Nazmiye Yılmaz (N.Y) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Devim GECE (D.G:)
N.Y: 1978’de bir yattım Erzincan sivil cezaevinde, o zaman daha çok sıkıyönetim yoktu. Ondan sonra tekrar 80’de sıkıyönetim gelince biz tekrar yeniden arandık ve bizim dosyamız Erzurum’a kaldı, Erzurum 1 nolu, Erzurum DGM’lerine kaldırıldı. O, o dönemde de işte Erzurum’da yattı. Avukatım Kemal Yılmaz’dı gene, bir de Erzincan’dan bir akrabamız avukat vardı.
İşte bu duruşmalara gidiyoruz geliyoruz, bu erzincan çok kalabalık o dönemde, 1 nolu cezaevlerinde hiç bayanlara yer yok, 1 nolu, 2 nolu, 3 nolu, 4 nolu, bütün cezaevleri dolu, insanlar 1 noluda… zaten dev, Dev-Yol, Artvin Dev-Yol davası 1 noludaydı. Biz 70-80 bayan işte adli mahkûmların bulunduğu sivil cezaevinde bizi gönderildik. O dönemde işte bizden Güleyze diye bir arkadaşım var Hanak’tan tutuklanmış gelmişti, bir tane Ferice arkadaşımız vardı şeyden, Artvin Dev-Yol’lu kızlar vardı. 6 ay, 1 seneye yakın o Erzurum Cezaevinde yattık, koşulları tabi ki ağır. Hani adlilerle kalıyorsunuz, şey yok, işte 70 kişilik şöyle şu, böyle bir odada 3 katlı ranzalarda 70 kişi kalıyorsunuz yani, saatten saate şey yapıyorsunuz. O arada işte avukatım geliyor gidiyor, mahkeme işte duruşmalarda tahliyemi istiyorum, benim Necati diye bir avukatım var aynı zamanda akrabam, ”ya diyor sen idamdan yargılanıyorsun, ne diye diyor şeyini istiyorsun, tahliyeni istiyorsun durmadan” diyor bana. Ama diyorum, ”benim idamla yargılanıyorum ama benim yani benim ifademde hiçbir şeyi kabul etmiş değilim yani”. Neyse ben bir iki, bir 6 ay öyle istedim, istedim, en sonunda bir gün beni tahliye ettiler o Erzurum Cezaevi’nde.
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
3 katlı ranzalarda 70 kişi kalıyorsunuz yani…
D.G: Peki. Artık 12 Eylül Darbesine doğru yaklaşalım. Hareketinizin darbeye karşı bir hazırlığı var mıydı? Darbenin sizdeki yansımaları ne oldu?
N.Y: 80’i diyorsunuz değil mi?
D.G: Evet.
N.Y: Evet. Ben o dönemde…yani benim nasıl açığa alındığımı?
D.G: Anlatmadınız.
N.Y: Onu bir anlatayım.
D.G: Tabi ki.
N.Y: Ondan sonra ‘80’e geçeyim ben.
D.G: Olur, ne varsa anlatabilirsiniz 80’den önce.
N.Y: İşte 70… 78 Haziran’ıydı tabi, M.U. arkadaşım, liseden D. adında bir öğrencim ile Fırat kenarına gidiyorlar, burada bombaları, dinamitleri deniyorlar işte, bombalardan biri herhalde daha önceden bir yerde deneniyor, yani onu açıklamayayım da, bir kere deneniyor patlamıyor, bunun üzerine bunlar bozuk mu değil mi diye tekrar Fırat kenarına gidiyorlar.
