Osman Uludağ (O.U:) (1949) ©2017Onur Vakfı
İmam Demirtaş (İ.D:) (1936) ©2017Onur Vakfı
Nihat Bakış (N.B:) (1951) ©2017Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Şükrü Aslan (Ş.A:)
Şimdi ATİF’in, (Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu) ATİF fikri nereden orta yere çıktı? Daha önce anlattık işte 10 tane kadar dernek bir federasyonun, Türk-Alman Federasyonu’nun içerisinde muhalefet yürüttüler ve bir dönemden sonra bu muhalefet artık engellendi ve dışarı atıldı bu dernekler.
Dolayısıyla yeni bir federasyon kurma fikri buna bağlı olarak orta yere çıktı. Hamburg Derneği olarak da biz de aynı süreçte bu muhalefete katılmamakla birlikte bir başka Türk federasyonu, konsolosluk çevresinin kurduğu bir federasyonun içerisindeki muhalefetimizin sonucu biz de bu birliğe katılmaya karar verdik ve fikir bu şekilde orta yere çıktı. Bu fikir tabi ki daha çok siyasi arkadaşlar, duruma daha fazla hâkim olan siyasi arkadaşlar bize epeyce yardımcı oldular, onu buradan söylememiz lazım. Ve ilk program, tüzük ve toplantılar yani bir federasyonun kurulmasıyla ilgili akademik ve bürokratik kuralların yerine getirilmesi için de siyasi arkadaşlar bizden daha bilgiliydiler, tecrübeliydiler, bize yol gösterdiler.
Görüşmeden dernekleşme öyküleri ile ilgili bölüm:
Siyasi arkadaşlar bizden daha bilgiliydiler, tecrübeliydiler, bize yol gösterdiler.
DERNEKLEŞME FAALİYETLERİ
ATİF ve ATÖF KURULUŞ VE FAALİYETLERİ
Ş.A: Merhaba, Onur Toplumsal Tarih Araştırma Vakfı’nın sözlü tarih projesi kapsamında bugün Almanya’da, 1970 ve 80 yılları arasında Türkiyeli işçilerin örgütlenme deneyimini konuşacağız. Projemizin bu kısmında 1976 yılında kurulan Almanya, Türkiyeli İşçiler Federasyonu’nun ilk yönetim kurulu üyelerinden üç kişiyi, üç kişiyle sohbet edeceğiz. İmam Demirtaş, Osman Uludağ ve Nihat Bakış, üç değerli konuğumuzla söyleşimize başlıyoruz. Ben Şükrü Aslan, bugün 1 Aralık 2018 ve Almanya’dayız, teşekkürler. Bu, bu bölümde biraz, ilk turda biraz kendinizi tanıtmanızı rica edeceğim, kökleriniz, aile kökleriniz, geçmişiniz, çocukluğunuz, sonraki hayatınız, buyurun Osman Bey’le başlayalım.
O.U: Evet merhabalar, benim adım Osman Uludağ, 1949 Amasya doğumluyum. 1978’den, ‘81 başlarına kadar ATİF başkanlığı yaptım. Bu dönem aynı zamanda yurtdışında ATİF’in ilk kuruluş ve inşa dönemlerini kapsamaktadır, bu bakımdan önemlidir. Bu dönemdeki tecrübelerimi anlatmak istiyorum. Benim aile kökenim Gürcistan’dan gelmektedirler ve 1877’deki Osmanlı-Rus Savaşı’da Osmanlı ordusu yenildikten sonra Osmanlı ordusunun peşine takılarak Anadolu’ya geldiler ve Amasya’da eskiden Ermenilerin yaşadığı bir bölgede toprak verdiler, onlar da köylerini oraya inşa ettiler, köyün ismi Akyazı Köyü.
Ailemizden, bir kişi dini okullara değil de, normal cumhuriyet okullarına gitti ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldu, Ve bu kişi daha sonra İşçi Partisi’yle ilişkiye geçti. Hasan Uludağ, ben buna, kendisine bazen ustam, bazen de babam derim, çünkü beni sosyalizmle tanıştıran kişi budur. Daha sonra Türkiye İşçi Partisi üyelerine yapılan saldırılardan dolayı Türkiye’den kaçtı, önce Danimarka’ya ve oradan da Almanya’ya göçtü. Ben de askerliğimi bitirdikten sonra, Almanya’ya işçi olarak yazıldım ve Almanya’ya geldim. Gelişimin sebebi tamamen ekonomikti.
Ş.A: Hangi yıl?
O.U: Doğrudan doğruya Bremen tersanelerine geldim.
Ş.A: Hangi sene?
O.U: 1972 Eylül’de. Hasan Uludağ Hamburg’daydı. Bizim yaptığımız anlaşmaya göre 1 sene en azından ilk geldiğimiz firmada çalışmamız gerekiyordu, burası Bremen’di ve ben 1 seneyi daha doldurur doldurmaz sanki hedefim doğrudan doğruya orasıymış gibi, doğrudan doğruya Hasan Uludağ’ın yanına gittim. Bu arada Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edilmişlerdi. Hasan Uludağ’la oturduk bana 6 ay boyunca sosyalizmi anlattı, ben çok ayak direttim, sosyalist olmamak için yani ne gerekirse onu yaptım, namaz kıldım, dua ettim. Bir gün gene Hasan Uludağ’la beraber yolda gidiyoruz, o da durmadan hala kulağıma anlatıyor, o kadar canım sıkıldı ki artık, durdum, dedim, tamam Hasan ağabey söylediklerin çok doğru, sosyalizmi ben kabul ediyorum dedim.
74 başlangıçlarında, 73 sonunda, 74 başlangıçlarında Hamburg’da tercümanların eksportların ve konsolosluk çevrelerinin içerisinde MHP’li güçlerin de bulunduğu bir dernek vardı, buranın bir genel kurulu vardı. (Neşet DANIŞ, devrimciler adına konuşuyordu)
Bunlar (MHP’lier) bir saldırdılar bize, çoğumuz birbirimizi tanıyamadığımız için bu saldırı karşısında geri çekilmek zorunda kaldık. Önemli bölümü pencerelerden, camlardan kaçtılar ve orada güzel sopa yedik, Neşet Danış’ı içeri girmek için zorlayınca, içeri çekmişler ara odalarda bir yere götürüp 5-6 kişi döve döve onu orada öldürdüler [1]Neşet Danış’ı!
Ş.A: Öyle mi?
O.U: Evet. Ve bu Almanya’da yabancılar içinden ilk politik cinayetti, linçti. Ve onun peşinden bir yürüyüş yapıldı, o yürüyüşe Almanya’nın her tarafından devrimciler geldiler. Meğer örgütlüymüşler yani ben onları ararken onlar başka bir yerlerde örgütlüler, birbirleriyle ilişkileri varmış, bunları daha sonradan öğreniyorum. İmam dayı da zaten anlatacak, sekiz on tane dernek. Bu arada bir çok siyasi yapı vardı, faaliyet gösteren… Şafakçıları tanıdım. Bir dernek vardı,
Derneği kongreye götürdüm.
Ş.A: Derneğin adı ne?
O.U: Almaya Hamburg Türk ve çevresi Türk İşçi Cemiyeti, öyle bir ismi vardı, evet. derneği kongreye götürdük ve o zamanki yönetim kurulunda da görev aldım. Görev aldım, bu sefer derneği, çeşitli federasyonlar filan var, derneği bir federasyona üye yapalım dedik, fakat dernek yönetim kurulumuzda çeşitli fikirler vardı. Bir bölümümüz diyordu ki, yani esas yani siyasi örgüt Şafakçılar filan diyorlardı ki, bizim eski muhalefet derneklerimiz, eski federasyondaki, neydi federasyonun ismi İmam dayı?
İ.D: Türk-Alman Federasyonu, İşçi Federasyonu.
O.U: Federasyon vardı, o federasyonun muhalefetinden bir iş çıkmadı, çünkü atılmışlardı. O bakımdan dolayı yeni bir federasyon kuralım diye fikir vardı.
Fakat Türkiye Devrimci Federasyonu diye bir federasyon vardı, Essen’deydi galiba … yönetim kurulu benimle Halil Esen’i TDF’nin kongresi vardı oraya gönderdiler ki bir izlenim elde edelim, nasıl yapacaksak yönetim kurulunda karar vereceğiz. Gittik işte mesaj okuduk, başımızdan geçenleri anlattık oradakilere. Konuşmalar dinledik, tartışmalara katılmak istedik bizi katmadılar tartışmalara, söz hakkı vermediler. Bunun üzerine zaten Halil ağabey de artık yavaş yavaş oradan, yani davranışları hoşuna gitmedi pek onun da. Bizim de zaten gönlümüz yeni bir federasyondaydı, onun için oraya üye olmadık ve yeni federasyonun kurulma çalışmalarına başladık biz, çalışma başlıyordu.
Ş.A: Yeni federasyondan kastınız ATİF mi?
O.U: ATİF oluyor evet.
A.Ş: Ona geçmeden, bu Türk-Alman İşçi Federasyonu ne oldu sonra onu biraz anlatsanız.
O.U: O sonra dağıldı ama takip etmedim, oradan ayrıldık biz.
Türkiye Devrimci Federasyonu daha sonra bir başka federasyonla birleşip FİDEF’i kurdular ve orada devam ettiler. O insanlarla ama arada bir gene de görüştüğümüz oldu.
NİHAT BAKIŞ
Ş.A: Nihat Bey’le devam edelim.
N.B: Nihat Bakış: 1951 Mazgirt Riçik Köyü’nde doğmayım, 10 çocuklu bir ailenin 4.çocuğuyum. İlkokulu kendi köyümüzde okuduktan sonra Tunceli Yapı Sanat Enstitüsü’ne gittim, 6 senelik meslek eğitimi olan bu okulu bitirdikten sonra giriş imtihanı olarak Yıldız Teknik’in ilk giriş imtihanı, eleme imtihanlarını kazanınca İstanbul’a gitmek zorunda kaldım. Fakat giriş imtihanını kaybedince 1 sene İstanbul’da Çayırova Cam Fabrikası’nda mesleğimde öğrendiğim teknik resim konusunda orada bir firmada Çayırova Cam Fabrikası’nda teknik ressam olarak bir sene çalıştım. O süre içerisinde Almanya kâğıdım çıktı, tabi inşaat ustası olarak Almanya’ya Münih’e yakın olan Moosburg şehrine geldim.
Almanca kurslarına gittim, …. ‘73’ün sonbaharında Minden mimar mühendislik akademisine başladım. Fakat bu süre içerisinde Almanya Türkiyeli Öğrenciler Federasyonu’nun Frankfurt’ta yapılan 10.kongresine… ATÖF’le ilişkili öğrenci arkadaşlar vasıtasıyla katıldım.
Tabi daha önce Türkiye’de ufak tefek de olsa yani sol çevrelerle devrimci fikirlerle yüz göz olmama rağmen, bende en büyük etki olarak tabi ki Frankfurt’ta yapılan ATÖF’ün 10. Kongresi oldu.
Ş.A: Hangi yıl?
N.B: 1973, işte Nisan-Mayıs gibi olabilir. O kongrede dönüşten sonra şöyle orada aynı okula giden, birlikte yani aynı çevrede yer aldığımız arkadaşlarla bir dernek kurma faaliyetini yapalım dedik, yani bizzat biraz örgütlenelim burada diye kendi aramızda konuştuk. Bu arkadaşlardan bir tanesi de benden daha önce işte bir şekilde politik olarak Aydınlık veyahut da işte Şafak grubunla ilişkili olan bir arkadaştı. Sonuç itibariyle 1973’ün işte Temmuz-Ağustos aylarında galiba şimdi tarihini tam hatırlamıyorum, Minden Türkiyeli İşçi ve Öğrenciler Derneği diye bir dernek kurduk. İlk olarak demeyelim ama en azından Türkiyeli kelimesini o dönemde, ATÖF’ün de savunduğu bir şeydi ve derneğin ismini de öyle koyduk. Ve ben o işte derneğin ilk başkanı olarak faaliyete başladım. Tabi burada faaliyete başlamakla birlikte çok önemli gelişmeler oldu. Bir tanesi İşçi Bulma Kurumu beni yurtdışı etmeye kalktı, ya dediler ki bana, kardeşim biz seni buraya işçi olarak getirdik sen…. Sen 1 ay sonra gideceksin Türkiye’ye?
Ş.A: Ne, ne yani, biraz onu açar mısınız?
N.B:
Aydınlık’ın önderliğinde Yurtsever Birleşik Cephe diye bir oluşum oluşturulmuştu yurtdışında yani bu Aydınlık’ın dışarıda olan arkadaş tarafından. Onlar da 12 Mart döneminde işte TKPML/Tikko işte THKO, THKPC bunların yeniden bir araya gelip güçlü bir şey olması, bir birleşik cephe faaliyeti yürütmek istiyorlardı Türkiye’de. Bizi de bir, biz de bir anlamda hani onların sempatizanları olarak o birliği sağlamada Türkiye’de öncü olalım işte gençlerle buluşalım şeklinde… Ben, tesadüftür tabi köye gittikten sonra Tunceli’ye gittim, Ali İşçi’nin kaldığı yere gittim, onun kaldığı otelde yanında kaldım. Bana işte Baki’yi, birkaç arkadaşı tanıştırdı, biraz işte o bölgelerde epey kaldım yani. Buna paralel olarak ben yüksek okullara başvurdum hani yatay geçiş yapmak için. O da olmayınca, sonra bu birlik faaliyetleri durunca bize de yani bir anlamda, kardeşim yani sizinle biz bir şey yapmak istemiyoruz, başınızın çaresine bakın, deyince, tamam dedim, ben de o zaman en son İstanbul’a geldim. İstanbul Teknik Üniversite’de herhalde bir şey bulamayınca, geçiş, yalnız kaldım ve geri döndüm. Dediğim gibi, biz o zamana kadar Aydınlık’ın içersinde yer alıyorduk, onların yani sempatizanlarıydık, kadrolarıydık vesaire. Bu birlik meselesinin olmadığını işte birlikte gelince ben Almanya’ya, arkadaşlara anlattım. Hatta İbrahim Kaypakkaya’nın o şapkalı resmini de Dersim’de verdiler bana, onu da buraya getirdim, yani o bildiğimiz işte o klasik resmi falan. Tabi ilk başta biraz inanılmadı, sonradan böyle olduğu anlaşıldı ve biz o süreçte bir karar vermek durumunda kalındı yani şey olarak baktığın zaman. Yani ya bağımsız olarak Almanya’da kendi kafamıza göre çalışacağız ya TKPML’ye geçeceğiz ya Aydınlık’ta kalacağız falan gibisinden, o kendi içerisinde bir tartışmayla biz TKPML’nin saflarında işte onun sempatizanları olarak faaliyet yürütme şeyine geçtik, şey olarak, 74 şeyine kadar böyle. E ben yurtdışına döndükten sonra tekrar Minder Türkiyeli İşçiler Derneği’nin yeniden faal bir üyesi ve aynı zamanda tekrar başkanlığına seçildim ve dönem dönem okula gittim işte param olduğu zamanlar. Bu 76 senesine kadar, işte ATİF’in kuruluşuna kadar bu derneğin başkanlığını, yönetim kurulu üyeliğini falan sürdürdüm.
Derneğin o dönemki faaliyetleri esas olarak, Türkiyeli işçilerin buradaki sorunlarını doğrudan ilgilendiren meselelerdi. Mesela şunlar vardı, Türkiye’de halen, bildiğim kadarıyla 74 senesine kadar işçi akımı vardı yani gelenler. E bunların en büyük sorunları Almanca, ikinci sorun işte iş kanununda kendilerine tanınan hakların korunması. onlara tercüme hakları, sene sonlarında işte vergi denkleşme beyannameleri, bu ve benzeri birtakım ekonomik sorunların yanında, bir de tabi konsoloslukların, yabancı dairesinin baskılarına karşı bir bütün olarak ekonomik ve demokratik taleplerini savunarak onlara bir şekilde dernek çatısı altında yardım ediyorduk. 1974’teydi galiba, bizim Minden derneği de dahil konsolosluklarda, Türkiye cumhuriyetinin işte yurtdışındaki temsilciliklerinin denetiminde olan bir Türk İşçiler Federasyonu vardı. Oraya bizim Minden derneği de dahil birkaç tane dernek üye oldular, amaç o federasyonun yönetiminde hakim duruma gelmekti. Bizim, en son bildiğim kadarıyla Hannover ‘de yapılan toplantıda hem bizi kovdular, bir daha da yani onların içinde faaliyet yürütme olanağımız kalmadı. E aylar süren tartışmalar içerinde ne yapılacağı konusunda konuşmalar, tartışmalar yürütüldü ve sonuç itibariyle kendimize bir federasyon kurma fikri ağırlık kazandı. Dendi ki, ya bunlarla mahkemelerle uğraşsak bile, bunlar yarın bizi gene kovarlar ki, nitekim öyleydi. Özellikle o sıralarda Frankfurt başkonsolosu [2]Cavit Tarakçı’ydı, bizim, aklımda kaldığı kadarıyla, o da müthiş bir baskıları vardı bu çevredeki insanların üzerinde, işte dernekler ve solcular üzerinde diyelim. Nihayetinde işte 1976’da Minden derneğinin de dâhil olduğu Almanya’da Türkiyeli İşçiler Federasyonu’nu kurma…
Ş.A: Noktasına geldiniz.
N.B: Noktasına geldik.
Ş.A: Enstitüsü.
