreceğim anayla birlikte gideceğiz öğle arası geri geldim onunla gidiyoruz. Halkın Kurtuluşu’ndan iki çocuk gelmiş onlar köye gidiyor birlikte gidiyoruz üçümüz ana ben o iki çocuk şimdi ben Kürtçe bilmiyorum bunlar Kürtçe konuşuyor ara sıra çocuklar Türkçe konuşuyor. Bunlar şeye eyleme bizim Uğur Gür eylemini İstanbul’da yapılan Uğur Gür’e yapılan eylemi maceracı olarak görüyorlar. Şimdi anaya diyorlar ki sizinkiler çok maceracı ana cahil bir ana zaten sizinkiler çok.
D.G.: Uğur Gür kimdir?
Ö.İ: Uğur Gür 1970’li yıllarda İstanbul Emniyetinde… devrimcilere terör estiriyor. Bizimkiler eylem yapıyor H.D. lar eylem yapıyor.
Uğur Gür’e de sekiz on mermi mi ne isabet ediyor. Ama hiçbiri ölümcül yerden değil tarıyorlar bayağı araç hem bomba atıyorlar hem tarıyorlar bunları. İşte bayağı bir ses getiriyor ………(37:01)
Dersim üzerine çok geniş bir raporu vardı Orhan’ın….. Mesela bizle hizip üzerine hiçbir konuşmasına girmedi benimle aynı düşünüyordu bizimle aynı düşünüyordu ama aynı şekilde yapmadı düşünmedi. Ben bunu sonradan öğrendim bizim böyle olduğunu olmadığını işte ben bekledim bir süre gelmedi yoldaş gelmedi ben tekrar ayrıldım oradan. Bir başka sefere yine gittim aynı şekilde randevu kurmaya. Gittim orada yine tekrar Orhanla ilişkimiz ondan sonra devam etti.
Tabi biz Ege bölgesinde olduğumuz için geldik Orhan’la görüşmemiz orada bitti. Orada Ö. görüşmüştü sanırım şeyde. Orhan da kabul etmemişti ne kadar o düşünceyi savunsa da. Yani bizim gibi gerilla savaşının hazırlık aşaması süreci olmamalı barışçıl mücadele tezi doğru değildir dese de ayrılığı savunmuyordu. Birlikte hareket etme yani örgüt içindeki mücadeleden yanaydı öyle bir süreç de yaşanmadı bizim Orhan Bakırla Dersim’deki sürecimiz de böyle bitti. Daha sonra haberini aldık cezaevine girdikten sonra şehit düştüğüne ilişkin.
D.G.: Siz orada mı yakalandınız Dersim’de mi yakalandınız?
Ö.İ: Yok ben ondan sonra geldim ben İzmir’e. Tekrar biz faaliyete burada devam ettik.
D.G.: Peki Adilcevaz ne oldu?
Ö.İ: Adilcevaz kaldı Adilcevaz’daki yoldaş daha sonra o da benim gibi geldi. Bizim oradaki gerilla savaşını başlatma maceramız bir düşünsel şeyde kaldı. Hakikaten gerçekten inanarak gitmiştik oraya gerçekten yapacaktık da. Yani bizim yoldaşlar gelseydi oradan biz şey yapsaydık orada bir küçük askeri birim kuracaktık. O askeri birimle ama tabi bizim kafamızdaki Kürdistan’la gerçek savaş bölgesiyle alakası yoktu. Biz Süphan Dağından başlatacaktık ama o bölgeyi bilmediğimiz için bizimki ayaklar havada bir teoriydi. Yani uzaktan sadece Kürdistan çelişkinin en güçlü olduğu yer yoksulluğun en güçlü olduğu yer gerilla savaşının en uygun olduğu yer tezi kafamızda şeydi ama orası Adilcevaz değildi en azından. Belki Kars’tı belki daha bu taraflarda Diyarbakır’dı işte Şırnak’tı Batman’dı belki ama orası değildi çünkü olduğu gibi kar altında orası yani gerillanın orada hareket etmesi mümkün değil. Yani bizim gerilla savaşını başlatmamız her ne kadar samimi olsa da ayakları yere basan bir samimiyet değildi. Yani ayakları yere basmıyordu inancımız oydu öyle yapılmalıydı. Doğru olarak gittik ama dedim ya az önce de hani biz önderliğe muhtaç durumdayken önderlik yapmak durumunda kaldık. O nedenle şey olmadı o macera o şekilde kaldı orada.
D.G.: Peki Dersim’de Orhan Bakır’ın dışında kimler vardı? Kimlerle faaliyet yürüttünüz o istihbarat çalışmaları nasıldı? Mesela şeyi çok merak ediyorum 78’de gerilla faaliyetinde istihbarat çalışması nasıl olur? Yani iletişim araç gereçlerinin o kıtlığı o bilgi alışverişi bunları biraz konuşabiliriz.
Ö.İ: İnan şeyden bugünkünden daha sanırım güçlüydü. Çünkü istihbarat insana dayalıydı o dönem. Yani biz zaten devrimci mücadelenin gerilemesindeki faktörlerden birisi insandan uzaklaşmamızdır. Şimdi insanın olduğu yerde sen bir şekilde üretirsin. İnsanın olduğu yerde bir şekilde sana döner o. Geç döner şimdiki şimdi telefonda bir dakikada haber iletirsin Dersim’e ama o zaman bir ay sonra iletirsin fakat sağlam iletirsin bilgi sağlam olurdu. Şimdi insanları zaten şey tazeydi süreç tazeydi. Yani Fehmi Altınbilek, Yaşar Değerli hala yaşayan canlı tanıklardı ve o partinin onuru meselesiydi. Yani onların cezalandırılması onların yakalanması onların üzerindeki herhangi bir şey yani o öğretmen mesela kendi aramızda çok şey olmuştu bizim özellikle Ege bölgesinde, nasıl bir öğretmeni vurup cezalandıramazlar. Yani nasıl bunu biz küçümserdik yani böyle bir şey olamaz ya. Yani bizim şeyimiz bunun çok ötesinde kapasitemiz ötesinde. Bu mutlaka yapılmalı gibi bir anlayışımız vardı.
Şimdi insan faktörünün olduğu yerde her şey oluyor çıkıyor yani hiç farkında olmadığın yerden sana küt diye bir istihbarat geliyor ki ben bunu yıllar sonra başka yerlerde de çok yaşadım. Hiç beklemediğin yerden sana bir haber geliyor bir gidiyorsun adam Fehmi Altınbilek’ten sana haber getirmiş. Fehmi Altınbilek şu mahallede oturuyor diyor. Hiç beklemediğim bir yerden bunu söyleyebiliyor bu çıkabiliyor. Yani halkın içinde olduktan sonra halkın o küçük nüveleriyle hareket ettikten sonra sana bir sürü şey dönebiliyor.
……
D.G.: Arkadaşlarınız kimlerdi o görev aldığınız arkadaşlar ve o bomba imalatı nasıl oluyordu o hammaddeyi nereden buluyordunuz. Nerede muhafaza ediyordunuz. Onun gerçekten bir bombaya dönüştüğünden nasıl emin olabiliyordunuz?
Ö.İ: ya şimdi o zaman şey vardı bizim en büyük tat konserve kutuları vardı şimdi reklam da oluyor. Bu şimdiki sprayt ya da ıce tea diyorlar onların şişesi kutusuna benzeyen bir teneke kutuydu bu.
,,,,,,
D.G.: Peki o dönemde Dersim’de bu gerilla faaliyetini yürüten tahmini kaç kişi olabilirdi kaç kişi vardı? Bu konu hakkında bir bilginiz var mıydı?
Ö.İ: Ya ben tanık olduğum sekiz on kişiyle ben görüştüm sadece askeri bunlar şehir gerillalarıydı kırdaki gerillalar değildi kır gerillası değildi bunlar şehirde faaliyet yürüten işte atıyorum öğrenci ama askeri faaliyet atıyorum Pülümür’de faaliyet yürütüyor ama askeri faaliyet yani eylem olacağı zaman gidiyor. Profesyonel faaliyette olan sanırım bir kişi vardı onun ismini bilmiyorum. Yani bilmiyordum başka isimleydi ya da bu sadece prefosyenel diğerleri yerel kişilerdi ama aynı zamanda askeri faaliyetteydi. Yani zaten şeyde Orhan’ın örgütlenme şeyi çok güçlüydü. Ben mesela onun deneyimini ben de yaşayamadım bilmek de isterdim aslında. Yani Orhan orayı o şekilde nasıl örgütledi bilmek de isterdim ama onu bilmek aynı zamanda orayı deşifre etmek olduğu için soramıyordum. İllegalite bizdeki illegalite şeyi çok güçlüydü soramıyorsun soramazsın hiçbir şekilde yasak anlamında değil bir kültürel olarak bunu soramıyorsun yani. Ya yoldaş şurada şu nasıl oluyor diyemezsin ancak onu bilmen gereken süreç olduğunda sen onu yaşarsın onun olmadığı için oradaki faaliyetlerin ne olduğunu bilemem sadece ben benimle görüşen insanları bilebilirim. Benim dışımdaki faaliyeti bilemem ama şeyi iyi biliyorum çok iyi bir faliyet oturtmuştu zaten katledilme nedenlerinden birisi de o olarak düşünüyorum ben. Yani Orhan’ın orada göze batmış olması……..Ya Orhan o bölgede iyi bir çalışma yapmış. Ki Orhan’ın kişiliğinde de bu var zaten Orhan çok iyi bir halk insanıdır aynı zamanda halkla çok iyi kaynaşır yani gittiği yerde suda balık gibi kaybolur. Bu öğrenciymiş sokaktan gelmiş dağdan şey kentten gelmiş buralı değilmiş demezsin anında orada kamufle olur anında oraya uyar. Orhan’ın böyle bir şeyi vardı.
D.G.. Peki bir ara verelim sigara arası ondan sonra devam edelim.
Ö.İ: Bir ara verelim.
D.G.: Evet şimdi biz Bitlis’e yolculuk yaptık. Bitlis’ten Tunceli’ye Dersim’e geçtik oradaki o yaşantımıza değindik. Yani Dersime dair anlatmak istediğiniz başka bir şey varsa hani buyurunuz unuttuğunuz ya da kayda geçmesini istediğiniz.
Ö.İ: Yok öyle çok fazla şu anda aklıma bir şey gelmiyor. Yani oradaki faaliyetler belliydi. Oradaki sadece şey oranın çok düzenli çalışma yapmış olmasıydı. Benim bireysel olarak bir eleştirel anlamda belki şeyim vardı. Orhan’ın o bölgede o şekilde konumlanmasını ben o zaman ben doğru bulmamıştım. Daha farklı şekilde konumlanmalıydı Orhan çünkü bana göre önder bir kadroydu o tür kadrolar az yetişen insanlardı. Yani Orhan hakikaten kişilik olarak teorik birikim olarak yaşam disiplini olarak bir komünist yaşam tarzını kendisine içselleştirmiş yani fiziksel olarak bünyesini buna göre eğitmiş bir insan olarak bırakalım teorik şeyleri buna bile özen göstermiş olarak hakikaten bir kadroydu. Çok kadrolar bizde kolay yetişmiyor rahat o kadar şey yetişmiyor ve o dönem sonradan benim bildiğim kadarıyla belki yanılabilirim duyumlar olarak söylüyorum. Yani Orhan orada bilinçli tutulduğu söyleniyor yani o muhalif düşüncesini şey yapmasın ya da daha önderlik şeyinde fazla görünmesin şeklinde bir şey söyleniyor ki bu duyumlarla benim Metris tanıklığımda vardır. Metris’teki yoldaşları ben Çanakkale cezaevinde tanıdım orada da ben o sürece Metris sendromu derim yani Metris’te yoldaşlar arasında görünen ve görünmeyen çok gizli bir kavga vardır. Yani birbirini kabul etmeme birbirini çok sahiplenme bir anda bunlar şucu bunlar bucu şeklinde bir açık kavga bir yandan da belki iktidar kavgası belki kariyerizm belki bilmiyorum adlarını tam adlandıramıyorum ama kendi içinde bir dalaş var. Yani Metris’te üç tane yoldaşın birbiriyle yan yana gelip de şu iyidir dediğine ben çok tanık olmadım. Ölenler için hepsi aynı şeyleri söyler Ünal Küçükbayrak şu ölen bütün şehitlerimiz için herkes aynı şeyi söyler. Ama yaşayanlar için hiç kimse birbirine aynı şeyi söylemiyor. Metris çok ilginç ben buna Metris sendromu diyorum. Yani ben duyduğum şeyler belki bu kaynaklı şeyler olabilir ben çok içine girmek de istemiyorum. Ama Orhan Bakır’la ilgili Orhan Bakır’ın muhalif düşünceleri o da bizim gibi benzer düşünmesine rağmen parti içinde muhalefeti esas alması nedeniyle yani örgüt içinde kaldı. Ama bunda da Orhan’ın o şekilde kaldığı atıl pozisyonda tutulduğu ve Orhan’ın da buna çok itiraz etmediği yani gerillada olmak kırda olmak hoşuna gittiği onu da savunduğu için Orhan’ın istediği de buydu yani orada olmak orada faaliyet yürütmek Orhan’ın istediği bir şeydi hoşuna gidiyordu doğru buluyordu onu. Belki onunla örtüştüğü için Orhan’ın fazla üzerine gitmedi süreç içerisinde düzelir bazı şeyler anlayışıyla baktı. Ama bir kadroların korunması politikasını düşünmüyorum.
Yani onları izole etmek yaşamdan izole edip korunaklı bölgeler tutulması asla düşünmüyorum. Kadrolar pratik içerisinde mücadele içerisinde olur yani Orhan Bakır gibi olur. Ama yanında daha iyi bir ekip olabilirdi yani orada tek başına gibiydi Orhan. Kadro olarak tek başına gibiydi orada yani birkaç kişilik Orhan’ın seviyesinde birkaç kişi olsaydı gerçekten Dersim bölgesinde gerilla savaşı faaliyeti çok daha nitelikli ve kalıcı olabilirdi. Yani o üretkenlikleri çok iyiydi o dönem birebir bir gerilla şeyi yoktu hani dağlarda insanlar vardı ama gerilla sıfatlı değildi sadece dağlardaki insanlardı işte gerilla olmaya çalışan insanlardı. Bu anlamda Orhan’ın Dersim’de olması hem kendi isteği bakımından hem şey bakımından doğru ama sanırım biraz yalnız bırakıldı, eksik bırakıldı, zor koşullarda bırakıldı. Biraz daha çalışma temposu daha iyi olabilirdi daha rahat çalışabileceği ortamlar olabilirdi çünkü çok koşturuyordu. Sürekli oraya git buraya git buraya koştur onu yap bunu yap. Yani bunu mücadele açısından yanlış mı buluyorum değil. Yani kadro böyle yetişir zaten önderlik de budur. Ama dediğim gibi daha korunaklı olmalıydı çünkü Orhan farklıydı. …….
