Süleyman Yeşil (S.Y:) (1953) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Şükrü ASLAN (Ş.A:)
S.Y: Biz yakalandıktan dört ay sonra cezaevine gittik. Tabi bizim sorgu dört ay sürdü. İlk on beş gün polis karakolunda çok ağır bir işkence birinci şubede Gayrettepe’de, ondan sonra bir ifade aldılar.
Ondan sonra bizi Harbiye’ye götürdüler . Harbiye Jandarma müzenin alt tarafında, dibinde bir sorgu odası yapmışlar. O zaman kontrgerilla orada bir sogu odası, Ziverbey Köşkü deşifre olduktan sonra sorgu yerini oraya taşımışlardı, orada gizli bir bölüm yapmışlardı. Orada hücrelere götürmüşlerdi ve hücrelerde üç ay üç buçuk ay da orada kaldık Muzaffer, ben. Sonra dördüncü ayın sonunda şeye gittik. Ben toplam yakalandıktan dördüncü ay olmuştu, cezaevine şeye gittik Haydarpaşa Askeri Kışlası’nda askeri cezaevi vardı, oraya götürdüler bizi.
Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:
Okula başladığımız zaman ilk sene Türkçe bilmiyordum.
Ş. A: Merhaba Onur Toplumsal Tarih ve Kültür Vakfı’nın 1970 ve 1980 yılları arası dönemi toplumsal ve siyasal hikayelerine odaklanmayı amaçlayan bu proje kapsamında bugün Süleyman Yeşil ile sohbet edeceğiz. Bugün 29 Nisan 2017 Pazar Paris’teyiz Süleyman Yeşil dostumuz karşımızda Türkiye’de politik geleneğin önemli aktörlerinden birisi. Hayatının epey bir kısmını hapishanede geçirmiş yaklaşık 10 yıl hatta 10 yılın biraz üzerinde. Önce biraz sizi tanıyalım biraz kendinizden ailenizden ne kadar geriye gidebiliyorsanız memleketinizden bahsedin öyle devam edelim. Bu arada ben Şükrü Aslan bu görüşmeyi yapan kişi olarak bu bilgiyi de ekleyeyim.
S. Y: Normalde 1953 doğumlu diye geçiyor nüfus cüzdanında ama nüfusa kayıt edildiğimizde artık hatırlıyorum okula başlamamız karar verilmişti. Yeteri kadar büyüdüğümüz o zaman götürüp bizi nüfus idaresinde kayıt etmişlerdi.
Demiroluk dediğimiz bölge oradan sonrası da memur evleriydi daha çok lojmanlardı bir kaç tane de şey vardı esnafın evi vardı. Çok sakin tenhaydı yani çok fazla kalabalık ev yoktu. Adliyenin bitişiğindeydi bizim okulumuz Atatürk ilkokuluydu. Aynı zamanda lise eğitimi de yapılıyordu orada lise de vardı. Ortaokul lise ve ilkokul hepsi bir aradaydı o dönem. Daha sonradan lise ile ortaokul ayrıldı tamamen ilkokul olarak kaldı. Okula başladığımız zaman ilk sene Türkçe bilmiyordum ilk senemiz Türkçe öğrenmekle geçti tabi. Dersim küçük bir memur şehriydi memurların dışına çıktığın zaman orada oturanlar köylülere bağlıydı. Köyden gelen ürünlerle yaşamını sürdürüyordu.
……
Mamiki, Ermeni köyüydü.
…..
Ahmet Amca vardı demirci. Ermeni semerci vardı bir tane. nalbant vardı …Terziler vardı Tunceli’nin içinde dondurmacı vardı Hasan abi Ermeniydi. bunlar bütün esnaf Ermeniydi o dönem. Bir de şeyden gelmişti mesela Pertek’ten gelmişti, askeriye geldiği zaman kendisiyle beraber fırıncıyı getirmiş bir kaç tane böyle zanaatçı bunlar da şeyli Pertekli ya da Elazığ’dan gelmiş pastacı vardı Mamoş ermeni değildi onlar Türk’tü. Elazığdan asker geldiği zaman bir takım esnafı da oradan getiriyor fırıncıyı diğerini ya da onlar gelip orada yerleşiyorlar. ihtiyaç olduğu için o ihtiyaca cevap vermek için bilemiyorum yani bilinçli devlet mi getirdi iş kurdurdu ya da kendileri mi geldi o ayrı bir konu. Onlar da birleşmişlerdi yani artık şeyleri uzun yıllar geçmişti orada yaşadıkları için onlar da Dersimliydi onlar kendilerini Dersimli görüyorlardı.
Ş. A: Dağ mahallesi var mıydı orada?
S.Y: Dağ mahallesi vardı evet. Dağ mahallesi çok fazla yukarılara çıkmamıştı, yavaş yavaş çıkıyordu. Yani giderek 1970’lerin ortalarına doğru yukarıya çıkıyordu ama önceleri Dağ mahallesi dediğim Mamiki mahallesinin iki sokak üstünde fazla ileri gitmemişti. Mezarlık vardı sonra bir de cezaevi yaptılar yukarıya bir yere. Onun dışında orası boştu tepeye kadar bir şey yoktu zeytin tepesi diyorlar sonra bir isim koymuşlar ona.
….
Yani kapalı bir ekonomi yani feodal bir ekonomi vardı küçük üretime dayalı kapalı bir toplumdu. Daha sonra dışarı yavaş yavaş 60’lı yıllar 60’dan sonra gelişmeye başladı. Ben ilk dönemlerde hatırladığım okula başladığımız dönem 60’lı yıllara geliyordu. 60 darbesini hatırlıyorum o zaman gösteri yapmışlardı miting askeri bando Tunceli merkezine millet toplanmıştı. Daha sonradan bir küçük radyo vardı onun etrafına toplanırlardı. Küçük değildi pardon radyolar o zaman büyüktü bayağı. Abim öğretmendi o almıştı. Onun radyosunun etrafına toplanılırdı 60 darbesi 61 de yanılmıyorsam o 61 li yıllardı. Menderes’in yargılandığı dönemlerde duruşma ile ilgili haberler dinlenirdi sonra Rusların P2 si konuşulurdu Rusların P2 ile Ermenilerin casusluk yaptığı konuşulurdu. Ermenilerle yaşayan halkın arası açılmaya çalışılırdı. O dönemden aklımda kalan şeylerden biri buydu. Merak ederdim yani biz de o zaman merak ediyorduk ne oluyor ne bitiyor diye. Sonra Alevi Sünni çatışması konusunda bir şeyler olmuştu. Malatya’da, Abbas öğretmen diye bir Dersimli öğretmene saldırılmıştı.
Yoksulluk çoktu ya en iyi durumda olanları bile nasıl tarif edeyim kendilerini geçindirebiliyordu çok fazla ahım şahım bir gelirleri yoktu. Almanya çıktı o zaman Almanya’ya işçiler gitmeye başladı Dersimden. Gidip gelenlerin halini hatırlıyorum fötr şapkalı teypli halleri. Bir de Süleyman amcanın müziğini hatırlıyorum, onun teybe doldurmuş sesiyle geziyorlardı. Teybi boyunlarına asıp… Almanya modasına bizimkiler de katıldı. Amcam iki amcam sonra üçüncü amcam gitti amca çocukları gittiler Almanyalı olduk hepimiz sonunda. Gençliğimizden, bunun dışında kayda değer çok fazla bir şey de yok zaten. İlk yıllarda ben 1960 pardon 1970’lerde bir İzmir’e gitmiştim ve ilk defa Tunceli’den çıktım. İzmir’de Şark Tütün Limited şirketi diye bir tütün fabrikasında bir kaç gün çalıştım, ondan sonra geri geldim.
DERSİMDE SOLUN İLK ADIMLARI
İşte dönerken 12 mart muhtırası verilmişti. Ben İzmirden dönüyordum ve otobüste kimlik kontrolüne ilk o dönemde denk geldim aklımdaki sarsıcı şeylerden biridir, dönüşte otobüsü durdurup insanların kimliklerine baktılar. Olmayan bir şeydi, o zamana kadar görmediğim bi şeydi. Kimliğimde yoktu ama şeyi her halde çok genç gördükleri için bizi kimlik de sormadılar belli yaş grubuna soruyordular. Dersime geldiğimizde tabi öyle üstünden geçtik de daha anlatılacak çok şey var. Tunceli’deki politik ortam TİP’in gelişmesi… 60 darbesinden sonraki tartışmalar… İşçi Partisi’nin parlemantoya girmesi, evdeki büyüklerin muhabbetinde geçen konulardı. Biz dinliyorduk ama dinlediğim muhabbetlerden biri de işçi partisinin bizi en iyi temsil ettiğiydi.. Daha sonradan ortaokul döneminde işte piyesler ya da işte spor aktiviteleri ya da gençlik içinde yavaş yavaş politik söylemler de gelişmeye başlamıştı. Gençlerin üzerinde Kemal Burkay’ın etkisi vardı. İşçi Partisi’nden Mehmet Ali Aybar’ın geldiğini hatırlıyorum, Yaşar Kemal ile mitingde konuşma yapmışlardı. …
Ş. A : Miting nerede yapılıyordu o zaman?
S.S.Y: O zaman Palavra Meydanı dediğimiz yer çarşı orada yapılıyordu, orası boş bir alandı. Bir benzin istasyonu vardı hatta eskiler hatırlar şehrin içinden. Palavra meydanında değildi, Ziraat Bankası’nın önünden postaneye doğru giderken ora boştu.
Ş. A : O dönemde şey var tiyatro orada mıydınız?
S.Y: Ben o dönemde de ilk dayağımı yedim. Tiyatronun olduğu gün ben Pilvenk’teydim Pilvenk’e gitmiştim halamın yanına döndüğümde işte tiyatro Pir Sultan Abdal tiyatrosu engellenmiş ve o gece büyük bir kalabalık polis karakolunu sarmış. Mehmet Ali Kılan da o gün polis kurşunuyla vurulmuştu o zaman… ölmüştü.
Ş. A : Kim Mehmet Ali Kılan?
S.Y: : Mehmet Ali Kılan.. ya o dönemde biraz filozofvari ortada gezen.. Tunceli’nin nasıl diyeyim çok fazla bilmiyorum tanıdığım değil de aşiretini de bilmiyorum, Kılan aşireti miydi neydi onların bilmiyorum hangi aşirettendir, soyu nereden geliyor bilmiyorum. Ama sevilen biriydi deli dolu bir tipti zekiydi.. filozofca konuşurdu.. şehir içinde herkes de onun söylediklerine gülerdi ya da tekrarlardı. O gün insanlar polis karakoluna gidince, o öne çıkmış, o öne çıkınca da onu hedef seçmişlerdi herhalde. Ondan sonra büyük bir çatışma olmuştu ve bölgelerdeki bütün jandarma komando ya da o zaman komando yoktu jandarma askeri birlikler Dersim’e sevk edilmişti. Ve ilk ciddi eylemdi o kalkışmaydı toplu bir hareketti.
Ş. A : Onun içinde bulundunuz mu siz?
S.Y: Onun içinde değildim ben Pilvenkteydim ikinci gün döndüğümde askerler çevirdiler bizi ve bize birer tokat atıp şeyden kovdular oradan yaşımız gençti o dönem. 69’du.. 69’daydı, o zaman dipçikle bazılarına dipçik vurmuşlardı, ben tokat yemiştim.
Ş. A : Mehmet Ali Aybar geldiğinde orada mıydınız?
S.Y: Mehmet Ali Aybar geldiğinde oradaydım. Yani bizim o dönemde gençlik biraz olayların dışından bakıyorduk. Yani epey gençtik o dönem 16 yaş gibi herhalde.. 16, 17 yaş gibi. Bizim gelişmemizde de hızlı bir etki yapmıştı. Ondan önce mesela şeyler vardı. Mitingeler oldu mümayişler yürüyüşler.. palavra meydanından oraya kadar büyük kortejlerle yürüyüş oldu. Biz o kortejlere katılıp yürüyorduk ama. DDKO öncülüğünde olmuştu. İşçi Partisi’nin değişik (00:06:00) versiyonları… onun içinde çalışan farklı sivil toplum örgütleri vardı biliyorsunuz, FKF, Doğu Devrimci Kültür Ocakları. DDKO’nun bir yürüyüşü vardı. Sonda işçi partisinin yayın organı Aydınlık birkaç gazete dağıtılıyordu gençler arasında. Bizim lisedeki abilerimiz bununla bayağı ilgililerdi. Bende o zaman ortaokul ikinci sınıftaydım. Yani bu politikaya ilgi duymamıza vesile olmuştu.
DERSİMDE ERMENİLER
Ş. A : Şeyi merak ettim deminki konuşmanızda biraz onu açabilirsek Ermeniler… ne kadar ayrıntı hatırlayabiliyorsak?
S.Y: Ermeniler.. aslında… giderek kayboldular. Mesela Dersim’in içinde dediğim gibi Mameki mahallesi Ermeniydi. Mameki Ermeni köyü. Babam anlatırdı. Onun gençliğinde bizim milli de 38’de 17 mi 18 tane genç getirip kuşuna diziyorlar. Fakat bizim evimiz çarşıda, şu anda Dersimin kurulduğu merkezde olduğu için o bölgenin dışında hareket ediyorlar. Babamı gençliğinde işçi olarak kışlaların yapımında çalıştırıyorlar, askeri kışlanın yani hükümet konağı ile diğer kışlanın yapımındaki inşaatlarda yine o bölgedeki insanları çalıştırıyorlar. Onun anlattığı buralar tarlaydı, diyordu, sahipleri de işte Ermenilerdi. Mamiki köyü… bizimki tepede…düldül tepesiyle oranın arası orman… büyük ormanlar yani… zeytintepe dedikleri aşığıya kadar gelen… kışlanın olduğu yerler ve işte şu andaki hükümet konağının arası oralar tarla, düz alan orası.
Ş. A: Ermenilerin tarlaları?
S.Y: Ermenilerin bölgesi. Ermenilerin olduğu Mamiki de o vadinin olduğu yer, küçük bir yer.. evlerin olduğu yer, caminin kurulduğu yerin hemen arkası. Buraya şehir kuruluyor yani şehrin, stratejik olarak herhalde orayı uygun buldular. Savunma açısından oraya kuruyorlar bir de ulaşım açısından herhalde.
Ş. A: Sizin şahsen hatırladığınız Ermeniler?
S.Y: Benim çocukluğumda arkadaşlarımız vardı. (00:09:00) Yani çocukluk dönemimde onlar sonra biraz kapandılar çekindiler. Yavaş yavaş da kayboldular ama 1970’lere kadar gayet iyilerdi. Aramızda kirvelik de vardı. Dersim Ermenileri iki inançlı gibiydiler hem Alevilerdi hem Aleviliği kabul etmişlerdi hem de kendi inançlarını sürdürüyorlardı. Mesela hatırladığım ilk teybi getiren onlardı. Mahsuni Şerif’i ilk onların teybi… dükkanın önünde açmışlardı millet toplanmış dinliyordu topluca. Terzi terzi neydi terzi Fikri değildi de terzi bir terzimiz vardı onlar gerçi birkaç aileydi. Bir aile terziydi onlarda onların terzi dükkanının önündeydi. Istanbul’a gidip geliyorlardı bunların dışarda akrabaları olduğu için sürekli dışarıyla bağlantıları canlıydı gidip geliyorlardı. Sonra da teker teker gittiler ama kültürel olarak baktığın zaman zaten bizimkilerle çok yakınlar yani . Mamiki ismi Ermenice bir isim. Dersim de Ermenice bir isimdir. Yani Der sim der kapı da sim gümüştür o hikaye uydurma şeyler kelime zorlamadır. Normal Dersim Kürtlerden de önce Ermenilerin yaşadığı bir bölge. Şu anda Vartinik, Mirik Teşnik, Roşnik bir sürü bölgenin ismi Ermeni ismi Kiliseler… Ermeniler’den kalanlar. Hatta bizimkilerin kullandığı patika yollar bile Ermenilerin yaptığı yollardır. Yani selin getirdiği yerleri bile düzeltmemişizdir. Ya öyle tabi onlar… çünkü taş işçiliği… yani dünyada belki en iyisi Ermenilerin şeyidir İstanbul’u imar eden Mimar Sinan diğerleri Ermeni evet yani işçilikte onların üzerine daha dünya çapında ben bilmiyorum. Taş işçiliği üzerine Ermeniler bayağı maharetlidir. Ve Dersim de eski Ermeni yerleşim bölgesidir. Bizimkiler sonradan gelmiştir nasıl gelmişlerse işte Horasan diyorlar akla uygundur. Yani belki Horasan çünkü bu sözler boşuna kullanılmıyor, yani Horasan’dan geldik diyorsa babalarından oğula doğru geliyorsa bunda bir gerçeklik payı vardır. Ne zaman nasıl gelinmiş bilemiyorum.
Ş. A: Hatırladığınız diğer Ermeni isimleri? Gerçi terzinin adını hatırlayamadınız ama.
S.Y: Hatırlayamıyorum evet isimlerini de. Çünkü, aynı mahallelerde değildik. Onların yaşadığı mahalleler aşağıdaydı yani okullarda görüyorduk ama şey değildim. Şu anda isimlerini hatırlayamıyorum gerçektende. Şeyi hatırlıyorum mesela dondurmacı Hasan Amcayı hartırlıyorum ya da ne bileyim Ahmet vardı kalaycı Ahmet, demirci onları hatırlıyorum. …Ermeni kültürü üzerine sohbet etmek gerekirse Anadolunun en eski kültürüdür. Ki Zerdüşt… ondan önceki kültürler bizimlede gayet yakınlar. Birde Ermenilerle bizimkiler çok içiçe olmuşlardır mesela Amerikaya göçler vardır biliyorsun 1900’den sonra Ermeniler Amerika’ya göç edince Dersim’de bizimkiler de beraber gitmişlerdir. Mesela benim büyük halamın kocası Amerika’da on dört sene çalışıp geri gelmişti ve giderken Ermeni ile beraber gidiyor.