Ş.A: İlkokulu köyde okudunuz değil mi siz?
N.B: Ben ilkokulu köyde okudum. Yani bu süre içerisinde yani bu Almanya’ya geliş süresi içerisinde ama kısa bir şey, tabi Tunceli’de bulunduğumuz süre içerisinde orada biraz daha politik ortam şeydi… Mesela bu İşçi Partisi’nin Doğu mitingleri yapıldığı zaman yani ilk devrimci faaliyetleri demeyelim ama (gülüyor) devrimcilere sosyalizme böyle yakın duyma, en azından bunlara ilgi duyma o şeylerde oldu, yürüyüşlerde. Mesela Şemsi Belli’nin şiirini Mehmet Ali Bozarslan okuduğu zaman loooo Ankara’ya sesim gitmiyor looo fılan dediği zaman çok…
Ş.A: Dersim’de mi okudu?
N.B: Tabiii! Mehmet… şimdi o, o şeye…
Ş.A: Siz orada mıydınız?
N.B: Ben oradaydım, o zaman 5.sınıfa falan gidiyordum herhalde. O şeye mitinge katıldım yani, daha doğrusu ben değil herkes katıldı. Mehmet Ali Bozarslan, Tarık Ziya Ekinci, ondan sonra Kemal Burkay, Mehmet Ali Bozarslan oradaydılar, Behice Boran da oradaydı öyle zannediyorum. Hatta şey de vardı… bu İnce Mehmet’i yazan, o zaman Burkay’ın o kış…
Ş.A: Yaşar Kemal.
N.B: Kışla Caddesi’nde ufak bir bürosu vardı, Kışla Caddesi’nde, şey aşağıda doğru kışla şeyi vardı. Orada işte bizimle biraz sohbet etti, hatta sorular soruldu kendisine, ya İnce Mehmet’ten sonra ne yazmak istiyorsun? Valla aklımda kalan Binboğalar Efsanesi’ni yazıyorum, işte İnce Mehmet bir tane daha çıkacak, falan yani biraz böyle bir sohbetlerimiz oldu, o miting çok üstümde etki yarattı diyebilirim yani o politik şeye en azında ne bileyim böyle bir atılım mı diyelim buna, etki olarak yaptı. Bir başka bir şey var, tabi bu Hüseyin Cevahir bizim çok yakın köylümüz, aynı zamanda Hüseyin Cevahir’in şey, eniştesi benim ilkokulda hani imtihan eden, hani ilkokul diploması aldığımız sıralarda, bu vesileyle onları tanıyoruz, biz iç içeyiz aşağı yukarı Şirek köyüyle bizim Riçik yakın.
İstanbul’da çalıştığım sırada tam bu operasyonun olduğu zamana denk geliyor, Maltepe’deki o kuşatmayı, tabi! Ben de o zaman İstanbul’da çalışıyordum, her akşam gidip bakıyorum ne oldu ne bittiyi, o zaman Gülsuyu’nda gecekondu yapıyoruz biz amcamlar fılan yapıyordu, o vesileyle oraya gidip, Gülsuyu’na fılan gidiyordu. İlginç tarafı şu ki, ben yani çok etkilendik tabi biz bu, Cevahir’i tanıyoruz, hatta onlar yani mürşit seviyesinde yani Dersim’deki Baba Mansur’ların şeyleridirler yani, mürşit, dolayı, o vesileyle tanıyoruz ailece onları. Bir gün vurup öldürüldükten sonra bir gün grev yaptım tek başıma, çalışma o gün dedim, ilan ettim, evet çalışmadım! Sordular ne yapıyorsun? Bugün grev yapıyorum!
Ş.A: Hüseyin Cevahir’den dolayı?
N.B: Hüseyin Cevahir’den dolayı. Evet bir gün grev ve grev yapıyorum bugün dedim ve hakikaten çalışmadım. Bir başka mesele daha var.
ALMANYA’DA İŞÇİ DİRENİŞİ
Ben tabi o Goethe Enstitüsü’ne gittikten sonra biraz Almanca öğrendim, o zamanlar Almanya’da hani Almanca öğrenen veya bilen çok az insan vardı, bilenler de çok, bilir mesela bizim diğer yoldaşlar, hakikaten çok böyle kırık birkaç tane kelime bilirlerdi, ben Goethe Enstitüsü’nde biraz Almanca bilip geri dönünce biraz şaşırdılar adamlar! İş şartları alabildiğine kötüydü, biz grev eylemini de orada yaptık esasında, 25 kişi Türkiyeli insanlar vardık, birkaç yardımcı, e biz de ustayız. Hafta sonu cumartesi günleri de bizleri çalıştırıyorlar, şey olarak yani kaçak, yani kaçak değil ama firma içerisinde kaçak. Ben Almancayı öğrendikten sonra tabi bunlarla, kaldığımız yerler de alabildiğine kötü, doğru düzgün bir banyomuz yok, yani suyu ısıtıp yıkanıyoruz. Hatta bir seferinde [3]arbeitsamt’a gittik, başvurduk, nereye gideceğimiz bilmiyoruz ki, gidelim şu arbeitsamt’a diyelim ki, bizim yerimiz kötü! Adam bir kamyon getirip kum döktü oraya, bir daha bir şey de yapmadı, devam ediyordu. Bir de tabi iş yerinde iş şartları da kötü, biz 6-8 kilometreyi bisikletle işe gidiyoruz, kış, kar. Dedik, eğer bize ustabaşı bugün bozuk bir şey atarsa cumartesi günü işi bırakalım, tamam dedik! Hepimiz konuştuk, tamam dediler. Gittik tabi iş o gün, ben Almanca biliyorum ya, tamam dediler, iyi hadi bugün yapalım. Gittik adam gene bağırıp çağırıp bir iki de bozuk atınca hepimiz böyle iskelelerde o gün de sıva yapıyoruz, böyle koca bir binanın, 5-6 dairelik binanın dış sıvasını. Çağırdım, hadi iniyoruz, dedim! E biraz kenarda köşede azıcık salona yavaş malzemesini toplayanlar oldu ama hepimiz de hurraaaa inşaata gittik. Tabi bunlar, ne oldu bunlara diye arkamıza şefi, karısı, arabalarla fılan geldiler heimlara… yani tekrar bizi işe göndermeye.
Ben Almanca bildiğim için… ha orada bir de, patronların o dönemlerde tabi şeyleri var, hani böyle yavşakları dediğimiz, böyle üç beş kelime bilen tercüman geçinen (gülüyor) ama özünde Almanca bilmeyen insanlar vardı. Onu getiriyorlar, onunla dediler, biz konuşmuyoruz bizim işçiler, Nihat bize tercümanlık yaparsa tamam dediler! E ben dedim ki patrona, valla ben dedim gitmem, gidiyorsun ha işte adamlar burada, teker teker anlıyorlar sizi. Sonuçta 25 kişi bir gün grev yaptık. Talep olarak, bundan sonra bizi inşaata şeyle götüreceksiniz, minibüsle götürün. İşte ustanın, ustaların maaşlarını birer mark yani işçilerin maaşlarını birer mark, cumartesi kaçak çalıştığımız zaman da işte 75 mark para veriyorsanız biz çalışıyoruz, değilse çalışmıyoruz. Tabi biz bunu yaparken, dediler tamam, bu bir lirayı şey yapacağız, cumartesi de vereceğiz. Bu araba meselesine gelince, bizim bir o zaman Bayburtlu bir arkadaş vardı, dedi ki, yahu [4]egal dedi yahu, dedi Pazar günleri gidiyoruz bildiğim kadarıyla, biz gene bisikletle gitmeye devam ediyoruz (gülüyor)… Neyse, kısacası orada öyle bir politik eylemimiz de oldu yani ama bu tabi örgütlü bir politik eylem değildi, spontane, hani bizim işlerin o günkü temel şeylerine bağlı olarak bir durumdu. Bu ATİF’e varmadan…
Ş.A: Oraya daha sonra geleceğiz.
Ş.A: Peki, Sayın İmam Demirtaş’la devam edelim. Buyurun İmam.
İ.D: Şimdi ben İmam Demirtaş. 1936 doğumlu, Malatya Kürecik doğumluyum. 3 köy değiştirerek ilkokul 5’i bitirebildim. İstanbul’a geldim seyyar satıcılık yapıyorum.
….
Evlendim, bir kızım oldu. Almanya’ya gitmek için yazıldık Tophane’de, kontrolden geçtik, kontrolden geçerken benim bir dişim yoktu, o dişini yaptır da gel dediler, dişimi yaptırdım, sapasağlam. Ondan sonra tamam günümüz belli oldu Almanya’ya geldik.
Burada 64’de, bir sene kontratla Offenbach şehrine geldik, bir boya fabrikasına. O boya fabrikasında çalışırken, Almanca kurslarına gittim. Epey öğrendim. 8-9 ay diş teknisyeni olarak çalıştım..
Hanımı istek yaptım, Meral’la beraber getirdim, Offenbach’da bir ev tutmuştuk., orada bir fabrika da çalışmaya başladık tabi ara sıra Darmstadt’a geliyorduk, Darmstadt’a gelince, Darmstadt’da burada ya bir tane şey var, işçi derneği vardır dediler, bir gün gittik bu işçi derneğine. İşçi derneğinin yeri var, belediye vermiş, işçi derneğinde, Türk-Alman İşçi Derneği. Buraya işte sorduk kaydolabilir miyiz diye, olabilirsiniz dediler, oraya kayıt olduk, üye olduk oraya işçi derneğine. İşçi derneğinde üye olunca bazı arkadaşlar, bazı tanıdıkları da getirdik oraya üye yaptık. Şimdi kongreye geldiler, kongrede biz yönetimi alalım diye düşünüyoruz, Malatyalı bir arkadaşı yönetim kuruluna getirdik, orada devam ettik.
O.U: O da rahmetli oldu değil mi?
İ.D: Rahmetli oldu ya. Orada devam ettik. Eee bir de şimdi federasyon varmış, biz federasyona üye olalım.
Ş.A: Federasyon dediğiniz ATİF mi?
İ.D: Yok, yok, yok, yok, Türk-Alman Federasyonu, oraya üye olduk biz. 74’deydi herhalde kongreye gittik, Batı Hamburg diye bir yer vardır Frankfurt bitiğinde, orada büyük bir salon tutmuşlar, orada kongreye gittik, fakat bayağı hazırlıklıydık biz.
Gittik kongreye. Divana bizimkiler de seçildi. Adam, o federasyon başkanı da çok, pratik bir adamdı, her tarafı ayırmış, her şehrin ayrı ayrı masasına ismini koymuş, bilmem ne falan şu bu. kongre başladı, şimdi divan bizden seçilince, meğerse adamlar o dönemde İhsan Sabri Çağlayangil vardı dışişleri bakanı.
O.U: Turan Güneş.
İ.D: Hı?
O.U: Turan Güneş’te herhalde.
İ.D: Yok, Sabri Çağlayan.
Ş.A: İhsan Sabri Çağlayangil.
İ.D: Sabri Çağlayangil, he. Şimdi o bir toplantıya katılmak için gelmiş, fakat hani o güne getirmişler ki, o adamı da kongreye getirdiler. Şimdi geldi işte ooo bizim bakanımız geldi, dışişleri bakanımız geldi falan hep ayağa kalktılar şey yaptılar. Çıkardılar hemen oraya, başladı konuşmaya şimdi bu adam, konuşmaya başlayınca şimdi bu demin gelen bayanın kocası Hüseyin arkadaş, siz dedi, sayın bakan dedi, siz dedi dışişleri bakanısınız dedi, bizim bir arkadaş öldürüldü öğrenci arkadaş dedi, Neşet Danış, Hamburg’da öldürüldü dedi. Biz size mektup yazdık dedi, niye cevap vermediniz dedi. Bu arada, ben Türk devletinin dışişleri bakanıyım, deyince sağdan soldan bir hücum ettiler… polisler arka kapıdan çıkardılar götürdüler dışişleri bakanını. Ondan sonra polisler köpeklerle içeri girdiler, kongreyi iptal ettiler, yapamazsınız dediler ve bıraktık. O zaman işte bir tekrar tarih aldılar, kaç hafta sonraydı bilmiyorum veyahut da ay sonra mıydı, Hannov diye bir yer var, burada Hannov’da…
N.B: Bir sene sonraydı galiba.
İ.D: Bir sene sonra mıydı?
H.B: Öyle zannediyorum.
İ.D: Hannover’de kongre olacak dediler. Şimdi biz o adresi aldık tabi orada biz kalktık oraya gittik Hannov’a kongreye gidiyoruz, adamlar hazırlıklı gelmişler ki bizi içeri almadılar.
H.B: 75’in ortası olması lazım Hannov’daki toplantı, çünkü ben oraya geldim, Türkiye’den döndüğüm için biliyorum olmuş olması lazım.
İ.D: Ya işte o kongrede bizi içeri almadılar tabi ama bu arada bizi üyelikten çıkarmışlardı yani yazılı olarak bildirdiler sizi üyelikte atıyoruz diye. Orada bizi içeri almayınca baktık ha bir şey kalmadı, en sonunda oturduk beraber karar verdik, biz kendimiz bir federasyon oluşturalım diye.
Ve o dönemde 76’da ATİF’i kurduk, Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu kurduk.
O.U: Hemen bir anti parantez belirteyim, bu son yani anlattığı o Çağlayangil’in gelmesi…
Ş.A: Çok önemli, evet.
O.U: Evet, o ve ondan sonra Hamburg’daki bu, bunların atıldığı kongreyi, Hamburg derneği de iptal edilen kongresi ve kavgaların olduğu, Neşet Danış’ın öldürülmesi, hep aynı süreç içerisinde olan şeyler. Ha, yani mesela…
Ş.A: Aynı sene içerisinde mi acaba bunlar?
O.U: Aynı zamanlar içerisinde, Çağlayangil mesela bize de geldi, orada bizlerle beraber toplantı yaptı. Biz de yeni yeni kabarıyoruz. Arkadaşlar, bizi dedi yani boşa şey zannetme, bir şey bilmiyor zannetme, biz her şeyi biliyoruz dedi yani, istediğiniz gibi hareket edemezsiniz, her şeyi istediğiniz gibi yapamazsınız, bizim görüşümüz var, biz etkide bulunmak istiyoruz diye böyle yani o zamanki devrimciler böyle şeyler konuştular, heyecanlı konuşmalar falan yaptılar.
Ş.A: Türk-Alman Dernekleri Federasyonu’nun o zamanki genel başkanının ismini hatırlıyor musunuz?
O.U: Hanefi Yeter.
İ.D: Hanefi Altıntaş mıydı?
O.U: Yeter değil mi ya, nereden çıktı Yeter!
İ.D: Hanefi Altıntaş’tı bence.
N.B: Şimdi burada ufak bir şey ekleyeyim eğer… Yani şimdi o dönemde tabi dernekler vardı Almanya’da, epey dernek vardı, fakat bu derneklerin bizim faaliyetlerini yürüttüğümüz türden dernek değil. Mesela biz kitlelere gerçek anlamda demokratik, ekonomik sorunlarıyla doğrudan ilgilenen, onları örgütleyen, biraz, azıcık da bilinç taşıyan bir konuma sahipken; onlar genellikle konsolosların, hani Almanları bizimkileri prezente etmek için işte bazılarını da menfaat elde etmek için, onun vasıtasıyla politik işte her neyse, bahsettiği başkan dâhil. Böyle olunca tabi şimdi işçilerin herhangi bir sorunlarını bunların çözle olanağı yoktu. İşte o bahsettiği mesela Hanov’daki kavga gürültü, biraz bunu politize etmeye başlayınca, hele ki bizim divan başkanı azınlıkta olmamıza rağmen sunulan konuşmalar, ortaya konulan tavırlardan dolayı bunlar korkmaya başladılar, ya bunlar başımıza bela olur. İşte o da özelikle bu Cavit Tarakçı diye bir buranın başkonsolosu vardı, burada kan kustururdu öğrencilere, pasaportları uzatmama, baskı uygulama konusunda. Hatta kongrede o da vardı yani en son gördüğümde. Sonuç itibariyle iki ayrı düşünce, iki ayrı yöntem, bir çarpışma durumundaydı. Biz o dernekleri ele geçirmeye çalışırken orada faaliyet yürütmekti. Yani o dönemde bizim ATİF’i kuran derneklerin hepsini niyeti illa federasyon kurma değil yani, çoğunlukta olmadığımız derneklere de girme, bir şeyimiz vardı yani, hep teşvik ederdik gidin şu derneklere girin, konuşun, tartışın, insanları bilinçlendiren diye, bütün bu mesele bu iki ayrı çizgi, iki ayrı menfaat grubu.
Ş.A: Devam ediyor mu bu kurum, Türk-Alman Dernekleri Federasyonu?
N.B: Valla bilmiyorum, biz sonradan onlarla ilişkilerimiz koptu, Almanya’da bu tür dernekler çok kuruldu, Türk-Alman Dostluk Derneği adı altında, genellikle yöresel, esnafı var, böyle hani bürokratlar, biraz Almanlardan nemalanmak isteyen çevreler böyle üç beş tane Alman bulurlardı, bir iki tane de Türkiyeli, al sana bir tane dernek, lokal bu, kirasını vermezlerdi.
Ş.A: Peki bu Hanefi Altıntaş, daha sonra temasınız oldu mu?
N.B: Benim olmadı.
Ş.A: Hanefi Altıntaş kimdir, nedir, ne yapar şimdi?
N.B: Yok, yok.