D.G.: Evet peki Bitlis Adilcevaz’da kaç gün kaldınız ortalama?
Ö.İ: Adilcevaz Cihangir köyüydü unutmuyorum. Sanırım bir ay kadar kaldık biz orada.
D.G.. Peki Dersim’de ne kadar kaldınız?
Ö.İ: Dersim’de daha fazla kaldım tam süreci bilmiyorum. Dersim’de bir kaldım yani daha çünkü ikinci randevu bir vardı ikinci randevuya da gelinmedi……. Yani şey ne kadar sürdü ben iki sefer gittim Dersim’e. Birincisi bir aydan fazlaydı birincisi de daha kısa sürdü. Gittim randevu ayarladım yani o kısa sürede yine kaldım. İşte on beş yirmi gün falan kaldım ondan sonra geldim. ( 07.01)
D.G.: Toplamda yani iki gidişinizde Dersim’de toplam kaç ay kaldınız iki üç ay?
Ö.İ: İki üç ay arası. İki üç aydır fazla değildir.
……..
D.G.: Evet şimdi bu tabi 76’daki KK sizi çok etkilemedi. Yani sizin tabirinizle çömez döneminize denk gelmişti. Ama bu GKK ile bu Devrimci Komünist çizgi birbirine yakın hatta onlar size ulaşıyorlar beraber hareket edebiliriz tarzında temsilcinize. Neden yan yana gelmediniz? Biraz bunu konuşalım yani benzer dönemde oluyor bütün bunlar GKK da benzer dönemlerde çıkıyor hatta sizden sonra çıkıyor biraz. Siz onlardan biraz öncesiniz değil mi? GKK’dan biraz daha öncesiniz acaba onlar sizden etkilendiler mi bunları düşündünüz mü? Neden yan yana gelmediniz onları nasıl değerlendirdiniz? Onlarla ne kadar diyalog halindeydiniz? Bunları konuşalım ilginç bir durum çünkü bu.
Ö.İ: Şimdi birincisi ben her ne kadar bu düşünceyi savunmuş olsam da az önce bahsettiğim gibi ben iki kez özeleştiri yazımı yazıp farklı gerekçelerle kişisel gerekçelerle kişisel nedenlerle özeleştirimi yırtıp tekrar ben hizipçiliğe devam ettim. Yani normal koşullarda her ne kadar şey olsa da söylediğimiz haklı düşünceler savunuyor olsak da ben bunun ayrılık getirmediği konusunda bir düşünceye sahiptim. Belki burada Orhan’dan da etkilendim şimdi tam adını bilmiyorum koyamıyorum adını çünkü Orhan da aynı şeyi düşünmüştü. Orhan geçmiş konuşmada da söyledim bir kez olsun niye böyle yapıyorsunuz demedi. Ama bu parti içinde bu tür mücadele olmalı şeyini vurguladı belki ondan etkilendim belki neden etkilendiğimi bilmiyorum şimdi. Çünkü ukalalık yapmayayım şimdi şöyleydik böyleydik havalarında değil çünkü zaten çömeziz zaten yeni yeni devrimi öğreniyoruz yani parti yönetimi teklif ettiğinde söyledim zaten ben hak etmiyordum. Yani o 78 konferansına gidin delege olarak gidin sırf delege sayısını tutturmak için yani üçe bir mi beşe bir mi ne bir delege tutturmak için üye yapılan bir durum. Yani o konumdayken biz şey değildik ama öte yandan GKK’nın diğer anlatılanlardan da tepede kişisel kişilik çatışması önderlik çatışması kariyerizm kapışması gibi bir hava vardı. Bunu artık parti mi söylüyordu biz oradan mı ne hissettik bilmiyorum yani dedim ya biz onların bir yazısını okuduk birebir aşağı yukarı bizle aynı şeyi söylüyorlar. Ama parti önderliği konusunda ya da partiye yönelik söylemleri aynı zamanda suçlamaları beni rahatsız ediyordu. Yani neye ilişkin onlar bilmiyorum yani ben hatta o zaman da söylemiştim bizle aynı şeyi yapıyorlar ama bizle bunlarla asla bir araya gelemeyiz. Ve onlarla adımızın anılmasını da istemiyorduk. Bunu kimle paylaştım o dönem hatırlamıyorum ama çok iyi hatırlıyorum yani o kesimle de adımızın anılmasını istemiyoruz. Çünkü biz o değiliz o nedenle ayrılmadık biz hizipçilik yapmıyoruz. Bizim bir tek derdimiz var partinin yanlış bir kararı var. Parti gerilla savaşının hazırlık aşaması diye süreç idare ediyor bu sürece barışçıl mücadele süreci diyor ve bu eğer müdahale edilmezse örgüt barışçıl bir örgütlenmeye gider silahlı mücadele ertelenir bizim tek kaygımız buydu.
D.G.: Ş.D. size o kararı gerçekten doğru aktardı mı? Bunun sağlamasını yaptınız mı?
Ö.İ: Hiç bilmiyorum hiç çünkü duygusaldık yani duygusal yönümüz daha ağır basıyordu bizim. Teorik donanımımız bu kadar değildi duygusal yanımız ağır bastığı için Ş.’ye inanıyorduk yani Ş. bizim Küçük İbo’muz gibiydi İbrahim’e benzetirdik bazen çok teorili birikimli görünürdü. Çok böyle inandığı şeyleri çok iyi savunan bir görüntüsü vardı. Ondan o nedenle yani mesela beni rahatsız eden o şey de olmuştu diğerlerini küçük görmesi. Yani yok diyor önderlik vasfı yok diyor işte şunu söylüyorum şunu tartıyorum adam kalkıyor şunu söylüyor. Şimdi onu söyleyiş tarzı ile birlikte sen etkileniyorsun yani oradaki adam zayıf bir adam konferansa gelmiş bilmem ne yapmış ama önderlik misyonunda değil. Yani orada sanki önderlik içerisinde ya da önderliği çok hak eden insanlardan birisinin Ş. olduğunu düşünmeye başlıyorsun. Yani o bize yansıttığı tarz ama biz ondan ne kadar etkilendik benim o an ve bugün hissettiğim ama bunu neden böyle hissettim o nasıl bunu aktardı bize nasıl böyle etki yaptı bize onu bilmiyorum. Ve şeyde de öyle konferans GKK ile bir yakınlığımız hiç olmadı duygusal yakınlığımız hiç olmadı yani aynı düşünceyi savunuyor olmuş olsak bile o şeyi şey bulmadım hiçbir zaman onun içine girmedim o fotoya girmedik biz.
D.G.: Şimdi 1980 öncesinde bu sol içi yaygın olan sol içi çatışmalardan hiç zarar gördünüz mü? Hareketiniz bu çatışmaların herhangi bir tarafı oldu mu ya da hareketinizin bu çatışmalara olan bakış açısı neydi yani belirgin bir tavrı var mıydı? Sizi etkileyen bir sol içi çatışma şiddet oldu mu hiç? Bunlar karşısında ne düşündünüz ne hissettiniz?
Ö.İ: Şimdi bizim bize yansıyan o Dersim’de bir Dev-Yol ile ilgili sorun var. Onun dışında bizim öyle örgütlerle ciddi sorunlar yaşadığımız bir şey yok. Biz tam tersine biz örgüt olarak daha uzlaşmacı daha toleranslı olarak biliniriz diğer örgütlere göre bilinirdik. Ya bu hatta Dersim hikâyesinde insanlar inanamadı Dev-Yolcularla çıkan sorun konusunda. Öyle bir süreç yaşandı orada ama bunun dışında yerellerde oluyordu yani biz mesela Banaz’da benzer şey yaşadık Uşak’ta bir faşistler tarafından bir Dev-Yolcu bir arkadaş öldürülmüştü. Biz bunun cenazesine katıldık şeyden Uşak’tan Sivas’a kadar götürülmüştü cenaze sanırım Sivaslıydı götürülecekti daha doğrusu şey yapmadı arkadaşlar Dev-Yolcular bizim pankartımıza izin vermedi siz dedi pankart açamazsınız. Ya nasıl açamayız biz ayrı bir örgütüz baya ciddi bir kapışma geçirdik bu konuda. Yani bize direk şiddet uygulanmadı ama yani şiddet de uygulanabilirdi biz şey yapsaydık. Çok duygusallardı çok yakıp yıkıyorlardı asıyorlardı kesiyorlardı bu bizim yoldaşımız kimse şey yapamaz fala filan ve biz şeyde pankartımızı bir yerde sadece kısa bir süre açma durumuyla ama o cenazeye katıldık. Yani o şiddet yaşanmasın çünkü ortada bir cenaze var şeyi kabul etmiyor siz pankart açmayın sizi diyor kovarız buradan. Şimdi kamyonlarla gidiyorsun sen oraya bir grup gitmişsin yirmi otuz kişilik bir grupla gitmişsin destek olmak zorundasın sanırım devlet tarafından öldürülmüştü Haydar mıydı ismi Haydar bir şeydi sanırım o öldürülmüştü. Biz mesela fiziki olarak birebir yaşadığımız şeyde tanık olduğumuz şeyde biz ona eğer ısrar etseydik biz orada kapışırdık dayak da olurdu dövme de olurdu ama biz ısrar etmedik geri çekildik oradan. Dev-Yolun tavrı çok duygusaldı yani oradaki sorumlular belki onu yaptı bizim başımızda kimse pankart açamaz falan filan hatta işte Halkın Kurtuluşu da gelmişti onlar kısa süre pankart açtı onlara da müdahale ettiler falan böyle bir süreç yaşandı kavgaya dönüşmedi. Ama onun ötesinde yani şeylerde çok oldu yani duyduğumuz çok oldu duyduğumuz duyuyorduk fakat üzülüyorduk tabi yani bizim devrimcinin bir devrimciye bir de biz bugünün kafasıyla yetişmedik biz devrim yapma hedefiyle yetiştik. Beynimizde devrimcilik vardı her devrimci bizim için saygındı yani öyle kişisel grupsal şeyler bizde çok düşüktü yani algımız çok düşüktü bu konuda grupsal çıkarlar kişisel çıkarlar algımız çok düşüktü. O nedenle çok bize yansımadı yaşamıyorduk biz olduğumuz yerlerde çıkarsa bastırıyorduk. Uşak’ta Dev-Yol ile Halkın Kurtuluşu mesela bir kapışmaya giriyordu biz araya giriyorduk ikna ediyorduk tartışıyorduk buna benzer şeyler yaşanıyordu.
D.G.: Peki bu 1977 seçimleri nasıl bir tablo içinde yapıldı yani seçim kampanyaları seçime dair politikanız neydi? Mesela bu seçimlerde Tunceli’den bağımsız bir aday gösterildi. Yani bu bağımsız adaya dair fikriniz neydi bulunduğunuz bölgedeki şey neydi hani bu konuya dair tavrı neydi neler yapıldı?
Ö.İ: Valla 77 bu Ecevit’in seçildiği seçim mi yok.
D.G.: 1977 bu genel seçimler bağımsız bir adayda Tunceli’den gösterildi. Hareketiniz ile ilgiliydi hareketinizin gösterdiği bir adaydı.
Ö.İ: Ya ben şimdi hatırlamıyorum yalan şimdi yok şöyle oldu böyle oldu demem çok doğru şey olmaz hiç hatırlamıyorum. Belki benim şey dönemime denk gelmiştir çok haberimiz de yoktur eylem dönemine çünkü 77’de biz kaçırdık Orhan Bakır’ı o döneme denk geldiyse çok açık legal alanda ilgilenmemişimdir ilgilenmemişizdir. Legal alanla ilgilenmeyince de sanırım çok hafızamda kalmamıştı hiç hatırlamıyorum öyle bir ne yaptık ne ettik gibi bir tavrımız yok.
D.G.: Şimdi o tarihler içerisinde bazı siyasi hareketler var ya HB Halkın Birliği, HK Halkın Kurtuluşu, HY Halkın Yolu, TSİP Türkiye Sosyalist İşçi Partisi, İGD İlerici Gençlik Derneği, Aydınlık, Kurtuluş, Dev-Yol ve benzeri gibi. Bunlarla ilişkileriniz nasıldı yani bu hareketlerin çıkardıkları yayın organlarını hatırlıyor musunuz bu yayınları takip eder miydiniz? Bu siyasal hareketlerle merkezi ya da yerel düzeyde ilişkileriniz ittifaklarınız oldu mu olduysa nasıl oldu? Mesela ortak kampanyalar yapıldı mı? Kısaca o dönemin iktidarına karşı mücadele eden yani diğer sol kesimlerle ne yaptınız ne gibi ittifaklara girdiniz? Bunları konuşalım.
Ö.İ: Yani şöyle bizim zaten şöyle söylersek bizim Banaz’a kadar olan dönem yani 77 Orhan Bakır’ı kaçırdığımız dönem benim legal faaliyetteki alanımdır. Ondan sonra ben illegal yaşıyorum zaten Orhan Bakır eyleminden sonra benim birebir işte bu tür örgütlerin faaliyetleri ya da örgütlerin tavırlarıyla muhataplığım birebir olmuyor o zamana kadar. Bizim şeyimizde Banaz’da yaşanan dayanışma bizde esastı belki hem Orhan’dan aldığımız o kültür ya da o yeni yeni devrimi öğreniyor olmamızdan kaynaklı daha sıcak samimi bakıyorduk. Yani sevgiyle bakıyorduk başka siyasetten devrimcilere de sevgiyle bakıyorduk. Öyle bir karşıtlığımız çatışmamız yoktu işte bir Banaz’daki bir sendika getirme çabamız vardı bizim bir fabrikaya ve o fabrikaya getirme çabamızda diğer örgütlerden yardım alıyorduk yani Halkın Kurtuluşu’ndan Dev-Yol’culardan gidiyorduk yardım istiyorduk. Ne yapabiliriz ne edebiliriz onların bir iki derneğine gitmiştim ben de yani buluşmak için onlar sendikacı önermişti bize. Bir de bizim samimiyetimiz de onlara yansıyordu yani ukalalık yapmıyorduk ama ondan sonraki süreç tabi daha farklı bir süreç yani 77 Orhan Bakır eyleminden sonra biz illegaliteye çekiliyoruz. Ben Banaz’dan çıkıyorum illegaliteye çekiliyoruz biz zaten yaşamı illegalite sürdürüyoruz örgütlerle işimiz yok ama gerek dışarıda gerek içeride nerede bulursak bütün örgütlerin yazılarını okumaya çalışırdık her örgütü tartışırdık. İşte o dönem bir dönem güçlü bir şey tartışması vardı AEP’in tartışması vardı. Arnavutluk Emek Partisi’nin tartışması vardı işte revizyonizm sosyalizm tartışması vardı. Rusya’nın sosyal emperyalizm tartışması bunlar tartışılırdı bunlar daha çok yaşanırdı ama özel olarak şu örgütle şunlar şu örgütle bunlar yaşandı diye bir sorun yaşamadık biz.