Ş. A: İsmi nedir?
S.Y: Valla ismi ismini de unuttum. Haydar mıydı neydi çok yaşlıydı çünkü halam babamın büyüğüydü o da çok yaşlıydı ve çok fazla da görmedim. Geldi gelirken de o zaman para altın olarak dağıtılıyordu 30’lardan sonra kağıt para ve banknotlar piyasaya sürüldüğü için çalışanlar oradan gelirken paralarını altın olarak getiriyorlardı. Ve getirdiği altınları da çaldırmıştı tabi yine aile içinde bir yerlerde böyle hikayeler anlatırlardı. Ama işin benim için enterasan kısmı Amerikaya göçen Dersimliler o dönemde Ermenilerle beraber gidiyorlar birlikte gidiyorlar yardımcı olarak gidiyorlar. Bizimkiler Almanya’yı keşfetmeden önce Amerika’yı keşfetmişiz oraya gidip geliyorlardı Amerikancılar vardı. Oradan bir dürbün getirmişti mesela o çocukken oynadığım şeylerden biriydi ve Amerika’dan gelmiş küçük küçük şeyler vardı fenerler diğerleri yani hatırladığım buydu. Ermeni göçü bizimkilerinde onlarla yardımcı olarak gitmesi sonra geri gelmesi….
DERSİMİN DELİLERİ
Ş. A : Aynı dönemde yani sizin ilkokul ortaokul yıllarınızda Dersim’de deliler varmıydı?
S.Y: Vardı deliler. Dersim’in delisi eksik olmaz. Yani sağlamı bile deli yaparlar onlar, kendi şeyi için. Bu biraz köy kültürüdür tabi… yani kapalı toplumların kendilerine yarattığı deliler vardır, onunla eğlenirler. Ya da işte Mehmet Kılan o kategoriye sokulmuyor, deli değildi ama filozof gibiydi öyle diyelim.
Ş. A : Kim vardı başka sizin
S.Y: Yani gündüz elinde fenerle gezen insanlar gibiydi. Mehmet Kılan’ın öyle bir hikayesi de vardı. Gündüz fenerle dolaşıp adam arıyorum adam nerede insan arıyorum diye öyle hikayeleri de vardı o dönem de.
Ş.A : Kaç yaşındaydı bu Mehmet Kılan?
S.Y: Bilemiyorum biz o zaman gençtik çok büyük gözüküyordu bize de yani kırkında ellisinde herhalde yoktu belki de. Yani çocuklara tabi çok büyük geliyordu o zaman baktığımızda çok yaşlı görünüyorlardı ama yoktu gençti gittiğinde yani daha çocukları küçüktü çünkü. Çocukları vardı.
Ş. A : Başka böyle bir Hüseyin Beyden söz ediliyor?
S.Y: Hüseyin bey o bizim pilot vardı. Yani ben onu orta okulda olduğum dönemde hatırlıyorum. O sonradan çıktı Hüseyin Bey. Bir pilot vardı. Bu Pertekliydi.. bizim Fethi vardı.
Ş. A : Biraz anlatır mısın Pilot kimdi mesela?
S.Y: Pilot pilot diyorlardı pilotluk yapmış, babasıyla gelip gidiyordu onlarda Dersim’e gelen bir aile…babasının ne iş yaptığını bilmiyorum. O da herhalde Elazığlı’mıydı Pertekli’miydi? Türk’tü galiba babasıyla beraberdi gelip sigarasını alıp gidiyordu böyle efendi bir tipti kravatlı ama babasının yanından ayrılmıyordu yaşlıydı o da. iki yaşlı adam. Bizim Hüseyin Bey Yusufanlı’ydı o lisede güya işte sevdiği kızı alamadığı için kafayı yemiş diyorlardı ama bilemiyorum tabi nereden gelmişti. O lisedeki öğrencilerin matematik derslerine yardım ederdi. Zekiydi gerçekten matematik, Fransızcası iyiydi o zaman yardım ediyordu.
Ş. A : Soyadı neydi Hüseyin Beyin?
S.Y: Hatırlamıyorum soyadını yani Hüseyin Bey diyorduk. Bir de onunla tanışmam garip oldu. Bir gün ilk defa görüyorum bana dedi ateşin var mı var dedim o zaman sigara da içiyorduk. Çakmağımı verdim sigaran var mı garip geldi bu sefer önce ateş alıp sonra sigara verdim. (00:18:00) Sen nerelisin dedim. Bana s… ol git dedi. Şaşırdım bu sefer arkadaşım tuttu çekti sen tanımıyor musun yok dedim tanımıyorum dedim. Delidir dedi gel aldırma dedi. Sonra Hüseyin Bey iyi bir insandı Hüseyin Bey kendi şahsına ait bir tipti.
Ş. A : Acaba mesela hangi köylüdür falan?
S.Y: Tülüklüydü galiba onlar kardeşler Tülüklü’ydü. Tülük Sütlüce mi diyorlar sonraki ismine. Tulugrayo. (zazaca tülük demek)
Ş. A : Başka varmıydı?
S.Y: Vardı. Benim delilerle muhabbetim çok fazla yoktu yani. Hani bazıları delilere takılıp eğlenmek istiyor da ben öyle fazla sevmiyordum acıyordum daha çok yani onlarla dalga geçmek ya da taş atanlardan değildim. Vardı vardı çok zaten sorun oydu. Çocuklar toplanıyordu bir tane Rıza Lastik vardı. O geliyordu o zaman da çocuktum. Mahallenin kadınları toplanmış çocuklar vardı. Çocuklar oradan bağırdı Rıza Lastik ne yaparsın bu da döndü anana bastık babana bastık diye kadınlara küfür etti. Kadınlar çocuklara söyletiyorlar, o da küfür ediyor, onlar da kıkırdayıp gülüyorlardı.
Ş. A : O acaba nereliydi hangi köylüydü?
S.Y: O şeyden geliyordu bu Çarşancak diyorlardı o taraftan geliyordu Çarşancak tarafından geliyordu. Ya Mazgirt olabilir Pertek olabilir o dönemler oralar. Çarşancak biraz daha geniş bir bölge ya.
Ş. A : Bartal Efendi var mıydı?
S.Y: Bertal vardı, Baba Bertal… babam takılırdı Baba Bertala. Onlar düğünlerde Baba Bertalı oynatırlardı. Baba Bertal saftı deli değil de aşırı saf kolay kandırılan biri. Seyuşen vardı mesela… Seyuşen yani ünlümüz Seyuşen de gündüzleri işte yani öyle çıplak yarı çıplak dolaşırdı. Sigaralar.. parmaklarında bir sürü sigara olurdu. Durmadan sigara içerdi akşamları da esnaf alırdı rakı içirtir, eğlenir, sohbetlerle gülerlerdi. Ama çok güçlüydü ben onun kadar güçlü bir insan görmedim. Yani kızdıranları.. bir kere görmüştüm kendisinden daha büyük birini kaldırıp yere attı. Öyle çok aşırı bir güç vardı onda. Korkuyordu tabi insanlar ama şeydi. Mesela bu sıkıyönetimde 12 Mart döneminde bir sokağa çıkma yasağı döneminde mi nerede kimse olmadığı bir zaman çıkıp “hakbu mırobu” 38 yeniden geldi diye bir şey yapıyor herhalde çığlık atıyor öyle millet onu anlatıyordu. Yani böyle gelip gittiği anlarda şey yapıyordu. Bazen götürüp Elazığ’da tımarhaneye yatırıyorlardı ama halktan bazıları gidip geri alıp geliyorlardı onu. Tabi Elazığ’ın akıl hastanesi eskiden vardı ama çok kötü ilkel, tedaviden çok sopayla dayakla bastırılan.. işte ilaçlarla falan.
Ş. A : Şeyden bahseder misiniz okulda öğretmenlerinizi hatırlıyor musunuz? Orta okulda lise de arkadaşlarınızı?
S.Y: Ya ben ne diyeyim uzun tabi uzun yıllar oldu koptuk şeyden… Yani Dersimden kopma yani 19 yaşında Dersim’den koptuk. Okuldan da zaten ortaokul bittikten sonra… Ortaokul döneminde de çok fazla üç beş tane arkadaşım vardı samimi olduğumuz.
Ş. A : Öğretmeniniz kimdi mesela?
S.Y: Evet ney onun soyadı da Yeşil’di ilginçti. Hıdır Yeşil’miydi neydi öyle bir şeydi. Dersim’liydi herhalde.. ama çok batılı gibi duruyordu. Dersim’liyse ya Pertek tarafından… daha çok bizim o bölgeden değil de biraz daha şehirli havası vardı. O dönemdeki öğretmenlerin çoğu dışarıdan gelmelerdi. Mesela benim abim öğretmen olmuştu ama Dersim’e tayin çıkarmıyorlardı. Mardin’e gitmişti başka şehirlerdeydi. O dönem memurları doğduğu şehirde görevlendirmiyorlardı, nedeni ne ise bilmiyorum daha çok diğer şehirlere tayin yaptırıyorlardı. Belki de torpil kullanır gibi mi ya da ayrıcalıklı davranır gibi mi bilemiyorum birtakım şeylerden.
Ş. A : Ortaokul öğretmenlerinizi hatırlıyor musunuz?
S.Y: Ortaokuldaki öğretmenlerimiz bir Sinan Hoca vardı Karadenizli Sinan… müdür oldu. Mehmet vardı matematikçimiz matematik hocamız. Okulu kafamdan sildim herhalde belki de ondandır hatırlamıyorum. Fazla başarılı bir, değidim yani okulda.
Ş. A : Peki bu politik ilgiler zaten doğal olarak önceden okuldan başlamıştır?
S.Y: Başlıyor tabi önceden başlıyor. Seçimler döneminde İşçi Partisi’nin seçilmesiyle ilgi başlamıştı. O dönem hem evde konuşuluyordu, hem de akrabalardan annemin kuzeni Hüseyin Okyay, İl Encümen üyeliği ya da Belediye Meclis Üyeliği ne İşçi Partisi’nden Hüseyin Okyay seçime girmişti. İşçi Partisi çevresinde bir hareketlilik vardı. Sonra da işçi partisinin mitingleri, yürüyüşleri… sonra da 12 Marttan sonra Tunceli Lisesinde… okuyan bir grup arkadaşı tutuklamışlardı, Diyarbakır’a göndermişlerdi. Bunların içinde benim amcamın oğlu Ali Yeşil’de vardı. Pardon, Elazığa göndermişlerdi o zaman Elazığ’dan tahliye oldular yani bıraktılar onları. 1969’daki Mehmet Kılan’ın vurulması….Dersim küçük bir yer, bir olay olduğu zaman anında kulaktan kulağa biraz da büyütülerek efsaneleşerek yayılırdı. Tabi amcamın oğlu olduğu için beni çok daha derinden etkilemişti. Ben o dönemde sinemada çalışıyordum.
Tunceli’ye İbrahim ile Kabil Kocatürk beraber geliyorlar. Öğretmen Hasan İlter vardı. O ve öğrencilik döneminden tanıdıkları arkadaşları.. bu genç öğretmenlerle bağlantılı geliyorlar. Ve lisede biraz aydınlanmış gençlerle ilişki kuruyorlar bunlardan grup oluşturuyorlar.
DERSİMDE KIZ ERKEK İLİŞKİSİ
Ş. A : Kızlarla rahat arkadaşlık kurabiliyor muydunuz?
S.Y: Kızlarla aynı sınıflardaydık… ama rahat arkadaşlık kuramıyorduk, çünkü söylentilerden çekiniyordu insanlar. Hani kolay değildi, küçük yer olmanın dezavantajları var.
DERSİMDE SİNEMA
Ş. A : Azıcık sinemadan da bahsetseniz
S.Y: Ya Tunceli’nin tek sineması vardı. İşte bu sinema herhalde kışlalar kurulduğundan itibaren kurulmuş birşey.
Ş. A : Neredeydi?
S.Y: ilk sinema… tepebaşında barakalar vardı askeri barakalar, kurulmuş… ama kaldırılmamıştı. Bir gösteri yerine dönmüştü. İlkokuldaydık. Aras Hoca vardı bizim o daha çok kültürel konularla ilgiliydi. Aras Hoca da Cemal Aras’ın babası. Cemal Aras, okuyordu. Aras hoca bizi, ilkokul kaçtaydık ikinci mi üçüncü sınıftaydık, götürdü, kalabalıktık, sacdan yapılmış bi barakaya… Baraka da film izlettiler… ilk film orada gördük… işte sovyetleri teşhir ediyorlardı, o zaman işte komünizt ülkeleri teşhir ediyorlardı. Film de, kalabalıklar geliyor açtır ekmek atıyorlardı öyle bakın ha bakın açlar ah komünistler… Ondan sonra da gördüğüm bir başka film Ayşecik’ti.(00:33:00) Yine okulla beraber götürmüşlerdi.
Sinema…İlk sinemamız bizim hükümet konağının üstünde… binalar vardı, belediyenin karşısına düşüyordu biraz yukarıya doğru oradaydı. Bir salon vardı o salondu. Sonra kışlıktı orası kışlık olarak orayı kullanıyorduk yazın da Tepebaşı.
Ş. A :Kimin sinemasıydı?
S.Y: Bu Özer… Özer Sinemasıydı. Celal Özer diye Pertekli miydi Hozatlı mı Elazığlı da olabilir bilmiyorum. Bu da sonradan Dersim’e gelen ya da getirilenlerden biriydi ya hükümetle şeyle de alakalı ilişkili olabilir onların getirdiği biriydi. Berber ilhami gibi… berber İlhami vardı. Başka ne vardı… tenekeci tenekeciler tenekeci vardı… ama tenekeci de Elazığlıydı. Tenekeci neydi, tenekecinin adını unuttum ne amcaydı ya soba yapardı soba borusu işte tenekeden şeyler yapardı.
Ş. A : Sizin sinemadaki göreviniz neydi?
S.Y: Ya ben ortaokuldayken sinema sevgimizden dolayı gittim, süpürdüm, ortalığı temizledim, sonra yer göstermeye kadar, sonra kamera yani film oynatmaya kadar makinistliğe kadar… montaja…. film montajı işte onların hepsinde çalıştım. İki yıl kadar.
Ş. A : Hangi filmler geliyordu doluyor muydu salon?
S.Y: Satın aldığımız filmler. Salon doluyordu tabi çoğunlukla doluyordu.
Ş. A : Kaç kişilk bir salondu
S.Y: Ya üçyüz beşyüz arası vardı herhalde. Büyüktü salonlar yazlık sinema daha büyüktü tabi.
….
S.S.Y: Konserler olunca ya da sanatçılar gelince sinema salonunu kiralıyorlardı o da senede bir iki yani. İşte Mahsuni Şerif geldiğinde oluyordu. Ya da kim geliyordu başka Türk Sanat müziği …dansöz… işte şeyler geliyordu tiyatro ekipleri geliyordu.
Ş. A : Dansöz falan da geliyor muydu?
S. S.Y: Geliyordu, evet. Dansöz geliyordu. Şeyler sonra çadırlar kuruluyordu bu lunapark kuruluyordu.
DERSİM DE SINIF ÇELİŞKİLERİ
Ş. A : Hatırladığınız yani o dönem şehirdeki popüler aileler en bilindik aileler? Hali vakti yerinde olanlar mesela
S. S.Y: Çok fazla ayrım yoktu yani zengin olanlar işte bi Yaşar ailesiydi. Celal Yaşar’ların babası Aziz Yaşar’dı. Onlar da yeni yeni büyüyorlardı. Şeyde küçük bi dükkanları vardı Aziz Yaşar’ın durduğu. Sonra büyük bir şeye geçtiler bir nalburiye orda da ben daha ilkokuldaydım gidip geliyordum şey yapıyorlardı yazı yazıyorlardı şeye demirden bir şey. Her gidiş geliş de bakıyorduk… çalışıyorlardı bir P geliyordu ondan sonra bi aş (H) geliyordu ondan sonra İ. geliyordu okumaya… anlam vermeye çalışıyorduk. Bir baktık çok da merakla bekliyorduk, acaba ne çıkacak.. sonuçta philips diye bir şey çıktı. dedik lan bu nedir? philps şey tek tek okuyoruz bu philips neydi ne anlamı varki bu kadar çalıştılar böyle anlamsız bir şey koydular buraya. O zaman philpsin galiba bölge temsilciliğini almıştı herhalde….Bizim o dönemde komprador sistemin temsilcilerine örnek gösterdiğimiz bir işyeriydi…. bizim komprador patronumuzdu. Ama ağamız yoktu. Hani komprador patron ağa devleti diyorduk ya ağamız yoktu, evet. Vardı birkaç tane ağa ama Bakil Ağa bilmem ne ağa ama onlarda şey ağalarıydı.
Ş. A : Toprak Ağası?
S.S.Y: Değil tabi canım öyle toprak değil
Ş. A : Mesela Mutlu vardı Mutlu ailesini hatırlıyor musunuz?
S.Y: Vardı. Mutluları hatırlıyorum tabi. Ya Mutlular, onların elektrik dükkanları vardı galiba elektrikle ilgiliydi, sanayi ürünleri falan satıyorlardı bir takım makina, buzdolabı, çamaşır makinası yani. Şey vardı bizim Celal Sıtaç vardı Sıtaçlar Serdar Sıtaç’ın babası. Onların mobilya dükkanı vardı mesela mobilya üretiyorlardı mobilya satıyordu. O sınıf arkadaşımdı matbaası da vardı aynı zamanda. Tunceli’nin Sesi Gazetesi’nin sahipleriydi.
Ş. A : Celal Sıtaç?
S.Y: Sıtaçtı evet Celal Sıtaç. Sonra Sıtoje de diyorlar ama biz Sıtaç diyoruz.
Ş. A : Onlar Dersimli yani değil mi?
S.Y: Dersimli, Kureyşanlı. Kureyşanlı, Kudanlılar, “kudici” (not: zazaca Kudanlı, demektir)
Ş. A : Otel var mıydı?