Ondan sonra tekrar bunlar Fırat kenarına gidiyorlar bunu denemek istiyorlar yani bunlar eğer işe yaramıyorsa imha ederiz diye. O anda M.U. adlı arkadaş fitili ateşleyip kuma gömüyor, uzaklaşamadan patlama oluyor… Patladığı zaman da kolu kopuyor…78 Haziran’ı falandı herhalde… Bir baktım öğrencim olan çocuk kanlar içersinde içeriye girdi. Annesi de zaten oturuyor evde, biz komşunun evindeyiz. Ne oldu dedim? Dedi ki, kısa kivranın elinde bomba patladı, ölmek üzere! Bir taksiciyle beraber gelmiş, taksi tutmuş. Neyse biz gittik, gittik olay yerine, bir baktım yani kolu, bacağı yani hepsi kopmuş, paramparça olmuş. Diğer çocuğun da yüzü öyle şey parçalanmış. M.U. beni görünce şey dedi, evimi boşalt dedi, ondan sonrada kan kaybından bayıldı. Onu aldık hastaneye getirdik. Özel bir hastaneye götürdüm, orada, bunun kolu kopmuş ama daha geriden kesilmesi gerekiyor. yani ben o zaman işte… kendi ismimi vermişim, demek biraz da daha duygusal olunca, neyse o öyle. Taksici polise gitmiş hemen. İşte bir öğretmen bunu yaralı olarak getirdi, işte orada da bombalar silahlar vardı, şunlar bunlar vardı Fırat’ın kenarında. Ben, hem ilkokul öğretmenliği yapıyorum hem de ücretli ders alıyorum. D sorguda, kolu kopan M.U. ın askeri sorumlu, benim de siyasi sorumlu olduğuma dair ifade veriyor. Ortaokul son sınıfının Türkçe dersi imtihanındayız… polisler geldi beni aldı. İfadenize başvuracağız dediler, yarım saat sonra dönersiniz, dediler, 3 ay sonra cezaevinden geldim (gülüyor)
Sorguda, bana M.U.’ın evimi boşalt dediğini, bulunan silahlar olduğunu… sordular. Hayır bunların hiçbirisi olmadı dedim, yani ben hiçbir şey görmedim, ben bir öğretmenim dedim, bir insan ölmek üzereyse ben insani görevimi yaptım, onu hastaneye kaldırdım hepsi bu! Beni jandarma almıştı. Öğrencim olan D’in ifadesi üzerine polisler geldiler, onu bize vereceksiniz, biz zaten onu önceden de tanıyoruz, bu Erzincan’da işte TİKKO’cuların elebaşlarından birisidir vs. dediler. Ben jandarmaya, beni siz aldınız dedim, beni neden bunlara vereceksiniz yani… Jandarma yüzbaşısı fena biri değildi, burada kalacak dedi. Ondan sonra aile bireylerinden x i aldılar… toplam 20 kişi insanı topladılar. Tabi beni bir cemseye, askeri cemseye bindirdiler, o cemsenin önüne bütün silahları, bombaları dizdiler, diğer arkadaşlarımı da aldılar, bizi böyle Erzincan’ın içinde gezdirerek teşhir ettiler!
D.G: Aa!
N.Y: İşte, bakın bombacıların elebaşısı bu! Ve o dava 10 sene sürdü ve ben her duruşmaya Bombacı Nazmiye ve arkadaşları diye çağrıldım. Ondan sonra işte cezaevine gittik, yani ben yine tabi aynı şeyleri söyledim. Ben insani görevimi yaptım, dedim. Beni 2 ay sonra bıraktılar. Tekrar sıkıyönetim gelince tekrar bu sefer…
D.G: M.U. arkadaşınıza ne oldu, yaşamını yitirdi mi yoksa hayatta mı?
N.Y: Yok, yok hayatta. 10 sene kadar cezaevinde kaldı, Erzurum’da… Erzincan’da sıkıyönetim kalkınca bunları Erzurum Cezaevi’ne naklettiler. Ben 4 sene kırmızı bültenle arandım. Yani ondan sonra Z. arkadaş yakalandı, M. arkadaş zaten içerideydi. Ali Mete askere alınmıştı, kaçtı geldi, tekrar dağa çıktı orada şehit oldu. 79’da aranınca Erzincan’ı artık bıraktım, 79’un Kasım ayında İstanbul’a geldim.
D.G: O iki aylık süreçte ne yaşadınız içeride, Erzincan’da? Sizi nasıl teşhir ettiler, yani neler hissettiniz?