D.G.: Bu Arnavutluk ve Rusya sosyal emperyalizm tartışmalarını hatırlıyor musunuz nasıl geçiyordu o tartışmalar neler konuşuluyordu ve sizin fikriniz neydi yani o tartışmalara dair?
Ö.İ: Hakikaten derin bir soru çünkü biz zaten Arnavutluk Komünist Partisi Arnavutluk Emek Partisi’nin komünist olduğunu düşünüyorduk. Zaten baştan itibaren Brejnev döneminden itibaren bir geriye dönüşüm başladı. İşte Gorbaçov’la da bunun noktalandığı diye bir tezimiz vardı işte sosyal emperyalist dediğimiz bir süreç vardı Rusya. Onun dışında en güçlü çatışma şeyde yaşandı ideolojik çatışma Arnavutluk Emek Partisi’nin Mao’yla çelişkili süreci yaşandı. Üç dünya teorisi döneminde yaşandı şimdi ayrıntılarını çok iyi hatırlamıyorum.
…….
D.G.: Peki o zaman 12 Eylül’e doğru gelelim. Şimdi yine o dönem de kontrgerilla cinayetleri faaliyetleri bu paramiliter sivil güçlerin saldırıları var. Bu gruplar tabi yükselen halk muhalefetini bastırmaya yönelik çok yoğun saldırılarda bulunuyor. MHP iktidar ortağı bu dönemde işte Maraş, Çorum, Sivas, Malatya gibi Alevi katliamları da var. Tanık olduğunuz olaylar, siyasal cinayetler. İktidarın bu olaylar ve siyasal cinayetler karşısındaki o demeçleri nedir? Bunları hatırlıyor musunuz yaşadığınız olaylar var mı? Mesela yani paramiliter güçlerin doğrudan size hiç saldırısı oldu mu? Bu saldırılar ve katliamlar şeyini konuşalım bunların üzerine biraz.
Ö.İ: ….
Alevilik, Sünnilik Kürtlük, Türklük gibi şey bizim kültürümüzde yansımadı. Bizim yaşam biçimimize hiç yansımadı yer etmedi. Yani çocukluğumuzdan beri büyüyene kadar işte devrimci olana kadar biz bunlara hiç tanık olmadık. Çok ilginç bir şekilde hatta yıllar sonra daha birkaç yıl öncesinde öğrendim ben Banaz’da Dersim sürgünlerinin olduğunu bu denli bizden soyutlanmış bu denli bizden yalıtılmış öyle çelişki olmayınca bunların altına da giremiyorsun. Sanki başka yerlerde olmuş gibi geliyor size. Onu yaşamadık o çelişkiler biz de hiç olmadı yani Kürtlük, Sünnilik, Türklük, Alevilik, Sünnilik şeyi Banaz olarak çok olmadı Ege Bölgesi’nde de çok olmadı aslında. Yani Ege Bölgesi’nde de çok dış talanmış gittiğimiz yerlerde şunu bunu yaşamış olmadı. O daha çok İç Anadolu iç kesimlerde yaşandı ya da şeylerin yoğun olduğu yerde tabi ki katliama karşı duruşumuz belli tavrımız belli. O zaman mutlaka eylemler yapmışızdır kendi çapımızda işte bir şeyler yapmışızdır miting yapmışızdır yazılar yazmışızdır bildiriler dağıtmışızdır belki askeri eylem yapmışızdır ama şimdi hatırlamıyorum ne olduğunu ne bittiğini.
D.G.: Peki Tariş Direnişi yani İzmir’de ve Dersim’deki bu Deşt Toprak işgali bu direniş ve işgal sırasında hareketinizin çalışması yaşananlar birey olarak tanıklıklarınız var mı?
M: Ö.İ: Birey olarak biz zaten hizipçiydik o dönemde İzmir’de Tariş olayları döneminde. Partiden de C.P. vardı bizim parti faaliyeti varmış bizim haberimiz yoktu. Yani ben açık söyleyeyim mesela Gültepe’deki Tariş direnişi vardı tariş direnişi başlamıştı devam ediyordu onu biliyoruz ama Gülsuyun’da bizim böylesine örgütlenmemiz olduğunu da bilmiyordum yani varmış orada bizim bayağı örgütlenmemiz varmış. Onu bilmiyordum onu biz sonradan öğrendik.
D.G.: Gülsuyu derken İzmir Gülsuyu mu orası bir semt mi mahalle mi?
Ö.İ: Mahalle yani Tariş’le başlayıp Gülsuyu’nda devam eden eylemler yani o bölgede devam etti. O bölgede de yani işte şey gibi Gülsuyu da aynılaştırmayalım ama 1 Mayıs gibi işte Mehtap Mahallesi işte 1 Mayıs’ın on kat seviyesinin düşük olduğunu düşün böyle yerlermiş. Ama biz bunu illegalite de çok yaşamadık illegal de olduğumuz için biz çok yaşamadık. İşte herkesin basından bildiği kadarıyla Tariş olaylarına tanık olabildik. Zaten kısa bir süre sonra da yakalandık Tariş olaylarından kısa bir süre sonra.
D.G.: 12 Eylül Darbesi diyelim yani hareketinizin darbeye karşı bir hazırlığı var mıydı? Bir ön hazırlık bir öngörü neydi nasıl oldu bu darbe hareketiniz bunu nasıl karşıladı bireysel düşünceleriniz neydi? Bunu harekinizle hiç paylaştınız mı?
Ö.İ: Şimdi ben bazı arkadaşlar özellikle İstanbul’daki arkadaşlar bunu işte biz hazırlıklıydık falan diyecekler ama ben öyle bir hazırlık olduğunu düşünmüyorum. Söylemde bir hazırlık var yani söylemde bir şey olmuş ohal dönemi olağanüstü hal dönemi yaşanıyor bir sürü yerde sıkıyönetim var bir sürü bölgede hemen hemen ülkenin çoğunda sıkıyönetim var ve şey olabilir bir darbe olabilir. Darbe olma ihtimali güçlü deniyor ama kimsenin darbeye karşı hazırlığı hiçbir örgüt için söylüyorum bunu ciddi bir hazırlığı hiçbir örgütün yoktu. Çünkü zaten var denirse de…. çünkü örgütler zaten hızlı bir gelişme karşısında şeye kapılmıştı yani çok devrimci bir dalga var. Bu devrimci dalgayı oturup da sen darbe gelirse ne yaparız diye durduramazsın durduramıyorsun da. Hızlı gelişim kendisini etkiliyordu yaşamın kendisini etkiliyordu. O nedenle aklıselim olarak herhangi bir örgütün darbe olursa şunu yapacağız şöyle davranıcaz işte darbe ülkemize şunu getirir şöyle tavır alıcaz diye bir tavrı olduğunu sanmıyorum. Söylemde küçük söylemlerde hepsi var. Darbe olursa şöyle direniş olur darbe olursa iki sene altı ay gelir bir sene gider darbe olursa şunu yapar idamlar gelir gider. Ama özünde arkadaşlar darbe olacak darbeye karşı bizim tavrımız şudur şöyle bugünden itibaren böyle bir yaşam biçimine şöyle bir örgütlenme biçimine gidiyoruz diye hiçbir örgütte tavır olmadı bizde de olmadı. Söylemde çok konuşuldu pratik olarak 12 Eylül’e karşı herhangi bir tavır alınmadı. Alındıysa da ben tanık olmadım yani böyle bir şeyimiz yoktu.
D.G.: Muzaffer abi bu yakalanma olayın ve ondan sonraki o gözaltı ve tutukluluk süreçlerine artık yavaş yavaş girebiliriz?
Ö.İ: Her halde 17 Mayıs 18 Mayıs bzi onu tam hesaplayamamıştık. Biz yine bir araba aldık ben artık anlattığım o araba macerasından sonra artık arabayı gasp etmiyordum, kontak uydurmak suretiyle yapıyordum bir şey. Bir kontak ayarlamıştım ya da Murat 124’lerin herhangi birinin ya kapısı ya dört kapısından biri ya kelebek camlarından biri ya dört pencereden biri mutlaka arızalı olurdu. Artık şeye gerek olmuyordu yani kapı kırık pencere kır dök olmuyordu. Giriyordum ya düz kontak yapıyordum ya kendim hazır bir anahtar ayarlamıştım o anahtar başlıklarını çıkarıyordum benimkine takıyordum anahtarı o şekilde kullanıyordum. Sanırım şeyden aldık Denizli’den bir araba aldık geldik burada bir eylem büyük bir ihtimalle Tansaş’ta bir eylem yapılacaktı yapacaktık. Tansaş’ın dönem maaşları bir de o bir haftalık birikmiş parasının nakli gibi bir şey vardı onun kamulaştırılması yapılacaktı. Biz şeyden Balçova tarafından gittik orayı gördük gözlemledik bu tarafa geliyoruz. Bu tarafta da İzmir’de Gaziemir tarafında bir yere gideceğiz Karabağlar tarafında bir yere gidicez beklicez biraz arazide. Oraya giderken bu Hatay Caddesi’nde bizim az ilerimizde burada oraya yakın bir yerde bir sokağa girdik sokakta yol çalışması vardı kazı çalışması vardı. Geri çıktık bir üst sokağa girdik fakat şeyde dikkatimizi çekti bir bankanın önünde ekip arabası vardı resmi ekip yani şey sivil ekip Mercedes mi böyle değişik bir araçla duruyorlardı ama biz anladık onlardan olduğunu. Ben geri çıkış yaptım direksiyonda da ben varım geri çıkış yaptım bir üst sokağa döndüm bir üst sokağa dönünce onun da arkamızdan hareket ettiğini gördüm. Ben bir üst sokaktan tekrar yola devam edeceğim bu sefer de bir kamyonet seyyar satıcı birisi yolda yolun ortasına koymuş belki mizansendi belki bizi takip ettiler bizi oraya sürdüler onu hiçbir zaman anlayamadım. Ama kamyonetten birileri bize gelmedi tesadüfen orada kamyonet oradaydı ya da biz devam etseydik belki polis peşimizi bırakacaktı. Orda da onlara kamulaştırma falan olur diye bankanın önünde bekliyorlarmış yani herhangi bir eylem olur diye. (03.15)
Biz yukarı çıkınca biz durduk aynadan baktım ki üç kişi geliyor dikiz aynasından baktım üç kişi geliyor gayet de rahatız o kadar şeyiz ki benim star vardı ön tarafta taşırdım ben silahı ön tarafa takardım silahı. Arkada da önde bir arkadaş var arkada iki arkadaş var pardon dedim ki şey iki silahımız daha var üç silahımız daha var arkadaşlar polisler geliyor dedim. Biz onların silahını alıcaz diye hesaplıyoruz dikiz aynasından gördüm ben kaçmadık da yani onların silahını almayı hesaplıyoruz. Geldi polis direksiyona geçti silahı çıkardı iner misiniz arabadan işte in arabadan falan ben indim arabadan arkaya geçirdi beni kafama silah dayamış vaziyette şey yapıyor çok yakın zamanda oldu çok kısa zamanda oldu saliselik oluyor bu. Kafama silahı dayadı işte bacaklarını aç falan diye tam da dediği sırada bizim komutan göstermişti bir taktik bu yanımda durana ben bir tane vurdum. O ben vurunca silahımı çektim ben fakat bu arada şeyi gördüm bizim İsmet’i diğer arkadaş var benimle birlikte yakalanan bizim İsmet Çelik onu öbür arka kapının sağ tarafından çıkarmış bir iki kişi İsmet’i de saçlarından tutmuş geriye doğru böyle kollarından tutmuşlar ikisi onu zapt etmeye çalışıyor. Sonradan tabi şey yapıyor İsmet de çıkıyor kapıdan sonradan fark ediyor silahını almak için eğilince bunlar arkadan yapışıyorlar buna iki kişi. Ben orada polislere ateş ettim bir tanesine işte silah patladı ikinciye bastım şey düştü ateş almıyor hiç de yapmaz hayatta yapmaz yani böyle bir şey. Şey yapamadım anlayamadım neden böyle yaptığını tekrar ağzına vermeye çalışırken şarjör düştü meher şu kemiğe zaman zaman yapardı onun şarjör düğmesi bu kemikte atmış üzerinde duruyor. Diğer arkadaş da öbür kapıdan çıktı kaçmaya başladı işte ben ateş ettim polisin bir tanesi ah dedi düştü diğeri bırakmıyor onu. Bu sefer polis benim arkamda şeyin olduğu gibi ensemden vurmaya çalıştı sürekli bayıltmak için silah da ateş de etmedi benim şey yaptığım polis vurmaya çalışıyor bendeki silah şey olmadı şarjör düşünce yedek şarjör de cebimde onu çıkarmaya fırsat bulamadan ben polise bir tane daha vurdum kaçmaya başladım. Polis benim arkamdan koşuyor ama biraz hafif kilolu polis aslında ben daha iyi koşardım niyeyse adam böyle can şeyiyle mi koştu daha sportif miydi neydi böyle balıklama atladı ayaklarıma ayaklarımdan attı biz yuvarlandık düştük o kilolu üzerime çıktı. O arada halktan birileri gelmeye başladı falan ayırmaya bu şeyini çıkardı silahını kimliğini çıkardı ben polisim sakın yaklaşmayın ben polisim sakın yaklaşmayın. İşte ne kadar debelendiysem kurtulamadım adamın altından yakalandık. Uzun süredir Orhan Bakır eylemi ile aranıyoruz falan hikâyesi vardı. Diğer İsmet’i götürdüler getirdiler bizi de diğer arkadaş kaçtı o bir tanesi arkada olan kaçtı İşte İsmet’le ikimiz yakalandık. Şeyde polisin bir tanesi tanıdı şey nezaretinde burada Kemer nezareti mi ne vardı üç noktanın orada Nokta Karakolu vardı pardon orada nezarete aldılar polislerden bir tanesi tanıdı beni önce inanamadı şöyle siz misiniz falan a bir baktı Muzo Muzo Muzo dedi nasıl fırladı gitti. Ondan sonra 07.03 …. geldi terör timi geldi TİKKO timi geldi. Bizi götürdüler beni götürürken tabi daha korunaklı götürüyorlar. (07.12)
D.G.: Şimdi şunu bir tekrar edelim bilgi olarak siz İzmir’de yakalandınız hangi semt? Hatay caddesi üzerinde yakalandınız Tansaş.