S.Y: Vardı tabi iki tane otel vardı. Sonradan oteller Haceroğlu otel yaptı.
Ş. A : Haceroğlu Dersimlimiydi?
S.Y: Dersimliydi. Şeyin vardı ismini hatırlamıyorum da ne palastı, bir dar sokak vardı, girişte sağda solda iki tane otel vardı. (00:42:00)
Ş. A : Orada bir tane Has Otel diye bir şey var.
S.Y: Has Otel ama eskiden ismi neydi bilmiyorum onun palastı bi palas vardı ne palas. Palas diyorduk da paleden geliyor Fransızca normalde saray demek.
Ş. A : Çocukluğunuzda peki camiye ilgi varmıydı camiye gidip geliyor muydunuz?
S.Y: Yok çok gidince de gidenler vardı az vardı cumadan cumaya gidiyorlardı. Onlar da birbirine sesleniyordu hadi ya camiye geliyor musun gidiyorlardı öyle. Çok fazla ilgi yoktu.
SİYASİ İLİŞKİLER- HAREKET İLE TANIŞMA
Ş. A : Politik ilgileri anlatırken şeyde kalmıştık İbrahim ve Malatyalı bir arkadaşı geliyor K.K. sonra tavsiye ediyorlar lisedeki öğrenciler Süleyman Yeşille de bağlantıya…
S.Y: K.K.
Ş. A : Sonra nasıl oldu?
S.Y: Sonra da işte, olaylardan ve tutuklamadan sonra biraz daha ben amcaoğluyla ilgilendim. Ali İşçi ile tanıştık. Ali İşçi üzerinden.. Ali İşçi’nin evinde kalıyorlardı normalde, ibrahim geldiğinde. Ali İşçi B.İ.’nin babası eski Ali Ağa rafinerisinde çalışmıştı. Petrolde rafinerisinde işçilik sendikacılık yaptığı içinde biraz sendikacılık tecrübesi olan bizim dersim’deki ilk sosyalist köylü hareketinin önde gelenlerinden biri diyebilirim. Yani Dersimli olarak orada kalıp bilinçli olan bir şey. Fakat Ali İşçi’yle aram.. konuşup muhabbet edince onun üzerinden şeyle tanıştım K. ile tanıştığımda İbrahim, Tunceli’de değildi. Çünkü Ali İşçi’nin kiraladığı ev amcamın evi onlara kiraya vermişti. öğrencilerine çocuklarına o dönemde
Ş. A : Ali İşçi sizin kiracınız
S.Y: Amcamın kiracısı. O vesileyle gittim, öyle tanışma oldu. Tanışmadan sonra da süreklilik kazandı. O süreklilik içinde iş biraz daha örgütsel boyuta geçti artık. Eğitim çalışmaları yapmaya başlamıştık.
Ş. A : Burada Ali İşçi ne iş yapardı?
S.Y: Ali işçi, Dersim’deyken işsizdi. Sendikacılık yaptığı dönemde (İzmir’de) bir arkadaşı, grev yaparken grev öncülüğünü yapıyor. Grevde grev öncülüğü yapan bu arkadaşı öldürülüyor galiba, karanlık bir şekilde. Ali de bırakıp gelmişti. Dersim’e gelmişti zaten.
Ş. A : Evleri neredeydi?
S.Y: Bunlar Haydaranlı evleri şeydeydi Pardi, Haydaran biliyor musunuz o tarafı Kutuderesi’nden Vartinik’e doğru giderken
Ş. A : Yok şehirde oturuyorlar ya
S.Y: Ali şehirde oturmuyordu, B.İ. oturuyordu. Ali gidip geliyordu. Ali İşçi şehire geldiğinde oğlunun yanında kalıyordu. Ama normalde eşi ve çocukları küçük çocukları köydeydi.
Ş. A : Öyle mi B. o zaman öğrenci miydi?
S.Y: Öğrenciydi. Tunceli lisesinde okuyordu. Öğrenci evi, B.’nin eviydi. Babası da kalıyordu. Öğrenci evi, ama öğrenci evi artık bizim örgüt evi haline dönüşmüştü.
Ş. A : İbrahim geldiğinde o evde mi kalıyordu?
S.Y: O evde kalıyordu, İbrahim…
Ş. A : O ev neredeydi
S.Y: O ev Esentepe’de, en yukarıdaki evdi. Nasıl tarif edeyim şimdi Tunceli’den yukarıya bakıldığında, en yukarıda tarlaların dibindeki en sonuncu ev… O zaman sokak adresi olmadığı için de adres söyleyemiyorum. Tabi şimdi belki farklılaşmıştır bilemiyorum kırk yıl.
Ş. A : Siz evi görseniz?
S.Y: Tabi tabi şimdi hala duruyor mu ev onu da bilemiyorum.
Ş. A : Duruyorsa bilirsiniz
S.Y: Ya bilirim tabi oraları çünkü bitişiğinde… aşağısında abimin evi ve diğer amcamın evi vardı yani bizim ailenin evleriydi onlar.
Ş. A : O zaman şöyle bir şey mi oluyor İbrahim, Ali İşçi ile tanışıyordu.
S.Y: B. he Ali İşçi onlarla öğretmenler üzerinden tanışıyorlar. Geldiğinde de orada kalıyorlar ve bir grup öğrenciyle orada eğitim yapıyorlar. Dediğim dönem daha
Ş. A : Hangi yıl oluyor?
S.Y: 71, 70-71 oluyor evet ilk geldiği dönem daha henüz ayrılıklar yok o dönemde.
Ş. A : Aydınlık Grubu içinde
S.Y:Aydınlık grubu içindeyiz İşçi Köylü Gazetesi geliyordu.
Ş. A : Yani İbrahim Dersim’e çalışmaya geldiğinde Aydınlık Grubu’nun bir
S.Y: Aydınlık grubu evet Türkiye İhtlalci İşçi Köylü Partisi. TİİKP’di. Evet o parti adına geliyordu. Ayrılık sonradan yaşandı.
Bir bir yıl sonra falan.. 71’in sonu 72’de falan yok pardon 71’de başladı evet ayrılıklar en son biz 71’in sonunda Dağ Mahallesinde bir toplantı yaptık, ayrılık toplantısı. Muzaffer Oruçoğlu vardı İbrahim yoktu.. şeyden de K.… K. neydi Erzincanlı, Doğu Perinçek hemşerisi, soyadını unuttum K. gelmişti. Biz orada bir tartışma yaptık. Tartışma, Muzo’yla şey K. arasında geçti. O tartışmadan ayrılık çıktı orada büyük bir kesim İbrahimle birlikte hareket etti. Yani o zaman onbeş onaltı kişi katılmıştı toplantıya. Toplantıdan on kişi ayrıldık bir dört beş kişi de Aydınlık’ta kaldı böylece.
Ş. A : Bu şey mi yani ilk ayrılık toplantısı mı? Biraz bunu anlatabilir misiniz. Yani o toplantının tarihini yerini ve katılanlarını biraz daha hatırlayarak?
S.Y: Evet ilk ayrılık zaten. Ya şimdi öyle bir ani bir durum oldu. Birden toparlayamadım hangi tarih de olduğunu. Ondan önce zaten eleştiriler vardı konuşuyorduk kendi aramızda. Örgütün izlediği politikaya silahlı mücadeleye ilişkin pasifist tutumuna karşı tabandan gelişen eleştiriler vardı. Bu eleştiriler bizim aramızda da konuşuluyordu. Bu iş ancak silahla çözülür, halk savaşıyla çözülür ve Halk savaşını yürütmede de mevcut önderlik doğru bir politika izlemiyor. Silahlı mücadeleyi derhal başlatmamız lazım.. halk kurtuluş, gerilla savaşı…. ve halk iktidarlarını, kızıl siyasi iktidarları kurmak için şeyi başlatmamız gerekiyordu.
Bu arada da bizim eğitim çalışmalarında DABK kararlarına uygun şeyler konuşuyorduk. Eleştiriler daha çok bunlar.. hani direkt DABK’ın kendi kararları değil de, işte Mao’nun Kızıl Siyasi iktidarlar hakkındaki fikirleri… Türkiye’de nasıl uygulanır… bununla ilgili de İbrahim’in yorumuyla dinliyorduk. Dolayısıyla bizim şekillenmemiz Mao’nun halk savaşı stratejisinin Türkiye uyarlanması idi. Bu dönemde köylere gidiyorduk. Mesela daha ayrılıktan önce, Demanan’a Nazimiye tarafına.. yani İbrahim’de bir kaç kere Mazgirt tarafına Ovacık’a…. Kısaca köylük bölgelere gidip orada köylülerle bağ kurmaya başlamışlardı. Ben köy çalışmalarında ilklerdenim. İlkin dergileri dağıtmak için Haydaran tarafına gittim. Orada H.S. vardı öğretmen onu gördüm, onunla sohbet ettik. Onun aracılığıyla, toplantılarda öğrendiğimizi orada köylülere aktarıyorduk. Ve idamların olduğu gün, Denizleri idam ettikleri gün ben o köydeydim. Dergi götürmüştüm, henüz daha ayrılık olmamıştı. Ama tartışmaya başlamıştık. Ben o zaman hocaya İşçi Köylü dergisini götürmüştüm. Dergileri ben şeye bıraktım hocaya.. H.S.’a orada da bir kaç gün kaldım döndüm. Oradayken işte 6 Mayıs’tı idamların olduğu gün onu orada öğrenmiştim haberi radyodan.
Sonrası Nazimiye bölgesin de köy çalışmaları yapıyorduk. 6 Mayıs İdamlardan sonra zaten bizim ilk eylemimiz oldu. Biz patron ağa devleti yok… pardon “kahrolsun faşizm yaşasın ihtilal” diye bir pullama yaptık küçük pul ve kullandığımız isimde o zaman ayrılık sonrası kullandığımız “Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Fedaileri”dir. Bizim ilk ismimiz budur. TİKKO’dan önce TKP/ML’den önce… TİKKF’ti Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Fedaileri. Bizim hoşumuza gidiyordu tabi işin içinde fedailik vardı. Gençlik döneminde hoşumuza gidiyordu fedai İşçi köylü fedaileri diye. Bu isim tabi sonradan TİKKO’ya dönüştü. Biz bu pullamayı yaptık, bu pullamada tutuklananlar oldu. M.Ç. vardı hatırladığım beş altı kişi ben de aranır duruma düştüm. Ben aranır duruma düşünce de anonslar yapılmaya başladı. Aileme baskılar yapılmaya başladı polis ve asker tarafından çağrılıp . Biliyorsunuz o dönem aranır durumda olanların isimleri çabuk yayılıyordu, öne çıkarıyorlardı. Öne çıkmaya başladım, insanlar tanımaya başladı. Sonra üç ay sonraydı ben… teslim oldum. Yani teslim olmamda daha çok ailem amcam onlar, bir gün görürken beni aldılar kapattılar bir odaya, sonrada polise götürdüler. Yani orada biraz zorlama vardı. Şeyde ailenin baskısı çoktu, babam amcamlar çevremiz tuttular gittik oraya işte oradan da Diyarbakır’a götürdüler. Diyarbakır’da 1973… Diyarbakır’da kaç gün kaldım yanılmıyorsam bir yirmi gün kadar kalmıştım, yok daha fazla üç ay üç aylık bir süre kaldım orada. Üç aylık süre kaldım üç ay sonra çıktık ve tahliye olduk. Tahliye edildikten sonra biz Dersim’e döndük. Altı kişiydik toplam… altı arkadaştık bir süre sonra sonbahara doğru yine 73’ün sonbaharına doğru tabi Ali Haydar ile görüşüyordum. Muzafferle görüşüyorduk. İbrahim o zaman Dersim’de fazla kalmıyordu. K.K.de dönmüştü. K. İstanbul’a gitti, yakalandı, tutuklandı. Mamak’ta Doğu Perinçek’in de yargılandığı büyük davada işte, Ana Dava, Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Partisi’miydi neydi, ana davada yargılandı. K.K., bizim Dersimden M.G.’di bir de Z.U. vardı herhalde.
İbrahim ve diğer arkadaşlar aranıyordu, radyolarda sürekli anons yapılıyordu. O zaman radyolarda aranan devrimcilerin listesi yayınlanıyordu. Oruçoğlu vardı. Sonbahara doğru bir eylem yapma kararı alındı. Tunceli Polis Karakolu’na bomba atılacaktı. Bomba, kendimizin yaptığı dinamitten başka bir şey değildi. Bombayı atacak kişilerden biri bendim. Arkadaşları saymaya gerek yok herhalde, kimin olduğu ya onlar özel durumlar. Kamer Özkan vardı O’nu şimdi söyleyebilirim ve bir arkadaşımız daha vardı. Ben gözcü olarak kalacaktım ama sonra, kalmama da gerek kalmadı. Onlar ikisi gittiler bahçeye dinamiti attılar, geldiler. Bu olay sonrası dağa çıktık. Dağdaki diğer arkadaşlar ile, Muzo ile görüştük. Bulunduğumuz yer Düzgün Baba’ydı o zaman. Düzgün Baba’nın oradan Dereçakara bölgesine, oradan da Haydaran’a geçtik. Sabit bir yerimiz yoktu, buluşma yerleri vardı. Buluşunca da sürekli hareket halindesin. Silahımız yoktu zaten neredeyse sıfır silahla geziyorduk. Bir tabanca bile var mıydı yok muydu onu bile bilmiyorum. Sonradan böyle iki tane kırma gibi bir şey geçti elimize. Sadece köylere propaganda yapmaya gittiğimiz de bizde silah olsun diye bulunduruyorduk. Köylülerin dinlediği işte sonradan da acıyarak, bizim çocuklarımızdır yazıktır deyip, barındırdığı, ekmek verdiği bir gruptuk. Yavaş yavaş büyüyorduk ama sonradan kışa doğru biz bir eylem daha yaptık, Karakoçan’da. Kaymakamın evine gittik… sabotaj yaptık. Eylemi yapan, Ali Haydar’la ikimizdik… ikimiz yaptık onu.
Ş. A : Yani oraya da yine bomba mı attınız?
S.Y: Evi yaktık. He bir de bir dinamit attık. Benzin döküp etrafına, yaktık, ateşe verdik onu.
Evet Karakoçan kaymakamının evini.. Çünkü karakoçan kaymakamının köylülere, bölge insanına karşı kinle davrandığını, köylülerin, halkın tepkisini çektiğini… bilgisi gelmişti. Öyle bir karar alındı. Oradan da Ali Haydar ile ben ikimiz o eylemi yaptık. Oradan dönüşte de şeyde buluştuk tekrar Nazimiye’de. Nazimiye’den sonra yine Haydaran’a geçip orada köylerde propaganda çalışmalarını sürdürüyorduk. Ama propaganda çalışmamız o zaman gayet iyiydi halkla ilişkilerimiz çok iyiydi. Halkta bize karşı çok büyük bir güven oluşmuştu, köylülerde. Yani hem dürüstlüğümüz hem onlar için doğru şeyler planladığımız, doğru şeyler istediğimiz içindi. Ama bize eleştiriler de vardı tabi. Haydaran’a ilk gittiğimiz de (Haydaran’a Ali İşçi üzerinden gitmiştik.) Kamer Ağayla görüşmüştük. Kırmızı Kamer.. Kamer AğaDersim isyanını da yaşadığı için bize tecrübesini anlattı. Yani gençsiniz, heyecanlısınız ama dedi. Bir orduya karşı ordu lazım. Yani ordu olmadan sizin devletin hakkından gelmeniz ya da devleti yıkmanız mümkün değil dedi. Ya biz de onu doğru bulduk tabi orduya karşı ordu lazım da bizim ordumuz parça parça kuruluyor onu anlatmaya çalıştık ona. Gerilla savaşı nedir gerilla savaşından düzenli orduya geçiş aşamaları. Tabi Kamer Amcanın bize inandığı yoktu. Çünkü elimizde silah bile yok. Yani sizin silahınız bile yok nasıl devlete karşı çıkacaksınız diye. Bu işin önemli bir detayıydı benim için. Çünkü bizim normalde silahımız yoktu. Bizim söylediklerimiz de doğru şeylerdi. Yani halk ordusunu kurmak başlı başına bir süreçtir bu süreci küçük adımlar atarak yavaş yavaş büyütüp büyük orduya dönüştürebiliriz. Ama bizim hiçbir hazırlığımız yoktu. Biz direk elimize geçirdiğimiz bir dinamitle düşmanın üzerine saldırdık ve bunun karşılığında da düşman bize karşı saldırı düzenledi. Düşmanın karşı saldırısı tabi ağır oldu. Fehmi Altınbilek bizim ilişkide olduğumuz köylülere saldırdı. Süleyman Nakış diye bir köylü vardı. Ki yoksul köylü. bize destek veren onun evine baskın yaptı, yerimizi öğrenmek için. Ateş edip vurdular köylüyü… çocukları ve eşi perişan duruma düştü. Gerçi ölmedi kurtarıldı, fakat bu olay köylüler üzerine bir etki yarattı ve destek veriyorlardı ama eskisi gibi değildi, farklıydı. Bir de bizim asker geldiğinde ona cevap verecek ne silahımız var ne askeri bir tecrübemiz var, hiçbir şeyimiz yok. Genç insanlar direkt ortaya çıkmış meydan okuyoruz. Yani çok sonradan düşündüğümüzde acemi, heyecanlı ve çok aceleci bir tutum olarak yürüdük ve daha sonra kışa doğru çok zorlanmaya başladık. İbrahim de gelip gidiyordu ama İbrahim’in gelip gidişlerinde bir şey değişmiyordu. İbrahim askeri eylem yapmamız konusunda, durun yapmayın değil de tam tersine yapılması gerektiğini söylüyordu. Onun fikri de öyleydi. Muzo da öyleydi. Biz de öyle düşünüyorduk. O dönem yapmayın diye düşünen yoktu. O kış bizim için epey zor oldu. Kışa giriyorduk birçok kez dışarıda, donup ölmekten şans eseri kurtulduk. Bir kere İbrahim’leydik. İbrahim’le Haydaran’dan şeye gidiyorduk… ama kışın soğukta artık dayanamaz hale gelmişti neredeyse yolda uyumaya başlamıştık soğuğun etkisiyle şeyler görmeye başlamıştık. Sonunda bir köme sığınıp orada ateş yakıp, ateşle zor ısınıp öyle kurtulabilmiştik, İksor tarafına bir yere gelmiştik. Şimdi o kış en ağır darbeyi Vartinik’te yedik ve …
VARTİNİK BASKINI, ALİ HAYDAR YILDIZ’IN ÖLÜMÜ, İBRAHİM’İN YAKALANMASI
Ş. A : 73 kışı değil mi?