İ.D: Yok, temasımız olmadı.
Ş.A: Temasınız olmadı.
İ.D: Hiç temas, temasımız olmadı. Şimdi o arada şunu unuttum, dernek elimizde iken ben başkandım, şimdi bizim derneğin üyelerini çoğu Karadenizliydi. Şimdi Ecevit’in 74’deki Kıbrıs işgalinde bu işte para mara gönderiyorlardı ona. Şimdi geldi bizim üyelerimizde 4 tanesi, Karadenizli, ya işte İmam biz para gönderelim, para toplayalım Ecevit’e gönderelim. benim göndereceğim param yok dedim, ben öyle bir şey yapamam dedim, Ecevit’e niye para göndereceğiz? Ama kendileri benim yanımda ben iyi biliyorum, 4 kişi her birisi 100 lira koydu, 100 mark koydu, 400 mark Ecevit’e gönderdiler.
Ş.A: Ne diye?
İ.D: E savaş yaptı ya Ecevit.
Ş.A: Kıbrıs Hareketine destek.
İ.D: Kıbrıs Hareketine destek. Bu arada tabi aramız gittikçe şey oldu, şimdi bizim üyelerimiz ayrıldılar bizde ayrı bir dernek kurdular, ne derneği?
Ş.A: Onlar mı?
İ.D: Onlar ha. Türk-Alman İslam Derneği adı altında bir dernek kurdular. Şimdi bu derneğin kongresine bizi de davet ettiler dernek olarak. Davet ettiler, şimdi bizim burada derneğin yönetim kurulunda bir tane şeyli vardı, Osman Kalaba diye, şeyli… Kırşehirliydi herhalde, Osman Kalaba yaşlı bir adam, bende yaşlı, ya İmam dedi, biz bu derneğe gidiyoruz dedi ama dedi, bak kavga mavga olacaksa bana önceden haber ver de ben bir an önce şey yapayım dedi, ben şey yapamam, kaçayım dedi (gülüyor). Dedim ya Osman ağabey, biz oraya kavgaya gitmiyoruz, biz bir derneğin kongresine gidiyoruz yani nasıl olur? Şimdi biz gittik şimdi bize masa ayırmışlar, Darmstadt İşçi Derneği, fakat en azından 15-20 metre ötede, ayrı.
Şimdi, 3 kişiydik yönetim kurulunda. Şimdi adamlar işte başladılar şeye falan, ben el kaldırdım, yahu dedim, bu derneğin, bir derneğin kongresi oluyor dedim, yani Atatürk’e saygı duruşu yok mudur dedim, falan (gülüşmeler). Şimdi ben öyle deyince adamlar mecburi olarak şey yaptılar yani bir saygı duruşu yaptılar. Saygı duruşu yaptıktan sonra bizim arkadaşa söz hakkı verdiler ona.
Ş.A: Siz neden onu istediniz?
İ.D: Ya ben mahsus yani karıştıracağım yani, niye, neyin nesidir, ne oluyor, ne bitiyor?
Ş.A: Hı, İslam Derneği.
İ.D: Tabi, İslam ya. Şimdi Vahap’a söz verdiler, Vahap söz aldı, söz hakkı, çünkü Vahap orada konuşuyor, Vahap konuşacağı zaman, şimdi bizim bir arkadaş vardı Amasyalı, çocukları Halkın Kurtuluşu’ndaydı, çok iyi bir arkadaş, şimdi o kalktı gitti, konsolosluk da var Cavit Tarakçı o kongrede. Gitti Cavit Tarakçı’nın önüne bir masaya elini vurdu, dedi siz dedi, Türk devletini temsil ediyorsunuz, bak dedi oradaki arkadaş ne diyor dedi, Atatürk’e saygı duruşu yok bilmem ne falan dedi! Bu arada var ya bir saldırdılar Vahap’a, camlar aşağı indi, her birisi bir tarafta kaçtı, kavga çıktı. İptal ettiler, biz kalktık. Şimdi ertesi gün bu Osman arkadaş geldi, ya dedi ben sana demedim mi ki sen daha önce bana haber ver (gülüşmeler), sen niye haber vermedin? Öyle şimdi, o, o kongre de öyle geçti.
Ş.A: Evet bu bölümde ATİF’i konuşalım, sizler ATİF’in ilk kurucuları arasındasınız, Osman Bey başkanlığını yapmış, ikinci başkan. Kuruluşundan bir sene sonraki genel başkanı diyelim, bu yüzden izniniz olursa Osman Bey ile başlayalım. Osman Bey bize bu politik mücadele süreci içerisinde ATİF’in kuruluş öyküsünü, notlarından da yararlanarak bize anlatmasını rica ediyoruz, buyurun.
O.U: Okey, teşekkür ederim. Yani aslında elimizdeki arşiv bir türlü, gitti, bu bakımdan dolayı tarihlerde veyahut da kimi olaylarda… hatırlamama durumları filan oluyor, bu bakımdan dolayı arkadaşlar da, Nihat ve İmam arkadaş da herhalde tamamlayıcı olacaklar, bunu böyle bir söyleyelim.
Şimdi ATİF’in, ATİF fikri nereden orta yere çıktı? Daha önce anlattık işte 10 tane kadar dernek bir federasyonun, Türk-Alman Federasyonu’nun içerisinde muhalefet yürüttüler ve bir dönemden sonra bu muhalefet artık engellendi ve dışarı atıldı bu dernekler, dolayısıyla yeni bir federasyon kurma fikri buna bağlı olarak orta yere çıktı. Hamburg Derneği olarak da biz de aynı süreçte bu muhalefete katılmamakla birlikte bir başka Türk federasyonu, konsolosluk çevresinin kurduğu bir federasyonun içerisindeki muhalefetimizin sonucu biz de bu birliğe katılmaya karar verdik ve fikir bu şekilde orta yere çıktı. Bu fikir tabi ki daha çok siyasi arkadaşlar, duruma daha fazla hâkim olan siyasi arkadaşlar bize epeyce yardımcı oldular, onu buradan söylememiz lazım. Ve ilk program, tüzük ve toplantılar yani bir federasyonun kurulmasıyla ilgili akademik ve bürokratik kura… kurul… bürokratik kuralların yerine getirilmesi için de siyasi arkadaşlar bizden daha bilgiliydiler, tecrübeliydiler, bize yol gösterdiler. Bunların başında Ali Yavuz Çengeloğlu’nu anmak isterim, onun sayesinde yani kurulmasında fiili olarak o arkadaş katıldı, bizleri bir araya getirdi, idare etti ve yönetti. Bu fikrin, bu fikirde esasında proje şuydu ki, nitekim yani öyle de başladı, bu bir kitle federasyonudur, bir kitle derneğidir, bu kitle derneği yöneticileri yani doğrudan bir siyasi örgüt değillerdir, kendi kitlesel çalışmalarını kurulduktan sonra bize yardım edecekler siyasi arkadaşlar. Biz kurulduktan sonra, bundan sonraki işlerimizi kendimiz yapacağız, salacaklar bizi, özgürüz yani o konuda.
Fikir buydu ve böyle başladı. Aşağı yukarı çeşitli derneklerde üç dört sefer, üç mü, dört sefer program üzerine toplantılar yapıldı, Duisburg’da, hepsini Duisburg’da yaptık galiba, evet Duisburg’da yapıldı. İşte programa katılan insanlar genellikle aynıydı, bazen çevreler filan değişiyordu, ben o sırada bazı insanları tanıma fırsatını da buldum. İşte 4 tane amaç esasında belirtiliyordu, birincisi; kültürel faaliyetler, yani buraya gelen yabancı, Türkiye’de, Türkiyeli işçilerin Türkiyeli halkın, halka kültürel destek vermek, ondan sonra, Türkiye’deki politik, siyasi hareketlere destek verebilmek. Almanya’da Alman, Türkiyeli olmaktan doğan hak gasplarına ve kayıplarına karşın bunların sağlanabilmesi için mücadele etmek yani temelde de bunun yabancılar kanununa karşı, ırkçılığa karşı mücadeleydi. Bu amaçlarla işte program yapıldı, bu programda genelde, genellikle yani neler yapabiliriz, ne gibi eylemlerle yapabiliriz? Ve burada açıktan açığa yani kitlesel hareketler dile getirildi. Yani şiddetten veyahut da şundan bundan kesinlikle mesafe konuldu. Bu şekilde, bazı yerlerde düzeltmeler yapıldı, mesela Türk… halkı veya yani Türkiyeliler düzeltmeleri getirildi. Alman devleti denildiği zaman Alman devleti yani denen bir devlet yok aslında batı Alman devleti var, bunu böyle dile getirildi. Bunların emperyalist amaçları dile getirildi. Dünyadaki gericilik, işte ben, biz o zaman Amerikan emperyalizmine ve o zamanki Rus sosyal emperyalizmine karşı tavır koyduk.
N.B: Bir dakika, yo o zaman değildik herhalde, kısaca bir şey edeyim. 76’da kurduysak, biz 75’de ayrıldık onlardan, çünkü ATÖF’ün, ATÖF’ün 11 veya 12. Kongresi şeyde yapıldı, Saarbrücken, İmam dayı bilir, o kongrede ATÖF’le ATÖF’ün içindeki diyelim Partizan, Kaypakkaya sempatizanlarıyla Aydınlıkçılar arasındaki çatışmada o zaman Kaypakkayacılar ele geçirdiler, bu 75’in içindeydi. 75’in içinde olduğu için dolayısıyla da bizim o Türk federasyonuna kayıt dönemimiz Aydınlık’la olan ilişkilerimizin çerçevesi içinde olmuştu. Fakat sonradan bu ayrılıktan dolayı bu derneklerin yönetimleri de el değiştirince bu şekilde direkt o tarafın yani…
Ş.A: Kaypakkaya…
N.B: Kaypakkaya şeyi diyelim yani kadrolarının önderliğinde, onların yardımlarıyla bu kongre sonuçlandı veyahut da bu kuruluş.
O.U: Her halükarda yani o siyasi, siyaseten Şafakçılar’dan daha yeni ayrılmıştık. Kadrolar da eskiden onun içerisinde çalışan arkadaşlardı, bize yol gösteren kadrolar da ve onlarla beraber başladı. Sonra… program tartışmaları işte aşağı yukarı iki, birkaç ay sürdü ve en sonunda artık program ve tüzük son genel şeyini yaptı, yani burayı biraz daha güzel anlatayım yani hikayesini anlatayım…
Şimdi bunun bir Almanca yazılması lazım, bir de Türkçe yeniden temize çekilmesi lazım. Bu işi de Aachen’da Fazlı… soyadını hatırlayamıyorum Fazlı’nın… arkadaş yapıyordu, bunlar öğrenci arkadaşlardı, Aachen’da da büyük, iyi öğrenci arkadaşlar vardı yani tercüme işlerini yapabilecek arkadaşlar vardı.
Bizim Ali Erdem vardı, biz kumpıl diyorduk, kendisine, çırak okuluna gelmişti madenci çırak okuluna, şimdi Ermeni konularında çalışma yapıyor, ona da selam olsun. Bu arkadaşın bir arabası vardı, araba bayağı eskiydi ve sağından solundan su kaynatıyordu, içeriye su doluyordu. Mevsimlerden Şubat’tı ve biz beraberce ben, Ali Yavuz, Halkın Kurtuluşu’ndan bir çocuk ve kumpılın arabasıyla Duisburg’dan Aachen’a gidiyoruz. Dışarısı buz gibi, içerisi buhar, ayaklarımız suyun içerisinde, buhardan dolayı su toplanıyor, arabanı içerisi göl gibi su, su olmuş. Şöyle bir de çantamız var, çantamızda da artık taslaklar filan her şey bitmiş gidiyoruz ama bir acayip neşeli gidiyoruz, bir gidiyoruz yani… Şimdi o andaki duygularımı yani bir daha hiçbir yerde yaşayamadım, bu ilk bir işleri yolunda gidip de o anki, biraz da yeni olduğumuz için… Bu gidişin sonunda koskocaman on binlere hitap edebilecek bir örgütün doğacağını bilmiyorduk biz! Gidiyoruz bir bozuk arabayla, bugün bunu yapıyoruz, yarın, ertesi gün onu yapıyoruz filan ama sonuç ne olacak yani öyle büyük tasavvurlarımız yok ama devrim olacak biliyoruz yani ama örgütle somut bir şeyimiz de yok yani ilerisi için bir tasavvurumuz da yok, öyle Aachen’a gittik. Taslaklar orada verildi, ismini de vermiştik yani o zaman. İsmini de nasıl verdik? Şimdi Ali Y. Çengeloğlu biraz işaret etti yani nasıl işaret etti? Mesela dedi, bir isim konurken diğer yandaş örgütleriyle bir isim olması lazım, mesela ATÖF var , ATİF dedik o zaman, Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu ismi de öylece konulmuş oldu ve vardır Aachen’a. Burada kadar bir…
N.B: Şimdi orada bir, bir ek yapayım. Yani şimdi tabi ATİF’in kurulması böyle sıradan hani boş bir şey değil, bir arka şeyi var. Bunun arkası, yani bizim dernekler bazında da anlattığımız gibi, Almanya’da Türkiyeli işçilerin karşı karşıya olduğu problemler, onların hem demokratik hakları hem ekonomik haklarını birleştiren bir şey. İkincisi ama önemli bir şey de var, ATİF’i kuran düşünce ve hepimizin şeyi orada demokratik bir yaşamın sürdürülmesidir! Yani bu çok önemli bir şey, çünkü bizim mesela bazı konuşmalarda gördük, buraya ekonomik ve demokratik taleplerini savunan bir kitle örgütü diyoruz ama aynı zamanda diğer devrimci grupların üyelerinin de, derneklerinin de, hatta CHP’liler de dâhil, birlik partilerinin de buraya üye olmasını talep ettik. Onlarla birtakım görüşmeler, hatta ilk birinci toplantıdan sonra, bana bu derneklerle ilişki kurmam için görev verildi. Hamburg’dan ta Köln’e kadar, birtakım derneklerle bir şekilde yani bir diyalogumuz oldu, bu çok önemli bir şeydi bizim için ve bu aslında ATİF’in gelişmesine de önemli bir katkı sağladı, bunu kabul etmek lazım yani. Hani her yerde yaşam şeyi bulamayan, bizim derneğimizde pekâlâ bulabiliyordu yani. Yani bunu da ben ek olarak söyleyeyim. Yani öyle diyebiliriz, bunu ekleyeyim diyeyim en azından şu anda yani.
O.U: Okey, devam edelim, İmam dayı, söyleyecek bir şeyin var mı senin şu ana kadar?
İ.D: Ya söyleyecek bir şeyim değil, şimdi… politik çalışmalarda yani bu dernek çalışmalarında Türkiye’de o dönemdeki gelişen olayları, Deniz’lerin idam edilmesi, ondan sonra İbrahim’in ayrılması, PDA’da, İbrahim’in yazılarının ortaya çıkması ve bunlar, bu yazıların yurtdışına gelmesi var ya, bunlar büyük etkendi, çünkü o dönemde o yazıları okumak için örgütlenmek için biz, sözüm ona yani illegal bir çalışma yapıyorduk. Neydi, Darmstadt’da illegal çalışma? Cumartesi, pazar günleri herhangi bir kahvenin küçük bir yerinde veyahut da bir bodrum katında bir araya gelirdik 10-15 kişi, 10-15 kişi bir araya gelirdik, hem Türkiye’de gelen bir yazı varsa onu şey yapıyorduk, okuyorduk hem de Türkiye’de gelişen gelişmeleri tartışıyorduk. Mesela ben çok iyi biliyorum, bir zamanlar Şafak gazetesini sattım ben, Şafak gazetesi geliyordu burada sattık. Fakat Türkiye’deki bu gelişen gelişmelerden ötürü buradaki bu ayrılıklar, İbrahim’in o… şey… Doğu Anadolu bölge komitesinde ayrılıkları falan…
Ondan sonra İbrahim’in yazıları gelince onları okuduğumuz zaman mesela Kürecik Raporu’nu, Kürecik Raporu’nu okuduğum zaman yani gerçekten acayip bir tespit yapmıştı, çünkü orada kim, kaç kişi var o parayı, faize para verenler, ondan sonra o insanları sömürenler var ya, nasıl yapıyor, ne gibi, onları ortaya koymalarından ötürü… Yavaş yavaş biz bu çalışmaları yaparken… Fakat şu vardı, şimdi dört tane öğrenci vardı, üniversite öğrencisi, beş altı kişi de şey vardık, işçi vardık, işçiler. Şimdi tartışmalarda işte Türkiye’de gelişmelere, onlara nasıl yardım edeceğiz, nasıl şey yapacağız, nasıl bunların propagandasını yaparız falan tartışıyoruz
Ş.A: İşin bu kısmına dair yani üçünüz de Şafak dediğiniz, tabi o Doğu Perinçek’in öncülük ettiği grup değil mi?
O.U: Evet.
İ.D: Ya, ya
Ş.A: Onu öyle söyleyelim.
İ.D: Aydınlık.
Ş.A: Evet Aydınlık grubu. Yani en bilinen şeyle, Doğu Perinçek’in önderlik ettiği grup. Demek ki yani siz üçünüz de ya da bu şeyi, federasyonu kuran arkadaşlar da gelenek olarak geliyorlar, oradan kopuyorlar, Kaypakkaya geleneğine sempati duyuyorlar.
O.U: Doğru.
Ş.A: Ve ATİF’i de bu süreçte kuruyorlar.