Ö.İ: Hatay caddesi Tansaş eylemi yapacakken Tansaş’ta kontrol ettik yeri yaptık eylemi nasıl yapacağımızı planladık. Geri dönüşte Karabağlar tarafında mola vereceğiz işte üç beş saat kalmamız gerekiyor orada akşama kadar. Orada kalmamak için bu tarafa geliyoruz bu tarafa gelirken yol üzerinde ara sokakta bir de ana caddeden geçmeyelim dedik dikkat çekmesin alt sokaklardan geçelim dedik demez olaydık yani o.
D.G.: Tesadüf bir şey mi oldu bu
Ö.İ: Büyük bir ihtimalle tesadüf çünkü alt sokaklardan geçmeyi ben tercih ettim yani anayoldan gidip çevirme olabilir şu bu olabilir falan diye ara sokaklardan dolana dolana çıkarız dedim. Tesadüf ben de o İş Bankası vardı onun önünde bir ekip bekliyormuş tamamen tesadüf işte bizde hani giriş yapıyoruz çıkış yapıyoruz işte sokağa giriyoruz kazılmış geri geri çıkış yapıyoruz tekrar üste gidiyoruz yaparken içlerinde üç tane genç dikkatini çekiyor bir de 20 plakalı Denizli plakalı araba dikkat çekiyor. Bunlar peşimizden geliyor hani ne olacak diye biraz takip ediyorlar es kaza şey olsa yol açık olsa ben mesela bastırıp gitsem ana yola çıksam gitsem belki adam yarı yolda bırakacak beni yani. Ya da orada sorduruyor işte 20 plakalı falan var mı bir vukuat var mı belki telsizle soruyor.
D.G.: Bir kez daha neden Tansaş eylemi?
Ö.İ: Ya o dönem herhalde orası daha kolay geldi. Daha işimize geliyor geldi çünkü o biraz sapaydı Balçova tarafında belki de bildiğimiz yer içindi. Yani çünkü o istihbarata bağlı yapıyorsun. Mesela orada arkadaşlar istihbarat getiriyor böyle diyor ki işte şurada şöyle bir yer var haftada atıyorum beş bin yüz bin birikiyor neyse onu işte hafta sonu geliyor onu kurye buradan şu kadar parayı alıp gidiyor. Biz de onun ona göre bir plan program yapıyoruz kurye gelecek alıp çıkacak kurye çıkarken biz onun elinden alıcaz parayı. Böyle bir kamulaştırma eylemi olacak hesabı o yani özel bir nedeni yok Balçova’da olmasının. Tabi başka yerde de olabilirdi başka yer de olabilirdi bu ona denk geldi. Şey kötü oldu burada o zaman emniyet Çankaya ilçesi vardır Konak’ın az ilerisi ilçe değil de ayrı yer değil Konak’ın merkezinde Çankaya vardır emniyet oradaydı önceden. Beni daha korunaklı götürmek için çünkü ben daha çok öne çıkan isim olduğum için beni asansörle götürdü bir TİKKO timi geldi götürdü. Bizim İsmet’i de merdivenden çıkardılar ki bilinçli çıkarıyorlar zaten bunu yapıyor. Merdivenin beşinci kata kadar koridorda dolmuş kadar bir de polis yaralandı bir tane polis yaralandı benim ilk ateş etmemle. İşte bunlar polisi vuranlar diye. Polisler merdivenlere dizilmiş İsmet’i merdivenlerden çıkarana kadar tekme tokat İsmet’in her tarafı mosmor beş kat boyunca dövüyorlar İsmet’i yani çıkana kadar tekmeyle tokatla. Beni öyle çıkarmadılar işte o zaman sorgu süresi çok fazla değildi. Yani bir hafta o gündü sanırım. Bir hafta on gün kadar kaldık işte bizim yakalanmamız baya bir şey oldu. O zaman Muhlis Zincibi vardı TİKKO timi daha doğrusu İzmir emniyetinden Yener sorumlu bu Amerika’da özel ehitim almış gelmiş ders veren sorgu konu taktikleri konusunda ders veren bir şeydi polisti. Her zaman papaz rolündeydi hiçbir zaman işkence aktif olarak fiili olarak hiçbir zaman yapmamıştır yani bizim tanık olduğumuz insanlara daha çok diğerlerine yaptırır diğerlerine yaptırdıktan sonra bu devreye girer papaz rolünü üstlenir.
İşte senle çok babacandır çok babacan sohbete girer çok insan onun babacan tavrından etkilenmiştir öyle babacan tavrı vardır. Ki ben mesela onun hakkında özel olarak Muhlis Zincib’i vurma görüldüğü yerde vurma kararımız vardı. Ben onu kendisine de söyledim zaten daha önceki şeyde anlatmış mıydım bilmiyorum. Onu vurma çocuğu vardı yanında diye öyle duyarlılıklarımız vardı. İşte o şey vardı bir haftalık bir süreç vardı bir hafta o gün mü iki hafta mı bilmiyorum. Ondan sonra tutuklandık tutuklandığımız süreçte direk Buca cezaevine konduk. Buca cezaevinde daha girer girmez ben bu akşam kaçıcaz hesaplıyordum. Nasıl bir kafa yapısına sahipsem nasıl bir artık maceracılık mı denir gözü karalık mı denir cahillik mi denir bilmiyorum. Ben o gece bizim yoldaşlar hazırlamıştır biz bu gece kaçıcaz hesaplıyordum. İşte F. var şu var bu var bizim orada önceden Sedatlar var gider gitmez dedim yoldaş bu akşam kaçıyoz mu? Dediler nereye kaçıyon bir dur bakalım şu yaraların iyileşsin bir kendine gel falan filan üç gün beş gün falan benim zoruma gitmeye başladı. Biz niye kaçmıyoruz niye kaçma planı yapmıyorsun. Bir de şey farkı var biz hala hizibiz ama F. falan hizip değil onlar Partiden yana taraf almışlar. Fakat sanki biz sanki hiç değilmişiz…..gayet yoldaşça ilişkiler. Kimse bizim ayrı olduğumuzu bile bilmiyordu ilk günden itibaren böyle bir şeydi ben sürekli F.’la paylaşıyordum işte şey olsun ne zaman kaçıcaz ne yapıcaz falan filan ama hep böyle ve o kadar güçlü istekti ki bu bizim bu gece kaçmamız lazım. İşte hemen şu duvarı jandarmayı etkisiz hale getiricez şu duvarı atlicaz ondan sonra kaçıcaz. Yani maceracı gibi cahilce bir şeydi düşünceydi tabi zaman geçtikçe bir hafta on gün geçtikçe bunun böyle olmadığını kolay olmadığını düşünmeye başladık. İçerideki sürecimiz bizim bir süre bayağı uzun bir süre şey olarak devam etti biz hizipçiyiz onlar parti tarafı fakat ilişkimiz var. Yani devam ediyor sanki yoldaş gibi komünde birlikteyiz her şeyde birlikteyiz hiç ayrı değilmişiz gibi ilişkilerimiz yoldaşça Sedat’la F.’la diğer yoldaşlarla. Zaten bir TİKKO’culuk şeyi vardır yani yakınlığı vardır cezaevinde herkesin de kabul ettiği bir sıcaklık vardır.
….
Tabi ben bu arada şey yapıyorum işte kaçma planları falan söylüyorum Feridun bıyık altından gülüyor bakalım yaparsın yoldaş bilmem ne falan yoldaş hep böyle geçiştiriyor. Meğer o süre tünel faaliyeti varmış bunların.
D.G.: Oraya geçmeden önce
D.G.: Yani siz kaçmak istiyorsunuz meğerse içerde tünel faaliyeti varmış burası Buca Cezaevi evet Buca Hapishanesi.
Ö.İ: Şimdi zaten varmış söylemiyorlar tabi biz bu arada koğuşlar kalabalık işte beni oraya yakın yerde tutmaya çalışıyorlar. Öte yandan F.’arın çelişkisi var böyle bir firar olduğunda işte bizim nasıl kaçırmaları ne olacak yani hizipçileri kaçırmış olacaklar nasıl parti tarafından karşılanacak bir öyle çelişkileri var. İşte dışarıya haber verecekler böyle böyle onları şey yapıcaz götürücez götürmek istiyoruz diye hani bir de benim konumum farklı ya idamlık pozisyonundayım yani. Aynısı F.’larda öyle bir şeyimiz de var onların etkisi var ama o öte yandan da şey var sonuçta hizipçisin onlardan farklı düşünüyorsun kimse seni almayabilir. F.’un benden saklama gizleme derdi yok şeyini ama ilkesel olarak böyledir zaten tünel herhangi bir etkisi olmayacaksa yani çalışmada tünel faaliyetinin etkisi olmayacaksa sorun güvenme güvenmeme sorunu değil asla söylenmez bilinmez son güne kadar kimse bilmez o öyle kalır. Ben şüpheleniyorum bir şeyler var ama yani F.’un bir sefer eli yandı mesela eli niye yandı nasıl elini yaktığını şey yaptım geçiştirdi şöyle oldu böyle oldu falan dedi anladım ben bir şeyler dönüyor yani farklı bir şeyler var ortamda. Onların koğuşun kaldığı hücrede şey var daha önceden bir tünel kazılmış aşağıya kırılmış o kapak var yani onun daha sonra idare beton atmış oraya. Ben bunu ne diyorum işte burası daha önce şeyin olduğu birileri tünel kazmış ama idare kapatmış diyor işte aramalarda bakıyorum oraya dikkat çekiyorum burada bir numara olabilir. Şimdi ben düşünüyorum onlar kazmış olarak düşünmüyorum da ben diyorum buradan tünel kazabiliriz bu kapağı çıkarabiliriz yapabiliriz falan ama şimdi müdür geliyor onun üstünde zıplıyor o kapağın üstünde zıp zıp zıp zıplıyor yani aramaya geldiğinde gardiyanlar falan olmaz bu kapak düşer buradan. Meğer o kapağın altında bizimkiler tünel yapıyormuş o kapağı kaldırmışlar aynı oraya koymuşlar üzerinde müdür zıplıyor şey belli olmuyor fark etmiyor müdür oynamıyor bile şey. Onun kenarlarını da işte bir kalıp çıkarmışlar o şeyi kalıp olarak çıkarmışlar daha önce kazılan şeyi kaldırmışlar kalıp olarak koyuyorlar sıkıştırmayı da mum vb bir şeylerle yapıyorlar mum eritip kenarına sıkıştırıyorlar taş gibi kalıp gibi oturuyor üzerinde müdür bile zıplasa bir şey olmuyor.
Fakat şeyde patlıyor bu ters tuhaf bir şekilde açığa çıkıyor bunlar şeye çıktık diye artık tel örgüyü geçtik diye bir delik açıyorlar. Yani yaptıkları hesaplamalara göre diyelim ki 40 metre 40 metre sonra tel örgünün dışına çıkacaklar bunlarda hesaplıyor kırk metre gitmişler orada bir delik açıyorlar bakalım ne kadar geldik ona göre çıkış yapacaklar. O bölümde arazi askeri bir kule var bizim hemen şeyin askeri bir kule var yüksek kuleden sonrası tarla bahçe yani arazi. Şimdi bunlar meğer gidiyoruz derken tünelde çok önemlidir o sen düz gittiğini sanırsın dolanırsın böyle daire çizersin sen farkında değilsindir böyle tünellerde bu çok yaşanmıştır. Hemen hemen bütün tünellerde benimkiler hariç çünkü benim başka yöntemim vardı ben ışıkla kontrol ediyordum şeyleri gideceğim güzergâhı. Hatta bizim de birkaç Bayrampaşa tünelinde buna benzer yapmıştı bizim yoldaşlar benim ayağım kırılmıştı bir süre gidememiştim her anlatana bakarsan biz 30 metre gittik bir hafta içerisinde her gelen bir buçuk iki metre kazdım bir buçuk iki metre kazdım diyor hâlbuki dönmüşler şurada duruyorlar böyle berbat bir şey. Yine Ümraniye’de benzerini yaşadım onların söylediğine göre şey yaptığına göre çok başka yerde olmalılar tam tersi yönünde başka yerdeler ya diyorum bunu nasıl görmezsiniz siz burayı diyorsunuz ama siz buradasınız yani iki zıt yönde. Ben sonradan gittim kapağın üzerine Ümraniye’ye neyse o şeyde tabi bunlar daha sonraki bilgilerle oluyor. Bunlar daire çizmişler daire çizmişler kulübenin kenarına gelmişler yani biraz gitmişler daire yapmışlar o kırk metre doğru ama kırk metre dolanmış şeyin avlunun içerisinde. Tabi bunlar öyle olunca moralleri bozuluyor tekrar bir parça şeyle bezle şeyle toprakla tekrar kapatıyorlar orayı iyice kapatıyorlar ediyorlar devam edecekler öbür güzergâhtan. Fakat bir yağmur yağıyor yağan yağmurla birlikte şey çöküyor bunların delik açtığı yer çöküyor asker gidiyor bakıyor burada bir delik var tabi işte müdürleri çağırıyor bilmem ne tünel açığa çıkıyor. Tünelden içeri giriyorlar şimdi öyle ilginç bir sistem yapmışlar ki bir yerden giriyorsun içeriye altta bir başka şey var koridora girmiş bizimkiler o koridordan sonra dışarıdan içeri geliyor idare kontrol ediyor fakat kapağı bulamıyor kapak yok nereden açtıklarını bulamıyor kapağı. (06.02)
Yukarı geliyor aramalar yapıyor yine basıyorlar ediyorlar yıkıyorlar biçiyorlar yok. Sonra anlaşılıyorlar bizimkilerle öyledir zaten genelde kapağı sonra söylüyor bizimkiler işte sürgün olmayacak şu olmayacak bu olmayacak falan ama tabi idare dinlemiyor. Kapağın yeri belli oluyor kırk elli metre mi ne gidilmiş işte. Ondan sonra bir sürgün bizim F.’lar sürgüne gitti F.’larla birlikte 12 Eylül’den kısa bir süre önce onlar gitti bizim şey yattı tünel şeyi yattı. Bir kısa süre sonra benimle D.’ide bizim hani sözünü ettim ya araba gaspı yapıyorduk şuydu buydu orada bundan dolayı davalar açılmış bizi de bundan dolayı Denizli’ye götürdüler. Denizli maceramız da bir başka oldu şimdi Denizli’ye gidiyoruz. Denizli Cezaevine girdik içeriye girmiyor asker diyor ki gardiyan diyor ki ben sizi içeriye sokamıyorum diyor ben diyor şeyleri almam mahkûmları almam diyor bizi getiren jandarmaya. Jandarma diyor ki bunlar sevkle geldi bu mahkûmlar burada kalacaklar. Kalırlar kalmazlar. Niye almıyorsunuz mesela bizim koğuşta direniş varmış benim kalacağım siyasi koğuşta direniş varmış barikat kurmuşlar açmıyorlar. İki kişi firar etmiş Dev-Yol’cu iki arkadaş firar etmiş. İşte onlarda içeriye baskı yapılacak sürgün sevk olacak diye kapıların arkaya barikat kurmuşlar kapıyı açmıyorlar idare giremiyor içeriye Denizli Cezaevinde. Dedim ben arkadaşlarla konuşayım ben içeri girerim siz dedim şey yapmayın ben içeri alırım dedim girerim dedim. Bizim S.K. var Denizlili o da Denizli’dekileri tanıyor iyi kötü onunla birlikte gittik sürgüne şey sevke kapıdan biz konuşuyoruz mazgal arkasından barikatlar kurmuşlar arkadaşlar biz geldik kapıyı açın bizi içeri alın diyorlar hayır direniş var işte firar oldu bazı arkadaşlarımız sürgün olacak kapıyı açmıyoruz. Ya etmeyin tutmayın falan filan bizim Süleyman’a anlattım ya işte biz böyleyiz sonra idare ile gittik konuştuk tamam dedi idare şey verdi sürgün sevk olmayacak herhangi baskı bir dava açılmayacak gidenler gitmiştir falan filan öyle anlaştık. Bizim anlaşmamıza biz daha gelir gelmez kapıda aracı pozisyonuna girdik bizimkilerle idare arasında temsilci pozisyonuna girdik onlar kaldırdılar barikatı biz girdik anlattık böyle hepsi genç arkadaşlar yani Denizli’de olan genç arkadaşlar. O sorumlu olan Denizli’den iki arkadaş Dev-Yol davası var onlar firar etmiş ismi birisinin E.’dı sanırım onlar firar etmiş bunlar da barikat kurmuş fakat temsilcilik yapacak durumları yok idare ile muhatap olacak durumları yok o akşam gider gitmez beni temsilci seçtiler. Yeni girdik biz ulan hakikaten Denizli Cezaevi karikatür gibi bir cezaevi gibi geldi bana.