S.Y: 73 kışı. 73 zaten 73 kışında şubat şubatta Vartinik’te meşhur baskın oldu. Fehmi Altınbilek’in o köylülere baskısı etkisini göstermişti. Vartinik’teki bizi ihbar eden kişi, normalde önceden tanıdığımız bildiğimiz öğretmendi. Bu öğretmen daha önce de bizi ihbar edebilirdi, ama daha önce de gördüğü halde ihbar edemedi. Onun ihbar etmesinde o Fehmi Altınbilek’in yaptığı baskıların da etkisi olduğunu ya da yaptığı baskılardan öğretmenin cesaret aldığını düşünüyorum o şekilde. O ihbarda..
Ş. A : İsmi neydi?
S.Y: Hüseyin’di herhalde Hüseyin öğretmen evet sonradan öldürülen.
Ş. A : Dersimlimiydi?
S.Y: Dersimli Uzuntarla’dandı galiba Uzuntarla’dan şey de Mirik’te, Mirik Mezrasında öğretmenlik yapıyordu. Onun Fehmi Altınbilek’e haber gönderdiği ve ihbar ettiği kesin zaten… İbrahim’i de yakalayıp teslim edende o… yani evinde tutup gidip haber verip teslim eden o. O’na yardım eden bir de köylü var galiba… Öğretmene yardım eden köylü var. Yani nedense ben o konularda pek fazla isim tutmayan bi de aradan yani o köylüler bize ekmek veren insanlardı. Sonuç olarak, bir kısmı bizi korudu bazıları da devletle işbirliğine girdi. Yoksullardı çok yoksul insanlardı hayat şartları onlar için çok zordu. Onlar için yani tümünü aynı şekilde hareket etmesini beklemek biraz yanlış olur bence bazıları zayıflık gösterebilir. Bizim onları kazanmak diye bir politikamız olmalı. Yani ben o cezalandırma sistemini doğru bulmuyorum.
Vartinik olayı öncesinde İbrahim bir kaç haftalığına gelmişti. Gelirken de yolda baya morali bozulmuştu. Çünkü gelirken eskiden uğradığı yerlerde köylüler kapıları açmamışlardı. Karakoçan’a gelmişti. Karakoçan’dan gelirken yol üzerinde uğramıştı bazı evlere ve eskiden uğrayıp oturduğu, yemek yediği evler ona kapıyı açmamışlardı. Bu Fehmi Altınbilek’in yarattığı baskının yarattığı etkinin, korkunun sonucuydu. Gelirken onu anlatmıştı bize. demoralize olmuştu orada biraz. Köylüleri suçluyordu, korkak olarak suçluyordu. Biz orada bir iki hafta kaldık ve o dönemde işimiz erzak toplamak ve kışı geçirmeye endekslenmişti bir de İstanbul’dan yeni insanlar yeni öğrenciler harekete katılmak için gelmişlerdi. Biz zaten barınma problemi yaşıyoruz sıkıntıdayız onun üzerine bir de yeni bir ekip gelince bu iş daha zorlandı. Sonra bunu dağıtma kararı aldık bazıları geri gönderildi bir kısım Ovacık tarafına çıkarıldı. M.A. ve diğer arkadaşlar Kamer bunlar şeye gittiler Vartinik baskınından birkaç gün önce. Şimdi üzerinden biraz özet olarak geçiyorum da sonra geriye dönüp detaylarını anlatalım çünkü arada farklı çalışmaların detayları vardı. Onları tek tek detayları anlatarak gitmektense önce bi özet geçiyorum. Vartinik olayına gelindiğinde, o gün tam tarihini hatırlamıyorum, 18 yok şubatın 20’si mi 21‘imi bilmiyorum tam tarihini bir gün önce biz erzak bulmak için Ali Haydar’la ben ilerdeki köylere gittik. Roşnik… yine Haydaran köylüleri. Yürümeyle üç saat dört saatlik bir yol. Biz gündüz öğleden sonra yürüdük akşam oraya vardık, oradan erzak alıp sabah dönecektik. Yani yorucu bir gündü. Bir gün önceden de zaten yol gelmiştik ikimiz uyumamıştık. Oraya vardık bir köylüye.. köylü Ali Haydar’ın akrabasıydı amcası amca çocukları oluyordu, Ali Haydar da o köydendi. Ama orada hiç beklemediğimiz biriyle karşılaştık Kamer İzli diye yakın bir köyden o da. Bunun Yusuf Aslan ekibini ihbar ettiği söylenen yani ihbarcılık yaptığı söylenen bir köylüydü Kamer İzli. Biz onu görünce panik olduk. Geldiğimizi görünce o da panik oldu. Yani biz acaba onun için mi geldik diye. Neyse orada biraz oturduk biz. Ali Haydar burada kalmayalım, dönelim dedi, kalamayız dedi. Biz o gece erzağı aldık yola çıktık Vartinik’e doğru… sabah sabaha kadar ulaşabilirdik. Yürüdük sabah beş buçuk, beş, beş buçuk gibi daha yeni yeni şafak söküyordu altı civarı erken saatlerde köme ulaştık. Şimdi bizim geldiğimiz yol dağın arka tarafından geliyorduk biz… asker de aşağıdan dereden yaklaşıyor yani tam ters bir yoldan geldik. Biz Ali Haydarla ikimiz köme geldiğimiz de Ali Haydar önde gitti, nöbetçiye parolayı söylemişti, çünkü nöbet tutuyorduk akşamları. Nöbetçiye seslendi parola kimse yoktu taş attı kimse yoktu. Biz de bir şey mi oldu diye bu sefer meraklandık. Onların kaldığı köme doğru bir iki tane taş attık. Taş atınca, taşın gürültüsüne Muzaffer, İbrahim, H.… bunlar çıktılar.
Ş. A : H. kim?
S.Y: H. normalde nöbet beklemesi gereken arkadaştı sıra ondaymış. H. nin soyadı A. mıydı yani o dönemde isim soyadını bilmiyordum. O da Dersimli bir arkadaştı avukat oldu sonradan iyi bir arkadaşımızdı. Şimdi H. çıktı Muzaffer çıktı İbrahim çıktı. (00:15:01) Benim sırtımda yük vardı elimde bir tane kırma ama kırma çalışmıyor…Bir kere ateş edebilirsin ama şey mermi çıkmıyordu. Onu tekrar oturup bıçakla çıkarman lazım ki yeni bir tane şey koyasın. Sadece böyle görüntü diye elimize almışız onu kurtlar falan gelirse gürültü çıkarırız diye. Sürüyle kurt dolaşıyor biz kurtlarla beraber dolaşıyorduk yan yana.
Aşağıdan ses geldi, çevirin diye bir ses duyduk Muzaffer noluyor dedi gitti aşağıya baktı dediki asker çeviriyor dedi kaçın. Onun kaçın demesiyle Ali Haydar geçmişti kızdı şeye onun da sırtında yük vardı. O içeri girdi yükü indirmek için ama o ara kaçın deyince o geride kaldı tabi en son o kaldı. Diğerleri öndeydi ben sırtımdaki yükü bırakıp koşmaya başladım fakat gece yorgunluğu, bir gün önce ki yorgunluk yani yorgunluk o kadar çok fazla ki doğru dürüst koşamıyorum bile. Şimdi en önde Muzaffer ile H. vardı arkasında İbrahim vardı İbrahim’in arkasında ben koşuyordum benim arkamda da Ali Haydar vardı. Şimdi biz evleri çıkınca durun teslim olun diye bir ses duyduk ve ateş dedi. Asker ateş etmeye başladı kurşunlar sağımızdan solumuzdan taşlara çarpıyor kıvılcımlar çıkıyor böyle. İbrahim önümde.. İbrahim birden önümde düştü. Ben ayağı takıldı düştü diye düşündüm, yani o andaki aklıma gelen o vurulduğunu sanmıyorum. Çünkü şapkası fırladı kendisi düştü. Onun hizasına geldim ya da geçtim benim ayağım takıldı taşa ben düştüm. Ben yere düşünce ben kalkmadım kendimi yuvarladım, yuvarlayarak aşağıya doğru ama çok yamaç olduğu için bu sefer durduramıyorum kendimi ve sürekli yuvarlanıyorum. Öyle bir yuvarlandım ki ağaca çarptım ellerim, kollarım yaralanmıştı o zaman da.
Ş. A : Kar var mıydı?
S.Y: Kar vardı. kar vardı. karın avantajı. kar olmasa yuvarlanamazdım. Çünkü taşlar kayalar engel olurdu karın üzerinden yuvarlandım öyle aşağıya aşağı dereye geldim dereye kadar ve o esnada asker yukarıdan onları kovalıyor, görmemiş benim yuvarlandığımı. İbrahim de orada vurulmuş Ali Haydar arkamda onun vurulduğunu görmedim yani bu ikisinin arasındaydım ben. Sonra derede yukarıya doğru kaçan arkadaşların arkasından gitti asker orada sesleri geliyordu. Elimdeki kırma da zaten yuvarlanma sırasında nerede kaldı bilmiyorum herhalde düştü dağda. Ben de orada ne yapabilirim diye yukarıya doğru çıkmaya çalıştım baktım yukarıda asker sesleri var önü kesmiş döndüm geri aşağı doğru geldim. Önce suya girdim izlerim belli olmasın derenin içine belime kadar ıslandım aşağı doğru yürüdüm sonra sudan çıktım karın içine girdim. Şimdi uykusuzluk yorgunluk hepsi birleşmiş resmen ayakta uyuyorum hem koşuyorum hem uyuyorum. Şeye geldim aşağıda köylü vardı bize yardım eden köylülerden o köylüler bana yol gösterdi tarif etti. Yani aşağı köye Mirik’e İbrahim’i yakalayıp teslim eden köye gidip oradan geçecektim oraya girmemi istemediler karşı tarafı yolu gösterdiler buradan git diye. Ben o köylülerin gösterdiği taraftan çıktım. Ama çok şey yapıyorum ağır gidiyordum neyse yani uzun süre gittim ve bir yerde biraz uyukladım. Dağda tek başımayım uyukladım uyandım tam da uyuyamadım. Gittim bir köye pantolum, burdan buraya kadar kenarları dikşileri patlamış altta pijama giymiştim, onlar çıkmıştı. Bir yere gittim. Köylüler yemek verdiler. Duymuşlar olayları ve yazıktır etmeyin etmeyin… beni işte şey yaptılar… ben oradan Demaman’a geçmek istiyorum… yani oradan geçip Demaman tarafına orada işte tanıdıklarımız aile falan çevreler ve oradan Tunceli merkezine geçip tekrar bağlantı kurmak için şey yapıyorum. Fakat oradayken köydeyken radyo haberlerinde bir kişinin ölü ele geçirildiğini diğerlerinin de arandığını söyledi, çatışmada. İkinci gün üçüncü gün de İbrahim’in yakalandığını anons etti. Bunun üzerine, İstanbul’a gidip orada kışı geçirme, bağlantıyı öyle kurma fikri gelişti. Ben oradan Tunceli merkezde kendi ailemin yanına geçtim, geceleyin. Oradan belli bir miktar para aldım, elbise oradan da yine gece vakti şeye çevreden dolaşarak Turuşmek civarındaki biyerlere kadar yürüdüm. Oradan arabaya binip yani Tunceli dışından Elazığ’a gelip oradan da kimliksiz direk İstanbula geçtim. Istanbul da işte bildiğim bir yer yoktu. İstanbul’a da ilk defa gidiyorum orada arkadaşlarım Dersimlilerin olduğu Unkapanı çevresinde şeyler vardı bir arkadaşım orada kalıyordu zamanında bir şey göndermişti bana kart. O kartta bir adres vardı ne handı bir handı. Neyse gittim öyle orada araya araya buldum onları ve onların yanında kaldım. Kamer Tayhan vardı o da Dersimli… çukurlu.. onlarda herhalde Ermeni, aile kökeni. Dersimin… Dersim’de Ermeniler çok büyük bir miktarda karışmışlar yani benim fikrime göre Dersim’in nüfusunun büyük bir kesiminde Ermeni nüfusu var. Yani Mazgirt’te şu anda önemli yerler var. Göktepe Görcan o kısımları çıkarırsak onlar Türkçeyi yarım konuşuyorlar, Kürtçeyi bilmiyorlar Ermeniceyi de tamamen unutmuşlar büyük miktarda.
Ş. A : Bahsettiğiniz baskında Muzaffer ne yapıyor?
S.Y: Muzaffer ile H. ön tarafta. Hepimiz kaçıp oradan kurtarmaya çalışıyoruz kendimizi. Hepimiz aynı yöne gidiyoruz. H. İle Muzaffer beraber döndüler.
Ş. A : Onlar nasıl… ?
S.Y: Onlar yukarılara gidiyorlar, kalıyorlar. Bir süre ve asker geri çekilince askerin geldiği yoldan geri gidiyorlar şeye. Asker dönüyor İbrahim’i almak için. İbrahim vurulmuş bakıyorlar kan var. Kaçanların peşine gidiyorlar. İbrahim de o ara uyanıyor yani düşmenin yarattığı etkiyle. oda yukarıda bizim geldiğimiz tarafa doğru gidip başka bir köylüler onu alıp bir mağara gibi bir yere koyup orada saklıyorlar. Yemek getiriyorlar kendisine. Fakat o yara ve şeyi ayaklarının donması karda.. Onu oradan çıkıp gitmeye mecbur bırakıyor. O da çıkıp gidince.
Ş. A : Neresinden vuruluyor?
S.Y: İbrahim’in kafasından kurşun sıyırıyor, evet bir de askerle beraber gelen köylü var, klavuzluk yapan, Onun elinde de kırma var galiba. Kırmayla ateş ediyor, o yerdeyken, Sırtında ve ensesinde kırmadan çıkan saçmalar girmiş, yaralı. Kimliğini alıyor üstünden asker… Kaçanların arkasından gidiyor. Yani bizim arkamızdan devam ediyor İbrahim de dönüp geri yoldan gidiyor. Köylüler İbrahim’i alıyorlar. İbrahim’in geldiği yola ahırlardan keçileri davarı çıkarıp onun izine sürüyorlar, izini kaybettirmek için ta şeye kadar götürüp geri getiriyorlar ve asker geldiğinde de İbrahim’in izini görmüyor, İbrahim’in nereye doğru gittiğini fark etmiyor.
Ş. A : Hangi köylüler yapıyor?
S.Y: Barıkbaşı denilen Barıkbaşı. Barıkbaşında iki kardeş bir amca çocuğu üç kişilik bir evdi küçük bir evdi çok yoksul insanlardı. Mezraydı küçük Barıkbaşı… Mirik’e bağlı bir yerde ama çok farklı bir yerdi orası. Yani onu ben özet geçtim ilk oraya gittiğimde Haydaran’a Muzaffer’le beraber gitmiştik. Şey Mirik’ten sonra Ali İşçi.. Roşnik’e gittik Roşnik’te kırmızı Haydar Ağa ile görüştük. Haydar Ağadan sonra o Mirik’e doğru indik Hocayı görmeye. Şimdi epey bir yokuş Roşnik’e gitmek için Rabat’ta iniyorsun Rabat’tan sonra yokuş en azından iki üç saat tırmanıyorsun dimdik bir yokuş bitirdiğin zaman aşağıda bir uçurum karşında bir ama gittiğimiz dönem mayıs ayları nisan. Nisan ayında o Barıkbaşın altında dağın evlerin altında dağın eteğindi kocaman nehir gibi bir şelale çıkıyor bir su geliyor. Ve yukarıdan aşağıya kadar böyle bir bembeyaz kesiyor. Çok farklı bir atmosfer, çok farklı bir manzara. Yazın kuruyor o su. Dağın yer altı sularıyla beslenen kesimi ondan sonra da şey oluyor. Şimdi o Barıkbaşı’ndaki köylüler orada çok yoksullar yaptıkları şeyler o keçilerin getirdiği şeyle yaşamlarını sürdüren oraya hapsolmuş kalmış bir şey. Onlar öyle yapıyor yani yardım ediyor.
Ş. A : İbrahim’i kurtarıyorlar oradan bir mağaraya götürüyorlar.
S.Y: Kurtarıyor, evet mağaraya götürüyorlar.
Ş. A : O mağara nerede?
S.Y: O da orada bilmiyorum mağaranın neresi olduğu. O civarda bizim kaldığımız, yaz zamanları bazen evlerde değil de mümkün olduğu kadar dışarı da, mağarada kalmaya çalışıyorduk.
Ş. A : İbrahim orada ne kadar kalıyor o mağarada?
S.Y: Üç gün kalıyor evet.
Ş. A : Sonra dayanamıyor.
S.Y: Sonra evet orada o şekilde yaraları azıyor bir de ayaklarında donma başladığı için o karda. Oradan çıkıp şeye İstanbul’a (00:27:00) yani batıya geçmek için karar veriyor ve çıkıyor. Yürümeye başlıyor ve geçerken de Mirik’in oradan dışarıdan geçerken görüyorlar Köylüler bunu. gündüz vakti ve o öğretmen geliyor İbrahim’i alıp evine götürüyor, gel diyo işte burada şey yap diye. Ama içeriye alınca kapıyı kilitliyor üzerine, gidip askere haber veriyorlar. Evet öğretmen
Ş. A : Hangi köy bu?