O.U: Evet.
Ş.A: Peki, devam edebiliriz.
N.B: Ama özür dilerim, mutlak değil yani bütün bizim ATİF’i kuran insanlar şeyden değil, çünkü bizim ATİF’i kurmamızla o siyasi gelenek hani Kaypakkaya geleneğine geçiş süresi 1-1,5 seneki bir süreye denk geliyor, yani onun ardından ATİF kurulduğu sırada bütün kadrolar, sempatizanlar Aydınlıkçı değildiler,
TİKB’e bağlı yurtdışı bürosunun içinde ATİF’e önderlik eden insanlar da vardı. Sonra süreç içerisinde o yazılar falan okununca, aradaki yani Kaypakkaya’ya yönelik yapılan yanlış şeye, Türkiye’deki şeyler ve o düşüncelerin ortaya çıkmasıyla birlikte bir saflaşma meydana geldi. bu saflaşmada ATİF’e önderlik edenler oradan ayrılıp Kaypakkaya geleneğine, onun düşüncelerini aldılar. Bizde de kısmen insanlar diyelim oradan geliyor ama sonradan gelişmeler içerisinde hiç Aydınlık’la ilişkili olmayan insanlar da doğal olarak ATİF’in çevresinde, o politik ortamda yer buldular diyelim.
Ş.A: Evet, peki.
N.B: Yani doğrusu öyle diyelim yani hepimiz tabi ki… Ha kaldı ki bizler sempatizan yani öyle önemli bilgi falan sahibi olduğu insanlar değildik o zamanlar.
O.U: Okey, şimdi genel kurula geçiyoruz. Şimdi…
O.U: Oldu, teşekkür. Şimdi genel kurul, genel kurulda ve program tartışmalarında, burada kendi izlenimimi söyleyeyim, birçok şey öğrenmeye başladım, Kürt ulusu, Kürt ulusunun ayrılma hakkı. Türk değil, buraya gelenlerin çoğu Türkiyeli. Devrim, kitle, kitle hareketi, bütün bunlar yavaş yavaş içerisini doldurmaya başladı benim kafamda ve beynimde, yani ben buraya geldiğim zaman işin içerisinde bu çalışmalara girdiğim zaman şahsen hiçbir şey bilmiyordum, devrimcilik adına bir şey bilmiyordum yani. Konuşmam devrimci bir konuşma değildi hani yani ülkemizin ekonomik durumundan bilmem neden falan bir devrimci konuşmaya başladığı zaman nasıl anlatır, ben pek anlayamıyordum burjuvazidir, emperyalizmdir filan, bunların hepsini yeni yeni öğrenmek zorunda kalıyordum. Genel kurulda mesela hiç gözümün önünden gitmiyor, Vahap duvara yaslandı, Kürt ulusu denen ulusun varlığını, onların ayrılma haklarını anlattı, o kadar güzel ve sakin anlattı ki yani şeyden baktığım zaman… böyle yerleşiyor, aynı şekilde ben de başka bir yerlere anlatabileceğim bir kapı açıyor bende bu aynı zamanda. Veyahut da, Sinan, Mustafa Demir’le Hıdır Kıyal’ın bir tartışmasına da rast geldim, CHP’nin faşistliği konusunda ve o kadar direk ve…
İ.D: Hıdo?
O.U: Hıdo! O kadar direkt ve şey konuşuyorlardı ki yani…İşte bu genel kurulda ve programda, bir de bunlar da bütün, tabi arkadaşın da şimdi söylediği gibi, siyasi şeydeki, atmosferdeki değişik, yani Şafak’tan Kaypakkaya’ya geçiş, görüşüne geçiş dönemi sırasında da yeni görüşler var, bu bir bambaşka bir hararet de getiriyor İmam dayı da belirtmişti bunu. İşte bu genel kurulda tüzüğe uygun bir şekilde 5 tane arkadaş seçildik. Erol Yurdakan, Nihat Bakış, İmam Demirtaş, Osman Uludağ, İmdat ( soyadını hatırlayamıyorum şimdi)
Ş.A: Oldu ama sanki İmam dayı yönetim kurulunda vardı.
O.U: Ha İmam dayı yerine Hikmet Özpolat. İmam dayı sadece bizim yönetim kurulundan bir arkadaşımız, yoldaşımız değil, aynı zamanda bütün örgütümüzün bir babası gibi, amcası gibi bir şeydi yani. Belki biraz feodal bir kavram ama tuttuğu yer, kavradığı yer bizde o saygınlığı her zaman taşıdı ve herkesin yolu buradan geçmiştir yani. Bu arkadaşlar seçildi ve biz buradan Stuttgart’a şeye kaydettirmeye gittik.
N.B: Yabancılar masasına mı veya dernekler masasına.
O.U: Dernekler masasına kaydımızı yaptırmaya gittik, burada önce notere gittik, noterden aldığımız kâğıtları yabancılar dairesine, Erol arkadaşı başkan yaptık.
N.B: Ya diğerleri önemli değil, mesela Hikmet’i sekreter, ben muhasip oldum diyelim gibi yani öyle ama çok böyle sıkı böyle prosedürlerden ziyade işte ihtiyaca göre görev bölümü olarak kabul edelim, öyleydi yani.
Ş.A: Evet hiç görev vermediğiniz var mıydı?
N.B: Yok, herkesin bir görevi vardı da…
O.U: Yani tüzüğe göre bir görevlendirme, görevlendirmeler var ya, o tüzüğe göre görevlendirmelerde benim herhangi bir görevim yoktu yani o tüzüğe göre. Şimdi ama federasyon yani şimdi normal hayatta düşündüğümüz zaman koskoca bir kuruluş yani bir federasyon, etrafıma bakıyorum, konuşan arkadaşlara bakıyorum falan, yani benim çapıma bakıyorum, bizim kendi çapımız, hepimizin çapı da, [5]cıbır insanlarız biz yani gerçekten emekçi, fakir, buraya ekonomik sebeplerle gelmiş ve… e cıbırlığın cahilliği de var yani ikisi de C’den geliyor. Şimdi geldik, aynı filmlerdeki gibi nasıl yapacağımızı bilmiyoruz, birbirimizle şakalaşıyoruz, ulan biz ne olduk, ne yapıyoruz (gülüyor) falan diye!
İşte orada bir de basın toplantısı filan yaptık, basının da, Günaydın gazetesi, Hürriyet Gazetesi bir tane daha vardı…
N.B: Resmi vardır onun, gazetede çıkan resimleri.
O.U: Ha o gazete, gazeteler de ilgi gösterdiler, resimlerimiz filan da çıktı ve ondan sonra döndük yerlerimize. Ve bize dediler hadi artık yürütün! Neyi yürüteceğiz, nasıl yürüteceğiz? Önce şimdi programımız belli, hedeflerimiz belli ama yani daha birbirimizi yeni tanımaya başladık, siyasi arkadaşlar yardım etti yaptık bir işi, efendime söyleyeyim… O ilk sene biraz bocalamayla geçti, gazete çıkartacaktık, ismini nasıl koyacağız? Nerede çıkartacağız? Hatta iki tane, bir gazete örnekleri geldi, yani toplantılarda bu şeyler epeyce tartışmalı oldu, pek bir mesafeler alamadık yani artık durum gösterdi ki, bizim bir şeye ihtiyacımız var, yani birileri bizi hem motive etmesi gerekliliğiydi, bilincimiz zayıftı bizim. Yani birinci dönem böyle oldu, bir şeyler söyleyecek misiniz bu konuda?
N.B: Kısaca şöyle, şimdi tabi kuruluş kongresi, kongre dediğim hani geniş hani dernek kongrelerinin katıldığı gibi değil, delegelerin geldiği, her dernekten ikişer kişinin temsil edildiği, Lampe Strasse’deki Darmstadt Derneğinin lokali o kadar büyük değildi sonuç itibariyle. Bunun dışında bizim işte ATÖF’ten ve işte diğer öyle birtakım arkadaş, yoldaşların da olduğu iki veya üç gün süren bir tartışmalar oldu. Bu tartışmalar içerisinde tüzük vesaire yani kuruluş amaçlarının dışında da yapıldı. Kongre olarak baktığımız zaman, tabi kongrelerin ciddi bir şeyi vardır, bizim ATİF’in kongrelerinde bir ciddiyet vardı, yani ciddiyet derken, hem bürokratik olarak hem de siyasi olarak olaylara yaklaşma, yapılanların eleştirisi, bir dahaki dönem için perspektifler üzerine yoğun bir tartışma vardı, bizi yani böyle alabildiğine eleştirirlerdi yani Osman biliyor. Yani öyle bir şeyi de vardı ATİF’in esas işleyişinde. Mesela her derneğin, dün de görüşmüştük, üye olmasının şartları vardı.
Kendi derneğinin bir kez bir işleyişinin olması yani bir dernekler masasına kayıt olması lazım, kendi kongrelerini yapmış olması lazım, çeşitli faaliyetler, işte ekonomik, demokratik faaliyetler de yürütebilecek kapasitedeki dernekleri biz dernek olarak alıyorduk. Diğerlerine de yardım ediyorduk, gazete gönderiyorduk, tartışıyorduk, hatta bazı toplantılara onları da katıyorduk, mesela bölge toplantılarına. Genel kurulda böyle gidişat da o kriterleri gerçekten kabul edenler katılıyordu. Yani diyelim ki her üye başına bu kadar aidat, kendi faaliyet raporlarını, kendi geçmişini anlatan şeyler vardı. Bu anlamda bizim ATİF’in kongreleri bayağı iyi, demokratik ve tartışmalı kongreler olduğunu söyleyebiliriz yani.
Ş.A: Evet.
N.B: Bu bizim için, hepimiz için de iyi oluyordu yani bizim de eleştirilerim… bizi de eleştirenler olduğu gibi biz de bu genel faaliyetlerde gerçekten toparlayarak onu diğer derneklere iletiyorduk, bu bizim gelişmemize biraz daha katkı sağlayan bir yöntemdi yani. Bürokrat bir örgüt değildi yani canlı bir mekanizmaydı ATİF esas olarak.
Ş.A: Çok iyi, evet.
İ.D: Ya şimdi tüm derneklerde denetim, yönetimdeki arkadaşların birbirlerinden haberdardılar yani bu derneklerde böyle veyahut da genel olarak hepimiz bu işi yapacağız, bu eylemi yürüteceğiz, şey yapacağız diye söylediğimiz zaman herkes ona göre çalışırdı, ona göre şey yapıyordu. Mesela ben burada Darmstadt’da o Mücadele gazetesi çıktığı zaman çok gazete satardık. Ben gazeteyi getirdiğim zaman gençlere verirdim, işte 5 tane gence, her birisine 10 tane, 5 tane verirdim, onlar parasını hemen verirlerdi. Fakat bak bu gazete satılacak, işte götürülecek falan yere, falan yere, falan heima bilmem ne falan, öyle şey yapardık. Fakat ben kontrole giderdim o heimlara giderdim, o evlere giderdim veyahut da o köye giderdim, ya işte şu gazete geldi mi size, şunu aldınız mı? ne yapıyorsunuz şudur budur falan! Yok öyle bir gazete gelmedi bize falan, hiç kimse şey yapmıyor. Allah Allah nasıl olur şimdi ben diyorum, ben bu gençlere gazete verdim, bunlar buraya getireceklerdi, bizim düşüncelerimiz buraya gelecekti, ya örgütleniyoruz! Şimdi bir gün Ober-Ramstadt’da gençlik derneği tabi toplantısı vardı. Toplantıda, toplantı ara verildikten sonra ben o arkadaşları çağırdım o gençleri, 4 taneydi, gelin dedim, bunları, çıktık dışarıya, arabalar parkta, arabalarınızın arkasını açın dedim. Şimdi arabalarının arkasını açtırdım, gazeteler duruyor arabanın arkasında.
Yahu bak gençler ben size gazete verdim ki siz falan, falan, falan köye, falan yere gidip bu gazeteleri satacaktınız yani bizim düşüncelerimiz oraya gitsin, biz örgütleniyoruz, biz bir örgütüz, biz Türkiye’deki devrimcilere, Türkiye’deki devrime hizmet edeceğiz. Evet burada çalışıyoruz, burada yapıyoruz ama ekseriyetle bizim Türkiye’deki gelen gelişmelerle ilgili, siz bunu niye böyle yaptınız? Ve böyle ondan sonra tabi o gençler gazeteleri satıyorlardı, şey yapıyorlardı yani. Yani bu kontrol şeyi olmasa, hani bazısı diyor ya, kontrol şart (gülüyor), yani onun için tüm arkadaşlar yani tüm arkadaşlar birbirlerine karşı saygılı ve herkes de kendi gücü oranında, kendi gücü oranında çalışıyordu, bir şeyler yapıyordu. Örgütlüyordu, bağış toplamadadır, diğer şeylerdedir herkes, herkes yani kendisine ne düşüyorsa, ne yapabiliyorsa onu yapıyordu. Ve bu konuda bayağı örgütleniyorduk, bayağı örgütlüydük. Ben mesela devrimci meselelerden sosyalizmi şunu bunu var ya hepsini bu çalışmalar içerisinde öğrendim. Yani daha önce yoktu, işte 72’lerden sonra, bu derneklere şeye girince ancak öğrendim şey yaptım ve böylece bu insanlara hizmet mesela o… Bir sürü insanlar geliyordu ya Türkiye’de adam cezaevinde kaçmış, cezaevinde kurtulmuş böyle bir sürü cezası vardır, avukata götürmedir, şudur budur falan bilmem ne. Yani tüm dernekler, biz yalnız değil, diyelim her dernek her yörede bununla uğraşıyordu yani.
O.U: Oralara geleceğiz İmam dayı.
İ.D: Hı?
O.U: Oralara geleceğiz. Oralara geleceğiz diyorum.
İ.D: Öyle mi?
O.U: Şimdi benim eksikliklerim varsa oraları tamamlayın, adım adım gidiyoruz. Şimdi kaldığımız yerden devam. Bu bizdeki ilk yani karışıklığın giderilmesi siyasi arkadaşlarla yaptığımız işbirliğiyle beraber kalktı. Yani çünkü siyasi örgüt de yani onlar da yeni örgütleniyorlar, biz de yeni örgütleniyoruz, yani bir bina yapılıyor, yeni bir bina yapılıyor ve buranın işçileri de yeni, bu bizim için çok büyük bir avantajdı, birincisi, neden bir avantajdı? Çünkü biz o işin içerisinde binanın içerisinde hem binayı inşa ettik hem işçilik öğrendik yani slogan atmasını bilmeyen insanlardık, bildiri dağıtmasını bilmeyen insanlardık, bildiri dağıtmak ne kadar zor bir şeydi!…. kolay bir şeymiş meğer, veyahut da slogan atmak veyahut da yürüyüş kollarında düzenli yürümek.
Yani bu bizim birinci yani en, en önemli avantajımızdı. Bu siyasi birlik nasıl oldu? Hem şehirlerde hem de bölgesel düzeyde hem de merkezi düzeyde beraber çalışma imkânları yarattık. Bu imkânlar yaratılınca bu hem siyasi çalışma yapan arkadaşlar için elverişle oldu, çünkü bu kitle örgütünden önemli ölçüde destek aldılar, biz de onlardan önemli ölçüde destek aldık, yani hem bilinçli… Mesela gazeteyi yayınlayabildik Mücadele gazetesini, öğrenci arkadaşlarımız amblemini çizdiler ATİF’in ve bu gazetenin nasıl dağıtılacağını, nerelerde dağıtılacağını, kimlerle dağıtılacağını, derneklerde bunun faaliyetinin içersine girdiler, dağıtabildiler. Ve o sene yani gazetenin çıkması 78 yılında…
N.B: 77 olabilir.
O.U: 77’de gazete çıktı doğru, 77’den itibaren ama o sene…
N.B: 77 1 Mayıs’ında herhalde çıktı galiba, yani bir hani yürüyüş yapmıştık Köln’de, ilk olarak orada dağıttık.
O.U: He, hayır demek istediğim şey şu, bizim o sene 6 tane merkezi yürüyüşümüz oldu ve çeşitli küçük bölgesel eylemler filan da oldu. Bu bölgesel eylemler ve yürüyüşler örgütün bir düzene girmesini sağladı. Birincisi irtibat şeyleri, çünkü bu yani bu işlemler içerisinde kimi insanlar daha öne çıktılar becerileri, fikirleri, ne bileyim ben… grup içerisindeki aldıkları roller itibariyle ileriye çıktılar, öncüler tabakası orta yere çıkmaya başladı. Bunlar hem derneklerin yönetiminde ve aktif çalışmalarında etkin oldular, geliştiler ve siyasi örgütte de fayda sağladılar yani öyle söyleyeyim. Bu, bu, o dönem, ilk dönemdeki o 6 tane yürüyüş eylemlerin kendisinden çok şeyin, organizasyonun kendisine faydası daha çok oldu.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni protesto eylemleri oldu, 1 Mayıs eylemleri oldu, 12 Mart Muhtırası’nı, 12 Mart’ı protesto eylemleri oldu. Gene benzer üç dört tane daha, Kahramanmaraş eylemleri oldu mesela, çünkü bu her eylem beraberinde yeni bir fikirsel tartışmaları falan da getiriyordu. Bu yani bizim için güzel bir avantajdı. Bu tabi… yeni yönetim kurulunda İmam dayı vardı, ben başkan olmuştum, Nihat vardı, Feyhan arkadaş vardı, Feyhan Çaldıran.