N.Y: Erzincan da adliye ile cezaevi arası uzun bir mesafeydi. Bizi duruşmalara götürürken el ele kelepçeleyip teşhir etmek için yürüterek götürüyorlardı.
D.G: Aa!
N.Y: Ve o arandığım dönemde, sokaklara afişlerim yapıştırılmış, Erzincan’daki faşist gerici kesimler benim afişlerde gözlerimi oyuyorlarmış, bombacı anarşist diye. 4 sene sonra da işte İstanbul’da yakalandım.
D.G: Yani kaç yılında yakalandınız, 83’te mi?
N.Y. İstanbul’da, 82 Mayıs.
D.G: Ha siz darbe zamanı içeride değildiniz?
N.Y: Yok işte diyorum ya, 79’da ben İstanbul’a geldim. Türkiye’nin dörtbir tarafına afişlerimi astılar. Ben geçerken kendi resimlerimi görüyordum İstanbul’da yani o iskelelerde şurada burada geçerken…
D.G: Peki. İstanbul’da neler yaşadığınız, nasıl saklandınız o 2-3 yıl, neler oldu? Ne gibi badireler atlattınız? Darbeyi nasıl karşıladınız? Hiç yurtdışına çıkmak istediniz mi? nasıl yani o iç dünyanız, psikolojiniz nasıldı?
N.Y: E tabi sonuçta aranıyorsunuz… İstanbul’a geldikten sonra Ünal Küçükbayrak (Tunceli’de 7’ler Katliamı vardır, o katliamda öldürüldü.) ve 30 yıldır içeride yatan H.G. arkadaşlarla benim ilişkilerim vardı. Cezaevlerinde tek tip elbise uygulaması başlamıştı, biz dışarıda eylemlerle içeride tek tip baskısına maruz kalan, elbise giymeyi reddeden arkadaşları destekliyorduk. Kemal de o zaman avukattı.
……
D.G: Evet. Peki, yani gözaltı ve tutukluluk ve hükümlülük dönemlerinize girebiliriz, nasıl oldu, nasıl yakalandınız?
N.Y: Evet. İşte ben dedim ya… afişlerlerle aranıyorum. Ama tek tip elbise dayatmasına karşı arkadaşlar ile eylemler düzenliyoruz.
D.G: Aranmanıza rağmen katılıyordunuz?
N.Y: Tabi, tabi, aranmama rağmen gidiyorum yani o anda yani yakalasalar da yakalarlar yani ne yapalım sonuçta bir mücadele veriyorsunuz, bir şeye katıldıysanız, inanmışsanız onun bedelini ödeyeceksiniz. Yakalanma ile sadece dışarıdaki göreviniz bitiyor, ama mücadele devam ediyor. Kardeşim geldi Çağlayan’da ailemle burada ev tuttular ve Kemal’in evi var yani bekar evi var. Yani o arada biz sözlüyüz, ben arada Kemal’in evine de gidip geliyorum Sonra bir gün Kemal’in ağabeyi Almanya’dan gelmişti, gittim oraya. O arada da biri geldi oraya, ajan denilen biri…. Ya işte biz senin burada olduğunu biliyoruz da bak işte kaç senedir aranıyorsun, ama biz senin yerini biliyorduk da, seni söylemedik falan! 2 gün sonra polis geldi beni aldı. Evet polis beni aldı. 15 gün şubede kaldım. Bir de Tunceli’den görümcemin oğlunu getirmişler, O’na ulan diyor sen de Tuncelili değil misin? diyorlar.