S.Y: Mirik.. evet Mirik köyü. Vartinik normal eski bir Ermeni köyü Mirik. Vartinik bunlar Ermeni isimler bir bakıma şey halen köy isimleri de. Vartinik’te Ermeni mezarları çok yaygındı. Vartinik şu an da bizim Kör Zeyno meşhur Zeynel Açıkgöz, onun evleri vardı. Orada kömleri…, yaylasıydı. Biz oraya gidiyorduk o terk edilmiş eski evler vardı. Onlar da barınıyorduk bazen yazın gidince ahır olarak kullanıyorlardı ya da kendileri kalıyorlardı. Ama bir kısmı çökmüştü harabe gibiydi bi sağlam bölümleri vardı biz o sağlam bölümlerinde oralarda kalıyorduk sağlam bölümde kalıyorduk.
Ş. A : Bu baskına uğradığınız ev de öyle bir yermiydi? Boş bir yer miydi?
S.Y: Öyle aynen boş boş boş bir yerdi köm… köm diyorlardı.
Ş. A : İçerde mesela
S.Y: Başka kimse yoktu bizden başka.
Ş. A : İçerde yatak matak gibi
S.Y: Yok yatağımız yoktu biz yatak taşımıyorduk yerde yatıyorduk. Birer battaniye vardı yani üstümüze örtecek şekilde ama çoğunlukla toprağın üzerine bir battaniye şilte gibi bir şey serip üzerine yatıyorduk Ateş yakıyorduk dışarıda da öyle yatıyorduk. O zordu.. bizim hazırlığımız; öyle sığınak ya da yemek deposu.. gıda deposu.. kalacak, saklanacak hiçbir hazırlık yoktu.
Ş. A : Nöbet mi tutuyordunuz oralarda?
S.Y: Nöbet tutuyorduk evet ama nöbetlerde çok, çünkü sayımız çok az oluyordu, uzun süre nöbette de yorgun oluyordun. Nöbette de sadece H.’in bir aksatması değil herkes aksatıyordu. Hepimiz ben de dahil nöbetlerde ya uyuyorduk ya da içerde dışlarda doğru dürüst nöbet, nöbet tutma kültürümüz de yoktu. Nöbet nasıl tutulur nasıl yapılır.
ÇIKARDIĞIMIZ DERSLER
Ş. A : Muzaffer ile H. hangi güzergahı takip etti?
S.Y: Onlar dönüyorlar şeyin köyüne gidiyorlar Kıl tarafına onlar da yine aynı benim güzergahtan gelip şeye gidiyorlar Kıl tarafına gidiyorlar H.’in köyüne, H. orada evinde kalıyor. Muzaffer oradan Mazgirt tarafına geçiyor. Oradan işte eski ilişkilerden daha sonra istanbul’a geçiyor. İstanbul’da da işte o zaman bizim şeyi A.M.C.S vardı onunla buluşuyor. O zaman örgütte o vardı Kutsiye Bozoklar yaralı yakalanmıştı Ahmet Muharrem Çiçek ölmüştü. O şey vardı o olaydan sonra da A.M.C.S. İstanbul’daki sorumlu olmuştu. O öyle bir güzergah izliyor Muzaffer. Hüseyin evde kalıyor ve İstanbul’a dönüyor okulla devam ediyor Hüseyin’in kimliği açığa çıkmadığı için aranmıyordu öyle. Ama İbrahim’in ceza evinde yazdığı mektup aslında ilginç yani orada bizim şimdi toplu değerlendirme yapacağız yani birinci yenilgi, ceza evi, diğerleri. Olayda eksikliklerimizi gören bir mektup değildi. Yani nöbet tutan H. arkadaşı biraz suçluyor da bence biraz ağır bir suçlama, neredeyse ihanet der gibi bir ileri derecede suçluyor.
Ş.A : Nereden yazıyor?
Y: Ceza evinden Diyarbakır ceza evinde ölmeden önce işte yazıp bir tane askere veriyor göndermek için. Asker de Yaşar Değerli’ye veriyor tabi. Dava dosyasına öyle giriyor sonradan haberdar oluyoruz.
Ş. A: Kendi yazısı mı?
Y: Kendi yazısı kendi yazısı küçük bir değerlendirmesi var orada. Ama değerlendirme çok olayları düştüğümüz durumu fark eden bir değerlendirme değil yani biz sonradan durum değerlendirmesi yaptık tabi yenilgi onlara sonra geleceğiz. Tutuklamalar yenilgi başladığı zaman yenilgiyi aldığımız zaman ceza evinde bu yenilginin subjektif bir yenilgi olduğu yani subjektif kararlarımızın subjektif objektif koşullarda değerlendirmediğimiz için şartları doğru değerlendirmediğimiz için yanlış kararlar aldık. Subjektivizme düştük ve bunun sonunda bu yenilgi geldi. Bu da önderliğin aldığı kararların hatasından geliyor. Sol, sol subjektizm diye değerlendirme yapmıştık. O zaman ceza evinde ilk değerlendirmemizde. Bunlar sonra üzerinde belki politik olarak en çok durmamız gereken konular bunlar. Çünkü çıkarılması gereken dersler önemli yani biz geçmişimizden söz ederken bunları gelecek açısından biraz ışık tutması.
Ş. A : Nasıl bir ders çıkarıyorsunuz?
S.Y: Yani değişik dönemde de değişik dersler çıkar tabi şimdi çıkardığım dersler daha farklı da. O dönem de biz hangi dersleri çıkardık o derslerden ne dersler çıktı mesele yani o çünkü bilgimiz arttıkça geçmişe bakışımız da farklı oluyor. Yani şimdi dönüp bir de onu değerlendirmemiz gerekiyor. Sorun şuydu oradan istanbul’a geldik ve istanbul’da tekrar birbirimizi bulduk.
Ş. A : Ne zaman?
S.Y: Ben 73’te Şubat ayında geldim Mart zaten Nisan’ın 16’sında yakalandım. Arada bir bir buçuk aylık bir zaman var. Yani bu zamanda da biz istanbul’da yine bildiriler dağıtıyoruz, mahallelere gidiyoruz. Örgüt evleri tuttuk birkaç tane… Ben ile Zeki Şerit bir evde kalıyorduk. Birkaç hafta kaldık. Zeki Şerit, Sami Sarı, Nezihe Bahar, bir de neydi bir arkadaş daha vardı, onun adını unuttum, bizden Aydınlık grubuna gitti. Bunlar Fikirtepe’de bir çatışmada yakalandı. Evi polis basarken dört beş saat süren bir çatışmadan sonra ele geçirildiler. O çatışmadan sonra da yani yine bizim fazla subjektif davranmamız… Bir iki gün sonra hala o evde kalıyorum, gidip evden ufak tefek şeyler almak için eve gidiyorum. Yani geri gittim Muzaferlerle beraber kaldığı evde kaldım. Bizim arkadaşımız çözülmez diye kendi kendimize şey veriyoruz. Ama bunun somut sonuç tedbir almıyoruz kendimize o evde üç gün sonra bir şey almaya giderken gelip beni yakaladılar. Benim yakalandığımı bildikleri halde Muzaffer ve C.S. evi boşaltmıyorlar, evde kalıyorlar, üç gün sonra onlar yakalanıyor. Yani bizim yaklaşımımız çok en uç noktada subjektivizmdi. O kadar ileri ki…. arkadaşın yakalanıyor yani tedbir alman gerekiyor, herhangi bir tedbir alma söz konusu değil….Hani yakalanan arkadaşın çözülüp çözülmemesi ayrı bir mesele, bir de biz o zaman 19-20 yaşında gençleriz. Burnumuzun dikine çok fazla gidiyoruz da gerçeklerle karşılaşınca aynı durum olmuyor o yaşta yaşananlar zayıflık gösterme imkanları daha yüksek, tecrübe yok, hiç bir şey yok. Ve hiç bir şey olmamış gibi devam ediyoruz. Peş peşe yakalanmalar Muzaffer’in yakalanmasıyla tamamlanmış oldu. Devlet açısından bütün örgüt yönetimi içeriye düştü, birkaç kişi dışarıda kaldı. Kalanlar da A.M. ’dı sözü edilen işte Almanyalı Kadir denilen bir arkadaş vardı. Bir de işte bizimle hareket etmiş de isimleri deşifre olmamış Kamer ve diğer birkaç arkadaş vardı. Kamer Özkan’dı H. ’di. Bunlar deşifre olmadılar. İfadelerde İsimleri de geçmeyince onlar rahat şey yaptılar. Davut içerideydi M.A.’da birkaç kişiydi onlar da dışarıda kaldı. Şimdi bu süreçte M. daha farklı yakalanmıştı M.Ç.
Ş. A : Cezaevinde duralım burada isterseniz?
S.Y: Evet bu cezaevi biraz tabi o farklı biraz.
Ş. A : Orada bi duralım. Biraz buradan geriye dönebilir miyiz? Birincisi siz henüz Aydınlık Hareketi içerisindeyken İbrahim’de Aydınlık Hareketi’nin bir üyesi olarak Dersim’e gelip gidiyorken orada bir büyük toplantıdan bahsettiniz ya hani Dağ Mahallesindeydi. Biraz daha o toplantının ayrıntılarına dönebilir miyiz? Toplantıda bir toplantı nerede yapıldı aslında yer burada önemli. ikincisi kimler katıldı üçüncüsü ne tür tartışmalar yapıldı?
S.Y: Toplantı Dağ Mahallesinde bir öğrenci evinde yapıldı. Öğrencilerin kaldığı bir evdeydi.
Ş. A : Ev neredeydi?
S.Y: Dağ Mahallesi’ndeydi. Dağ Mahallesi’nin valla inanın gece gittik ama arkadaşlarla…Benim sürekli gittiğim bir ev değildi. Gece giriş çıkışımız da yarım saat civarında bir şey sürdü. Yani toplantı çok uzun bir toplantı olmadı. Tartıştığımız H.İ.’miydi neydi arkadaşın ismi Doğu’nun gelen arkadaş. O arkadaş söz aldı işte İbrahim’e Muzo’ya bölücülük yaptıklarını işte bunların partiye kendince hizip olduklarını bir takım şeyler söyledi orada klişe şeyler. Muzaffer’de kalktı işte partinin Maoist çizgiyi uygulamadığını Halk Savaşı stratejisini uygulamadığını, silahlı mücadeleden yan çizdiğini, sürekli reformist bir parti olduğunu, devrimci bir parti olmadığını, bizim devrimci bir parti olmamız için politikayı değiştirmemiz gerektiğini arkadaşların da buna engel olduğunu, parti içi demokrasi uygulamadıklarını falan söylemişti ve yeni bir yapılanmanın kaçınılmaz olduğunu dile getirdi o zaman da ayrılık demişti.
Ş. A : O toplantıda İbrahim var mıydı?
S.Y: Yoktu. İbrahim o dönem İstanbul’daydı.
Ş. A : Yani bu suçlanan kesim adına orada Muzaffer.
S.Y: Muzaffer’di evet Oruçoğlu vardı. Muzaffer Oruçoğlu’ydu. İbrahim yoktu sonra K.K.’te yoktu K.l’de İstanbul’a gitmişti. O ara sonradan duyduk ki K.’de Doğu Perinçek ile görüşmek üzere gidiyor. Daha önce Muzaffer gidip gelmişti. Muzaffer ibrahim bir kaç kere Aydın’a gitmişti bunlar. Bunlar giderken K.’de orada yakalanıyor tutuklanıyor K.K. Aydın’da mı giderken mi yolda Ankara’da mı tutuklanıyor onun tam ayrıntılarını hatırlamıyorum ama sonradan duydum ben bunları. Biz o dönem kadro değildik sadece sempatizandık daha yeni ilişki kurmuştuk. Sempatizan grubu on beş kişilik bir sempatizan grubu. Fakat o dönem de onbeş kişilik bir sempatizan grubu çok önemli bir gruptu. O dönemdeki devrimcilik de çok farklıydı devrimci yaklaşımlar. Tabi devrimcilik o dönem biraz zor bir işti. Biraz devlet korkusu devlet farklı büyüktü farklıydı devlete kafa tutmak biraz Köroğlu işiydi deyim yerindeyse. Bu da toplumun içinde en gözü kara en fedakar çıkarlarını ikinci plana atmış insanların ancak cesaret edebileceği bir şeydi. Sonradan kaç diyelim 74, 80’a doğru da moda oldu. Sosyal bir kariyer şey edinmek için devrimci olan çok insan vardı o dönemler.
Ş. A : Hatırladığınız kadarıyla o toplantıya katılan hani artık isimleri bilinen kimler vardı? On beş kişi dediniz ya.
S.Y: On beş kişinin içinde benim hatırladığım bir Ali Haydar Yıldız vardı Z.A. vardı M.Ç. vardı bir de H.T. vardı. Ben vardım başka arkadaşlarımızdan…hatırladığım bunlardı. Diğerleri, öğrencilerdi tanımıyordum da, yani çok.
Ş. A : Nasıl bitti toplantı?
S.Y: Toplantı… yani toplantıdan önce hemen hemen insanlar kararlarını vermişlerdi. Biz dedik, ayrılıyoruz. Herkese sıra ile söz verdi, ayrılıyoruz dedik.
Ama orada bizim yaklaşımımız kabaca devrim silahla olur, bunlar yayın organıyla devrim yapacağını sanıyor. Sadece yayın organına odaklanıyor. Bizim silahlı mücadele yapmamız lazım diye çıkış yaptık orada. Silahtan yana olanlarla dergiden yana olanlar gibi bir şey oldu.
Ş. A : Ama çoğunluk herhalde bu birinci grup oldu
S.Y: Biz olduk evet diğer tarafta bi dört beş kişi kaldı. M.Ç. diye bir arkadaş vardı, o tarafta kalan.
Ş. A : Peki bu hareketin kuruluşu tam olarak ne zaman oldu. O toplantı bittiğinde yeni bir hareket kurulmuş değildi değil mi onu mu anladım hocam?
S.Y: Yeni bir hareket daha önceden zaten parça parça geliyor. Hani birden böyle şematik olarak değil de. Şimdi bu Aydınlık hareketi içinde muhalefet eden, İbrahim’in başını çektiği bir kesim var. Garbis Altınoğlu, Adil Ovalıoğlu var, Cengiz Çandar’ın başını çektiği diğer muhalifler var.
Ş. A : Birkaç farklı kesim var
S.Y: Farklı şeyler var, evet faklı şeyler var. İbrahim’in muhalefeti program olarak en şekillenmiş muhalefetti. Diğerlerinin muhalefeti belli konulardaydı. Yani bu kadar programatik değildi. Kemalizm üzerine Milli Mesele üzerine. Diğerlerinin eleştirisi, uygulanan siyasetin bir şeye götürmediği örgütün pasif kaldığı yönündeydi. Çünkü o dönem THKP-C Hareketi vb. çıkışı bunları zor duruma sokuyordu, eziyordu bir bakıma Politik olarak. Onun getirdiği sıkıntılardan yansıyan şey vardı. Filistin’deki arkadaşlar, oradaki gördükleri, yaşadıkları şeyler ile Türkiye’de izlenen politika arasındaki çelişkiyi daha açık net görüyorlardı. Çünkü orada pratik savaş alanı vardı. Orada uygulanan bir politika vardı. Oraya gidip askeri eğitim görüyorsun geliyorsun Türkiye’de dergi dağıtıyorsun. Onlar bunun anlamsızlığı üzerine duruyorlardı. Sonuç olarak, silahlı faaliyeti başlatıp başlatmamayla ilgili… temel nokta buradaydı, halk savaşının. Diğer konularda Mao Zedung’un fikirlerini savunmak Sovyetler Birliği’ni revizyonist ve sosyal emperyalist görmek ortak olan bir çok teori vardı. Onlar da zaten fazla tartışma çıkmıyordu o dönem.
Sonra İbrahim’in yazıları dağılmaya başladı. Genel Hat üzerine eleştirisi, Milli Mesele, Kemalizm… Bunlar ayrılıktan sonra okuduğumuz yazılardı yani. Asıl partinin programını ayrılıktan sonra öğrendik. Ondan önce kabaca silahla mı olur dergiyle mi olur buydu tartışma evet ilk tartışma buydu.
Ş. A : Peki ilk birim…. Kuruluş tarihi kuruluş toplantısı gibi bir toplantı vardır diyebilir miyiz?
S.Y: Ya onda biz yoktuk ben yoktum. Öyle bir kuruluş tarihi varsa Merkez Komitesinin oluşmasıdır. Tabi bir partinin kuruluşunu belirlersen bunu Muzaffer zaten söylemişti onun verdiği tarihler daha… İbrahim’in bütün merkez komitesini oluşturup da beraber görev birliği yaptığı ortak bir toplantı da yoktu. Daha çok seyyar bir toplantı gibi yapıyordu. Bir Dersim’e geliyordu Muzaffer’le görüşüyordu. Malatya’ya gidiyordu Ali’yle görüşüyordu. Kayseri İstanbul’a gidiyordu diğerleriyle görüşüyordu bir koordinasyon sağlıyor hepsinin bir araya gelip böyle bir başlangıç tarihi bir gün olarak belirlemek bilmiyorum, Muzaffer’e sormak lazım onu. Tabi ben partiyi partinin kuruluşunun o gününü bilmiyorum sadece bizim bölgedeki ayrılık vardı. Onlar da tarihler o zaman dikkat ettiğimiz şeyler değildi hangi tarihte ne oldu illa da bu kadar lazım olur mu diye de… Biz günü yaşıyorduk, günü yaşıyorduk.
Ş. A : İbrahim içerdeyken siz ne tür toplantılarda ne tür değerlendirme yaptınız. Sizin yakalandığınız zamana kadar o arada geçen?