N.B: Murat var mıydı yoksa o sonradan mı?
O.U: Murat galiba yedekti. Bedi Avcı vardı.
Ş.A: 1977’de?
N.B: Tabi ikinci kongreden bahsediyoruz.
Ş.A: Çünkü genel kurulda seçildi.
O.U: Evet.
N.B: Daha doğrusu birinci kuruluş kongresi hani böyle ahım şahım bir kongre olmadı, asıl kongre bu Osman’ın bahsettiği 1 senelik faaliyetten sonra bir faaliyet raporunun da geldiği, yazıldığı çizildiği neler oldu, neler yaptık, o faaliyet raporunu, bugün olsaydı, orada yapılan şeyler de biraz anlatılmıştı yani.
O.U: Evet.
Ş.A: Evet, siz üçünüz yönetim kurulunda varsınız.
O.U: Üçümüz o yönetim kurulu, ben başkandım, yani ama bizim rolümüz tamam yani bulunduğumuz istasyonun hareket etmesinde yani emeğimiz geçmiştir ama organizasyonun ayağa kalkması ve yeni yeni kadroların orta yere çıkması siyasi örgütle olan bu işbirliğinden ötürüdür yani bunu kendi şahsımızın üzerine bu başarıyı yazmayalım, boyutumuza göre güzel işler yaptık, büyük işler yaptık, keşke daha da fazlasını yapabilseydik ama başarı becerikliliğimizden değil, daha çok siyasi şeyden dolayıdır. Ve bu zamanki, o zamanki siyaseten etkin olan arkadaşlar gerçekten de yolumuzu açtılar, aydınlattılar ve çok güzel bir çalışma ortamı bize sağladılar, bunu kabul etmek zorundayız yani. Evet, onlara çok teşekkür ediyoruz buradan. Şimdi…
00:21:00
Ş.A: Faaliyetleriniz var, belki notlarınızdan bir sonraki sayfadan falan istifade edebilirsiniz.
O.U: Bir dakika durdur şey onu, tamamlasın.
N.B: Ya şimdi ATİF’i biz kurarken, ilk kurucu dernekleri diyelim, şöyle doğudan başlayacak olursam Berlin, Hamburg, Zaskiter,
Minden, Duisburg, Darmstadt ve Stuttgart dernekleriydi. Bunların içerisinde Zaskiter Derneği kongreye katılmak, yani kuruluş şeyine katılmakla birlikte sonradan bizim faaliyetlerimize katılmadılar. Yani ben bizzat o bölgenin sorumlu olarak gittim onlarla yönetim kurulu toplantıları yaptım. Bu arada şunu da söyleyelim, biz kendi yöremizdeki yönetim kurulu toplantılarına gider veya onlarla ilişkilerimizi bu yönetim kurulundaki arkadaşlar yaparlardı. Dolayısıyla 7 dernek de kurulmasına rağmen esas faaliyeti yürüten 6 dernektir yani Zaskiter’i çıkaracak olursak, ilk şey böyle anladığım kadarıyla, diğerleri sonraki kongrelerde sayılar fazlalaştı diyelim.
Ş.A: Mesela I. genel kurultay 1977’de kaç dernekti?
O.U: 10 dernektik ya.
N.B: Ha 10, belki 10’dan da fazla olabilir, şimdi tam şu anda dedim ya, not almadığımız için, bilmiyorum, 10 dernek olmuş olabilir, daha fazla da olabilir, şimdi onu bir listesini çıkarmamız gerekiyor.
O.U: Listesi var ama yani, bunları ben size gönderirim sonra.
N.B: Ama Osman’ın anlattığı yani kısa öz olarak diyecek olursak, bizim birinci sene acemilik yılımızdı, yani yönetilmeyi, yöneticiliği öğrendiğimiz, biraz kendimizin de yani öğrendiği, diğer bize bağlı derneklerin de bilinç seviyesini azar azar yükselterek onların da katkıya başladıkları, başlayabildikleri yıl oldu diyebiliriz yani.
Ş.A: ATİF’in armasını da söylerseniz onu nasıl belirlediniz?
N.B: Armayı Osman’ın anlattığı armayı, ATİF’in kullandığı armayı biraz rötuşların yapıldığını biliyorum, yani bu spontane ortaya çıktı, herhalde daha önce bunu yani görev alan arkadaşlar yaptılar. Ben onun tam detayını hatırlamıyorum
Ş.A: Bir de, merkezi nedir diye bu ATİF’in merkezi neresidir diye bir sorumuz vardı?
N.B: Ya ATİF’in merkezi esas olarak hani bürosunun olduğu, böyle devamlı orada bir araya geldiğimiz bir yerimiz yoktu. Bizim ATİF’in genel şeyleri şöyle…
Ş.A: Hiç olmadı yani değil mi?
N.B: Yok hiç olmadı, öyle bir yerimiz olmadı. Ancak biz yönetim kurulu olarak her yönetim kurulu toplantısını herhangi bir şehirde yapardık. Mesela diyelim ki mart ayında yapılacak yönetim kurulunu Hamburg’da yaptık, kendi yönetim kurulunun dışında bir de o yönetim, oradaki dernekle hatta kitlelere açık da bir sözlü tartışmalı, konuşmalı bir şey yapılırdı, bu bütün bölgelerde böyle gezerdik.
Belirli süreler içersinde bölge toplantılarının yapılması, bölge toplantı yani önce dernek, sonra bölge toplanır, onların da merkezi toplantılara dönüştürülecek şekilde daha organize, daha uygun şeyler oldu. Ama dediğim gibi ilk başta biz kendi kaldığımız bölgelerdeki dernekleri birinci olarak ziyaret ediyorduk özel görevlerin dışında.
Ş.A: Yani resmi yazışmalarda adresiniz neresi görünüyor o zaman?
N.B: Ha resmi yazışmalar bildiğim kadarıyla başkanların olduğu şehirler, yani yazan arkadaş.
O.U: Şehirler. Şimdi bir ilk defa ilk dönemde Erol Yurdakan döneminde yazışma yerimiz, adresimiz, merkezimiz diyelim o zaman, Berlin’di ve Berlin’de bir [6]postfachtı yani posta kutusu, yani bir ev adres, bir adres değildi yani posta kutusuydu. Banka hesap numarası da oradaydı. Sonra ben başkan olunca Köln’e adres taşındı, hesap numarası da aynı şekilde Köln’e geldi.
Ş.A: Bir posta adresi değil mi?
O.U: Evet. Ondan sonra Köln’den Frankfurt’a ve Darmstadt’a geldik, sonra burası, burada bir postfachımız ve , hesap numaramız oldu. ATİF’in faaliyetleri, yayın faaliyeti, ilk senede belirttiğimiz gibi, epeyce bocaladık… bir yayın çıkartacağız veyahut da ismi ne olacak? Nerede çıkacak? Bu iş bir şeye bağlanmamıştı. Daha sonra siyasi örgütler ve de ilişkiler olduktan sonra bu gazete çıkartma işi biraz kolaylaştı ve gazeteyi Berlin’de çıkartmaya başladık, gazetenin ismi de Mücadele gazetesiydi. Bu sefer ama en büyük sorun, gazeteleri göndereceğimiz ve nasıl göndereceğimiz sorunuydu. Bu çeşitli şekillerde yapılmaya başlandı, bir postayla gönderme oldu, bir de kuryeler aracılığıyla. Biraz daha yakın yerler, belli yerlere postayla gönderildi bir miktarda ve oradan kuryeler aracılığıyla diğer derneklere falan dağıtıldı.
Bildirilerde de aynı şeyler yapıldı. Ve yayınlarınız daha çok genellikle Türkiye’den haberler, dünyadan haberler, Almanya’dan haberler olarak üç başlıca şeyden yapılıyordu. Almanya’daki haber, Almanya ile ilgili bölümlerde genel daha çok yabancılar kanunu, Alman devletinin Türkiye’ye yardımları, onların durdurulması amaçlı yardımlar. Türkiye’yle ilgili işte Türkiye’deki işçi sınıfının mücadelesinin propagandası, bu mücadelenin durdurulması için devletin yaptığı baskılar. Onun içersinde artık Devlet Güvenlik Mahkemeleri, 12 Mart Muhtırası, bundan başka, çeşit çeşit, dönem dönem orta yere çıkan ne bileyim, “Güneş Yeniden Doğacak” isimli filmin gösterilmesi, ahlak, bir ahlak kitabı çıkartıldı, o ahlak kitabında doktorların işçilerden daha şerefli olduğu filan ifadeleri yer aldı, buna karşı mücadeleler, eylemler yapıldı. Yani yayın daha çok bilinçlendirme ve bu bağlamın içerisinde bizi enterese eden bütün haberler üzerine tavırlar takınmalıydı. Bunların bazıları için eylemler de yaptık. Eylemler genellikle bir resmi eylemler diyelim buna artık, resmi günlerle ilgili eylemler, mesela Devlet Güvenlik Mahkemeleri gündemdeydi ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni hem merkezi hem de bölgesel düzeyde çeşitli kampanyalar yürütüldü, merkezi eylem, yürüyüşler yapıldı. Bölgesel düzeyde derneklerde seminerler yapıldı. Bölgesel düzeyde de eylemler yapıldı. Bu 1 Mayıs’ta da aynı şey yapılıyordu. Daha sonra Kahramanmaraş Katliamı gündeme geldi, Çorum Katliamları geldi, bunlara karşı da aynı doğrultuda eylemler yapıldı.
Ayrıca lokal düzeyde de birtakım eylemler yapıldı, Bu eylemler sırasında enternasyonal çaptaki eylemlerde… özellikle Ortadoğu’dan gelen örgütlerle işbirlikleri yapıldı. O zamanlar Şah rejimine karşı SİSNU denen bir örgüt vardı. Şeyde, Afganistan’da GUAPS, Filistinlerin örgütü GUPA mıydı?
N.B: Gupa.
O.U: Filistinlilerin örgütü Gupa vardı.
N.B: Guaps Afganlıların, Sisnu da İranlılarındı.
O.U: Evet, Gupa da Filistinlilerin örgütüydü. Onlarla işbirlikleri yapıldı, sıkı arkadaşlıklarımız da oldu o arkadaşlarla yani eylem birlikleri içerisinde. Bu eylem birliklerinin kimisine onların ülkelerini ilgilendiren bir konuydu biz destek verdik, kimileri bizi ilgilendiren konulardı onlar destek verdiler. Yani böyle iki şeyli bir eylemlerdi. Bu eylemlerin hazırlanışına gelince, bizim yönetim kurulları, sadece yönetim kurulları olarak değil, aynı zamanda yedek üyelerinin çoğu zaman denetim gruplarının da katılıyla geniş yönetim kurulları toplandı, biz buna geniş yönetim kurulu toplantıları diyorduk, yapılıyordu. Bu toplantılar ama yapılmadan önce gündemi belirleniyordu, neler konuşulacak ve bu bütün işte yönetim kurulu arkadaşlara bildiriliyordu ve onlar geldikleri zaman hazırlıklı geliyorlardı, tartışıyorduk. Tartışmalar, kararlar alındıktan sonra bu kararlar bütün derneklere bildiriliyordu. Bütün dernekler bu aynı zamanda yerine döndükten sonra yönetim kurulundan arkadaşlar kendi bölgelerinde bölgesel toplantılar yaparak bu kararları ve yapılacak eylemlerin nasıl yapılacağını açıklıyorlardı. Ondan sonra dernek yönetim kurullarına gidiyordu, dernek yönetim kuruları da kendi aralarında toplanarak, kendi kitlesini toplayarak onlarla konuşabiliyorlardı ve bu şekilde yani eylemin bir önceden bir hazırlık dönemi vardı.
Bunu öğrenmiştik artık yani böyle bu şekilde yapmayı. Ve daha sonra bu gazete, pardon, biraz evvelki gazete meselesini konuştum, unuttuğum bir şey vardı, bu gazetelerin nerelere gideceği hani adres, ilişki adreslerinin tespiti sürekli değişen bir şey, çünkü örgüt sürekli değişiyor. Örgüt sürekli değiştikçe listeye yeni birileri ekleniliyor ve gazetenin daha kolay ulaşabilmesinin yeni yolları orta yere çıkabiliyordu, bildiriler için de aynı şey söz konusuydu. Şimdi tek tek eylemlere geçelim isterseniz, buraya kadar bir şey var mı söyleyecek?
N.B: Yani sonuçta istediği kadar değişmiş olsa merkezi olarak çıkan gazeteyi bize dernekler vasıtasıyla iletilen adreslere merkezden postalanıyordu, onlar da onun dağıtımını yapıyorlardı. Hani yani adresin değişmesi sorunu önemli değil esas olarak yani, olabilir diyelim, o iş öyle yürüyordu yani benim bildiğim kadarıyla, postayla adreslere gönderirdik, onlar da yöresel olarak dağıtırlardı yani.
O.U: Evet. Şimdi eylemlerde ilk birinci bölgesel eylemlerimiz, konsoloslukta kur fiyatının, kurunun yani çok ucuza alınması gibi bir şey söz konusuydu. Piyasada…
N.B: Pasaport harçlarıyla ilgili bu ama…
O.U: Sadece pasaport harçlarıyla da değil, bütün harçlarla ilgiliydi.
N.B: Tamam yani sonuçta bizim burada kalanlara, özür dilerim, burada kalanların orada işlem yaptığı zaman adam mesela o zamanki kur yirmi liraysa o senden otuz beş lira geri alıyor.
O.U: İşte onu anlatacağım, anlatacağım bir dakika. Şimdi, dışarıda 5 lira 40 kuruştu, şimdi hatırlıyorum, bir Alman markı 5 lira 40 kuruşa değişiyordu döviz kurlarında. Konsolosluklarda bu kur 150 kuruş filan civarındaydı ve bütün verilen, konsolosluğa verilen pasaport harçları, Vollmacht neydi?
N.B: Ya şey, ne bileyim ben…
O.U: Vekâletname harçları, zaten harçsız hiçbir iş, Türkiye’ye yönelik hiçbir iş harçsız yapılmıyordu ve bu açıktan açığa bir soygundu.
N.B: Devam ediyor hala şimdi.
O.U: Fakat biz bunu görüyorduk, derneklerimizde bunu dile getiriyorduk, fakat bunu halkı harekete geçirecek şekilde başarılı olamadık yani bildiriler de dağıttığı, dağıttığımız halde pek başarılı olamadık. Fakat buna rağmen çeşitli günlük gazetelerde, burjuva gazetelerinde bu eylemimiz ses buldu ama nasıl ses buldu? Bizi de eleştirerek ses verdiler, mesela dediler ki, ya işte konsolosluklardaki bu usulsüzlük ne yazık ki solcular tarafından dile getirildi ama aslında yani bir usulsüzlüktür falan şeklinde dile getirildi. Bu işin peşini ama pek fazla takip edip daha ileri götüremedik, ne bileyim ben ya açlık greviyle veyahut da bir nöbet yeri tespit ederek sürekli orada durup konsoloslukların önünde şey yapmak gibi bunu dile getirmek ve geri çektirmeye zorlayıcı bir şekilde direnç gösteremedik bu mesele, bu meseleye, çabuk geçtik. Aynı şey mesela uçakların, kiralanan uçakların zamanında kalkmaması, günlerce insanların havaalanlarında rezil kepaze olması, kaybolan bavullar, bilmem neler filan yani buradaki bu, buradaki olumsuzluklara karşı yürüttüğümüz mücadelede de aynı şey söz konusuydu. Bir sürü insanlar, benim bavulum kayboldu filan diye müracaatlarda bulundular, günlerce falanca işte havaalanında günlerce açlık g… dediler ama yani gene de pek direnç göstermedik üzerinde yani ekonomik ve şey haklardı aslında yani daha fazla şeyler çıkartabilirdik ama çıkartamadık yani. gene mesela bu konuyla ilgili yaptığımız basın toplantısı filan oldu, basın toplantısına da Alman basınından pek fazla rağbet gelmedi, halbuki basın toplantısını Tulpen House’de yapmıştık yani Alman hükümetlerinin veyahut da partilerinin veyahut da ziyarete, Almanya’yı ziyarete gelmiş büyük devlet adamlarının basın açıklamaları yaptığı salondu burası, tek başımıza kaldık, halimize de biraz üzüldük yani elimizde belgelerle oturduk kaldık orada.
Pek rağbet görmedi, hâlbuki işçilerin derdiydi yani bu önemli bir meseleydi, bunu da pek yerine getiremedik. İşte diğer 1 Mayıs’tır, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’dir, Maraş Katliamı’dır gibi eylemlere dirençli bir şekilde
N.B: Merkezi olarak katıldık.
O.U: He, merkezi olarak katıldık ve bunların da, bunlar da sadece yani bir kitlemizi, kitle sayımızı daha da genişletmek değil yani onu da, o da oldu ama dediğim gibi daha çok bizim kendimizi daha da becerikli işler yapmaya alıştırdı yani, daha güzel bir birlik olduk yani bu eylemler sayesinde. Bizim yaptığımız eylemler sonucunda, çünkü Alman devletine karşı da hiç tavizsiz bir şekilde saldırıyorduk, Türk devletine karşı tavizsiz bir şekilde saldırıyorduk, bu, bizim bu duruşumuz, Alman devletini haliyle tepkisini çekti ve bize karşı sert önlemler almaya başladılar doğrudan yani ATİF’e karşı sert önlemler almaya başladılar. İlk baştaki sert önlemler nelerdi? İşte bildiri, gazete dağıtımı sırasında arkadaşlarımızı alıp götürürlerdi, üstlerini başlarını alırlardı, evlerine filan girerlerdi, sonra duvar yazılamaları yapılan veyahut da afişleme yapılan yerlerden dolayı mala zarar vermek gerekçesiyle davalar açıldı. Kavgalardan filan dolayı şiddet yanlısı olduğumuz ileri sürülerek kişiler tutuklandı ve bu saldırılar o zamanki ATİF başkanının yani benim politik çalışmamın yasaklanmasıyla, kadar, vardı! Bu baskılar tarih sırasına göre şiddetli bir şekilde artmaya başladı, yaptığımız eylemlerle. Ve bu işin en başında startını Ecevit geldiği zaman biz bildiri çıkartmıştık, işte faşist Ecevit burada ne arıyor? Türkiye yardımı durdurulsun! Filan şeklinde bildiriler çıkarttık.