Yani bunu niye aldınız, Tunceli’de pasaport almış gelmiş yurtdışına gidecek bir insan, 17-18 yaşında! Olsun diyorlar, Tuncelili olması yeter! İşte her akşam böyle saat 5’den ertesi gün sabah 5’e kadar sorgulanıyorsun. bak işte sen kırmızı bültenle aranıyorsun da, sen arandığının farkında değil miydin de… işte herhalde bu saatten sonra Kemalizm’i savunacak değilsin! Kemalizm’i savunsaydım öğretmenlik yapardım, savunmadığım için buradayım vs. dedim. İşte o 15 gün öyle ben sorguya gittim geldim, gittim geldim. Orada bir sandalyede oturuyorsunuz yani gece gündüz ne olduğu belli değil. 20.günde Erzincan polisi geldi beni almaya. Ya dedi sen, işte suratıma bakınca Allah Allah, inanamıyoruz ya, kalk ayağa dedi, kalktım, ne var dedim! Ya biz seni böyle Çingene suratlı bir şey bekliyorduk da, senin görünüşün hiç öyle de değilmiş ya sen nasıl böyle terörist oldun vs… Neyse oradan aldılar beni, tekrar arabaya, kelepçelediler kendi ellerine, otobüse getirdiler. Otobüste Erzincan’a giden insanlar beni tanıdılar, yani bak işte Nazmiye hoca, polisler götürüyor. Oradan Erzincan’a geldik, Erzincan’da tabi şubeye geldik, şube müdürü hala orada 1.şubede, hoş geldin dedi! Gittin, kaçtın en sonunda yine geldin, elimize düştün dedi. Bak dedi buradan S. geçti, Ali Yavuz Çengeloğlu geçti… (Yani ben gittikten sonra benim görevimi üslenen arkadaşlar) İşte biz bunlara etmediklerimizi bırakmadık, şimdi sıra sende. İşte bu Ali Mete berber Nuri adlı ajanı öldürdü, geldi senin evinde kaldı biz onu da biliyoruz! İyi dedim, benim evimde kaldıysa niye o zaman gelip beni almadınız? Neyse, bazı eylemleri saydılar, benimle ilişkilendirmeye çalıştılar. 20 gün de orada öyle işkencede kaldım. Ondan sonra şey Kelkit’te bizi yakalayan V. Adlı komiser benim yakalandığımı duymuş, Kırklareli’nde görev yapıyor, Erzincan şubeye geldi. Ondan sonra bak bak dedi benim yüzümü ne hale getirdiniz, Erzincan’da bomba patlattınız Ali Mete ile birlikte..
Şimdi sıra bende, yani bir sürü küfür, tekme tokat. Bir de çiçek getirmiş, al bunu münasip bir yerine sok diye.
Askeri havaalanında polisler gelip bakıp gidiyor, ardından askerler… sinirlendim, ne diye bakıyorsunuz? dedim. E, ne yapalım, Nazmiye Can gelmiş.. merakımız, görmek istiyoruz. İyi dedim o zaman bakın. Orada 3.ordu komutanı vardı N. adında biri… N., talimat vermiş, benim huzuruma getirin, demiş… Götürdüler. Rusya da ataşelik yaptığını, komünizmin ne kadar kötü bir yönetim olduğunu bildiğini anlattı, ardından da, Bak sizin lideriniz Gültekin Gazioğlu da sizi bıraktı kaçtı gitti. Yani sen niye bulaştın bu hareketlere de işte bak, bir yandan da Kürtler… Ben de Kürdüm, Kürt olmak bir suç mudur dedim? E ondan sonra şey dedi, bak işte sen idam cezasıyla yargılanacaksın, vs…vs..Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. 20 gün de orada tekme tokat…! Ondan sonra Erzurum Cezaevine gittim. 3- 4 gün de Erzurum Cezaevi’nde kaldım.
D.G: Evet. Peki yani bu… bu yargılama safhası ne zaman başladı? Başladı mı hiç? Bu işte dava dosyanız, mahkemelere gidiş gelişler, duruşmalar, mahkeme heyetinin tavrı, aile, avukat, biraz da buralara değinebilirsiniz, buralardan da…
N.Y: Yani işte ben zaten 78’de biraz yattım Erzincan sivil cezaevinde, o zaman sıkıyönetim yoktu. Dosya orada kaldı. 80’de Erzurum 1 nolu cezaevinde kaldım. Erzurumda yargılandım. Avukatım Kemal Yılmaz’dı gene, bir de Erzincan’dan bir akrabamız avukat vardı.