Yani orda hemen her an kaçılabilir biz hemen faaliyetlere başladık orada Denizli cezaevinden kaçma faaliyetlerine başladık. Şimdi o kadar tuhaf ki tek başına gitmek istemiyorum yoksa cezaevi nizamiye kapısının orada bir asker duruyor başka kimse yok bir tane asker var kapıda o da bazen tüfeği yere değen bir askere denk geliyor yani boyu kısa şu kadar boylu bir asker kapıda tek başına nöbet tutuyor. Bende oradan idareye görüşmeye gidip geliyorum temsilciyim ya kaç sefer içimden geçiyor git askere bir yumruk vur silahını al kaç git. Şimdi öyle bir pozisyonda ama biz toplu kaçmak istiyoruz şimdi ben içerde bizim arkadaşlarda var şimdi biz müşade bölümü diye bir bölüm var Denizli Cezaevinde biz orada tutuluyoruz. Bir de genel bölüm var genel bölümde diğer tutsaklarla birlikte adlilerle birlikte Dev-Yol’cular falan da kalıyor. Cezaevinde sonradan şey olmuş devrimci olmuş insanlar falan da var birkaç Devrimci-Yolcu falan da var. Şimdi gidip ben ara sıra burada temsilci olduğum için ….bir etki oluşturduk orada. Mesela orada … Süleyman Karaçay diye bir gardiyan vardı baş gardiyan. Ya şey derdi Türkiye’de uslanmayan mahkûm varsa bana gönderin diyen bir gardiyandı. Hakikaten işte götürüp bizim müşade binasının altında günlerce adamı falakaya çekip uslandıran tiplerdendi. Biz bununla konuşmaya başladık işte işkencenin doğru olmadığını anlatmaya. Bu bayağı bizden etkilendi işkenceyi falan bıraktı. Geçmişte Abaza’yla ikisi adam dövmeye götürüyorlarmış… Abaza dedikleri gardiyan köyden gelmiş gardiyan yapmışlar köye gittiğinde bile ulan ben gardiyanım herkes benim karşımda hazırol da duracak diyen kahveye gittiğinde böyle zekâ seviyesi farklı bir tip. …..
…..
Burada da bir tünel kazıldı, ancak açığa çıktı.
….
İkinci bir tünel çalışması başladı, tam bitecekken, o da açığa çıktı.
D.G. : Evet İzmir’deyiz Ali Bulut’un evinde görüşmelerimize devam ediyoruz. Daha önce İstanbul’da çektiğimiz Muzaffer Öztürk görüşmesine İzmir’de devam ediyoruz ama ilk gün İzmir’deki çekimlerimiz yarım kaldı bu Muzaffer abiyle görüşmemizin ikinci kısmı İzmir ayağının Muzaffer abi tekrardan hoş geldin. En son hapishane sürecinde kaldık şimdi gözaltı ve tutukluluk sorusunu sormuştum siz hapishanelerden bahsettiniz bu tünel olaylarından falan. Şimdi ben bu yargılama safhasıyla devam etmek istiyorum. Yargılama safhası nasıl geçti, bu süreçte hangi dava dosyasından yargılandınız, dava dosyasının adı neydi? Dava arkadaşlarınız kimlerdi, yargılama öncesi ve yargılama safhasında tanıklıklarınız yani bu mahkeme safhası duruşmalar, duruşmalara geliş gidişler, mahkeme heyetinin tavrı, aileler ile olan ilişki, avukatlarınız avukat görüşü avukat savunmaları, yani yargılama sırasında tanık olduğunuz ve sizi en çok etkileyen olay ya da olaylar nelerdir? Bunlara değinebiliriz.
Ö.İ: Şimdi bunun tabi iki ayağı var bir 12 Eylül öncesi dönem bir de 12 Eylül sonrasında devam eden bir süreç. 12 Eylül öncesi cezaevlerindeki durum çok farklıydı. Ben işte ben içeri girdikten cezaevine girdikten sonra avukatımız Gültekin Göktürk Suvarlı idi daha sonra Nevzat Çelik adlı bir avukatım daha oldu. İlk dönem yargılamalarında herhangi bir problemimiz yoktu daha doğrusu rahattık. Her ne kadar sıkıyönetim olmuş olsa da cezaevinde korkunç bir kalabalık vardı. Yani işte atmış kişilik koğuşlarda Buca cezaevindeydik, normal koğuşlar altmış kişiliktir. O altmış kişilik koğuşlarda 120, 180 kişiye kadar çıktığımız zamanlar oldu. Yani çok kalabalıktı sayı. İki kişi üç kişi tek ranzada yatardık. Bütün ranza araları yani iki ayrı ranza vardır üçer katlı onun araları da doluydu olduğu gibi dolu. O dolunca üç kişi yatmıyor da orada beş altı kişi birden yatıyordu öylesine kalabalık dönemdi. ….12 Eylül sonrası dönem çok farklıydı koğuş temsilcilikleri vardı siyasi temsilcilikler vardı. Cezaevinde koğuş temsilcileri olarak görüşülürdü koğuş temsilcilerinin aldıkları kararlar uygulanırdı koğuşta. İşte koğuşta bulunan siyasetler kimler varsa onların ortak aldığı kararlar temsilci tarafından idareye götürülürdü ve kalabalık olduğumuz içinde cezaevi idaresi üzerinde baskı gücümüz vardı. Gardiyan sayısı az. Bir de bizim direnişlerle getirdiğimiz bir süreç vardı. Buna rağmen yine saldırılar oluyordu işte aramalarda herhangi bir operasyon yapıyorlardı birini almaya çalışıyorlardı işte bir yasak getiriyorlardı biz direniyorduk buna ilişkin çok direnişler oluyordu kavga dövüş askerlerle bu süreç yaşanıyordu. Ama içerde gardiyanlarla çok sorunumuz olmuyordu çünkü gardiyanlarla konuşulduğu için de gardiyanların pek çoğu devrimci değerlerden etkilenmişlerdi. Zaten cezaevi müdürü yılların cezaevi müdürü her dönem müdürü dediğimiz bir müdür vardı her dönem savcısı dediğimiz savcısı vardı uzun yıllar cezaevinde savcılık müdürlük yapmışlardı. Onlar belli bir çizgi tutturmuşlardı kendilerince, çok fazla baskıcı yönü yoktu. Avukatlarla sorunumuz olmuyordu avukatlar geldiğinde bir kaçımızı birden çağırabiliyordu. Çok tutuklu olduğu için, avukatlar ile görüşme sıraya konulurdu, çünkü avukatlar da sürekli gelemiyordu. Görüşme sıralarında o dönem pek sorunlar yoktu avukatlarla. Sonra 12 Eylül’den sonraki dönemde oldu. Aileler ile ziyarette de sorun yoktu sonra oldu.
12 Eylül öncesi dışarıdan yiyecek içecek vesaire her şey geliyordu. Tabi yaşam standartı bakımından bu pek kolaylığı da getiriyordu, 12 Eylül sonrasına göre daha iyiydi. Şimdi komün yaşıyorduk birkaç ya da çoğu örgütler kendi özel komünü yaşarken biz birkaç örgütle komün yaşardık genellikle bizim şeyimiz de bilinirdi. TKP/ML TİKKO davasından yatanların tavrı bütün cezaevlerinde bilinir. Daha çok ortak yaşam komünal yaşama yatkındır bizim düşüncelerimiz hep öyle oldu. Biz mesela Buca cezaevinde hiç tek bir örgüt komünü yaşamadık yanımızda başka örgütler oldu işte diğer örgütlerden insanlar oldu ya da tek tek kalan insanlar oldu. 12 Eylül öncesinde rahattık, çünkü o rahatlığın nedeni direnişlerdi. Mesela ondan önceki bir Buca İsyanı vardır. Bizlerden önce sanırım 77’de Orhan’ların olduğu bir isyandır. Birkaç kişi vuruldu. Ki o haklar meşru haklardı yani cezaevi idarelerinin hem içerideki az sayıya göre çok insan koymalarından kaynaklı haksız pozisyonları hem de uygulamadaki haksız pozisyonlarına karşı bir direnişti. İşte bunlar yavaş yavaş devrimci mücadelelerle kırıldı yani işte cezaevinde hani Ecevit bir zaman diyor ya işte şeyler hâkim devrimciler hâkim cezaevine. Evet o hâkimlik orada bize lütfen verilmedi o zulme karşı direne direne elde edilen haklardı bunlar.
Onun dışında ziyaret sorunumuz yoktu ziyaretçiler gelebiliyordu ama açık ziyaret mesela o dönem biz Buca cezaevinde hiçbir zaman açık ziyaret yapmadık yapamıyorduk. Belki o dönem hiç akla gelmiyordu belki başka cezaevlerinde çok azdı yani bu tür 12 Eylül öncesi açık ziyaret bizde de pek yoktu yani hiç hatırlamıyorum açık ziyaret yaptığımızı. 12 Eylülden sonra belki o kazanımlardan sonra olmuştur. Ama 12 Eylül öncesi şey yoktu zaten koşulları da yoktu cezaevinin yani açık ziyarete alma koşulları yoktu. Bir de şey dengesi vardı adli mahkûmlar ile siyasi mahkûmlar dengesi vardı. Yani bizim taleplerimiz ile adli mahkûmların talepleri farklılaşıyordu. İşte biz mesela gayet normal bir ihtiyaç talebinde istediğimiz bir takım şeyleri adli mahkûmlar başka türlü kullanabiliyordu içlerinden hepsi değil bazıları. Örneğin yiyecek içecek getirme konusunda biz bunu tamamen bir ihtiyaç olarak kullanılırken
Adli mahkümler uyuşturucu vs. içeri sokmaya çalışırdı, mesela karpuz içine rakı şırınga edilmesi gibi… Bu nedenle çelişkiler yaşanıyordu.
D.G.: O ne demek yani?
Ö.İ: İçki getiriyor karpuzun içerisine rakıyı şırıngalıyor. dışarıdan gelen bütün karpuz dolayısıyla bütün olduğu için idare kesmiyor karpuzu. Bütün olarak içeri geliyor, fakat içinde bir yetmişlik rakı var. Buna benzer adli mahkûmların çok ilginç yöntemleri vardır yani hakikaten kitap olacak yöntemleri vardır.
…..
D.G.: Evet ben sorumu bir kez daha tekrar edeyim eksik bir şey kaldıysa tamamlarsınız. Yani bu yargılama safhasından bahsettik bu işte davanızdan bahsettiniz dava adından dosyanızdan yargılama öncesi ve yargılama safhasındaki o tanıklıklarınız demiştik. Mahkeme safhası yani bu duruşmalar duruşmalara gidiş gelişler o ring araçlarında, mahkeme heyetinin size olan tavrı, ailenizle olan o ilişkiler hani sizi kimler ziyarete gelirdi bunlara değinebiliriz. İşte avukat görüşü avukat savunmaları sizi etkileyen olaylar?
Ö.İ: Şimdi biz TKP/ML TİKKO davasından yargılandık. Bizim dava Orhan Bakır’ı kaçırma davasıydı öyle adlandırıldı. Biz her halde toplam on on beş kişi yargılandık biz şuan tam hatırlamıyorum ama bunların içerisinde dört beş kişiye idam isteniyordu. Fakat biz eylem bakımından düşündüğümüzde en az iki kişiye esas idam bekliyorduk. Sedat’a idam beklemiyorduk Sedat planlamacıydı çünkü eylem yerinde bile yoktu sadece planlamaya katılmış örgütlemiş bu işi dedik oradan idam gelmez. Feridun’la bana idam gelir diye düşünüyorduk diğer arkadaşlar zaten Orhan çıktıktan sonra götürmüşler saklamışlar. O nedenle biz hani en fazla işte iki idam bekliyorduk. Bizim avukatımız Gültekin Göktürk Suvari gerçekten İzmir’in en iyi avukatlarından birisidir. O dönem içerisinde siyasi örgütsel ayrımı gözetmeden avukatlık yapmaya çalışan ama bunun yanında bizim artık Orhan Bakır’la ilişkisinden dolayı da sanki daha çok TKP/ML’li dosyalara bakan bir avukat olarak adlandırıldı. Başka davalara da bakıyordu yani TKP/ML avukatı gibi artık algılandı. Çok naif biridir Gültekin Göktürk Suvarlı. Aslında sizin onunla da mutlaka röportaj yapmanızı isterim ben. Çünkü bugün 85 yaşında ve hala müthiş bir beyni var müthiş bir dinamik şeyi var ruhu var ve İbrahim üzerinde TKP/ML geleneği üzerinde Orhan’ın üzerinde bizler üzerinde çok pozitif düşünceleri var.