S.Y: İstanbul’da arkadaşlarla bir ilişki kurduktan sonra bi toplandık Muzaffer, ben, Kamer Özkan…. Dersim’deki grup tekrar Dersim’e dönme kararı aldık. Bekleme, yani kışı İstanbul’da geçirip mayıs gibi Dersim’e dönecektik. Benle Kamer biz orada tekrar yeniden… Muzaffer de gelecekti… biz tekrar orada yeniden bir şeyler yapacaktık. O hazırlıksızlığımı mesela orada test etmiştik yani kış geliyor kışa ilişkin ne sığınağımız var ne yeteri kadar bir erzak stokumuz var. Bütün bunlar önceden yapılmamış kış gelince de hiçbir şeyini hazırlayamazsın kışın içinde kışı hazırlayamazsın ancak daha önceden bir hazırlık gerekiyordu. Fakat bu hazırlık içinde imkanların yaratılması gerekiyordu onun üzerine böyle bir görüşme olmuştu. Kamer’le birkaç kere görüştük. Kamer karşı tarafta kalıyordu ben de şeyde… Ama dediğim gibi nisan ayında bütün örgüt cezaevine düşmüştü.
İBRAHİM’İN ÖLDÜRÜLMESİ
Ş. A : İbrahimle hiç temas kurma denemeniz oldu mu avukatlar üzerinden?
S.Y: Yok. İbrahim’in cezaevinde olduğunu, yani o cezaevindeyken zaten hücredeydi, ayrı bir hücreye koymuşlardı da, temas kuramadık. Öyle bir girişimimiz de olmadı.
Ş. A : İbrahimle hiçbir bağ kurulamadı.
S.Y: Kurulamadı
Ş. A : Ailesi üzerinden?
S.Y: Ailesi de kuramamıştı. Tabi babasına gösterilmemiş görüşme olmamıştı.
Ş. A : Yani öğrendiğinize göre orada o öğretmenin evinden teslim alındıktan sonra ne oluyor nasıl geçiyor?
S.Y: Tunceli’ye götürülüyor. Tunceli’de Elazığ’a götürülüyor.
Oradan sorguya alınıyor Tunceli’deki sorgusu var ya çok fazla bilgi yok da hani götürülürken mesela bi kahvede mola veriliyor şey de Turuşmek tabi çünkü arabalar oradan yukarıya gidemiyor oradan sonra yayan askeri araçlar ancak kutu deresine kadar geliyor. Kutu deresinden Mirik’e kadar yürüyerek gidebilirsin başka araçla gidemezsin bir dar patika alan var. Patikalardan tekrar yürütülerek götürülüyor hatta yalın ayak falan götürüldüğünü söylüyorlar da zaten ayakları büyük ölçüde uyuşmuş donmuş durumda şeye götürürken de hastaneye kaldırıyorlar başta. Ayaklar kesiliyor parmaklar oradan hücreye alıyorlar ve işkence herhalde orada o hücredeyken işkence de yapılıyor.
Ş. A : Öldürüldüğü haberi siz içerdeyken geldi.
S.Y: Yok. Tabi tabi biz içerdeyken gazeteden aldık evet.
Ş. A : Nasıl haber aldınız ne zaman aldınız?
S.Y: Gazetelerden okuduk, biz intihar etti diye. Pardon Yaşar Değerli’den aldık biz haberleri. Çünkü biz, cezaevine dört ay sonra götürüldük. Biz yakalandıktan dört ay sonra cezaevine gittik. Tabi bizim sorgu dört ay sürdü. İlk on beş gün çok ağır bir işkence… polis karakolunda… birinci şubede Gayrettepe’de… ondan sonra bir ifade aldılar bu ifadeden sonra şeye (benim o zamanki ifadem altı sayfa mıydı neydi.) götürdüler, Harbiye’ye… Harbiye Jandarma müzenin bodrum katında bir sorgu odası yapmışlar. O zaman kontrgerilla orada sorgu yapıyordu. Ziverbey Köşkü deşifre olduktan sonra sorgu yerini oraya taşımışlardı orada gizli bir bölüm yapmışlardı. Orada hücrelere götürmüşlerdi ve üç ay üç buçuk ay da orada kaldık Muzaffer, ben. Sonra dördüncü ayın sonunda cezaevine gittik. Haydarpaşa Askeri Kışlası’nda askeri cezaevi vardı, oraya götürdüler bizi.
Ş. A : Selimiye yani?
S.Y: Selimiye’ye sonra geldik evet. Pardon İlk gittiğimiz yer Davutpaşa Askeri kışlasıydı. Selimiye’de vardı bir de Maltepe’de. üç yerde askeri cezaevi vardı o zaman. Dev-Genç’liler oradaydı Selimiye’deydi bir kısmı da şeydeydi. Sonra Davutpaşa’yı kaldırdılar hepimizi Selimiye’ye götürdüler. Selimiye’de kaldık oradan da Kartal Maltepe Askeri cezaevine…
KURULUŞTA İLK MERKEZİ ÖRGÜTSEL YAPI
Ş. A : O mesela sizden sizin yakalanmanızdan önce bi çeşit yani çeşitli koordinasyon görevi yapan Merkez Komitesi değilde yani daha bir çekirdek kadro bu durumda İbrahim oluyor Muzaffer Oruçoğlu oluyor Aslan Kılıç oluyor.
S.Y: Aslan Kılıç, Ali Taşyapan, Almanyalı Kadir dedikleri var o zaman. Galiba onlardı, evet hepsi.
YAŞAMDAN KOPARILAN YOLDAŞLAR
ALİ HAYDAR YILDIZ
Ş. A : Bu baskın sırasında Ali Haydar Yıldız vurulduğunda orada ölüyor. Sonra onun cenazesi nasıl alınıyor?
S.Y: Evet orada ölüyor. Ya, cenazeyi karda sürükleyerek götürdükleri söyleniyor. Tunceli’ye hastaneye götürüyorlar ama kutuderesine kadar karda sürükleyerek götürüyorlar, taşımıyorlar. Teşhir etme, sindirme hareketinin bir parçasıdır. Yani bir ölüye karşı yapılan hakaretin amacı teşhir etmektir.
Ş. A . Biraz bu öldürülen arkadaşlarınızdan söz edebilir misiniz? Yani kimdi, kaç yaşındaydı, öğrencimiydi, ailesi neredendi, kökeni neydi biraz ölen, öldürülen arkadaşlarınızdan o dönem?
S.Y: Ali Haydar o dönemde öldürülen arkadaşımız yani tanıdığım Ali Haydar’dı. Ali Haydar Elazığ’da büyümüştü yani gençliğimde tanımıyorum onu. Bizim Muzaffer Oruçoğlu’nun Elazığ’daki öğretmenlerle oradaki sempatizan arkadaşlar üzerinden Ali Haydar’ı tanımıştı. Ali Haydar oradan profesyonel faaliyete gelmişti. Dersimli’ydi. Haydaran’lıydı Elazığ’da büyümüştü . Zazacası yoktu. Benden bir yaş büyüktü. Yani son derece kararlı yürekli bir insandı.
Ş. A : Eğiti mi?
S.Y: Eğitimi, lise mezunuydu. Elazığ’da okumuştu lise mezunuydu, Benim sorumlumdu Ali Haydar. Ali Haydar bir de Dersim’deki komitenin içinde vardı. Ali Haydar, M.Ç., Muzaffer Oruçoğlu. Komite, bu üç arkadaştan oluşuyordu.
Ş. A : Dersim Aydınlık dönemi mi?
S.Y: Yok sonra ayrılık döneminde. Ben komite de değildim ben sadece TİKKO’nun üyesiydim. Onlar partiliydi aynı zamanda.
Ş. A : TİKKO’nun öyle bir örgütlenme komitesi oldu mu?
S.Y: TİKKO’nun öyle bir örgütlenme komitesi…. M. komutandı. TİKKO’nun komutanı. Yani askeri komitede bu üçüydü herhalde. Yani üçü aynı zamanda askeri komite ve parti komitesi görevi görüyordu.
Ş. A : Siz orada Dersim’deki en üst organın üyesi değildiniz?
S.Y: Ben değildim. Bu üç arkadaş. Benim üst organla ilişkim fahri üyelik düzeyinde başladı. Sonra yurt dışına çıktıktan sonra parti merkez komitesi üyeliği yaptım. Yani, ben ondan önce parti merkez organlarında çalışmadım. Yani cezaevinde de çalışmadım. Parti organı yoktu, Biz sempatizandık.
MEHMET ZEKİ ŞERİT
Ş. A : Şey demin sorumun sonunda aklımda şeyler de vardı. Mehmet Zeki Şerit de sizin arkadaşınız değil miydi? İstanbul’da örgütlenmeyi de dahil ederek sordum.
S.Y: Zeki çok farklı bir kişilikti. Zeki şehirliydi. Bir de Zeki birkaç yaş büyüktü ve üniversite kimya bölümünde okumuştu. Zeki’nin katılmasında etkili olan bizim M.A. Hoca tanıyor musunuz İstanbul’da. Ovacıklı. M.A. değerli bir arkadaştı. Olgun, akıllı ve sakin, çok sakin bir insandı. Karşısındaki üzerinde saygı yaratırdı. İbrahim çok severdi onu. Zeki’yi bizim saflarımıza kazanan oydu. Zeki biraz hiperaktif bir tip yerinde durmayan sürekli bir şeylerle uğraşan sürekli şey yapan arkadaşımızdı. Biraz fazla cesurdu yani gözü kara bir tipti. Eyleme giderken ya da şeye giderken çekinmiyordu.
Ş. A : Nereliydi Zeki?
S.Y: Zeki Kayserili. İstanbul doğumlu…Babası Kayserili. Çerkez evet Pınarbaşı’lı.
Ş. A : Kayseri’de var Çerkez.
S.Y: Var. Pınarbaşı’nda. Babası oralıydı, annesi İstanbul’luydu. Babası gelmiş İstanbul’da fabrikada çalışmış o arada evlenmiş İstanbul’da.
Ş. A : Öldürülen başka?
AHMET MUHARREM ÇİÇEK
S.Y: Ahmet Muharrem Çiçek vardı o zaman ben tanışamadım onunla. Elazığlıydı, Ahmet Muharrem Çiçek Dersim kökenli daha doğrusu. O öldürüldüğünde Kutsiye Bozoklar yaralı olarak yakalanmıştı, felç oldu. (00:09:13)
MERAL YAKAR
Bir de, Aslan Kılıç’ın kaza kurşunuyla ölen bir arkadaşımız vardı.
Ş. A : Kim?
S.Y: O da Meral Yakar. Aslan’la birlikte aynı evdeler. Aslan o zaman bir tabanca, Fransız unik diye bir şey kullanıyordu. Mermi ağızda iken, silahı beline koyarken tetik düşüyor, yaralandım diyor. Aslan onu alıp hastaneye götürüyor tabi. Hastane girişinde Aslan’ı yakalıyorlar, O’nu kurtarabilecekken kurtarmıyorlar ve öldürüyorlar bir bakıma Meral’i
Ş. A : Bu şekilde ölüyor yani? Peki Meral Yakar kimdi öğrenci miydi?
S.Y: O öğrenci tabi. Üniversite öğrencisi. Onları tanımıyorum. İddanamede tanıdım, verilen isimlerden Meral’i. Aslan’ı cezaevinde tanıdım.
Ş. A : Aslan’ın yakalanması da böyle oluyor yani?
S.Y: Evet Aslan’ın yakalanması o şekilde oluyor.
CEMİL OKA
Ş. A : Sanki Cemil Oka gibi bir isim var ama daha sonra mı acaba?
S.Y: Cemil Oka sonra, çok sonra tabi. Yani bin dokuz yüz kaçtı yetmiş kaçlarda oldu 78.
TİİKP-TKP-ML AYRIŞMASINDA İBRAHİME KOMPLO GİRİŞİMİ
Ş. A : Ayrışma sırasında Aydınlık yani Doğu Perinçek’in tavrı ne oldu ne tür gerilimler yaşandı iki tarafta?
S.Y: Yani ben onları sonradan ikinci üçüncü elden duyduğum şeylerdi yani söylenti yani duyduklarımız onlar. Mesela birincisi İbrahim’e kurduğu bir tuzak var. Yani bu işte İbrahim’i saf dışı edip pozisyonunu kurtarma çabasında. Fakat Muzaffer başta ayrılma değil de birlikte yapabilme ihtimali üzerinde duruyordu, çünkü bunların ikisinin arasında tartışma vardı. Bu tartışmanın boyutunu bilmiyorduk ama görüyorduk tartıştıklarını da İbrahim’le Muzaffer’in. Muzaffer, K.K. Doğu’ya güveniyor. Yani Parti’nin en azından demokratik bir şekilde kongreye gideceğini ve kongrede bu sorunların tartışılıp bir karara bağlanabileceği kongre kararlarının alınabileceğini düşünüyor. İbrahim bunu düşünmüyor. Doğu’nun böyle bir şeye izin vermeyeceğini biliyor ve fakat arkadaşları kaybetmemek için onların söylediğini kabul ediyor ve Doğu’yla görüşmeye de bu yüzden geliyor. Muzaffer’le beraber gidiyorlar. Muzaffer’in orada olması ve Muzaffer’in daha birlikçi bir tavır takınması biraz Doğu’yu yapacakları şeylerden engelliyor. İbrahim’e karşı bir öldürme girişimi onu ölümle cezalandırma gibi kararları var. Muzaffer’in tavrı, Onu engelleyen bir tavır oluyor öyle tahmin ediyorum.
Ş. A : Yani bu konuda ne kadar somut bilgi var?
S.Y: Ya onda son çıkan bir takım yazışmalar var. H.B. ile N.Ç. arasındaki mektuplaşmaları vardı. Bunlar yayınlandı. Bir de İrfan Çelik’in anlattığı bir olay var. İrfan Çelik o zaman Filistin’de eğitim görüp dönen arkadaşlardan biri. İbrahim’in çok iyi bir arkadaşı. N.Ç., İrfan Çelik’e (İrfan’ın anlattığı) parti düşmanı birinin olduğunu partinin içinde… Ve bunun yakalanıp elinin kolunun bağlanıp ifadeye götürülmesi gerektiğini, Aydın’a, Doğu’nun yanına. Direnirse de öldürülmesi için şey yapıyor konuşuyor. İrfan bunu kabul ediyor tabi. Parti düşmanı bir şey. Partinin silahli gücünde ya İrfan ve o arada görüşmeye gidecekleri zaman işte İrfanla sohbet ediyor İrfan o ara İbrahim’i soruyor. Ya İbrahim nerede acaba haberiniz var mı ne yapıyor durumu iyi mi falan diye… birden bunlar şaşırıyorlar ve panik içine düşüyorlar. Nereden tanıyorsun ya biz aynı okulda okuduk yakın arkadaşız biz, diyor. Ondan sonra İrfanı parti düşmanının tutuklanması işine götürmüyorlar. Zaten sonra daha sonradan da ayrılık olunca İrfan da ayrılıyor, İbrahimle sohbet ediyorlar bu olayı anlatıyor İrfan. İbrahim’de diyor ki o tarihte ben oradaydım ben orada görüşüyordum, diyor. Tarihler uyuşuyor ve aslında parti düşmanı deyip elini kolunu bağlayıp götürmek istedikleri İbrahim oluyor o çıkıyor ortaya. Buna benzeyen işte Muzaffer’in orada şüpheleri var yapılan. N.Ç.’nun yazdığı benim H.B.’a… işte bunun öldürülmesini onaylıyorum gibi şeyler var… böyle fikirler. Yani bunlar daha önceden tartışmışlar. Ama, yapılmasını engelleyen, bunun getireceği sonuçların hesaplanması herhalde yapmaktan vazgeçirdi bunları. öyle bir durum o. Çünkü mesela o dönemde Garbis onların olayını biliyorsunuz ya, şeyin öldürülmesi… Sandık cinayeti diye geçen olay.
Ş. A : O nedir biraz da onu anlatır mısınız?
S.Y: Onu da benim kulaktan duyduğum şeylerden… Adil Ovalıoğlu’ydu. Adil devrimci kişilikli ve iyi bir arkadaş olarak anlatılıyordu hep. Ama bunu
Ş. A : O zaman Aydınlık grubu içerisinde miydi?
S.Y: Bunlar Aydınlık’a yakın çevreler. Aydınlık dediğiniz de o zaman tek bir örgüt değil. Bunların Aydınlıkla bir bağlantısı var ama bunlar Boğaziçi’nde okudukları için, biraz daha kendi içlerinde bir gruplar, hizipler. Birinci hizip ikinci hizip diye Doğu Perinçek’in eleştirdiği onlar. Aydınlık içinden tasfiye edilen, birinci tasfiyeciler diye geçiyorlar. Garbis’te var. Yani bunlar kendileri ayrılıyorlar. Bunlar, Hindistan’daki Çaru Mazumdar Hareketinden etkileniyorlar. Hindistan’da, silah halkın inisyatifini köreltir, bizim ellerimizle tırnaklarımızla saldırılıp düşmanın yok edilmesini savunan bir halk hareketinin önderi. Yani, silahlı bir hareket ama, bir kitle hareketi yaratan bir lider. Şimdi onlar da dogmatik tarzda, Türkİye’de Çaru Mazumdar’ın çizgisini uygulamak isteyen bir grup. Kendi aralarındaki politik bir tartışma ve ayrılma riski oluşuyor. Adil’i bir kararla öldürüyorlar. Sonra da yok etmek için parçalayıp bavula koyuyorlar. Bavul cinayeti de Türkiye’nin siyasi tarihine düşüyor. Banu diye biri vardı.
Ş. A : Yani şey iddialara göre bunu yapanlardan biri Garbis mi oluyor?
S.Y: Tabi.. Garbis karar veriyor. Bunlar sonradan cezaevine gelmişlerdi Garbis vardı. Bir yakalanmayan, asıl cinayeti işleyen başkası. Yani Adil’i öldüren yakalanmadı firardaydı, diğer ekipler yakalandı onlar. Devrimci hareket içindeki ilk cinayet bu. Yani devrimciler içinde daha önce olmayan bir şey… böyle bir kültür yoktu. İlk olay bu.