Onun yaptığı mitingde hatta bildiri elindeydi, böyle buruşturulmuş şekilde elinde tutuyordu ve bir iki laf da etti şimdi hatırlayamıyorum. Onun peşinden Alman devleti Mücadele gazetesini yasakladı, baskı ve sömürüye karşı Mücadele’nin ismini o zaman değiştirmek zorunda kaldık ve fakat buna karşı eylem yaptık. Frankfurt’ta bir açlık grevi düzenledik, açlık grevine yatan arkadaşlarımız aslında azdı, fakat bunun propagandası Almanya’nın dört bir tarafına yayıldı, arkadaşlar geldiler, duvarlara yapıştırma kağıtlar aldılar, bildiriler aldılar götürdüler yerlerinde dağıttılar. Oralardan bağışlar topladılar, getirdiler, doktorlar geldi, Alman doktorlar filan geldiler açlık grevindeki arkadaşlarımızla ilgilendiler. Ziyaretçilerimiz oldu geldiler bilgiler aldılar. Fakat basında çıkmıyoruz bütün bunlara rağmen yani çok güzel bir çalışma sistemi orta yere kondu, iyi bir şekilde yayılma gösterebildik fakat gelmiyordu. Bunun üzerine Köln Radyosu’nun önünde bir miting yaptık ve bir de protesto mektubu yazarak Köln Radyosu’na verdik, o gün bizden bahsettiler yani açlık grevindeler falan filan diye. Bu olayın peşinden ama bu arada gene ev baskınları, tutuklamalar filan da devam ediyor. Bu esnada bizim işte ATİF başkanını politik çalışması da yasaklandı. Bu yasaklanma daha sonra… çünkü yani hedef ATİF başkanının nazarında ATİF’in faaliyetlerinin engellenmesiydi. Bu durumda biz, ATİF’in nasıl yapıp da bu saldırılardan korunması gereği üzerine düşündük ve aklımıza gelen bir fikir vardı o da şuydu, bir, biz bir Alman örgütü kuralım, ismi federasyon enternasyonale front, yani…
N.B: Uluslararası Cephe.
O.U:He, enternasyonal cephe kurma çalışmalarına giriştik, bunun için platform oluşturduk, tüzük oluşturduk, program oluşturduk ve diğer örgütlerle tartışmalara başladık.
Bu tartışmaları yaptığımız sırada Darmstadt’da haber aldık ki, şeyde, Aachen’da Kâtip Saltan isimli bir arkadaşımız işkenceyle öldürülmüş, sandalyeye bağlanmış… ve hiç kimse bilmiyor ne oldu, kimler yaptı filan diye. Daha sonra daha biz bunu devletin özel harekât birimleri, MİT’in yaptığını bildik yani insan düşmanını bilebiliyor. Ve nitekim aradan geçen yıllardan sonra bu Abdullah Çatlı ve beraberinde bazı gruplar Ermenilere sindirmek için buralara filan gelmişler. Onların Aachen’da belli lojistik destek sağlayacak kişileri filan da vardı. Biz bunların öldürdüğünü düşünüyoruz, daha sonra yetkili isimler ağzından da bunlar yapmıştır diye söylendi Alman kriminal polisi…. Fakat işin acayip tarafı, Alman devleti failleri gene bizim aramızdan aramaya başladı ve bunun mesela Aachen’daki işçi derneğine ve öğrenci derneğine epeyce zararları oldu yani bayağı baskı altında tuttular, gözetlediler, insanları takip ettiler, kimilerini sorguya çektiler, kimilerine ajanlık teklif ettiler… Ve o olaydan sonra daha ilerideki dönemde 81’lerde de Nubar…
N.B: [7]Nubar Yalım.
O.U: Yalımyan da aynı şekilde öldürüldü.
N.B: Hollanda’da öldürüldü.
O.U: Hollanda’da öldürüldü. Bu arkadaş Ermeni’ydi yani politik bir sebeple öldürüldü, bu, o artık kesinlik, yani ikisi de aslında bizim için kesinlik kazanmış şeylerdi yani. Bu faaliyetler sürerken işte 79-80 sıraları, bu arada da askeri darbe geldi, evet, askeri darbe geldi. Askeri darbeden sonra siyasi örgütteki ayrılıklar veya tasfiye hareketleri, aynı şekilde ATİF’e de yansıdı.
Ş.A: 81.
O.U: 80 de darbe yapıldı, darbe yapıldı, 81’in Şubat’ında, Şubat’ın… 19 değilse de Şubat ayında harekette bölünme şeyleri filan başladı. Fakat bu arada ATİF başkanını yine de rahat bırakmadılar yani ATİF başkanı oradan ayrılmıştı ama gene de rahat bırakmadılar ve… üç tane gerekçeyi, yasaklanma gerekçesini pasaporta işlediler, kırmızı yazıyla pasaporta işlediler! Bu pasaport ev bulmakta, iş bulmakta, ne bileyim ben devlet dairelerine gittiğin her durumda göstermek zorunda olduğun bir şeydi ve bununla insan ne bir ev tutabilirdi ne de bir iş bulabilirdi, gittiğim her yerden şahsen kovuldum yani!
İ.B: Geçici bir şey.
O.U: Geçici bir şey yani her üç ayda bir yenilenen bir şey, iltica başvurusu cebimde gezdim hep. Ve… bu durum… 85-86 yılında pasaporttan çıkartıldı. Fakat kayıt 10 sene sürüyor yani devlet dairelerindeki kayıt 10 sene sürüyor, 1 senelik müsaademi aldım, ondan sonra 2 sene, 3 sene, 5 sene uzatılarak işler düzeldi ama kayıt 10 sene süreyle şeyde duruyor, polislerde kalıyor. Bir gün…
N.B: Arşivde duruyor.
O.U: Arşivde, yani yok arşivde değil, kenar, şeyde, kayıtlarında duruyor bir yerlerde. 10 sene sonra, ben o zamanlar bir işgal evinde kalıyordum, fakat işgal evi anlaşma gereği evde oturanların, ev, evde oturanların tasarruf edeceği şekilde bir anlaşmaya varılmıştı, yani legaldi artık işgal değildi, işgal edilmiş bir ev değildi. Bir gün işte işe gittim, bir baktım benim o zamanki arkadaşım geldi dedi, evi polisler bastı dedi, adamlar eve şeyler Glens
Polizei, böyle maskelerle bilmem nelerle acayip silahlar bilmem neler böyle yani kapıyı balyozla kırıyorlar!
Ş.A: Siz ne zaman, özür dilerim, 1981’de sizin başkanlığı bırakmak durumunda kalmanızdan sonra siz mi başkan oldunuz?
N.B: Evet.
Ş.A: Eğer uygun görürseniz tam o noktadan itibaren, siz sözünüzü tamamladıktan sonra o zaman Nihat Bey anlatsın.
O.U: Evet buyurun Nihat.
N.B: Şimdi anlatılan o faaliyetle ilgili çok özet bir şey demek lazım.
00:54:01
Şimdi kısa, öz olarak bizim ATİF’in yani şu, şu, bu kadar eylem yaptık, çünkü bunu söylemek olanaksız, yani düşünün 3-5 senelik bir süre içerisinde birincisi, enternasyonal olarak tavır takınmada mutlaka yani böyle hiç kesintisiz yazılı olarak eğer eylemler varsa ona katılma yönünde. İkincisi de, Türkiye’de olan birtakım olayları, katliamlar, idamlar vesaire bunlara karşı yoğun bir şey. Bu ama istisnasız hep böyle olmuştur. Üçüncü faaliyet olarak da, Türkiyeli insanların veya burada kalan insanların bilinçlenmesi, onların kazanılması için işte kültürel faaliyetler, geceler, konserler vesaire. Bunlar da ATİF’in genel faaliyetleri içerisinde. Şunu diyebiliriz ki, ATİF sadece bizi ilgilendiren değil, aynı zamanda gerek uluslararası alanda gerekse Almanya’da emek-sermaye arasındaki çelişkiler de olsun, antifaşist ve şey böyle baskılara karşı devamlı bildiri yapma ve bazen bölgesel, bazen yöresel ama her zaman da en ön saflarda olduğunu kısa öz olarak şey yapabiliriz. Şimdi Osman yoldaşın anlattığı gibi, tabi 81’de bu Türkiye’deki siyasi oluşumlardan sonra, burada da bu doğal olarak kendisini yansıttı. Bizim o sıralarda bilmiyorum yani tam sayısını ama herhalde 20-25 kadar asil üyemiz var, bir, onlarca da sempatizan komitelerimiz vardı. Bu ayrılıkta tabi şimdi o çok iyi yaptı, öbürü kötü yaptı şeklinde değil ama kısa, öz olarak şöyle oldu. Bir kongre kararı alınmıştı, Osman o zaman başkandı. Bu kongre kararı aldığı yerde bizim yani ATİF’in diyelim 25 tane var olan derneklerinde 20-21 tanesi kabul edilmedi, yani onlar kongreye alınmadı. Bunun işte böyle tartışalım ya da şöyle fark etmiyor, yani kongrede ben de vardım, Osman da vardı. Hatta ben kongreye yani içeri gittim ama biz yani orada oylamalara vesaire katılma durumunda değildik. Aklımda kaldığı kadarıyla, o zaman bu kongre, kongreye gitmeden önce tavır belirleyen, kesin tavırları belirleyen ayrılıklarda işte yönetim kurulları kendi siyasi politik düşüncesine göre tavır takınan, mesele Dortmund, Aachen, Hellborn muydu öbürü yoksa hani şey oranın ismi neydi, Ulm müydü? Yok! Hellborn değil mi?
İ.D: Duisburg.
N.B: Yo, dur yok, ben, bizden ayrılanların, Hellborn’du değil mi?
O.U: Hellborn’du evet.
N.B: Evet, bu üç tane derneğin dışında…
O.U: Biraz daha fazlaydı ama onu hatırlamıyorum şimdi.
N.B: Önemli değil fark etmez, bir tane fazla iki eksik olur! Yani bu üç dernek ATİF’in o günkü faaliyetleri ve toplum dernekleri içerisinde merkezi, o zaman merkezi diyelim yani, diyelim, yönetime karşı, şey, yönetime karşı bağımsızlıklarını ilan ettiler ve ayrı düşündüklerini iddia ettiler, kongreyi de yapmak istediler.
Biz de kongreye, o Hellborn’de yapılan kongreye katılamadık veya gittik ama içeri alınmadık. Aynı gün biz de gittik Stuttgart derneğinde bu diğer delegeler vardı normal delegelerin hepsi oradaydı. Orada biz de bir kongre yaptık o gün Stuttgart derneğinde. Kongre bittikten sonra ertesi gün gittik işte şeye, notere, ATİF’in işte kaçıncı genel kurulu şimdi o, o zamanki bilemiyorum, bunu dernekler masasına kaydettik yani. e bunun dernekler olarak sayacak olursak herhalde bir 20 civarında vardı, yukarıdan işte başlarsak Berlin, yukarıda işte şey, Hamburg, arkasından şey, Bremen, biraz aşağıya geliyoruz işte Minden, Hilden, say, yani yirmi veya yirmi beş, yirmi beş bilemiyorum, o böyle şey oldu. Şimdi doğal olarak da tabi bir ara hani kim ATİF’tir kim değildir falan birazcık böyle şeyler oldu ama doğal olarak da bu arkadaşlar da baktılar ki bunun böyle yürümeyeceği, hani bunlar da gazete çıkarmaya kalkıyor, öbürü de çıkarıyor. E şimdi bizde kitlenin çok yoğun olduğu için ister istemez bizimki biraz daha hani baskın çıktı diyelim. Ve arkadaşlar her nasıl olduysa bir karar almışlardı, böyle devam etmediler yani, değil mi? Mücadele gazetesi falan…
Ş.A: Siz bu kararı ne zaman aldınız?
N.B: 81’in işte… Haziran ayı filan diyelim yani veya Temmuz ayı diyelim yani.
Ş.A: Öyle mi, he.
N.B: Yani çünkü bu bahsettiğim kongre herhalde şey, nisan ayında olmuştu değil mi, o sıralarda filan?
O.U: Yani şimdi orada bazı noktalara…
N.B: Ha tabi tabi yani ben şimdi…
O.U: İtirazım olanları da bir söyleyeyim de… Şimdi yani genel kurula gitme kararı aldığımız, almadan önce yani genel kurula gitmeden önce derneklerdeki bazı, yani bazı derneklerdeki eşyalara el koyma hareketleri oldu. Böyle dernekleri ikaz ettim yani yazdım, bu malları mülkleri getirin yerine koyun ve dernekler çalışsın şey olmasın ama olmadı! O zaman savunma istedik ve bu derneklerin şeylerini, yani 5-6 tane dernekti bunlar, 20 tane değildi yani o kadar çok değildi, az bir dernekti.
N.B: Onların sayıları belliydi yani.
O.U: Yani 21 kişi dedin ve gelenlerin hiçbirisi alınmadı filan dedin de, orada biraz sözlerini düzeltmek istedim yani.
N.B: Ya hayır onu sayabiliriz, problem yok orada…
O.U: Usulde, usulde bir yanlışlık yoktu.
Ş.A: Peki şunu merak ediyorum…
O.U: Evet yani ATİF’in faaliyetleri içerisinde bir tane önemli bir olay var, onu da anlatmadan geçmeyelim. Bu Stuttgart’taki arkadaşların MHP’li faşistler tarafından kesici aletlerle yaralanması olayıdır gazete satışından dolayı ve bu olay da Ecevit’in işte, Ecevit’in buraya geldiği ve o bildiri konusunda herhalde bizi şikâyeti, Alman devletine karşı bizi şikâyette bulunduğu dönemden bir önceydi. Bizim arkadaşlarımız gazete satışlarında MHP’liler tarafından orada sürekli taciz ediliyorlardı. Ve gene böyle bir günde bu sefer tacizciler, MHP’li faşistler ellerinde bıçaklarıyla, usturayla da, böyle kesici aletlerle arkadaşlara karşı büyük bir kalabalık saldırıya geçiyor. Arkadaşlarımızdan birkaç tanesi bıçaklarla ağır yaralanıyor, bir tanesini usturayla boğazına ustura atıyor, kesiyorlar. Fakat tam kesemiyorlar boğazını, burasından böyle! Çünkü arkadaşın bir tane deri paltosu var, bu paltonun yakasını kaldırmış, usturayı vurunca yakaya-dan geçmiş, boğazını buradan böyle kesmişti. Yani… böyle duruyordu arkadaş uzun zaman. Ondan sonra ama büyük bir yürüyüş yapıl… yaptık Stuttgart’da, bu yürüyüşe artık Alman devleti de büyük bir önem verdi ve polislerle bilmem nelerle filan geldiler. Polisler yani atlı polisler geldiler. Yürüyüş güzergahı da tehlikeli bir yürüyüş güzergahıydı, böyle bazı ıssız yerlerden filan geçtik ve polisler de resmen taciz ettiler bizi, aaa filan diye böyle atla yakınımızdan geçip böyle, yakınımızdan atla tırıs yaptı falan böyle bir şeyler yaptılar. Hatta bir arkadaşın, İsa’nın şeylerini aldılar, kimlik kartını filan istediler, verdiler, fakat aldılar baktılar geriye vermediler. O zaman biz bloke ettik yolu filan, öyle alabildik yani bunu benzer olaylar filan oluyor.
O kavgadan sonra ama bir daha da Alman faşistleri oralarda pek bir şey göstermediler, korktular daha sonra. Yani orada da o bedel ödendi. Dernekteki faaliyetler nasıl oluyor, nasıl yürütülüyorsa da İmam dayı anlatsın artık.
İ.D: Hangi dernekte?
O.U: Bütün derneklerde, folklor grupları, tiyatro çalışma grupları, kadın kolları.
İ.D: Derneklerde yürütülen faaliyet şu, şimdi tiyatro, folklor, ondan sonra herhangi bir gecede işte ozanın olması veyahut da bir sanatkârın olması şu, bunu organize edilirdi. Fakat ekseriyetle Darmstadt’da hem tiyatro vardı hem folklor vardı, bunlar yalnız Almanya’nın değil Avrupa’nın birçok yerlerine de kadar gidiyorlardı her dönemde. Ama biz hiçbir dönem yani Türkiye’de işte özel olarak bir sanatkar getirelim, bilmem ne getirelim şuyu buyu falan öyle bir şey yoktu. Mesela burada sanatkârlar olarak, ozanlar olarak bizim Seyfili vardı, ondan sonra Emekçi vardı, şey vardı, bu… Zamani vardı. Mehmet Koç vardı, onda sonra diğer bir tane vardı, Şah Turna vardı.