D: Soyadını bir daha alabilir miyiz?
Ö.İ: Gültekin Göktürk Suvarlı. Ben mesela onu mutlaka dinlemenizi isterim. Yani bugün 85 yaşında ama beyni valla bizden falan çok iyi çalışıyor hafızası bizden çok iyi bizim hatırlamadığımız pek çok şeyi hatırlıyor. Böyle derin hafızası var işte Nazım’ın şiirlerini bilir bir sürü türkü bilir bir sürü şeyleri bilir o hafıza dinamik onunla da görüşmenizi isterim. Avukatımız Gültekin abiydi elinden gelen her şeyi yapıyordu fakat iyimserdi biraz ben diyordu bu davadan idam çıkacağını sanmıyorum diyordu. ….Ama bizi hazırlamaya çalışıyordu belki de.
Daha sonra F. İle evlenen M. De stajer avukattı. Bizim üçümüzün adına Sedat Yılmazsoy siyasi savunma hazırlayacaktı biz ona katılacaktık. Yani Sedat’a katılacaktık çünkü o dönem siyasi savunmalar işte yüz elli iki yüz üç yüz sayfalık siyasi savunmalardı. …..Yani örgütün siyasi düşüncelerini savunuyordun ona göre eylemini savunuyordun. Biz zaten eylemi savunduk Orhan bakır firar eylemini savunduk yani eylemin meşruluğunu savunduk ama şey Gültekin abi böyle bir iyimser yanı vardı. …..Sonuçta yargılama mahkemeyle gidiş gelişlerde klasik sorunlar yaşanıyordu, itiş-kakışlar gibi. Ama hiçbir zaman bir Metris bir Mamak bir Diyarbakır gibi değildi. İzmir Buca ya da İzmir’deki sıkıyönetim ya da İzmir’de 12 Eylül dönemi hiçbir zaman öyle olmadı. Belli seviyede tuttu sistem İzmir’i yani baskılarda da belli seviyede tuttu buraya gönderdiği komutanları da belli seviyede tuttu yani bir Diyarbakır’da bir Mamak’ta Bir Metris’te yaşanılan çok baskıcı yaşam tarzını uygulamadı. Biz o bakımdan 12 Eylül bölümüne giriyor onu ayrıca anlatırım. Mahkemenin sonuç bölümü 12 Eylül dönemine denk geldi çok trajikomik de bir şeyi vardı onun yani daha doğrusu trajikomik derken faşizmin yargılama sisteminin bir özeliğiydi. Biz mahkemeye çıktık artık karar mahkemesi biliyoruz bir şeyler çıkacak idam cezası alınacak vesaire ama Sedat’ın idam cezası alacağını beklemiyordum ben esas olarak. Biz savunmalarımızı yaptık şu anda tam hatırlamıyorum savunmalarımızı yaptık bitti mahkeme karar verdi. Sedat, Feridun ben üçümüz üzerinde idam cezası diğerleri üzerinden müebbet, işte ağır cezaydı üç yıldı beş yıldı cezalar verildi. Biz tabi sloganımızı attık söyleyeceğimizi söyledik. Biz kapıdan çıktık şimdi bir hâkimlerin girdiği kapı var koridorda bir de bizim çıktığımız kapı var. Biz çıktık dışarıda çıkarken kelepçeliyorlar mı artık itiş kakış mı yapıyorduk bir şey yapıyorduk. O arada ben yan tarafa baktım bizim hâkimlerin odasında çıkış tarafında böyle on beş yirmi kişilik bir bürokrasi şeyi kuyruğu bizim hâkimleri tebrik ediyorlar idam cezası verdiği için. İşte savcıdır kaymakamdır bilmem komutandır böyle bürokrat ya da subaylar dizilmiş bizim çıkan heyeti kutluyorlar idam cezası verdiler diye. Çünkü bizim davada Orhan Bakır davası eyleminden dolayı böyle bir şey vardı. ….İdam cezası aldık normalde idam cezası aldığımızda o bölümü de anlatmış olayım. İdam cezası aldığımızda cezaevi girişinde cezaevine girişte şey kapı altı dediğimiz bölüm vardır. Kapı altı bölümünde kaparlar yani içeri sokmazlar artık alırlar doğru hücreye götürürler idamlıklar hücreye gider. Şimdi biz de bekliyoruz bizi alsınlar ama bizim umurumuzda değil güle oynaya idam almışız umurumuzda değil. Yani şarkı türkü söyleye söyleye geliyoruz aramızda sohbet ediyor geliyoruz. İçeri geldik gardiyanlar hiç şey yapmadı dikkatini çekmedi biz koğuşlara girdik koğuşlara girdik herkes de şaşırdı. Koğuşa girdik arkadaşlara diyoruz tabi bizi dağıttılar üçümüzü aynı koğuşta kalmıyoruz her birimiz ayrı ayrı koğuşta kalıyoruz Sedat, Feridun, ben. Bizim normalde hücre alınmamız lazım koğuşa girdik arkadaşlar ne oldu dediler, idam aldık. Koğuşta buz gibi bir hava çünkü koğuş çok daha duyarlı işte diğer siyasi Dev-Yol var Dev-Sol var Halkın Kurtuluşu’ndan insanlar var değişik örgütlerden insanlar var. Ama ciddi devrimci duyarlılık yoldaşlık var arada bizi de çok iyi tanıyorlar bir soğuk hava esti ama inanamadılar. Yani şaka mı yapıyoruz yani bizi hücreye almaları lazım, koğuşa değil.
Bir süre sonra gardiyan geldi aradan bir saat iki saat bir saat falan geçti işte beni çağırdı Muzaffer, siz ceza almışsınız. He dedik aldık bizim dedi sizi kapı altına almamız gerekiyordu. Valla dedik siz alsaydınız kardeşim biz geldik artık sabah gelin biz şimdi gitmeyiz ya yok işte müdür çağırıyor savcı çağırıyor sizi almamız lazım falan. Neyse koğuş yüklendi kapıya vermiyoruz sabah alın ne olacak işte biz de sabaha kadar oturalım. Baskın yapsa alırlar almama değil ama ben de o pozisyona girmek istemiyorum. Çok hani koğuş bizim yüzümüzden böyle bir baskın yemesin diye sonuçta idare ettiler sonra anlatıyorlar biz sizi öyle coşkulu oynaya güle oynaya gelince mahkeme ertelendi diye biliyorduk o nedenle hiç sormadık bile diyorlar dosya arkadan gelince…işte ertesi gün biz o çok güzel oldu yani arkadaşlarımızla vedalaşabildik. Öbür türlü vedalaşamıyordun çünkü sabah gidiyorsun mahkemeye bir daha gelmiyorsun koğuş öyle kalıyor eşyalarını birileri veriyor. Biz öyle vedalaştık koridor oluşturduk marşlarımızı söyledik türkülerimizi söyledik vedalaşa vedalaşa çıktık öyle geldik hücreye idam hücrelerine girişimiz de öyle oldu. Nereden başladık nereye gittik bilmiyorum ama öyle şey bu.
D.G.: Peki şimdi arada az önce başlamadan önce bir şeyden bahsettiniz dediniz ki bir bağlamadan dolayı savcıyla tartıştım. O hikâyenizi anlatabilirsiniz hikâye demeyelim yani o yaşadığınız olayı.
Ö.İ: Şimdi şey de çok 12 Eylül öncesi 12 Eylül sonrası yaşanan çok trajik şeyler var trajikomik şeyler var. Bunlardan bir tanesi 12 Eylül’den kısa bir süre sonra “karıştır barıştır” politikası uyguladılar. Faşistlerle MHP dediğimiz ülkücü dediğimiz insanlarla aynı koğuşlara koydular bizi… Biz çoğunlukta olduğumuz için yani bizden diyelim ki bin kişi varsa onlardan iki yüz kişi var. Sadece onların çoğunlukta olduğu koğuşta kırk elli kişi onlar üç beş kişi bizim arkadaşları verdiler. Bizim arkadaşlar orada çok işkence gördü….
Bir arama sırasında bağlamaların hepsini alıp götürdüler. Şimdi idareye gidiyoruz görüşüyoruz verin bağlamalarımızı bağlama halkımızın ürünüdür, yok vermiyor. Şimdi ben de severim bağlama çalmayı seviyorum da çalıp söylemeyi de seviyorum. Fakat öyle yasak olunca çok zoruma gitti… böyle bir şey olamaz…… Ben de şey yaptım daha önce de kibrit çöpünden gemiler falan yapardık biz. O gemi omurgasını saza uyarladım, kibrit çöpünden ben bağlama yaparım…Gövdeyi yaptım. …İdarenin penceresi vardı bir tanesi yamuk yumuk sallanıyordu pencere pervazın bir tanesini kırdım, pervazı camla düzelte düzelte sap şekline getirdim…. Bağlamayı yaptım. Fakat şimdi tel yok… boncuk ördüğümüz bobin ipleri vardır on iki numara sekiz numara on sekiz numara diye o bobin iplerinden tel yaptım perdeleri de ondan yaptım bir de güzel vernik çektim. Bizim harbi harbi saz saz oldu ciddi ciddi ses çıkıyor ciddi ciddi koğuş toplanıyoruz saz çalıyoruz türkü söylüyoruz.
Bir arama da onu da aldılar.
Saz gitti ben daha kısa süre sonra şeye gittim Burdur cezaevine sevke gittim orada bizim başka davada oraya götürdüler beni. İşte aradan bir süre geçti bana bir mektup geldi o zamanda hayatımda bizim gördüğümüz faşistler ya da MHP’liler hep böyle şeydi suratsız tiplerdi. Ya cezaevine bir savcı geldi MHP’li adam gerçekten çok yakışıklı ve babayiğit duruşlu bir adamdı ondan bana bir mektup geldi cezaevi savcısı yeni genç savcı savcı yardımcısı olarak geldi. İşte Muzaffer Bey emanetteki sazınızı gördüm ben saza çok meraklıyım hevesliyim o sazı lütfen bana satar mısınız? Şimdi öyle bir mektup geldi ya benim tüylerim diken diken oldu yani yasaklanmış onların yasakladığı bir koşulda ben savcıya saz vericem. Tabi ben yazmaya döşenmeye başladım işte o yasak o saz sizin yasaklarınızın üzerine yapılan bir sazdır. Siz halk kültürümüzü yasakladınız halkın kültürünü yasakladınız ve halkın kültürü o yasağa bir başka çözüm buldu ve kibritten saz üretti. O tarihsel bir misyonu vardır o sazın o saz yasaklar namına üretilmiş bir sazdır ve asla size vermem o dedim tarihe kalacaktır bir de böyle fırsat vermiş ya propaganda çekiyorum ajite de çekiyorum arada. Yok savcı kabul etmiyor bir daha mektup yazmış hayır Muzaffer Bey söylediklerinizi anlıyorum saygı duyuyorum bilmem ne ama o sazı ben mutlaka istiyorum. Ben savcıya tekrar aynı şeyleri yazıyorum diyorum ki o arada da düşünüyorum ben de panik var sazımı alacak savcı vermeyecek alsa götürse göremem bir daha sazı. T. diye bir arkadaş vardı burada T.Ç. diye bir arkadaş. İşte ona yazdım bak dedim ailemle seni bir kefeye koydum sazımı sana gönderiyorum bunu ilerde yoldaşlara ulaştıracak olan sensin bu sazı biz idam hani idam olur ölürsek ulaşamazsak bu sazı yoldaşlara sen ulaştırabilirsin o nedenle aileme değil sazı sana dedim gönderiyorum. Savcıya da yazdım, sazın T.Ç.ın ailesine verilmesini istedim. Savcı tekrar yazmış sazın emanette duruyor ben o sazı almak istiyorum sazın kaç paraysa isterse bir araba parası olsun bir ev parası olsun adam abarttı taktı kafaya isterse bir ev bir araba parası olsun fiyatının hiçbir önemi yok o sazı mutlaka bana satın.
Böyle hala yazışıyoruz gidiyor geliyor mektup gidiyor ben dilekçe başlığı şeklinde yazıyorum o bana mektup şeklinde yazıyor. Artık ben dayanamadım dedim şu tarihe kadar dedim şu ziyaretçiye verilmezse hakkınızda hırsızlıktan dava açıcam dedim savcıya böyle yazıyorum. O sırada ben tekrar Buca’ya getirildim. Daha getirilir getirilmez sabah dilekçe yazdım sazımın akıbetini merak ediyorum …Sabah iki tane başgardiyan geldi normalde böyle gardiyan falan gelmez bir hafta on gün sonra bakarlar. Demek ki o da bekliyor. Sabah erkenden çağırdılar beni gittik hakikaten gördüm bir deponun içerisinde saz bir güzel duruyor. Arkadaş bir saz böyle mi güzel durur böyle hani yasaklı olmasından getirdiği bir büyüleyici şeyi var onun o kadar güzel duruyor ki böyle içim gitti sazımı gördüm okşadım falan çıktık gidiyoruz.
Dediler savcı bey seni çağırıyor gittik savcı bey illa sazı istiyor.
Neyse be yok kurtulamıyorum adamın elinden yok diyor illa o sazı vericen ya dedim vermem. Peki bana kibrit çöpünden yeni bir saz yapar mısın? Adamdan kurtulamıyorum ya dedim bak ona söz veremem eğer koşullarım olursa yaparım dedim. Tabi yapar mıyım savcıya yapmam. Sırf onun elinden kurtulmak için. Oradan çıktık gittik hemen ilk fırsatta ziyaretçi arkadaşın ziyaretçisiyle sazı dışarı çıkardım. O saz şu anda hala İstanbul’da onun benzeri bir başka sazı aynı yasaklı dönemde idam hücrelerinde yaptım idam hücrelerinde asılan İlyas o sazla kibrit çöpünden sazla bağlama çalmayı öğrendi. O sazda şimdi İzmir’de bir bakım yaptırdık ona en son kibrit çöpünden hala o çalınabiliyor o saz da.
D.G.: Şey çok önemliydi İlyas
Ö.İ: İlyas Has Buca cezaevinde idam edilen İlyas Has
D.G.. Sizin yapmış olduğunuz o kibrit çöpünden yapılan bağlamayla bağlama mı saz mı öğrendi?
Ö.İ: Bağlama öğrendi evet bağlama öğrendi.
D.G.: Bu arada o türkünün sözleri size mi aitti?
Ö.İ: Tabi Hıdır’la İlyas… Ali Asker’in söylediği gidenlerimiz.