Ş. A : Peki yani bu sürece dair eklemek istediğiniz bir şey varsa ekleyelim sonra bir ara verelim.
S.Y: Valla çok var da bence ara verelim. Şimdi özet geçtik hepsini.
EVLİLİK İLİŞKİLERİ
Ş. A : Evet biraz geriye dönelim sizin Dersim’de yani Dersim’deki çalışma dönemine gelelim İbrahim’in oraya geldiği zamanlar karşılaştığınız zamanlar sohbet ettiğiniz zamanlar ona dair böyle aklıma gelen birkaç şey var onları sorayım. Şimdi mesela içinizde o grup içerisinde evli olan veya o ilişki süreci içerisinde evlenen oldu mu ve bu konularda hiç böyle muhabbetleriniz oldu mu? Bu cinsiyet meselelerine cinsellik meselelerine dair sohbetleriniz oldu mu bu bakışınız nasıldı hayatlarınız nasıldı?
S.Y: Evet çok garipti tabi. Biz yani genç arkadaşlardık. Çoğu bekardı .hemen hemen bizim bölgede evli olan yoktu. Evli olup profesyonel faaliyete katılmış arkadaşımız da yoktu. Evlenme konusu aramızda açıldığında biz evlenmeyi devrim sonrasına ertelemiş gibiydik. Önce devrimle, hatta aramızda konuşurken, devrimle evliyiz gibi ifadelerde kullanılıyordu. Hemen hemen hiç bir sorunla karşılaşmadık. Bu konudaki itirazlar talepler cezaevinden sonra ikinci dönemde, bu tip sorunları çok yaşadık yani 78’li yıllarda. Öncesinde öyle bir problem yok.
Ş. A : İbrahim’in sevgilisi var mıydı?
S.Y: Olduğunu duyduk ama sonradan bilmiyorum neredeydi ya okul dönemi olabilir. Okul sonrası Muzo’nun o dönem sevgilisi belki vardı gizliyordu bilmiyorum yani.
Ş. A : Hiç konuşmadınız mı?
S.Y: Hiç konuşmadık bu konuları bu konuları hiç konuşmadık. Çok fazla konuşacak zaten zaman bulunmadı.
Ş. A : İbrahimle ilgili duyduklarınız nasıldı?
S.Y: İbrahim’le sonradan duyduğumuz… Kürecik’te bir taraftarımızla gönül bağının olduğunu duymuştum. Ama işin aslı ne boyutu ne bilmiyorum. Onları hiç konuşmadık merak da etmedim. İşin gerçeği çok o konuda meraklılara da pek fazla anlam veremiyorum bilmiyorum.
İNANÇ, ETNİK KİMLİK
Ş. A : Bir de şeyi merak ediyorum bu çalışmalar Dersim’de yapılan çalışmalardan bahsediyorum. Dersim’desiniz köylere gidiyorsunuz konuştuğunuz insanlar yani bir kendine has bir inanç kimliği olan Aleviler. Konuşulan dil Kürtçe Zazaca bu hakim dilden farklı. Sohbetlerinizde politik sohbetlerinizde veya gündelik sohbetlerinizde bu dil meseleleri ve Alevilik ne kadar konuşuluyordu?
S.Y: Dil konusunda Muzaffer’in ve İbrahim’in de aynı şeyi vardı Dersimlilerin Türkçeye çok hakim olduğunu çok iyi, düzgün konuştuklarını İstanbul Türkçesini konuştuklarını söylüyordu. Bunun üzerine yani kaynaklar ne yani Kürtler de Türkçe biliyor konuşuyor ama Kürtler konuşunca bir aksanla konuşuyor ya da gırtlak daha ağırlıklı kelimeleri tam telafuz edemiyor. O da Dersim’de eğitim belki Zaza dilinin getirdiği daha yumuşak gırtlak, daha farklı şeyin etkisi olabilir. Bunun üzerine bir iki konuşma olmuştu ama ortak fikir şuydu Dersimliler Türkçeyi Türklerden daha iyi konuşuyor. Türkiye’nin tabi belli bir kesimindeki Türklerden daha aksansız daha düzgün konuşabildiğiydi.
Ş. A : Nedenleri konusunda İbrahim her hangi bir şey söyledi mi?
S.Y: Yok ama daha çok şeyi tahmin ediliyor hani Türkçeyi birinci dereceden öğrendiği için yani sonradan hani geleneksel bir Türkçe yerel şivelerle değil de okulda akademik olarak gösterilen şekilde öğrenildiği için düzgün konuşulduğunu ya bu şekilde bir yorum vardı. Bir de tabi Zaza dili bizim konuştuğumuz dilin gırtlak sesleri çok yok, daha az, daha yumuşak ve Türkçeyi konuşurken biraz daha telafuzu daha rahat yapabiliyoruz.
Ş. A : Evet peki Alevilik?
S.Y: Valla Alevilik’te Alevilik’in laikliği ve demokratlığı genellikle kadınların toplantılarda ya da şurada söze karışmasıyla gündeme geliyordu. Bir de K.K. mesela Van’a gitti geldi. Doğuya gitmek için çalışmayı genişletmişiz. İstanbul’dan gitmiş eski öğrenci arkadaşların adresler vardı, gitti onları gördü. Geldikten sonra bir kere görebildim, hemen kayboldu gitti. Sorduk, nasıl geçti ya.. Dedi, çok ayrı bir şey dedi. Ben hayal kırıklığına uğradım, dedi. Ne oldu dedik? Ya dedi, otobüste gidiyoruz yanımda bir tane köylü var. Dedim Van’a ne kadar kaldı? Dedi ki Van’a ne kadar kaldığını Allah bilir sen niye bana soruyorsun? Şaşırdım, dedi. Dersim’de köylüler daha aydın daha farklı konuşuyor. Orada da öyle biriyle karşılaşınca, nasıl konuşacak nasıl cevap verecek onu bilemiyor.
Ş. A : Yani sizin politik sohbetlerinizde Aleviler diye bir toplumsal küme var. Hiç böyle bir tartışma oldu mu?
S.Y: Var tabi Aleviler Alevilerin uğradığı haksızlıklar. Çünkü, gençliğimde bunlar vardı. Kimlik arayışına giriyor insan belli bir yaşa gelince neyim nereliyim kimim arayışına. Mesela bizim öne çıkan kimliğimiz Alevilik’ti. İlk gençlik yıllarında, Malatya’da Dersimli öğretmen, ismi Abbas’tı galiba aklımda kaldığı kadar. Ona bir saldırı yapılmıştı Alevi olduğu için… O zaman insanların ayaklandığını kamyonlara dolup Malatya’ya gittiğini hatırlıyorum mesela. Mesela “mum söndü” hikayeleri bize ağır geliyordu, o zaman söyledikleri şeyler vardı. Ama hatırladığım şey Alevilik’te, Tanrı’nın Ali olduğunu, bizim cennet anlayışımızın farklı olduğu vb. diğerleri…. bunlar çocukken aklımda kalanlar yani.
Ş. A : Merak ettiğim İbrahimle bu konuları konuşuyormuydunuz?
S.Y: İbrahimle bu konuları konuşmadık yok hiç konuşmadık.
Ş. A : Hiç yani Alevilik konusu
S.Y: Yok Alevilik Sünnilik ya da her hangi bir inanç konusu konuşulmadı. Ama şey konusu konuşuldu tabi sosyalizmde inançların kendini ifade etme özgürlüğü.
Yani bütün inançlar kendilerini ifade edebilir mesela kiliselerin kapanmadığı Sovyetler Birliği’nde ya da Çin’de Budistlerin kendilerini ifade edebildiği demokratik bir cumhuriyette inançların yayılmasının önündeki engellerin kaldırdığını vb. İnanan insanların inançlarını en iyi şekilde yapabilmesi içinde bizim imkan sağlamamız gerektiğinde programımızda olur. Bunu nitekim biz cezaevinde uyguladık, Niğde Cezaevinde. Niğde Cezaevin de, bin kişiden fazla bir adli mahkum vardı. Politik davadan gelenler üç yüz kişi falandık. Bizim orada büyük bir kitle taraftarımız vardı, eğitim çalışması yapıyorduk. Bir gün oradaki taraftarlar geldiler ya dediler Ramazanda namaz kılacaz hoca lazım. Kayserili Süleyman Hoca vardı onun arkasından gitmek istemiyorlardı, yalancı diye. Ne yapalım bizim de bir taraftar var bize katılmıştı o da Siirt’liydi imam hatip okumuş. Aslan Kılıç hemen dedi ki sen dedi bunlara namaz kıldıracaksın. Şimdi bizim Kürt H. yok dedi, ben kıldırmam dedi gitmedi, kabul etmedi. Ama biz bunların dini inançlarını yerine getirmeleri için yardımcı olmak istiyorduk. Çünkü insanların inancı oydu, onu yapmak istiyorlardı. Biz bunun önüne engel olamayız bu yanlış olurdu. İnancını başkasına zorla empoze ederse, bu ayrı.. bu inanç olayında çıkıyor.
Ş. A : Siz mesela sosyalizmde inançlara özgürlük olacak tartışması muhtemelen diğer bütün tartışmalarda, Çİn gibi sosyalist bir ülke deneyiminden gittiği için o deneyimlere bakıyordunuz değil mi?
S.Y: O deneyimler şimdiki kadar bilinmiyordu tabi. Mesela şimdi televizyonlar, uluslararası basın, internet vb. daha farklı bilgi edinmek mümkün…O dönemde Mao’nun kitaplarındaki Çin’di bizim bildiğimiz Çin. Ya da işte gazetecilerin gidip yaptığı bir iki röportaj vardı, Çin üzerine. Çin Sovyetler Birliği bunlar sadece teorik kitaplardaki kadar biliniyordu. Gerçek öyle mi değil mi, o sonradan çıkıyor ki, gerçekler biraz daha farklı. Yani Çin’de inançlara karşı… çünkü inançlar faklılaşıyor… sonuç olarak inancı siyasetten belli ölçüde ayıramıyorsun.
Ş. A : Mesela sizin Dersim’de çalıştığınız zamanlarda diyelim ki belki Muharrem orucuna denk gelmiş olabilirsiniz. Özellikle İbrahim’i kast ederek soruyorum belki diyelim bir niyaz dağıtma gibi belki bir Aşureye denk gelmiş olabilirsiniz. Yani bu meseleler sebebiyle de sohbetlerinizde Alevilik tartışılmadı mı?
S.Y: Yok öyle bir konu açılmadı, hatırlamıyorum yani.
Ş. A : Peki şeyi merak ediyorum 38 Dersim Kırımı hiç konuşuldu mu?
S.Y: O çok konuşuldu tabi. Yani genel olarak köylerde tanık olanlar ya da tanıklardan dinlenenler, sorunca anlatılıyordu. Hani işte nasıl yaşanmıştı, nereye götürmüşler, nerede öldürmüşler… tanıklıkları aktaranlar, bazen o katliamlardan kurtulanlar oluyordu. İşte Dememen’da vardı bir tane… cesetlerin arasından çıkıp kurtulmuş olanlar…. Ama bunlar biz şeyle de birleştiriyorduk bunları…. yani biz kendimiz bunları gündeme getirmedik ama gündeme geldiğinde de bunun neden yapıldığını Türk devletinin neden Kürtlere Alevilere böyle zalimce davrandığını, bunun sosyolojik siyasi sebeplerinin olduğunu, Sosyalizmin demokratik iktidarın bunları kaldırmayı hedeflediğini, propaganda ediyorduk, o zaman. Fakat buna ilişkin özel olarak bir bilgilendirme, araştırma ya da ne bileyim kaynak yaratma gibi bir çalışmamız yoktu.
Ş. A : Mesela İbrahimle hiç Dersim’de herhangi bir köylüyle sohbet ederken beraber oldunuz mu?
S.Y: Yok ben olmadım. Çünkü ben Haydaran tarafında çalışıyordum. İbrahim gelip giderken Nazimiye tarafına geliyordu. Daha çok Ali Haydar onu Elazığ’dan alıyordu, bölgeyi bildiği için, ikisi gece geliyordu. Muzo benim olduğum tarafa, geliyordu. İbrahim, kışın sadece bir iki sefer geldi.
İbrahim görüşme için Nazimiye bölgesine geliyordu, orada görüşüyorduk, tekrar Karakoçan üzerinden Elazığ’a geçip oradan gidiyordu. Yani Dersim’de dağdayken İbrahi bizimle çok dağda falan kalmadı. Sürekli kalan Muzaffer Oruçoğlu idi.
EĞİTİM ÇALIŞMALARI
Ş. A : Biraz şeyi merak ediyorum bu eğitim toplantıları eğitim toplantıları, eğitim çalışmaları yapıyorsunuz ya nasıl yani biraz formatı, içeriği?
S.Y: Eğitim çalışmaları belli bir… bizim ilk eğitim çalışması kitabımız Bolşevik Parti Tarihi’ydi. Stalin döneminde hazırlanan.
Ş. A : Kimle yaptınız bu çalışmayı?
S.Y: Yani o zamanki grupla kaç arkadaş varsa onunla.
Ş. A : İbrahim var mıydı?
S.Y: İbrahim şeydeki toplantıda vardı. Vartinik’te o bir ara beraber kaldık. o dönemde gelirken birlikte bir şey getirmişti Deniz Gezmişlerin savunmasını getirmişti. Bir de bizde olan sol yayınlarından çıkan işte Sovyetler Birliği, Lenin ve Stalin’in kitabı vardı. O zaman Lenin’in kitabı iki taktik kitabı idi, galiba onunla ilgili bir şey okumuştuk. Bu eğitim birkaç kere oldu.Yani birkaç toplantı.
Ş. A : Biraz ayrıntılı anlatırsanız?
S.Y: Olay şuydu. Bir kitabı okuyorduk işte diyelim belli bir sayfa birkaç paragraf.. ondan sonra bunun bir özeti ve tartışmasına geçiliyordu. Anlayıp anlamadığımız… çünkü… sorular soruluyordu. Yeniden taktik sorular soruluyordu tartışmayı kızıştırmak için o konu üzerine tartışılıyordu ve o konu kitabi olarak, o kitaptaki şekliyle anlaşılmaya çalışıyordu, ne deniyor ne yapılıyor. Yani bütün mesele kitaptakinin öğrenilmesiydi. Şimdi tüm yerelleştirme konusunda hadi biz ne yapabiliriz şunu ne yapabiliriz diye çünkü o daha çok teorik bilgiydi. Kitap Sovyetler Birliği nasıl inşa edileceği ya da ne bileyim işte Bolşevik Partisi’nin 1905’teki izlediği taktikler, burjuva ittifakı… daha çok kitaba bağlı kalınıyordu. Kitabın dışına çıkıp yerel şeyler üzerinde bütünleştirmede çok fazla olmuyordu, bulamıyorduk evet.
Ş. A : İbrahim’in de olduğu eğitim toplantı?
S.Y: İbrahim de evet İbrahim’de de fazla şey yoktu teorik
Ş. A : Ne okuyordunuz?
S.Y: Ya yanılmıyorsam İki Taktik’ti galiba şeyin Lenin’in, Lenin’in kitabıydı. Burada ilginç hatırladığım şey de benim itirazımdı. Yani Lenin’in söylediğini ben kabul etmedim Ali Haydar da biraz çatıştık. Kitabı okuduk tartıştık, o konuda ama bir taktik var şimdi detaylarını hatırlamıyorum da hatırladığım şey benim kabul etmememdi. Ali Haydar da ya bunu Lenin söylüyor, nasıl sen kabul etmezsin diye. Lenin söylüyorsa söylesin, banane, kafama yatmıyor, kabul etmiyorum. Şimdi o da saldırdı, sert şekilde İbrahim araya girdi dedi ki doğru söylüyor. Lenin değil kim söylerse söylesin kafasına yatmıyorsa, doğru bulmuyorsa bir şeyi savunmasın, yanlış olur yani şimdi doğru olan o dedi. Eğer sorun kavramasıdır. Yani oturup tartışırsın kavratırsın… kavramadığı, kabul etmediği şeyi kesinlikle savunmaması lazım doğru tavır bu, dedi. Benim için İbrahim’in bu tavrı doğru. Şimdi bu tavır niye önemli bir çok konuda dogmatizmden çıkmanın da yolu… Yani Lenin söylemiştir Mao söylemiştir,ama kafana yatmazsa bu sefer çelişkiye düşersin. Lenin böyle söylemiş, bizdeki dogmatizmin kaynaklarından bir tanesidir. Kitabi olmak kitaptakilerini tekrarlamak, kendi yaşadığı hayattan kopuk olmak bunlar bizim en büyük zaaflarımızdır. Eğitim çalışmasında da bence bunların büyük bir rolü vardı. Çünkü eğitim çalışması sadece kitabiydi diğer mevcut koşulları değerlendiren bir çalışma yapsaydık sanıyorum yani bu duruma düşmezdik. Yani bir de seçilen eğitim çalışması da eğitim programı da biraz gelişi güzeldi. Çünkü bir savaş başlatıyorsun savaşın hazırlığındasın senin eğitim çalışmanda, bu donanımı teorik olarak ..tamam orduysa askeri tamam biz Mao’nun askeri yazılarını okuyorduk. Oradaki köylere giriş çıkış gece harekatı bilmem ne bunları teorik olarak okuyorsun da bunların dışında köylülerin ya da bulunduğun çevrenin tahlilini yapmak gerekiyordu. Mesela İbrahim’in Kürecik Raporu vardı, onu daha öncede sözünü etmiştim. Kürecik raporunda gittiği zaman o Kürecik’i tahlil edip ortaya koyduğu bir yazılı bir rapor vardır. O raporda badem ağaçlarına kadar sayar ne bileyim köylülerin barındığı, yediği şey… bu bir.. çok güzel bir emsal… yani bulunduğu yeri somut tahlil ediyor. Burada hiçbir ne Mao’nun var alıntısı var, ne Lenin’in alıntısı var. Tamamen o bölgenin raporudur. Böyle Türkiye’nin durumuna böyle yaklaşsaydık, şüphesiz daha sağlıklı politikalar ortaya koyabilirdik.