O.U: Ferhat, Ferhat Tunç.
İ.D: Ferhat Tunç vardı.
O.U: Buradan doğdu yani Ferhat Tunç.
İ.D: Ya, ya, Ferhat Tunç vardı. Yani biz bir gecelerimize o organizelerimizi bunları kendi içerimizde artık derneklere haber verirdik falan yerde bir gece olacak, bir şu eylem olacak veyahut da şu gece de yapılacak, orada falan falanlar işte sanatkâr olarak gelecek, ozan olarak gelecek, ondan sonra işte tiyatro gelecek bilmem ne gelecek. Fakat bunu bildirildiği zaman var ya derneklere, herkes kendi gücü oranında ne gibi çalışması varsa, folklor mu, tiyatro mu, onda sonra ozan mı, onlarla beraber orada bulunurlardı yani bunu böyle geçiriyorduk biz. Ama mesela bizim Seyfili adamcağız inşaatta çalışırdı, Seyfili’ye bir defa haber verdiğin zaman çoğu yerlere gece trenle gelirdi. Giderdik istasyonlarda alırdık, hani o kadar şeydir, samimi ve o kadar fedakâr davranıyorlardı. Zamani, ondan sonra Temelli vardı, bir sürü ozan sanatkârlar, bunlar hep devrime sempati duyan yani bize sempati duyan, ATİF’e sempati duyan, ATİF’in içerisinde çalışan, şu veya bu yönde çalışan insanlardı.
Bunları böyle yürütürdük, böyle organize ederdik. Yani şimdi bir toplantıda veyahut da herhangi bir yerde, bir derneğin kongresinde veyahut da şurada burada bir karar alındığı zaman o karar derneklere bildirilirdi hemen anında. Fakat her dernek yani o karar veya böyle bir karar beni bağlamaz veyahut da şu, işte ben bu işi yapmam diye bir şey yoktu. Herkes ne karar aldıysa onu uygulamak zorundaydı ve onu uyguluyorlardı, yani her arkadaş kendi çapında, kendi yeteneği kadar bunu uyguluyordu, yani şeye katılıyorlardı şeylere, çalışmalara. Başka… ne diyelim yani…
Ş.A: Şeyi merak ediyorum onu sorayım, bu Türkiyeli diğer şeyler var ya, diğer işçi dernekleri mesela DİDF gibi, FİDEF gibi, onlarla ilişkileriniz nasıldı, biraz da ondan bahseder misiniz?
İ.D: Ya onlarla ilişkiler şu temeldeydi, işte herhangi bir yürüyüş bir eylem yapılacağı zaman bunlara haber verirdik, bunlar da çoğu zaman bir sürü eylemelere, yürüyüşlere katılanlar olurdu gerek örgüt olarak, gerek kişi olarak tek tek insanlar olarak katılırlardı bunlar da. Yani bunlar da bizim aramızda herhangi bir şey yoktu, olmuyordu da. Fakat elbette ki siyasi olarak ayrılıklar vardı yani o belliydi. Mesela biz bir yürüyüş yapacağımız zaman haber verirdik, şuydu yürüyüşlerimizde işte, Dev Yol’a, Dev Sol’a, Dev Genç’e, onda sonra Halkın Kurtuluşu’na bunların hepsine haber verirdik, böyle bir yürüyüş olacak, gelenler geliyordu. Gelmeyenlere işte niye gelmedi, nasıl gelmedi falan diye bir şey yoktu. Fakat ekseriyetle yani geliyorlardı Türkiye’ye, mesela bu Kahramanmaraş olaylarını, onda sonra Çorum olaylarını, onda sonra 80 Darbesini protesto eylemlerine ve saireleri, bunların hepsine şu veya bu yönden katılanlar olurdu gerek bölgesel gerek merkezi.
Ş.A: Daha çok şeyi merak ediyorum, şimdi sizin çalıştığınız alanda bir de DİDF diye bir şey var, DİDF, bir de FİDEF miydi?
O.U: Evet.
Ş.A: FİDEF diye bir şey var. Onlar da işçi dernekleri yani. Mesela biraz güçlerinizi onlarla kıyaslayabilir misiniz? Aynı alanda çalıştığınız için diyorum, işçilere yönelik yani.
İ.D: Ya güçleri onlarla kıyasladığımız zaman şu, şimdi biz kitle olarak onlardan güçlüydük. Diğer tarafta, siyasi tartışmalara, siyasi sorunlara gelince pek şey yapamıyorlardı, cevap veremiyorlardı, siyasi tartışma oluyordu aralarında ama gerçekten de siyasi olarak şey yapamıyorlardı…
Onun için de yani işte bunu yapamadı, bu, sen niye gelmedin, sen yapamıyorsun şudur budur diye bir şey yoktu yani aralarımızda. Ama gerçekten örgüt olarak şu, yani herhangi bir dernekte, herhangi bir toplantıda, herhangi bir seminerde, herhangi bir gecede alınan bir kararlar tüm derneklerimize, komitelere iletilirdi ve herkes kendi gücü oranında bunları organize ederdi, bunlara katılırlardı.
Ş.A: Şey, gerçi biraz 80 Darbesi’ne denk geliyor ama belki öncesi de var, ilticacılara yönelik, Türkiye’den buraya iltica edenlere yönelik federasyonunuzun herhangi bir çalışması desteği, ilgisi oldu mu?
İ.D: Ya federasyon olarak şu, şimdi daha önce biz birçok yerlerde karşı çıktık, ya işte niye Türkiye, niye geliyor, niye iltica ediyor? Yani orada çalışsın, orada mücadele yürütsün falan gibi bir şeyler vardı. Fakat bunlar gittikçe çoğaldı, yani çoğalınca artık biz bunlara karşı şuna, yani öyle bir şey olamaz, o zaman bu insanlar gelmişler buraya, yani gericilerin, ondan sonra faşistlerin eline düşüyor, bir sürü tercüme, tercümanlık işinde, bir sürü paraları gidiyor, yazıktır! O zaman biz bunlara yardım etmemiz lazımdır diye ve bu anlamda bunlara yardımcı oluyorduk tercüme işinde. Ondan sonra polise götürme işinde, müsaade al, oturma müsaadesi alma şeysinde, elimizden geldiği kadar her dernek yani her yörede artık yardımcı oluyorlardı bunlara.
Ş.A: O politika değişikliği ne zaman oldu yani, 80’den sonra mı oldu, hani önce ilticalara karşı çıkıp, sonradan desteklemek?
İ.D: Önceydi, önceydi.
O.U: Yani ilticacıların yoğun olarak gelmesi askeri darbeden sonra oldu. Ve bu yoğun akın aynı zamanda diğer sol örgütleri güçlendirdi yani askeri darbenin olduğu öncesine, dönemine kadar yani ne DİDF’den, FİDEF filan vardılar ama yani mesela Dev Yol falan böyle güçlü değildiler. Daha sonra, darbeden sonra gelenlerle onlar da bayağı kitle sahibi oldular Ve ilticacılarla ilgili eylemler de ondan sonra oldu. Yani biraz ayrıldıktan sonra oldu Nihat, yani ayrılmadan önce…
00:12:04
Ş.A: Darbe sonrası olduğu için.
O.U: Darbe, he, çünkü darbeden önce bazı gelenler vardı ve biz kendi aramızda, ya ne oluyor böyle bir ilk tepki gösterdik ama bu düşünülmüş ve kararlaştırılmış bir tepki değildi.
N.B: Merkezi bir karar değildi.
İ.D: Örgütlü bir tepki değildi.
O.U: Değildi yani ilk tepkilerdi bunlar yani şey olarak görmemek lazım. Ondan sonra ama herhalde sizler bir sürü bir şeyler yaptınız.
N.B: Yo, yani yardım edildi falan, belki avukat tuttuk.
Ş.A: Bir de şeyi biraz söyleyebilir misiniz, diğer ülkelerin işçi federasyonlarıyla veyahut da işçi örgütleriyle ortak eylemleriniz oldu mu hiç, ortak çalışmalarınız, ortak faaliyetleriniz, ortak toplantılarınız, ortak kamplarınız vesaire yani ATİF olarak?
O.U: Şimdi şöyle bir şey söyleyebilirim o noktada.
N.B: Özür, özür…
O.U: He İmam dayı söyleyecek.
Ş.A: Kim diyecekse yani.
İ.D: Ya böyle bir şeyimiz olmadı.. neyi sormuştunuz?
Ş.A: Başka ülkelerin işçi örgütleri?
İ.D: mesela Almanlarla, onlarla beraber ortak hareket ediyorduk Alman komünistleriyle.
Ş.A: Şey, dünkü sohbetimizde bunları not almışım, mesela Filistin’le dayanışma eylemi, Raf militanlarına destek eylemi gibi. Bir de böyle bir kamp hikâyesi anlattınız, o ATİF’le ilgili miydi bilmiyorum.
N.B: Yok, o uluslar arası işte bu uluslar arası Mao Zedong ile şey ayrışmasına denk geliyordu.
Ş.A: Yani o zaman ATİF’in Filistin’le ilgili bir eylemi var mı, Filistin’le ilgili?
N.B: Ya şimdi Filistin’le ilgili ben şey doğrudan hatırlamıyorum direkt yani ATİF’in. Şöyle bir şey diyebiliriz, şimdi ATİF’in faaliyet yürüttüğü dönemde, bizim bahsettiğimiz dönemler içerisinde yani diğer ülkelerin bizler gibi, Türkiyeliler gibi organize bir örgütlenmesi yoktu yani. Mesela İspanyolları, İtalyanları veya Yunanlıları yani varsa da bunların böyle emek ve sermaye arasındaki çelişkilere tavır alacak bir konumları yok, belki biraz daha ulusal şeylerde olabilir. Yani ben şahsen tanımıyorum onlardan ama yöresel olarak birtakım konularda onlarla bazı eylemleri birlikte yaptığımızı söyleyebiliriz yani öyle bir şey olmadı diyemeyiz. Mesela bu şehirde bahsettik ya, bir alternatif yabancılar meclisi, yok işte ortak birtakım yürüyüşler vesaire, bunları ben şahsen kendim de Hannover’de senelerce katıldım yani bu toplantılara.
Mesela birlikte 1 Mayıs düzenleme, her ülkeden insanların işte temsil edildiği, Alman, bizler ve diğer yabancıların hani bu konularda her zaman onlarla birlikte olduğumuzu iddia edebiliriz. İkincisi, sorduğun bir soru vardı bu DİDF bilmem şey meselesinde, ya şöyle bir şey genel olarak söyleyebiliriz, yani Türkiye’de olup biten DİDF’le her zaman bir diyalogumuzun olduğunu söyleyebiliriz. FİDEF’le ilgili olarak, onların genellikle Türkiye cumhuriyetinin hani şeyi de dahil faşist görmedikleri için cuntanın, olanaksız gibi bir şeydi, sadece merkezi bir işte birlikte yürüttüğümüz hatırlıyorum Köln’de, Osman, FİDEF’çiler de vardı, sen belki hatırlıyor musun bilmiyorum, Köln’de katıldığımız bir yürüyüşte FİDEF’liler de vardı. Yani bizim burada ortak eylem yapabildiğimiz genellikle FİDEF de varsa ve diğer Dev Yol sempatizanları, diğer grupların da insanları olmak üzere Halkın Birliği, bunlar da genellikle Türkiye’de mesela idamları protesto etmek, işte faşist baskılar vesaire, bunlara yönelik ortak şeylerimiz olmuştur yürüyüşler. Belli bir tartışma sonucunda ortak bir platform veyahut da yazı olmuşsa o temelde yürüyüşler olmuştur. Bizim onlarla en büyük sorunumuz Alman devleti bir emperyalist devlettir, ona karşı diyecek miyiz, demeyecek miyiz? Veyahut da Türkiye Cumhuriyeti şimdi faşist midir değil midir mesela? E şimdi FİDEF’çiler faşist demediği için onlarla zaten hiç olmuyordu. Bir de o dönemde bizim uluslar arası böyle siyasi ortamda Sovyetler Birliği’ni sosyal emperyalist gördüğümüz için o oldukça azdı. FİDEF’lilerin esas olarak en büyük şeyi, devletin sunduğu yabancılara yönelik şeylerden normal yani derneklerde yardım almak, seminerlerden para almak, insanlara işte iş bulma vesaire vesairedir. DİDF biraz bunun bir parçasını onlar da yapıyordu, onlar da yumuşak bir şekilde Alman emperyalizmine yaklaşıyorlardı. Bunun dışında, bizim yani sempatizanlarımızın olduğu bölgelerde sendikaların içinde de çalışılırdı, onların eylemleri, hele ki grevlere her yere yoğun olarak katılıyordu. Yani şu anlama çıkmasın, bir grev hareketi vardı, biz aaa bize ne ya kardeşim, öyle bir şey yoktu yani. İlla ki özellikle Ruhr bölgesindeki demir çelik fabrikalarının kapatılması konusunda bizim üyelerimiz aktif bir şekilde katılıyorlardı yani, onu belirtmekte yarar var.
Ş.A: Raf militanlarına yönelik…
N.B: Ha onun ama o biraz lokal yani, onu merkezi bir yürüyüş yaptığımızı hatırlamıyorum Osman ben, ha o lokal bir şey yani. Şimdi ATİF’in bir de genel olarak şunu diyebiliriz, cuntanın başa gelmesiyle birlikte ATİF’in faaliyetleri Türkiye’deki faşist cuntaya yönelik çok yoğun yapıldı.
Mesela özgürlük mahkûmlarıyla dayanışma geceleri hemen hemen bütün bölgelerde yapıldı ve bunlara ozanlar falan katıldı, yani bu çok önemli bir fa… ATİF’in faaliyet alanı değil, bizim genişlememizi biraz, yani cuntadan sonra bizim böyle acayip bir sıçrama biraz da buradan dolayı kaynaklandı yani, yani cuntaya karşı yürüttüğümüz faaliyetler, işte özgürlük mahkûmlarıyla dayanışma, oradaki açlık grevlerini destekleme, hatırlıyorum, yürüyüşlerde Diyarbakır ve Ankara’da illegal dağıtılan bildirileri bile dağıttık yani, hani o illegal örgütlerin o zaman çıkardığı. Yani bizim o ekonomik demokratik taleplere bu sosyal siyasi faaliyetlere yönelik şey daha da yoğunluk kazandı 12 Eylül’den sonra, öyle diyebiliriz yani. Hani biraz da o demokratik işte hani ekonomik sorunlara yönelme meselesi ikinci plana düşmüş diyebiliriz. Yani onu da İmam dayı da biliyor yani hani, esas faaliyetimiz biraz da o yönündeydi, o yöndeydi diyeyim kısaca öz olarak.
Ş.A: İmam dayı bir şey diyecek galiba.
İ.D: Mesela komünist işçi
Deutschland örgütü vardı, bunlar var ya burada Darmstadt’da yürüttüğümüz her eylemde bizimle beraberlerdi. Hatta bildirilerimizi dahi dağıtırlardı, cumartesi, pazar günleri veyahut da herhangi bir yürüyüşte bildirilerimizi dağıttılar. Mesela bunlar…
O.U: Ama o belli bir dönem içerisinde oldu.
İ.D: Belli bir dönem içerisinde, mesela şey, bizzat bunu yapıyor…
N.B: 80’e kadar diyelim ya, değil mi?
İ.D: O Fafh vardı, avukat…
N.B: Biliyoruz canım onları yani…
İ.D: Ha bu adam komünist İşçiler
Deutschland o örgütün adamıydı, avukat iken tamam mı, bildirileri dağıtırdı, ondan sonra kendi gazetelerini satardı cumartesi, pazar günleri veyahut da herhangi bir yürüyüşte, onlarla eylemler şu veya bu yönde vardı. Mesela benim birçok davama girdi, hiçbir kuruş almadı avukat.
O.U: Şimdi biraz bu dernek faaliyetleriyle ilgili bir iki eksik nokta kaldı onları tamamlayayım müsaade edersen. Bir de bu diğer enternasyonal dayanışmayla ilgili bir şeyler söyleyeceğim. Şimdi dernek faaliyetinle ilgili bir dönem geldi ki, fark ettik ki biz sadece birbirlerimizle meşgulüz, yani derneğe geliyoruz, oturuyoruz konuşuyoruz bilmem ne yapıyoruz, evlerimize gidiyoruz, akşam bir yerlere gideceksek yine de birbirlerimizle beraber gidiyoruz, yani bunu dernek üyeleri her zamanki arkadaşlarımızın çevresinin dışarısına çıkılsın istedik yani bunu teşvik edici şeyler yapmaya çalıştık, faaliyetlerimize eklemeye çalıştık, aile ziyaretleri.
Bu da pek fazla başarılı olmadı, çünkü yani bir ara bu sert, gerek bildiri dağıtımlarında çıkan kavgalardan, gerekse alman devletiyle olan didişmelerden ötürü esas faaliyet yürüten arkadaşlar genç arkadaşlardı yani aile de olsa bir yere, bir aileye gitmek falan filan yani pek şeylerine uymadı. Yani bu onların karakterine uymadı, bu konuda pek başarılı olamadık. Bir başka bir şey daha denedik, o da 79 itibariyle Almanya’nın birçok şehirlerinde ev işgalleri orta yere çıkmaya başladı ve bu ev işgalcileriyle irtibat kurmaya çalıştık yani kimi yerlerine katılabilirdik, kimileriyle oturup konuşabilirdik falan filan ama bu da pek başarıya ulaşmadı. Bunları niçin söylüyorum! Bizim önemli zaaflarından bir tanesi içine kapanık olmamızdı yani, ben öyle görüyorum bunu, biraz kendi içimize kapanık, kendi içimizde kaldık.