D.G.: Nasıl oldu o türkü nasıl ortaya çıktı biraz ondan bahseder misiniz?
Ö.İ: Onun da ayrı bir hikâyesi var. Şimdi biz Buca’dayken artık dolduk hücrelerde her hücrede normalde tek kişi tutarlarken üçer kişi tutmaya başladılar çoğaldık. Yani her hücrede üçer kişi oldu yeni idamlıklar da gelecek o nedenle bizim bir kısmımızı sürgüne gönderdiler başka cezaevine gönderdiler bir kısmımızı Isparta’ya bir kısmımızı Burdur cezaevine gönderdiler. Burada kalan arkadaşlar da daha biraz rahat eder oldu çünkü üç kişilik şu kadar zaten Buca hücrelerini aslında anlatmak istiyorum Buca hücreleri yani Diyarbakır Mamak’ta anlatılan kötü koşullar vardır ama Buca hücrelerinin hücre olarak ayrı pis bir yeri vardır. Buca hücreleri tamamen şimdi birinci katı özellikle alt katı hücreleri cezaevinde bir alt kat daha var. Yani bizim olduğumuz katın altında bir alt kat daha var ama cezaevi burası yılların şeyiyle su ve lağım dolmuş alt kat yani bir kat daha var o katta bodrum olarak kullanılan bir kat ama olduğu gibi lağım olmuş ve alttan betondan yukarıya vuruyor su değiyor lağım değiyor. Mesela tuvalet deliğinde esler yok direk aşağıya akıyor şey bakıyor o gölete bakıyor lağıma bakıyor ve biz tuvalet kapağını atçımızda, tuvaletimizi mecburen oraya yapıyoruz tuvalet kapağını açtığımızda binlerce sinek çıkar ortaya ve biz ondan sonra saatlerce sinek öldürürüz tuvalet kapağını işte pet şişelerle kapatırız suyla kapatırız ve hiç güneş görmez hiç hava almaz hava otuz kırk metre ileriden ince bir koridordan gelir iki tarafta ince bir koridordur böyle ve bizim hücreler iki tarafta böyledir ve dolayısıyla sirkülasyon yapmaz. Biz koğuşlardan şey getirmiştik havalandırmaya girip çıkarken bizim arkadaşlarımızın koğuşların önünden geçiyorduk onlardan ben bir tane şey kaptım sarmaşık şu boyda bir sarmaşık şöyle şöyle yaprakları vardı büyük büyük.
Sarmaşık deli gibi uzadı parmakla nasıl sarılıyor nasıl gitti bir haftada şey uzadı normalde Oo kadar hızlı uzamaz, yani bitki deli gibi güneş ve oksijen arıyor yaşamadı da zaten.
Bizden önce bir arkadaş idam cezası almıştı sonra cezası bozuldu gitti ben onun hücresine geçtim hücrede yere sunta koymuş, suntanın üzerine battaniye koymuştu. Battaniyeyi kaldırdığımda çürümüş lağım vardı suntanın altında, çok bir pis koku yapıyor.
O nedenle… dedik ki idam hücreleri bizi öldürecek en iyisi spor yapalım dedik spora başladık daha beş on dakika da nefes nefese kaldık içeride oksijen yok çünkü. Beş altı ay sonra bizim bir resmimiz çekildi. Direndik vs. havalandırmaya çıkardılar. Çıktığımızda, toplu bir resim çektirmişiz, sosyal ansiklopedilerde var, biz inanın yıllar sonra ben fark ettim. Hani Nazi kamplarında çekilen insanların resimleri vardır ya biz hepimiz öyle… güneşsizlikten havasızlıktan bir deri bir kemik kalmışız… Ama vücut zamanla alışıyor buna. Karanlık. mesela yirmi dört saat sürekli bize bir tane altmış voltluk ampul ışığı yanar. Başka bir şey biz gece gündüzü göremeyiz tamamıyla kapalı koridor gece gündüz olduğunu bilmiyoruz sadece bir mazgal var arkada koridora bakan o koridorun mazgalından bu taraftan eğer hava aydınlıksa bir pencereden ışık sızıyorsa o zaman gündüz gece olduğunu bilebiliyoruz. Ama onun dışında yirmi dört saat kör karanlık alanda o ampul aydınlatıyor hepsi o kadar. ….Ve biz bu hücrelerde üç dört yıl geçirdik İlyas’la birlikte şimdi biz buradan ayrıldık götürüldük daha doğrusu Burdur cezaevine götürüldük kısa bir süre sonra yani herhalde beş altı ay sonra işte biz o dönem aslında sıra bizde ve o gözle bakıyoruz. O zaman ayda bir idamlıklar listesi yayınlanıyor. Yayınlanan idamlıklar listesinde başta biz varız Sedat, Feridun, ben çünkü en eski dosya bizim tabi bu arada şeyi geçtik Buca hücrelerinde onu da anlatmak isterim mutlaka Ethem’lerin idamı… bizim yanımızda idam edildiler. Onları da anlatmak isterim. Hıdır’ı Hıdır’la İlyas bestesini anlatayım. Şimdi biz Buca’da hücrelerdeyiz bir saat havalandırmaya çıkıyoruz işte kazanarak haklar kazanarak elde etmişiz. Burdur hücrelerine götürüldük biz bekliyoruz idamı ve biz iki sefer biz Sedat, Feridun, ben ha Feridun sonradan gitmişti. Sedat’la ben ikimiz iki sefer çünkü mecliste bu hafta mecliste idam dosyası görülecek. Biz iki sefer o dosyayı bekledik. Sıra bizde diye. Yoldaşlarımıza ayrı mektup ailemize ayrı mektup yazıp yanımızdaki arkadaşlara bıraktık sabah. O gece asılacağız diye.
Bizde… idam üzerindeki yaşam tarzı çok farklıydı ilişkiler çok farklıydı çok yoldaşça ya artık örgütsel fark kalkmıştı. İşte Dev-yol’dan mı Dev-Sol’dan mı HD’den mi. Seni hapseden sana zulmeden düşmana karşı tek bir şey vardı. Onlar seni TİKKO’cu Dev-Yol’cu olduğun için değil devrimci olduğun için idam ediyordu ve biz orada devrimci değerleri güçlendirdik. Örgüt farkını kaldırdık ciddi ciddi kaldırdık yani örgütsel bir fark yoktu artık her ne kadar herkesin yine örgütü vardı herkes örgütüne göre konuşuyordu örgütüne göre karar veriyordu örgütüne göre karar alıyordu. Mesela bir örgüt diyelim açlık grevine devam etme kararı alırken bir örgüt etmeme kararı aldığında diğerlerine farklı boyutta gözükmesin diye mesela açlık grevine devam ettirmek isteyen örgüt açlık grevini bırakabiliyordu koşullar farklı olmasından dolayı. Orada çok farklı bir şey gelişti bunu sonra Raşit arkadaşımız çok çarpıcı ifade eder yani orada onu siz başlattınız der bize. Biz ilk idamlıklarız Buca’nın Ethem’lerden sonra Ethemler gitti biz geldik onun üzerine Raşitler geldi o zor koşulların içerisinde devrimci değerler yükseldi ve orada inanıyorum ki ben de dahil yani onu ben zaten savunuyorum bu şekilde hemen hemen oradaki bütün idamlıklar eğer orada kim idam olacaksa o kendisinin olmasını istiyor yani bütün orada yirmi idamlık var. Yirmi idamlık herkesin gönlünde yatan şey buydu eğer burada asılacak birisi varsa ilk asılan ben olmalıyım ben de onu istiyordum yani ve onu bekliyordum onun rahatlığındaydım. Hatta Hıdır’la iddiaya girdik Hıdır dedi ki ben dedi bu hafta gidiciyim sağdıç dedi. Yok dedim nereye gidiyorsun sağdıç biz varız sırada…. bir duyduk bizim İlyas idam edildi. Sabah sloganlarla uyandık haberler geliyor falan.
D.G.: Bu idamların yani idam edilecek kişileri neye göre belirliyorlar nasıl oluyor bu yani?
Ö.İ: Şimdi onu henüz biz de tam olarak çözebilmiş değiliz ya da ben çözebilmiş değilim. Çünkü herkesin söylediği farklı kimi diyor ki aileler uğraştığı için şöyle oldu kimi işte biz falanca milletvekilini devreye soktuk, oldu. Kimi işte bazı örgütsel nedenlerle…. işte parlamento ya da mecliste bulunan siyasi partiler dışarıdaki örgütlerin durumuna göre içerideki insanları infaz ediyordu.
D.G: Ne demek oluyor bu yani?
Ö.İ: Yani dışarıda örneğin işte TİKKO’dan ya da Dev-Sol’dan işte o dönem idam edemediler nedenini şöyle söylüyorlar bilmiyorum ne derece doğruluğunu dışarıda hala mücadeleye devam ettikleri için cezalandırma yaptıkları için bu örgütler milletvekilleri bunlardan korkuyor, yani bunlara onay verirse öldürülür diye korkuyorlar gibi söylemler var. …
Ama sonuçta işte biz bekliyorduk, İlyas’ın idamı gündeme geldi İlyas’ın idamıyla birlikte bayağı sarsıldık, çünkü iki yıldır sanırım idam yoktu.
İlyas’ın nasıl gittiğini öğrendim işte alınışı götürülüşü sehpaya çıkışı tekmeyi vuruşu falan hepsini öğrendim. İlyas hazırlanıyor o gün haberler geliyor bir şekilde meclise gitmiş olacak İlyas diyor sağdıç sıra bana geldi diyor. Raşit’le birlikte Raşit’le kalıyorlar sonra gecenin bir yarısı İlyas ben biraz kestireyim diye uzanıyor. Gece yarısı bir patırtı gürültüyle giriyor asker hemen girer girmez koridorları kapatıyorlar sıralanıyorlar bunların kapısına geliyorlar ve Raşit orada şeyi söyler gardiyanların yüzünde ölümü gördüm. ….İşte İlyas hazırlanayım kendim çıkıcam bekleyin falan diyor zorla şey yapmıyorlar götürüyorlar yani kaparcasına götürüyorlar arkadaşlar slogan atıyor koridorda giderken slogan atıyor sehpaya götürüyorlar sehpaya işte götürdüklerinde koyduklarında aynı şekilde sloganını atıyor kendi tekmesini vuruyor taburesine yani direnerek yani onurluca yani baş eğmeden gidişi var. Ben bunun üzerine beste çalışması yapmaya başladım günde bir saat falan havalandırmaya çıkıyoruz bizim olduğumuz Burdur’dayız biz. İlyas şeyde Buca cezaevinde idam edildi. Biz Burdur’dayız bir saat havalandırmaya çıkıyoruz. ….Ben bir hafta falan çıkmadım havalandırmaya kendi saatimde içeride kalıyorum ki diğer yoldaşlar yan yana değiliz aynı hücrede değiliz ama yan yana olduğumuzdan sohbet oluyor konuşma oluyor o konuşmayı yapamıyorum onlar olmayınca daha rahat çalışıyorum besteyi yapıyorum. Bir hafta sonra Hıdır sordu bir hafta on gün sonra işte o besteyi yaptıktan sonra hayırdır sağdıç dedi İlyas için mi yapıyorsun bu çalışmayı dedi. Evet, dedim İlyas için yapıyorum anlamış yani durmadan müzik çalıyorum ama hiç söz yok içimden söylüyorum durmadan müzik çalıyorum. Bir kıtasını yazdım bir kıtasını içimden söylüyorum çalıyorum. Söyler misin dedi. Yok söylemem daha bitmedi daha bir kıta daha var. Söyle söyleme böyle ısrarla söyledim birkaç kez söyledim. O gün ya da birkaç gün sonra aynı şekilde Hıdır’ı (Hıdır Aslan) yanımızdan alıp götürdüler idam edildi.
D.G.: Evet en son Hıdır ve İlyas’ın idamlarından bahsettiniz Hıdır İlyas türküsünün nasıl ortaya çıktığına değindiniz. Yani bu idamlarla ilgili ek yapacaksınız galiba anlatmak istediğiniz başka bir olay var buyurunuz.