İşte duruşmalara gidiyoruz geliyoruz. 1 nolu cezaevi çok kalabalık, cezaevlerinde bayanlara hiç yer yok, 1 nolu, 2 nolu, 3 nolu, 4 nolu, bütün cezaevleri dolu. Artvin Dev-Yol davası sanıkları 1 noludaydı. Biz 70-80 bayan işte adli mahkûmların bulunduğu sivil cezaevine gönderildik. O dönemde işte bizden G. diye bir arkadaşım var. Hanak’tan tutuklanmış gelmişti. Bir tane F. arkadaşımız vardı şeyden… ayrıca Artvin Dev-Yol’lu kızlar vardı. 6 ay, 1 seneye yakın o Erzurum Cezaevinde yattık, koşulları tabi ki ağır. Hani adlilerle kalıyorsunuz, bir odada 3 katlı ranzalarda 70 kişi kalıyorsunuz. Avukatım geliyor gidiyor. Ben duruşmalarda tahliyemi istiyorum. Benim Necati diye bir avukatım var aynı zamanda akrabam. Ya sen idamdan yargılanıyorsun, ne diye durmadan tahliyeni istiyorsun, diyor bana. Ama diyorum, ben ifademde hiçbir şeyi kabul etmiş değilim yani… Neyse ben bir 6 ay öyle her defasında tahliyemi istedim, sonunda bir gün beni tahliye ettiler. (gülüyor) Tabi bu arada Kemal de duruşmalara gelip gidiyor. Ali Mete, Z. ve başka arkadaşlar da var, aynı davada yargılanıyoruz. Kars Grubu var, onlarla aynı davada yargılanıyorsunuz.
D.G: Kars Grubu sizin kendi grubunuz mu?
N.Y: Evet.. Dev-Yol’un ve PKK’nin de grubu vardı…
D.G: Kars Grubu’nda olan arkadaşlarınız hatırlıyor musunuz?
N.Y: Efendim!
D.G: Kars Grubu’nda olan arkadaşlarınız kimlerdi?
N.Y: Kars Grubu’nda birkaç tane var. H. Adlı bir bayan arkadaş, Göleli H. vardı o hatırımdakalan… Şavşatlı kızlar vardı. Artvin Dev-Yol’un içinde kızlar vardı, 50-60 kişi kadar…. öğretmeninden, avukatından, mühendisinden…
D.G: Sizin hareketinizden olan?
N.Y: ……
Cezaevin de, örgütlerin koyduğu bir kural vardı. Gelen para, yiyecek vs.
O örgütün grubuna verilirdi. Diğer siyasetten arkadaşlarda aynı davranırdı.
Yani genelde cezaevi yemeklerini yersiniz ama arada bir de gelen yemeklerden siz kendiniz yemek yaparsınız. Orada bir savcımız vardı iyi bir insandı. Umutlarınızı yitirmeyin, hiç üzülmeyin, derdi… Dışarıdan gelen, depoda tutulan kitapları, Server Tanilli kitapları dahil getireceğim, okuyun, moralinizi bozmayın hiç şey yok… Dedik ki ya biz niye moralimizi bozalım (gülüyor) zaten biz bu dava uğruna gelmişiz, böyle de gidecek! Yani sonuçta, çok insanların umurunda değil yani… Savcımız bize kitaplık gibi bir yer kurdu, ondan sonra savcıyı da sürdüler (gülüyor) oradan. Sonra ben 1 sene sonra tahliye oldum. Ama ben Erzincan’da tekrar o eski davamdan dolayı Erzincan’a, Erzincan Cezaevi’ne gitmem gerekiyor. O savcımız daha o dönemde gitmemişti, ben sizi gönderirim dedi, yani devletin arabasıyla sizi Erzincan Cezaevi’ne göndereceğim, dedi…Erzincan Cezaevi’ne geldim 82 Şubat’ında… Savcı geldi, sen her sabah kalkacaksın, bunlara türküm, doğruyum, bir de istiklal marşını öğreteceksin! dedi.
D.G: Aynı savcı mı?