Ş.A: Öyle mi?
O.U: Evet. Bir başka faaliyet de, mesela bizim eylem çeşitliliklerinde gelişmeler olmaya başladı, ne gibi gelişmeler oluyor. Mesela biz, bir merkezi bir yürüyüş yaptığımız zaman bütün gücümüzü yürüyüşe toplamıyorduk. Yani yürüyüşe topladığımız diyelim ki üçte iki, dörtte üç veya üçte ikiyse, diğerlerini yürüyüş yaptığımız o şehirde gruplar halinde şehrin başka yerlerine dağıtıyorduk, polis geliyordu bizim yanımıza ama esas arkadaşlarımız başka yerlerde o yürüyüş devam ederken kendi rotasında, şehrin başka yerlerinde eylemler yapıyorlardı, bildiri dağıtıyorlardı, yapıştırıyorlardı, konuşmalar yapıyorlardı. Yani bir şehre girdiğimiz zaman o güce gelmiştik ve o beceriye de gelmiştik, gittiğimiz zaman bir şehre grip çıktığımız belli oluyordu yani buradan geçtik diye. Yani her tarafa şey yapılabiliniyordu.
Yani eylem çeşitliliklerinde ve biçimlerinde epeyce gelişme sağlamaya başlamıştık. Mesela propaganda ve ajitasyon işini yani artık diğer şeylerden soyutlayıp önce kendi halindeyken, bir bakmaya başladık yani nasıl yapabilirsek çok daha iyi olabilir filan diye ve ondan sonra yani esas yerinde diğer yani örgütün diğer görevleriyle bağdaşıklığına bakmaya başladık. O zaman insan ayrıntıları çok daha güzel görebiliyor. Mesela en son yaptığımız şey de, klasik tiyatroların veyahut da ozan türkü söylemelerinin yerine, hepsini beraberce bir projenin içersine toplayarak hem tiyatro hem de, sahneye çıktığı zaman bir grup hem tiyatro hem de müzik yapıyordu, hem slogan atıyordu hem şey yapıyordu. Yani böyle bir grup halinde öyle bir grup şey yapabiliyordu ki, mesela bu bizim… Filip Ali bu işlerin içerisinde şeyde, burada mesela çok güzel bir, böyle bir şiirsel, müzikal bir grup kurduk ve bunu biraz daha geliştirmeye çalışıyorduk. Niyet de oydu ki, bu şeyleri, grupları, Aachen, Aachen’da yapalım, çünkü Aachen’da bazı becerikli arkadaşlarımız da vardı, hatta bir tane Özgürlük Korosu diye bir koro kurdular ve çok şahane bir tane de kaset, çok şahane birkaç tane kaset yaptılar. Ve bu işte fakat tam kuruldu, bu işi yapacağımız sırada ayrılık geldi, bu ayrılık mahvetti bizi! Yani şimdiye kadar yaptıklarımızı harap etmek değil sadece, yapabileceklerimiz açısından baktığım zaman kayıp çok büyük gözüküyor, çünkü bir ipi tutmuş kadrolar var, bir yere kadar, şeye kadar gidiyor, yani artık açık açık görebiliyoruz yani daha ne gibi şeyler yapabiliriz filan diye, burada kesiliyor ip! Ondan sonra daha değişik bir eyleme gidiliyor, bir ayaklanmacılar o ayaklanmanın coşkusuyla füüyyyyt aşırı uçuyorlar! Öbürleri sopadan dolayı büzüşüyorlar, böyle bir şey orta yere çıktı.
N.B: Hemen yüzüne vuruyorlar Osman’ın, kimsen sen, ordun mu var kardeşim, kaç tane ordun var demek istiyorlar (gülüşmeler).
…
Ş.A:Evet. Peki…
N.B: Şimdi bu… bir sorunuza bir cevap vereyim, bu ilticalar meselesine doğru yani bir şey yaptınız mı veya ne oldu, tavır tak… doğrudur, benim şimdi aklıma geldi, şöyle bir şey oldu. Şimdi genellikle Alman devleti ki bu bahsediyoruz, özellikle hapishane yatmış yani durumu kötü olan adamlara iltica vermiyor, Konya’daki adam diyor ki, ben Kürt’üm diyor, tanıyorum, onlara iltica veriyorlardı. Birincisi bu konuda epey doküman topladık biz bir ara onu hatırlıyorum ve bunu broşür haline de getirdik, hatta ve hatta ilticası kabul olmuş yani pasaportu olan bir arkadaşımızı, yoldaşımızı da o zaman Hüseyin Balkır’ı mesela trende yakaladılar. Türkiye cumhuriyeti devletinin yani işbirliğiyle içeri atıldı, aylarca kaldı bu adam hücrede. Bununla ilgili çok büyük bir şey yürüttük ve Alman televizyonunda bununla ilgili özel bir program yapıldı. Yani böyle yarım saat süren ki ben bizzat yani bu, o çekimlerin yapıldığı sırada tercüman olarak da gittim. Aynı zamanda bütün bu bahsettiğimiz belgeleri biz o zaman Amnesty International’a verdik yani Uluslar arası Af Örgütü’ne. Toplantısına ben Basel’de gittim kendim de katıldım yani hani bizzat belgeleri sundum. Dolayısıyla ilk başlarda hani o ilticacılara tamam gelin kardeşim, hoş gelin, iyidir, sizi, demedik öyle bir şey. Ama ilk başta biraz çekingen, ya Türkiye’de biz devrim yapmak istiyoruz, hani insanları buraya getirmeyelim yani iyi bir şey değil derken onlara mecburen süreç içerisinde doğal ihtiyaçlardan dolayı her yerde yardım ettik, avukat tuttuk vesaire vesaire. Bir konuyu herhalde unuttuk galiba, bu deprem meselesinde önemli bir faaliyetimiz var, hatta ATİF kurulduğu senin ilk faaliyetimizdi, yani böyle şeyimiz. Ona konsolosluk çevreleri, bu gerici çevreleri işte ne bileyim Türkiye’de milliyetçi çevreler yoğun bir şekilde yardım toplamaya başladılar, bizim dışımızdaki şeyler de diyelim, federasyonlar falan. Biz de topladık, fakat biz şöyle bir şey aklımda kaldı, konsolosluklar vasıtasıyla bilmem işte bu export-import kıvır zıvır adamların vasıtasıyla bizzat kendimiz gidip yerinde bu paraları dağıtacağız, yani yerine gitmememiz gerekir diye, hatta bazı yerlerde problemler oldu. Mesela Aachen’da ben hatırlamıyorum, orada devletten yana olan öğrenciler vardı, bir de bizim yoldaşlarımız vardı, öyle bir problemler de çıkmıştı, oraya mı verelim, kendimiz mi götürelim gibisinden. O zaman yoldaşlar bana görev verdiler, onu dediler sen git yap. İşte o şeye uygun olarak topladığımız paraları aldık yani normal bir şekilde işte derneklerde, kişilerde topladığımız bir miktar vardı, hani şimdi tam bil… 10 bin veyahut da küsur 13 bin bilemiyorum bir miktar vardı, onu gidip bizzat Muradiye’de köylerinde dağıtma görevi bana verildi, kışın ortasında gittim ben (gülüyor) oraya.
Ş.A: Öyle mi?
N.B: Tabi, giderken tabi İstanbul’da Ali Yavuz Çengeloğlu yoldaşla bir karşılaştık, yani bize biraz hani o konuda Türkiye’de kim, bize birileri yardım etsin, Van’ı tanımayız, gitmemiş gelmemişiz falan gibi. Onunla biraz görüştük, konuştuk, hatta paralarımızı oralarda bir yerde bozdurduk. Tesadüftür o arada da Site Öğrenci Yurdu’nda açlık grevleri vardı, bizim yoldaşlarımız da vardı içinde. Hani ATİF başkanı da, şey, yönetim kurulu üyesi vasıtasıyla orada bir de işte destek amaçlı bir bildiri filan yazdık böyle bir verdik. Bunun dışına, orada biraz ön bilgi toplamak için, o zaman Yeni Ortam gazetesi vardı biliyorsun, daha faaliyetteydi, Behram da onların başyazarıydı galiba. Cağaloğlu’nda onların bu şeye doğru giden bir bürosu vardı, oraya gittim kendisiyle de görüştüm. Arşivde bana o dönemde geçmiş yani gazeteler falan da verdi ama bir adres veremedi yani bana işte Van’a gidiyorsun da hani bizim gazetenin temsilcisini, hani niyetimiz şuydu, oraya gidip bu dokümantasyon olarak, yanıma bir film makinesi de aldım bizim Darmstadt’da arkadaşın film ma… bildiğimiz film makinesi işte paraları, film makinesini aldık, orada gidip bir örgütleme yapalım, hani dolaşalım, bu işi dokümantal olarak alıp getirelim diye.
Maalesef onlar şey veremediler bize yani orada bir ilişki alamadık, sadece bir gazete bayiinin adresini verdi bana şey, Beran, orada gittim kendilerini, önce, bulmadan önce bir randevulaşmıştık bizim yoldaşlarımızla hani bana gelip orada yardım edecek, örgütsel olarak falan gibisinden. Maalesef geldi bizim adam, işte gölün kenarında karanlık, karanlık bir yerde kimse görmüyor, birileri geliyor, konuştuk, tanıştık tabi (gülüyor). Şöyle oldu, yoldaşla görüştük falan ama kendisinin işlerinin olduğunu, bu konuda bana fazla yardım edemeyeceğini söyledi (gülüyor) gitti. E ben de orada tabi yalnız kalınca e işte o bahsedilen adrese gittim yani bir gün sonra Van’da. Arkadaş çok sağ olsun, Cumhuriyet gazetesinin şeyiymiş orada bayi sahibi, onun vasıtasıyla orada bir taksici buldum, sonra bizim Dersimli birkaç kişi buldu, ilköğretim müfettişi bulduk, kendi sınıf arkadaşımı buldum, onun kardeşini buldum, 3-4 kişi işte Çaldıran, işte orada Yağbasan, Muradiye dolaştık.
Ş.A: Ne kadar para dağıttınız orada?
N.B: Bütün o paraları götürdüm tek kişiye, işte hani de ki 100 lira, adam, evlerin durumuna göre, yanıma muhtarı da aldım, teker teker isimleri yazdık, herkesin imzasını attırdık, böyle bir şey yaptık. Filme de çektik bunları.
Ş.A: İyi yapmışsınız.
N.B: Fakat o filmi bizim beceriksizliğimizden sonra, evet yani ama şimdi ben…
Ş.A: O da mı yok?
N.B: Beceremedik o filmi, Dortmund derneğinde onu şey yaptılar benim bildiğim kadarıyla, bana Ali de çok az bir kısmı görülüyor dedi. Yani o faaliyetimiz biraz, çok militan bir faaliyet olmasına rağmen sonucu iyi olmadı. Bir orada, işte amacımız birincisi dediğim gibi hani gerçekten halka onu ulaştırmak, ikincisi, bu vesileyle orada insanlarla ilişkiye geçmek, orada bir şekilde insan bulmak ki ben orada epey de buldum yani hani üniversite öğrencileri buldum, dedim ya, bana yoldaşça mektuplar yazdı belli bir süre insanlar. Fakat onu orada ilerletmediler ama biz aktif olarak üzerimize düşen görevi gittik orada yaptık, bunu dağıttık esas itibariyle. O da öyle bilinsin diyelim yani. Şimdi ATİF dedim ya hani Osman anlattığı gibi orada bir ayrılık oldu yani, hani bunu tabi iyi yönleri de oldu, kötü de oldu, bunu engelleyecek halimiz yok, onun sorumlusu biz de değiliz, bu genel olarak siyasi ortamlarda her yerde olan bir şeylerdir. Biz ama yine biraz uygun yani diyelim yani tırnak içinde, bir şekilde ayrılmış olduk yani.
İşte o süre içerinde biz, 82’de ben ayrıldım yani o şey, Osman’dan sonra, devraldıktan sonra…
Ş.A: 81’de?
N.B: 82’de yani bir sene sürdü benim başkanlığım, çeşitli sebeplerle Türkiye’ye gitme sorunu gündeme gelince 82’de bıraktım Türkiye’ye gittim.
…….
N.B: Şimdi bu arkadaşlardan biz yönetim kurulunu devraldık, yönetim kurulu olarak bu arkadaşlarla yönettik. O döneme ilişkin olarak anlatılabilecek şu çok yoğun bir faaliyet olarak faşist cuntaya karşı yani şeyin ağırlığı artık Türkiye’deki açlık grevlerini, cezaevlerindeki şeyleri vesaire vesaire bunları desteklemek oldu. Komiteler kuruldu, cezaevlerine yardım gönderildi hani insanlara gönderildi, bayağı da o konuda iyi işledi. Dediğim gibi, özgürlük mahkûmlarıyla dayanışma geceleri oldu yoğun bir şekilde, hemen hemen her yerde. Bizim kendi siyasi durumumuza bakacak olursak, tabi Türkiye’den iltica akını da çok olmuştu o sıralarda, bunlar Almanya’nın hemen hemen her tarafına yayılmış ve ister istemez bizimle birlikte hareket ediyorlardı. Bu ne oldu? Çok büyük üst düzey yöneticileri kaybettik yani hani Osman’ın o bahsettiği ayrılıkta bizim önder kadrolardan diyelim yüzde seksenini kaybettik esas itibariyle yani.
Ş.A: Kaybettik derken hangi anlamda?
N.B: Kaybettiğimiz şöyle yani, ayrılıktan dolayı bizim önderlik edecek kadrolar…
Ş.A: Öldü manasında değil yani.
N.B: Hayır, hayır, yok yazacak çizecek hani böyle politik anlamda. Bunun dışında dernek başkanları, yönetim kurulları tabi ki bize kalan dernekler olarak da kaldılar bizde.
Ş.A: O zaman yani.
N.B: … sonuçta… yönetim kurulları ama dediğim gibi biraz faaliyetler artık daha fazla politize olma yönüne doğru gidiyordu, o günkü tartışmaların içerisinde. Yani bizim ilk kurduğumuz ATİF’in geniş herkese açık hani doğrudan bir siyasi örgütün yan kuruluşu değil de hani genelde bir meslek veya kitle örgütü karakterini biraz politik örgüte dönüşme yönünde gitti. Bunu sadece yani biz bizzat içinde olduğumuz için biliyoruz, zor olmasına rağmen ama sonuç itibariyle yapılan eylemler, açılan sloganlar, pankartlara baktığınız zaman bizim yani o klasik dediğiniz kitle örgütleri ve bu gelişme platformunu biraz daha politik yan örgütlere çevirmeye şey yaptılar. Bu daha sonraki, benden sonraki iki devrede gördüm ki, tamamıyla artık fraksiyonların ayni bizim içimizde ortaya çıkan, çıkmakta olan o geleneğin içersinde onların tartışma alanına döndü. Bu böyle olunca da ATİF çöktü.
Ş.A: Çok teşekkür ederim öncelikle yaklaşık 4,5-5 saattir sohbet ediyoruz, zamanınızı ayırdınız, çok iyi bir çalışma oldu. Bu projede 1970 ve 80 arası dönem ele alınıyor, o nedenle biz ATİF’in öyküsünü 1981 yılında bitirdik.
Benim için ayrıca tabi çok kıymetli bir çalışma, yani sizlerle bir arada bulunmaktan gerçekten çok içtenlikle söylüyorum çok mutlu oldum. Bu, bu çalışma Onur Vakfı’nın toplumsal tarih projesi içerisinde yer alacak bugünkü anlatılar. Ancak burada tabi belgelere de ihtiyacımız olacak. Bunun için önümüzdeki süreçte sizler mutlaka bize yardımcı olursunuz diye umuyorum, bunun detaylarını konuşuruz. Burada elde edilecek belgelerle hem vakfın toplumsal tarih çalışmasını bu yönüyle güçlendirmiş oluruz hem de ayrıca ben kişisel olarak bu konuda biraz çalışmak eğer becerebilirsem bir ATİF kitabı yapmak niyetindeyim, istiyorum böyle bir şey. Bitirmeden, bu projeyle ilgili belgeler var imzalamamız gereken, şimdi bunları dağıtacağım, belgeleyeceğiz ve bugün 1 Aralık 2018, saat şu anda 14.53, 10.15’de başladığımız çalışmayı kapatıyoruz, çok teşekkürler.
[1]NeşetDanış:
9/6/1974İŞÇİGAZETESİ:http://www.tustav.org/yayinlar/sureli_yayinlar/isci-bulteni-TDF/%C4%B0%C5%9F%C3%A7i%20Gazetesi%20(17)%2009.06.1974.pdf
[2] http://frankfurt.bk.mfa.gov.tr/Mission/MissionChiefHistory
[3]Arbeitsamt:İşveişçibulmakurumu https://www.google.com/search?q=almanca+arbeitsamt+ne+demek&oq=almanca+arbeitsamt+ne+demek+&aqs=chrome..69i57j0.5183j1j7&sourceid=chrome&ie=UTF-8
[4] Egal: Hepsi bir (Alm)
[5] Cıbır: Geçim darlığı çeken, yoksul, züğürt, kel, cılbak. (TDK)
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5c4439a915d2c2.35828187
[6] Postfach:
[7] Nubar Yalım:
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/10139/eger-bir-ermeni-devrimci-olsaydim