Ö.İ: Buca idam hücrelerinde idam edilen Ethem, (Ethem Coşkun) Necati (Necati Vardar) ve Seyit’in (Seyit Konuk) hikayesi var bildiğim onları da hem anmak istiyorum çünkü Buca’da ilk idam edilen arkadaşlarımız. Bu arkadaşlarla biz gittik idam hücrelerine gittik onlar alt katta kalıyorlardı bizi üst kata aldılar üç kişi Feridun, Sedat ben bir de bizden önce giden Erhan diye bir arkadaşımız vardı. Ertan mı Erhan mı bir arkadaşımız vardı. Necati benim altımda kalıyor ama biz görmüyoruz bir kat var aramızda fakat ses böyle gidip aşağıdan koridorlardan giderek ulaşıyor bağıra bağıra konuşuyoruz. Oldukça coşkululardı Seyit’le Ethem biraz daha suskundu Necati daha konuşkandı daha dinamikti çok güzel şarkı söylerdi sanat müziğini çok güzel söylerdi. Hemen hemen her akşam bize sanat müziği söylerdi onun sesinden sanat müziği dinlemek bir ayrıcalıktı gerçekten bize türküler söylerdi. Hiç birimizin yüzünü tanımadan güzel bir dostluğumuz oldu. Ne kadar sürdü bilmiyorum bir hafta mı bir ay mı çok fazla uzun sürmedi. Bir süre sonra biz de başka hesaplar yapıyoruz işte birlikte havalandırmaya çıkma mücadelesi falan veriyoruz. Bir işte idam gecesi birden üst katta bir kalabalık ayak sesi koridor çünkü alt katında üst katında ara koridor yani hücreden oluşan otuz metrelik kırk metrelik koridor parmaklık ızgaradan oluşan bir koridor altı boş çünkü yürüyünce de ses hemen geliyor. Bir kişide yürüse yüz kişi de yürüse fark ediyorsun. Kalabalık bir ses grubu geldi işte subay geldi birkaç subay bizim önümüze geçtiler gardiyanlar geldi işte sizi karşı yeni bölüme almak zorundayız diye. Biz de niye dedik idare öyle söylüyor dedi fısıltıyla konuşuyorlar biz anladık zaten gelişlerinden anladık idam var. Fakat öyle bir pozisyon ki… biraz sonra arkadaşlarımız idam edilecek onlara nasıl söyleyeceksin yani arkadaşlar bizi alıyorlar sizi idam edecekler de diyemiyorsun. Onlar farkında zaten her şeyin biz biraz direnmeye kalktık, ama baktık ki tartışma aşağıya daha çok zarar verecek idamlık arkadaşlarımızı daha çok etkileyecek onların hazırlanması gereken şeyler var. Böyle bir hengameyle onları üzmek de istemedik sanırım kafamızdaki çelişkilerle biz çıktık götürülüyoruz. Biz götürülürken ayak seslerinden duyuyorlar tabi geliş gidişi.. Necati bağırdı Muzaffer dedi nereye? Dedim bizi öbür yeni hücrelere alıyorlar. Tamam dedi anladım dedi görüşürüz dedi. Ben de görüşürüz dedim. İyi yolculuklar… selamlaştık… biz gittik öbür hücrelere aldılar. Yeni hücreler iki bölümdür Buca cezaevi eski bölüm yeni bölüm diye tabir edilir. Biz öbür bölümde yine üst kata konduk alt katta bir tane adli mahküm var idam cezası almış. Bir tane faşist var idamlıkmış. Adli sürekli ağlıyor idamlık olduğu için sürekli ağlıyor işte zaten hani bu Türk filmlerinde hep gösterir idamlıklar karanlık izbe yerde kalır işte başını ellerinin arasına almıştır hep ölümü düşünür kararmıştır falan. İşte biz hiç onu yaşamadık biz hep türkü coşku güle oynaya. İdare bile bıkmıştı bizden ya siz hem asılacaksınız hem sabahlara kadar türkü söylüyorsunuz nasıl bir insansınız diye bizi anlamıyordu. Yani öyle bir coşkumuz vardı bizim hatta bir doktor şey demişti bir arkadaşımız ısrarla dişini yaptırmaya gidiyor doktor diyor ki ya zaten asılacaksın idamlıksın dişini niye yaptırıyorsun diyor. Ya diyor sana ne öbür tarafa dişim sağlam gitmek istiyorum. Yani bu kadar basitti bizim için. Yani günlük yaşam bizde böyleydi bu akşam asılacakmış gibi her şeye hazırdık bir de ömür boyu yaşayacak gibi geleceğe ilişkin planlar yapardık. Yani biri dişini yaptırırdı, bir başkası roman yazardı…uzun vade on yıllık planlar yapardık. Yani buna benzer şeylerimiz vardı, coşkuluyduk. Aşağıdaki şeyi görünce biz de şaşırdık bir de Necatiler idam olacak şeyi var işte biz bekliyoruz koğuşlara haber iletemedik sanırım ama koğuşlar bir şekilde haber almış zaten. Necatilerin ilk sloganıyla slogana başladık biz marşlar sloganlar ayrı ayrı üçünün de gidiş saatlerinde bekledik onların sesini duyduk tek tek sloganlarını duyduk ve sonradan öğrendik nasıl gittiklerini basında da daha sonra çıktı. Hakikaten çok onurlu bir gidişleri var böyle düzgün bir gidişleri var tavırlarını koymuşlar net tavırları onur duyduk. Sabaha kadar Buca hücreleri Buca semti inledi sabaha kadar kesilmedi marşlar sloganlar yani sabah gün ağardığında Buca halkı yani gece uyumadı Buca halkı sonradan pek çok insandan duyduk tanık olduk buna. Gerçekten Buca inlemiş sabahlara kadar Buca uyumamış Buca ayakta kalmış onları güzel uğurladık marşlarımızla sloganlarımızla güzel uğurladık güzel gittiler onurlu gittiler. Biz de Buca’da ilk idamı böyle yaşamış olduk onları da anmış olayım böylelikle.
D.G: Peki başka anlatmak istediğiniz aktarmak istediğiniz bir şey var mı?
Ö.İ: Çok var çok var o kadar çok var da şimdi zaman sınırlaması var. Son bölüme gelince idamlar ve hücre yaşamı öne çıktı. Ben hücrelerin coşkulu yanını daha çok anlatmak isterdim asıl bizi ilgilendiren yani benim yaşadığım bizim yaşadığımız şey. O hani anlattım ya biz örgüt farkını kaldırdık çok yoldaşça duygularla yaşıyorduk. Küçük esprilerimiz bizle hücreyi çiçeklendirdi hücreyi coşturdu hücre yaşamını zenginleştirdi. Çünkü biz hiçbir zaman şeyi düşünmedik yani idam hücrelerinde ölüm diye bir şey anmadık ölümü hep tiye aldık ölümü küçülttük ölüm bizim gözümüzde böyle devasa bir yok olma gibi bir şey değildi. Ölüm bizim için basit bir şeydi yani mücadele edersin ölürsün bu kadar basitti. Yani biz darağacındayız devlet tarafından öne çıkarıldık ve devlet tarafından öldürüleceğiz, bu kadar. Yani o bizim gözümüzde ölüm bir başka yerde değildi ama dışarıdaki insanı da çok iyi anlayabiliyorduk. Yani içerdeki yoldaşlarımız diğer koğuşlardaki yoldaşlarımız bu konuda çok duyarlıydı. Belki onlar için çok daha ağırdı. Yani düşünseniz ya şimdi yoldaşlarınızı az ileride ötenizde asılacak onlar için çok ağırdı.
…….
D.G.: Olur tabi ben bu idam olaylarını anlattınız bunlardan sonra bu anlattıklarınızdan sonra bu yeme içme parasal sorunlar gibi soruları sormuyorum direk es geçiyorum. Şimdi ben size bazı isimler okuyacağım elimde bir isim listesi var. Tabi o dönemlerde sizin dönemlerinizde yaşamını yitiren ölen çok fazla insan var gerçekten sayıları çok fazla yüzlerce belki binleri bulacak tarzda şey sayıda ama burada bazı isimler var bunları okumak istiyorum. Bu isimler içerisinde tanıdıklarınız var mı sizi etkileyen isimler var mı? Biraz bunları sormak istiyorum. Meral Yakar, Ali Haydar Yıldız, Ahmet Muharrem Çiçek, Atilla Özkan, Mehmet Kocadağ, Erdoğan Yalçıngil, Naci Güven, Tuncay Bali, Cemil Oka, Hüseyin Aslan, Hüseyin Çaparoğlu, Cuma Gül, Hasan Yıldırım, İsmail Poyraz, Hasan Kızılkaya, Müzeyyen Keskin. Bunlar 1 Mayıs Şehitleri Şehitliğinde 1 Mayıs Mahallesi Şehitliğinde Zülfikar Uralçin, Mehmet Zeki Şerit, Selahattin Doğan, İsmail Hanoğlu, Sırma Boyoğlu, Ali Yılmaz, Orhan Bakır, Efendi Diril, Raci Yılmaz, İbrahim Kara, Ali Geçgel bunlar İzmir’de yaşamını yitiren iki arkadaş. İrfan Çelik, Haydar Aslan, İhsan Parçacı, Süleyman Cihan, Behzat Firik, Ali Sarıbal, Veysel Uyar, Erdoğan Tekin, Ali Uçar, Niyazi Gündoğdu, Medet Özbadem, Hasan Erdoğan, Hayrettin Bakış, Zeki Uygun, Aziz Vatan, Bedi Avcı, Erhan Gencer, Nezih Uzuner, Kahraman Yılmaz, İsmail Özgül.
Ö.İ: Pek çok isim yani hemen hemen bütün isimleri bildiğimiz aşina olduğumuz isimler ama içlerinden sadece bazılarını tanıyorum bazılarıyla yaşamı paylaştım. Bunların içerisinde tabi Meral yakar, Ali Haydar Yıldız, Hanoğlu bunlar bizim bir önceki kuşağımız. Onları biz bildirilerden yazılardan anlatımlardan tanıyoruz sadece. Cemil Oka bende ayrı bir yeri var. Benim yakalanışım ilk yakalanışım 76’daki ilk yakalanışımı beni Cemil diye yakaladı polisler. (12.29)
Cemil olmadığımı anladılar. Cemil’in babası bizim Banaz’a geldi işte mit müsteşarı generaldi mit müsteşarıydı sanırım. Böyle köylü kıyafetiyle gelmişti böyle bayağı burma bıyık yapmış köylü gibi yapmış elleri baya falan pisti böyle hani pis derken tarlada çalışan insan eli gibiydi nasırlı. İşte bize Cemil’in resmini gösterdi kale direğinin yanında çekilmiş bir resim. Ya işte benim oğlum kayboldu oğlumu gördüm oğlumu arıyorum gördünüz mü diye. Bir gün bizim yolumuzu çevirdi biz de beş altı kişiyiz biz anında fark ettik babasının böyle bir şey yaptığını duymuştuk bizim bölgede olduğunu duymuştuk. Öyle bir sordu geçti gitti biz tabi tedirgin olduk, ama sonuçta bir şey çıkmadı oradan. Cemil’i tanımıyoruz yani yüz yüze tanımadığımız ama hep isimle olarak bildiğimiz marşlarını söylediğimiz Zeki Şerit keza öyle. Zeki Şerit katledildiğinde biz bir hücre evindeydik katliamını radyoda duyduk. O işte hücre evinde saygı duruşu yaptık onu anma programı yaptık. Nasıl yaptık o dönemin koşullarında bilmiyorum hücre evimizde konuşma yaptık Zeki’yi andık marşlar söyledik kendi içimizde. Onun dışında oradaki isimlerden başka kimler vardı şu an hatırlamıyorum ama ortalardan sonra okursanız Zeki Şerit’ten sonra.
D.G.: Yani bu 1 Mayıs’ı geçtik Zülfikar Uralçin, Mehmet Zeki Şerit, Selahattin Doğan, İsmail Hanoğlu, Sırma Boyoğlu, Ali Yılmaz, Orhan Bakır, Efendi Diril, Raci Yılmaz, İbrahim Kara, Ali Geçgel, İrfan Çelik, Haydar Aslan, İhsan Parçacı, Behzat Firik, Süleyman Cihan, Ali Sarıbal, Veysel Uyar, Erdoğan Tekin, Ali Uçar, Niyazi Gündoğdu, Medet Özbadem, Hasan Erdoğan, Hayrettin Bakış, Zeki Uygun, Aziz Vatan, Bedi Avcı, Erhan Gencer, Nezih Uzuner, Kahraman Yılmaz, İsmail Özgül.
Ö.İ: Yok biz cezaevinde olduğumuz için çoğunu zaten ismen biliyoruz. Sadece Orhan Bakır’ı zaten anlattım en baştan itibaren. Ali Geçgel’le Ali Kara’yı anlatmıştım. Ama sınırlı tutmuşlar yani daha başka şehitlerimiz de var. Yani bunların içerisinde belki bu 81’e kadar sanırım şehitlerden.
D.G.: 70 ile 80 arasında birebir tanık olduğunuz başka şehitler varsa yaşamını yitirenler buyurunuz. Hareketiniz içerisinde?
Ö.İ: Bizim kendi yoldaşımız var Cemil Çelik. Bizim Banaz’dan Mustafa Çelik İsmet Çelik’in bunlar üç kardeş bizim davadan yattılar.
D.G.: Nerede öldü yaşamını yitirdi?
Ö.İ: Banaz’da şey Uşak’ta
D.G.: Uşak merkezde mi?
Ö.İ: Uşak merkezde. Pazar günü buca cezaevinde ziyarete geldi bize. Pazartesi sabah işe giderken işe mi okula mı giderken sabah garajın oradan çıkışta faşistler tarafından katlediliyor. Böyle bayağı bir yoğun dört beş kişi kurşun yağmuruna tutuyor bunlarla çatışıyor falan bayağı bir göğsünde yoğun kurşunlarla öldürülüyor. Cemil bugün hala gidin Uşak’ta herhangi birisiyle sohbet edin hangi davadan olursa olsun Dev-Yol, Halkın Kurtuluşu, HDÖ kime sorarsanız sorum Cemil, Uşak’taki kahraman böyle efsanelerden birisidir. …..Cemil benim sınıf arkadaşım aynı zamanda ilkokul arkadaşım bizim Banaz’dan gittiler Banazlı esasta. İşçi bir ailenin çocuğu yani köylü ve işçi demir işçisi bir babanın oğlu duruşları hep böyle merttir soy ismi gibi çelik gibidir. Çok yiğit bir yoldaşımızdı gerçekten böyle on tane faşistin arasına dalıp kavga edip onların hepsini döven bir tipti.
Böyle gözü kara kaç kişiyi faşistlerin saldırısından ölümden kurtarmıştır. Fazla göze batmıştı biz de buraya geldiğinde eleştirmiştik bak biraz kontrol et dikkatli ol falan bütün diğer örgütler de söylüyordu söylemiş yani. …. Onun haberi geldi o da ilginçti ilk yoldaş işte abisi benim birlikte aynı davadan yargılandığımız arkadaşımızdı İsmet Çelik birlikte yakalandığımız ona ölüm haberini vermek de bana düştü. O da ağırdı işte aldım onun haberi yoktu radyo haberlerinden öğrendik Cemil Çelik vurulmuş diye. Ağır bir şeydi. Anlattım İsmet bayağı kötü oldu ama şey yapmadı. Olur sağdıç dedi mücadeledir, dedi. Cemil var şu anda, Seniha Karlar var, Dev-Yol davasından…
D.G: Peki sormayı unuttuğumuz kayda geçmesini istediğiniz farklı bir şey varsa buyurunuz. Yoksa bizim sorularımız tamadır.
Ö.İ: Ben daha önce de söyledim şimdi biz 81’e kadar sıkıştırılması biraz doğru bulmuyorum. Ben çocukluk yıllarında da bir sürü atladığımız şeyler var çünkü şey gibi gelmiyoruz bir sürü çalışma içerisinden ortamından gelip buraya yapıyoruz. Bence 81 sonrası hatta günümüze kadar bir çalışmanın olması bence daha doğru olurdu.
……
Onur Vakfı’na emeği geçen arkadaşlara da teşekkür ediyorum. Umarım güzel bir çalışma çıkar.
D.G.: Peki biz teşekkür ederiz yani hem sizi tanıdık sizden çok önemli ve çarpıcı bilgiler edindik aydınlanmış olduk. Çok kayda değer şeylerdi ağzınıza yüreğinize sağlık biz de sizleri tanıdığımız için Onur Vakfı’na ayrıca teşekkür ederiz bu çalışmadan ötürü. Son olarak iki şey söylemek istiyorum birincisi bu 70 ile 80 arasında yapmış olduğumuz bu çalışma daha sonrasında devam edecektir böyle bir bilgi verebilirim ama bu ne zaman olur bunu kestiremiyorum. En azından bu çalışma en son halini aldıktan sonra 80 ile 90 arasında başlanacağını biliyorum şuan konuşulan bu ileride gündemleşir. İkinci söyleyeceğim şey siz Hıdır’la İlyas’la ilgili bir söz yazdınız beste yaptınız eğer mümkünse şuan bu türküyü çalıp söyler misiniz?
Ö.İ: Tabi zevkle onurla söylerim.