N.Y: Yok, yok.. Erzincan savcısı. Erzincan’da faşist bir savcımız var.
Neyse, ben istiklal marşını, türküm, doğruyum vs. öğretseydim, okulda görev yapardım, öğretirdim dedim. Burada da öğretmeyeceğim dedim. Ondan sonra bu savcı, 3 ay beni tahliye etmedi. İşte ondan sonra 83 müydü, 84’dü tahliye oldum.
D.G: Peki, kısa bir ara verelim sonra devam edelim olur mu?
D.G: Evet bir çay molasından sonra görüşmemize devam ediyoruz. Ablacığım en son gözaltı ve tutukluluğunuza değindiniz. Fakat İstanbul’da geçirdiğiniz bir zaman vardı, yani 79’un sonunda geldiniz…
N.Y: 79’un Kasım’ında geldim İstanbul’a, 82’nin Mayıs’ında yakalandım.
D.G: O İstanbul sürecini biraz konuşabiliriz, yani neler yaşadınız, burada başınızdan geçen şeyler nelerdi, ne gibi çalışmaların içerinde bulundunuz. O kaçak hayat, yani kaçak demeyeyim de…
N.Y: Kaçak, kaçak.
D.G: Ha yani o kaçak hayatınıza değinebilirsiniz etraflıca.
N.Y: Evet yani İstanbul’a geldikten hemen sonra kırmızı bültenle aranmaya başladım.
Neden?
Kelkit mitingi sırasında V. Komiserden bahsetmiştim. V. Komiser Erzincan’a gelmiş… Hareket, Erzincan da bir bombalı pankart eylemi yapmış, V. Komiser bu pankartı indirmeye çalışırken, bomba patlamış, ağır yaralanmış….
Ali Mete arkadaşa, yahu ne oldu, dedik… Ali Mete arkadaş, , valla kirvem dedi, ben dedi, V. ‘ye hani bir çay sözüm vardı ya, bana sen benim çayımı içmezsen ben senin çayını gelir içerim, demişti. Ben V.ye çay ısmarladım, dedi. Ondan sonra Ali Mete tekrar yakalandı. Ali Mete ile beraber bir çok arkadaş da gözaltına alındı. Ali Mete’ nin çalışma yaptığı ve örgütlediği ve eğitim verdiği Erzincanın bir çok köyünde yaşayan köylüler, destek için emniyetin kapısı önünde
Toplandılar ve A.M.’yi bize vereceksiniz, dediler
Tabi bu olaydan sonra ben, yeniden aranmaya başlandım. Ben şimdi tabi o dönemde, 78’de açığa alınmışım, M. Arkadaşın elinde patlayan ve kolunu kopardığı olaydan sonra, meslekte açığa alınmıştım. Erzincan Senatörü Niyazi Ünsal ve Milletvekili Lütfü Şahin ( anne tarafımda akrabam olur) geldiler benimle görüştüler, ya işte hocam, sen gel Erzincan Valiliğinde özür dile, ben bir daha bu tür eylemlere katılmayacağım, de… Vali seni göreve alacak. Ben özür dilemem., dedim. Özür dilemediğim için de beni göreve iade etmediler. Ayrıca, MİT’in dosyama el koyduğunu, yakanı bırakmıyor, dediler… İşte V. komiserin yaralanmasıyla birlikte ben tekrar gözaltına alındım. Maaşımı alması için, okuldan bir öğretmen arkadaşımı göndermiştim. İşte diyor ki, ben Nazmiye Can’ın maaşını almaya geldim, orada polisler duruyormuşlar, öğretmenler odasında. Bunu apar topar alıp şubeye götürüyorlar, bir güzel dövüyorlar. O Nazmiye Can kendisi nerede ki, sen niye gelip onun maaşını almaya çalışıyorsun? Yani o işte burada yok falan diyor, işte annesi burada mağdur olmasın diye, rica etti ben geldim alayım. Bir gece onu tuttuktan sonra bıraktılar. Ben de o gidiş İstanbul’a geldim 79’da, yani tekrar arandığım için İstanbul’a geldim. İstanbul’da işte bu 79 Kasım’ı, 82 şeyinde, Mayıs’ına kadar. 12 Eylül’de bizim görevimize son verdi. Görevden alındığım tarihe kadar 3 sene maaş aldım.
Çağlayan da oturuyoruz. Çağlayan girişinde, Dev-Sol’lular büyük bir bez afiş asmış, işte polis dur Kızıldere ikiye geldin, diye… 79’da öyle. Sabahlara kadar Çağlayan mahallesine polis zaten kolay kolay giremiyor.
Şimdi bakıyorum da Çağlayanın hemen hepsi akpli…. bu insanlar aynı insanlar diyorum, yani herkes türbana girmiş…. Bu dönem de içeride tek tip elbise giymemek için direnen içerideki devrimcilere destek için çalışıyoruz. Ünal Küçükbayrak vardı, Urfa Siverekliydi ve İstanbul sorumlularından biriydi. Yani onunla Çağlayan’da, gecekondu mahallesiydi, örgütleme çalışmaları yapıyorduk.
D.G: Evet. Peki, bu hapishane sürecinde yani hapishanenin fiziki koşulları nasıldı? Yönetimin uygulamaları nelerdi? Günlük yaşam nasıl olurdu? Ortak alanları nasıl kullanırdınız? Bu yeme içme sorunları nasıl çözülürdü? Buna benzer şeyleri konuşabiliriz.
N.Y:Evet… biz askeri cezaevlerinde kalamadık bayan olarak. Erzurum’daki bütün askeri cezaevlerinin doluydu. 80 kişiye yakın tutuklu bayan arkadaşlarla beraber adli tutuklularla kalıyorduk. O dönemde bayanlar Artvin Dev-Yol davası sanıklarıydı. Bir kişi PKK davasından, iki kişi de biziz Partizan’dan… Cezaevinde o dönemde sigara iki saatte bir tane içeceksiniz, hep beraber içiyorsunuz aynı anda, çünkü kapalı bir alan devamlı şey yapamıyorsunuz, yani herkes her istediği saatte sigara içemez. Zaten ben cezaevine gittikten sonra da pek sigara içmedim yani o dönemde. Yemekler karavana gelirdi genelde, işte bazen kantinden bir şeyler alıyorsunuz, bir şeyler yapıyorsunuz, öyle.
Banyo bir tane…bir kömür sobası var. Sırayla banyo yapabiliyorsunuz. Artık kaç günde sıra gelirse… Savcı iyi biriydi, bahsetmiştim. Ambarı boşalttı, kütüphane yaptı. Bir gün de Saddam kimyasal madde atmıştı ya şey, o katliamı…
D.G: Halepçe.
N.Y: Halepçe katliamını protesto ediyoruz. Tabi kapıların arkasına ranzaları yığdık, yemekleri içeri almıyoruz. Polisler işte geldiler, gardiyanlar kırdılar döktüler, kapıları açtılar. Ama, kimseyi alıp şubeye götürmediler, hücrelere koymadılar.
Adli suçlular vardı. Erzurum’un genelevi meşhurdur, devamlı genelevde çalışan kızlar geliyordu. Artvin Dev-Yol’cular bu kızlara çok kötü bakıyorlar, onları aşağılıyorlar, dayak döveceklerini ifade ediyorlar. Ben itiraz ettim, onlarında halkın bir parçası olduklarını, zorunlu kaldıkları için bedenini sattıklarını, yani bir insan bedenini satarak ne kadar memnun olabilir, ne kadar para kazanabilir vs. vs. eğer döverseniz sizi teşhir ederim, dedim. Ayrıca, adli kadın mahkümlara da yemek ve banyo sırasında kötü davranıyorlardı…..Neyse, öyle bir süreç yaşandı yani koşullar zordu.
D.G: Evet.
N.Y: Bir yatakta 2-3 kişi yatıyorsunuz yani. yer yok, yatak yok. Bir de bir Arap nenemiz vardı, bir anekdotumu anlatayım. Kadın yaşlı bir kadın, oğlu gelinini öldürmüş, bu da cinayeti üstüne almış, ben öldürdüm, demiş, cezaevine gelmiş ve 7-8 senedir yatıyor cezaevinde. Şimdi kadın böyle bize bakıyor, bakıyor, bakıyor… biri tahliye oldu mu hemen başlıyor, Kenan Evren’in garıları diyor, .
He siz ceza aldınız, bombaları patlattınız, geldiniz, cezaları Arap’ın üstüne, siz dışarı, cezalar Arap’ın üstüne siz dışarı! Diye söylenirdi. İsmi Arap, Erzurum Hınıslı bir kadın.
Bir sabah da kalktık Arap yatağını balyalamış, toplamış koğuşun kapısının önünde oturuyor. Arap, hayrola ne oluyor, dedik. Bugün tahliye sırası bende, dedi.
Erzurum sivil cezaevi caddenin üzerinde bir cezaevidir. Koğuşun kapısı açılınca, Arap dışarı kaçtı. Ya gardiyanlar peşinden koştular, Arap ne yapıyorsun, ne ediyorsun? Niye diyor, hep bunlar mı tahliye olacak, bugün sıra bende! Yaka paça getirdiler içeri. Öyle de renkli bir teyzemiz vardı.
D.G:Peki aileniz hapishanedeki ziyaretler nasıl olurdu, biraz da o mahkeme safhasında aileniz geldi mi?
N.Y: Tabi, tabi…
D.G: Biraz bahseder misiniz?
N.Y: İstanbul’da polis beni alıp Erzincan’a getirdikten sonra annem ve kardeşim (babam zaten çok önceden ben öğretmen olmadan önce vefat etmişti) Erzincan’a geliyor, Erzincan’da olmadığını öğreniyorlar, Erzurum’a geliyorlar, Erzurum’dada, burada “yok” diyorlar.
Bir gün işte annem…
D.G: Buyurunuz.
N.Y: geliyor Erzurum Cezaevi’nin önünde Nazmiye Can diye birisi geldi mi buraya, diye soruyor. Biz de pencereden bakıyoruz, askerler annemi tuttular sokağın öbür başına fırlattılar. Yani, gözaltına alınışım itibariyle 45-50 gün geçmiş, ailem benim nerede olduğumu bilmiyor, cezaevi cezaevi gezdiriyorlar. Annemi öyle yerlerde sürükleyince biz pencereden bağırdık. Yani, 45 gün sonra beni cezaevinde buldular.
D.G: Peki yani ne geçti aranızda, ne gibi diyaloglar, ilk karşılaştığınız anda ne konuştunuz hatırlıyor musunuz?
N.Y: Yani annem metanetli bir kadındı, öyle kolay yıkılacak biride değildi zaten. Ben ilk yargılanmam sırasında gazeteler idamla yargılandığıma dair haber yapıyorlar, köyden de bir gerici adam getirip o gazeteyi bizim kapının önüne bırakıyor. “ bombacı Nazmiye Can” idamla yargılanacak… diye.
Annem bir demlik çay koyuyor, kapıların önünde tandırlar vardır böyle bilmiyorum sizin memlekette de var mı? Çay koymuş içiyor, oradan radyosunu da açmış dinliyor… Köylüler gelip ağlıyorlar, işte teyze ne olacak? Acaba idam ettikten sonra cenazesini bize verirler mi, köye getirelim vs. böyle çok yıkıcı dramlar yaşanıyor! Yani annem tabi üzülüyor yani, ama metanetini elden bırakmıyor.
Sonra cezaevleri sürecinde bir gardiyanımız vardı böyle Kürt bir gardiyandı. Ya diyordum bak annem çok uzaklardan geliyor, böyle kaçamak olarak onu içeriye alabilir misin cezaevi koğuşuna? Annem işte yağ, çökelek işte ne bulduysa getiriyordu, arada bir gelişlerinde o koğuşa böyle içeri gizliden alıyordu, bir iki saat oturuyorduk yani koğuştaki insanlarla beraber.