Ş. A : O raporda, yani bahsettiğiniz o Kürecik Raporunda, çünkü Kürecik de Alevi bir bölge. Alevilik üzerine bir tartışma var mıydı?
S.Y: Yoktu. Ama şöyle vardı. Alevilik kendi pozisyonundan dolayı devletle zaten çelişkiliydi. Şimdi kitlenin uygun olduğu bölgeler devrime devrimci çalışmaya yatkın olan bölgeler çelişkilerin keskin olduğu bölgelerdi. Bu çelişkilerin keskin olduğu bölgeler Alevi bölgelerdi. Dersim bunların biriydi Malatya’dır bunlar daha çok devletle uzak olan muhalefete yakın olan Alevi bölgeleriydi. İşte Van’a gitti, Kürttü…Ama o zaman Kürtlerle devlet arasında ulusal bir çelişki yoktu. Barış vardı ve çoğu Adalet Partisi’nin bakanlığını yapıyordu. Şıhlar o zaman ki ağalar Adalet Partisi’nde görevliydi. Çok az bir kesim, yoksul kesim iktidara karşı geliyordu. Diyarbakır’da hatırladığım kadarıyla toprak ağalıklarına karşı küçük bir şey olmuştu. Onun dışında ağalara karşı bile bir hareket yoktu. Yani, yoksulluk vardı, ama oradaki insanların devletle ilişkileri biraz daha iyi bir durumdaydı. Fakat daha sonra Kürt bilinci, Kürt olma bilinci, kimliğine sahip çıkma bilinci geliştikçe, çelişkiler daha farklı boyuta geldi tabi orada.
Ş. A : Şunu merak ettim diyelim ki raporda yani bu bölgede şu kadar hayvancılık var şu kadar işte meyvecilik yapılıyor armut ağaçları şu kadar yoksul köylü var şu kadar orta sınıf var gibi çok veri üreten bir yazı olduğunu anlıyorum. Mesela şu kadar da Kürt var şu kadar Türk var şu kadar Alevi var gibi bir şey var mı?
S.Y: Raporun o kısmını ben de hatırlayamadım da, ama oradaki toplumun kültürel analizi vardı.
Ş. A : Benzer bir şey mesela Dersim için?
S.Y: Yok olmadı Dersim raporu çıkmadı.
Ş. A : Çalışmadınız mı ya da tavsiye edilmedi mi ya da böyle bir şey?
S.Y: Yok. Yok öyle bir şey yapılmadı. O rapor da zaten Aydınlık döneminde hazırlanmış. İbrahim görevli olarak oraya gönderildiğinde hazırlanan bir rapor. Mesela İbrahim Trakya’ya da gönderildi orada da bir rapor hazırlayıp yayınlıyor, o zaman. Türk Solu’nda mı yayınlanıyor nerde okumadım. İbrahim’in öyle bir iki gittiği bölgelerde var evet.
Ş. A : İbrahim çalıştığı bölgelerde böyle
S.Y: Rapor hazırlıyor evet.
İBRAHİM’İN İMHA EDİLEN “TÜRK SOLU” ELEŞTİRİSİ DEFTERLERİ
Ş. A : Ama Dersim için yok
S.Y: Dersim için yok, evet. Dersim’e geldiğinde daha farklı şeyler hazırlıyor. Çünkü Dersim’de baya yoğundu, onu her gördüğümde, bir şeylerle meşguldü, yazıyordu. Mesela, hazırladığı bir iki defter yazısı vardı, Türk Solu’nun eleştirisiydi o. O daha basılmamıştı. Saklamak için bana vermişti. Ben ev de onu ahırda eşip oraya gömmüştüm. Anneannem beni görmüştü, orada babama ihbar etti, yakmış hepsini babamla kavga ettik, o yüzden.
Ş. A : Onu kim yazmıştı?
S.Y: İbrahim yazdı. İbrahim’in defteriydi evet iki defter vardı. Türk Solu üzerine eleştirisiydi o. Çok önemli bir çalışmaydı, ama malesef öyle bir kazaya kurban gitti o çalışma.
Ş. A : Onu ne zaman verdi size?
S.Y: Onu yetmiş iki. 72’nin yazıydı.
Ş. A : Yani Dersim’e geldiği bir zamanda verdi
S.Y: Evet Dersim’deydi evet. Onu saklamak gerekiyordu bana verdi.
Ş. A : Ne kadar kaç sayfalık bir şeydi?
S.Y: İki defterdi. iki defter nasıl desek yani toplamı yüz altmış sayfa falan vardı herhalde. Yüz elli, yüz altmış sayfa civarında çift yönlü yazılmış ince yazılmış bir şeydi.
Ş. A : Siz onu sizin ahıra mı sakladınız poşete mi sarıp sakladınız nasıl yaptınız?
S.Y: Evet. Yani kazdım… bir teneke koymuştum oraya. Daha önceden silah saklıyordum onun içine.. tabanca falan ve sonra o kitabı koydum. O arada anneannem görmüştü, ahırda bir “haltlar” karıştırdığımı. Sonra babama ihbar ediyor herhalde.
Ş. A : O da çıkarıp yakıyor.
S.Y: Evet
Ş. A : Okudunuz mu peki siz?
S.Y: Yo hiç okumadım. Çünkü öyle gizlenmesi gereken bir şey diye baktım okunması için verilmemişti. Hiç okumadım.
Ş. A : Peki şey Türk Solu’nun eleştirisi, başlıkmıydı?
S.Y: Onu sonradan Muzaffer söylemişti, bana. Yani ben onun başlığına bile bakmamıştım. Saklanması lazım, alıp saklanacak bir yere, ben de bakmadım
Ş. A : Bu mesela şey mi hiç bilmediğimiz bir yazı değil mi?
S.Y: Hiç bilinmeyen evet. Hiç bilinmeyen yok olan bir yazı.
Ş. A : Muzaffer görmüş o zaman.
S.Y: Tabi o çalışmadan haberi var, çalışmaları biliyor.
Ş. A : Aşağı yukarı Muzaffer’in anlattığına göre aşağı yukarı bunun içeriğinde nasıl bir şey olduğu?
S.Y: Hiç bir içerik söz etmedi. Sadece Türk Solu’nun eleştirisi olduğunu yani Mihri Belli’nin ve diğer yakın Türk Solu’nun tarihinin üzerine bir çalışmaydı o. Onların bir değerlendirmesiydi bir eleştirisiydi galiba.
Ş. A : İbrahim şahsen mi verdi bunu size?
S.Y: Evet.
Ş. A : Sonra peki siz tekrar görüşüyorsunuz
S.Y: Görüşüyoruz evet.
Ş. A : Demedi mi ne oldu diye?
S.Y: Söyledim canım kendisine. Yani büyük bir şeydi, üzüldü çok üzüldü. Yani başka bir tepki dile getirmedi, ama… yeniden yazarım diye düşündü belki. Epey bir çalışmaydı yani, onu her gördüğümde defterlerin üzerine yazıyordu bir şeyler. Sonradan öyle bir kaza oldu, evet.
İBRAHİMİN GÖZÜNDEN SARP KAYALIK VE KIZIL BAYRAK DİKMEK
O dönemde ne diyelim şeye yani İbrahimle mesela Düldül Tepesi tam karşıda gözüküyor. Hani şey ya Düldül Tepesine bakıyordu ne heybetli diyordu kayalık için. Düldül Tepesi çok ilginçtir mesela ben daha gençlik dönemimde Tunceli merkezdeyim, yanımda polisler duruyordu. Düldül Tepesine baktılar ne çirkin bir kayalık, bunu dinamitleyip dağıtmak lazım dediler. Ben de baktım ama düldül Tepesinde öyle bir çirkinlik göremedim. Düldül Tepesi çok heybetli, dik duruyor yani. Başını kaldırmış gibi duruyor böyle. Şimdi, İbrahim de ne güzel dedi, dik kafalı dedi, başını kaldırmış duruyor, dedi. Bunun üstüne kızıl bayrağı dikmemiz lazım, demişti.
Ş. A : Öyle mi nasıl bakarken söyledi bunu?
S.Y: Evet. Bunu işte Ali İşçi’nin kaldığı evde. Yani öğrenci evi bizim buluştuğumuz evden iyi görünüyordu. Yani bunları yapmak için şehri ele geçirmemiz lazım tabi ki. Nasıl yapacağız, beş yüz kişiyle yaparız demişti.
Beş yüz kişiyle beş yüz tane silahlı adamımız olursa onu yaparız demişti. Kızıl bayrağı dikeceğiz, buraya evet. Ben yine bir 18 Mayıs’ta bunu yazmıştım, bir İşçi gazetesine.. bizim mücadeleye.
Ş. A : Siz şey bu B.’nin kaldığı ev değil mi?
S.Y: Baki’nin, B.İ.’nin kaldığı ev, evet öğrenci evi.
Ş. A : Orada o evde kaldığınız beraber geçirdiğiniz zamanlarda ne yiyip içtiniz yeme içme işlerini nasıl yapıyordunuz? Sofra kurma, sofra kaldırma, yemek yapma?
S.Y: Yeme işleri yani bizim çok büyük bir soframız yoktu. Normalde bir ekmek arası peynir ya da helva ya da… yani sıcak yemek pişmiyordu hemen, hemen. öyle bir şey yok. Domates, biber, salata her gün oydu. Başka da yani yemek yapmayı bilen yoktu içimizde. Bir de yemeğe zaman ayırmak meseleydi. Ama çay demleniyor, çay içiliyor, çay peynir ekmek. Sınırlıydı şeyler yani çok fazla seçeneğin yoktu. Ekmekle yanında bir iki ufak şey, onunla geçiniyordu.
SİVEREK’TE YAKALANMA
Ş. A : Radyonuz var mıydı?
S.Y: Vardı radyo sürekli dinleniyordu. sürekli açıktı. radyo haberler.Gazeteler sürekli alınıyordu. Işte ben o öğrenci evindeyken İbrahim bana bir pusula vermişti. Bana bir görev verecekti yani haberleşme işini yapacaktım. Şeye gidiyordum Siverek’e. Siverek’e gidip kimi bulacaktım ve Muzafferle oradaki arkadaşları bulup onlara bir mektup verecektim. Geri onlardan mektup alıp getirecektim sonra Malatya’ya gidecektim. Kürecik’e bir mektubu oraya verecektim. Işte ben Elazığ’a geldim. Ben o zaman da yol parası olarak bir seksen lira mı seksen beş lira mı para vermişti bilet parası gidiş geliş. Gittim Elazığ’a Elazığ’da şeye gidecektim otobüs terminalinde otobüs bekliyordum. Otobüs kalkmasına az bir zaman kala amcamın oğlu çıktı geldi.
Dedi İbrahim gönderdi beni… gitmemen lazım yakalanmış arkadaşlar dedi. Siverek’te operasyon olmuş arkadaşların hepsi yakalanmış radyo da dinlemiş ve hemen arkamdan şeyi göndermiş amcamın oğlunu beni yoldan çevirdiler. Dolayısıyla benim oraya gidip yakalanmam engellendi. Siverek’teki grup bir operasyonda yakalanıyor, tutuklanıyorlar. Muzaffer yakalanmıyor ve birkaç arkadaş yakalanmıyor. Ondan sonra Muzaffer Dersim’de kalmaya başladı, Siverek macerası orada bitti. Bizim için orada yerli olan bir iki tane ilişki kalmıştı, yakalanmayan. Dışarıdan gidenler yakalanmıştı.
Ş. A : Hiç gittiniz mi siz Siverek’e?
S.Y: Yok hiç gitmedim.
İBRAHİM DENİZLERİN SAVUNMASINI DEĞERLENDİRİYOR
Ş. A : Biraz önce konuşurken hani İbrahim gelmişti ve yanında Denizlerin savunmasını getirmişti dediniz onun üzerine hiç konuşmadık.
S.Y: Öyle mi. Denizlerin savunmasını okuduk, Kemalizmi öven, Kuvayi Milliye, Kemalist Hareketin temsilcisi olduklarını savunan bir savunmaydı. Bize garip geldi tabi. Çünkü biz Kemalizmi faşizmle eşitlediğimiz için devrimci bir hareketin de Kemalizmi sahiplenmesi ve savunmasını eleştirdik. Teslimiyetçi olarak, burjuvaziye teslim olma olarak gördük. Yani böyle değerlendirdik. Muzo da buna katıldı. Fakat, İbrahim buna karşı çıktı. İbrahim, yanlış düşünüyorsunuz, dedi. Bu gayet tutarlı bir savunmadır, dedi. Çünkü bu arkadaşların fikirleri bu, inandıkları şeyleri mahkemede de savunuyorlar. Bu arkadaşlar yakalanmadan önce de Kemalizm hakkında, Kuvayi Milliye hakkında aynı şeyi söylüyorlardı. Cezaevinde de ya da yakalandıklarında ya da savunmalarında kendi fikirlerinde ısrar ediyorlar ve savunuyorlar, dedi ve bunun için ölüme gidiyorlar, dedi. Bu tutarlı bir tutumdur. Devrimci bir tutumdur, dedi. Savunmayı devrimci bir savunma olarak görmüştü o zaman. Biz sesimizi kesmiştik, tabi öyle bir argümanla gelince, evet.
Ş. A : İlişkide öyle bir şey vardı değil mi yani İbrahim yani son noktayı İbrahim mi koyuyordu?
S.Y: Ama şöyle koyuyor tabi. İbrahim koysa da kafama yatmıyorsa, ben itiraz ederdim. İbrahim, ikna ediyordu. Yani ikna etmeyi örneklemelerle yapıyordu. Şimdi burada anlattığı şekliyle… bu arkadaşların fikirleri bu, savundukları bu. Biz kendimize komünist diyoruz, savunduğumuz fikirler var, yarın biz mahkemede de olsak kendi fikirlerimizi savunacağız. Bu insanlarda kendi fikirlerini savunuyor. Zaten bu insanları küçük burjuva hareketi olarak görüyoruz, devrimci küçük burjuva hareketi. Bunlar devrimcidir, devrimci savunma yapıyorlar, mesele de bu. Yani bu ikna metoduna itiraz edecek bir şey olmuyor, kabulleniyoruz.
İBRAHİM’İN KIYAFETİ
Ş. A : Gözlük takar mıydı İbrahim?
S.Y: Yo hiç görmedim.
Ş. A : Gözlüksüzdü yani.
S.Y: Evet gözlüksüzdü.
Ş. A : Şapka takıyor şapka nereden başlayan bir şey? Fotoğraflar şapkalı yani.
S.Y: Fotoğraflar şapkalı. Ben de şapkalı gördüm. Kabil Kocatürk de şapkalıydı. Muzo’yu Dersim’de ilk gördüğümde garip bir şapkası vardı sekiz dokuz köşe mi vardı neydi, Urfalıların taktığı şapkalar. Bu bir kamuflaj gibi… gittiği bölgede halkın giydiği kıyafeti giymek, dikkati çekmemek, polisin jandarmanın ilk bakışta… sivil polislerin… sonuçta aranan insanlar ve bir şekilde halkın arasında kendilerini kamufle etmeleri lazım… şapka budur.
Ş. A : Dersim’de köylüler şapka takıyor muydu?
S.Y: Takıyor tabi canım şapkasız köylü yoktu tabi. Şimdi bilmiyorum hala var mı ama şapkasız köylü olmaz. Yani Güneşten korur çünkü köylü dışarda çalışıyor tarlada çalışıyor ve Güneşten korunmak için kullanıyor.
Ş. A : Mesela İbrahim’le kesintisiz ne kadar aynı evde kaldınız. Bir gün iki gün?
S.Y: Kesintisizi yok, bir gün bile değil, saatlerdi. Ama şeyden sonra kaldığımız oldu Vartinik’te. Orada da birkaç gün kalmıştık elbette. En son şeyde çıkışlar gidişler yani görev bölümleri görev dağılımları onlar oluyordu. Biz daha çok ben Ali Haydarla birlikte daha çok oluyordum.
Ş. A : Şunun için sordum bunu yani beraber kaldığınız diyelim iki gün üç gün?
İBRAHİM’İN DEVRİM TAHAYYÜLÜ
S.Y: Ya vardı mesela, bir yaz günüydü 72 yazı. Haydaran’da Zel Dağı’nda Zel Dağı’nın tepesinde Kör Z.’nun, Z.A.’ün çadırındaydık. Çadırı vardı, sürüsü vardı. O çadırda yine ilginç bir anım oldu. Şimdi biz eğitim çalışmasında öğrendiğimiz şeyleri köylülere aktarıyorduk, köylüler de dinliyordu bizi. O arada Z.A. ile sohbet ederken, Z.’in yani ne olacak nasıl bir sistem olacak, diye sordu. Ben de ona, insanlık tarihi hep ileriye gitmiştir, önce sınıf, devlet yoktu. Sonra artı değer üretilmeye başladıktan sonra sınıflar ortaya çıktı. Sonra kölecilik toplumu geldi onun yıkıldı, feodal tolum geldi, feodal toplumdan sonra kapitalizm geldi, şimdi kapitalist toplumdayız, onun yüksek aşaması emperyalist aşamadayız, bundan sonra da sosyalizm gelecek. Yani bu tarih böyle örülüyor. Halk, işçiler, ezilen kesimler ayaklanacak yeni bir toplum kuracaklar. Bu Türkiye’de olacak Avrupa’da olacak Asya’da olacak bütün dünyada peş peşe olacak ve dünya çapında komünizm olacak o zaman ortadan sınırlar kalkacak, diller arasındaki farklılıklar ortadan yok olacak. Yani kitaptan öğrendiğimiz bu tip şeyleri anlattık. Zeynel de böyle dinliyordu, en sonunda dedi ki, ya bunu biz göremeyiz, dedi. Görmeye bizim ömrümüz buna yetmez. Ben bilemiyorum dedim İbrahim’e baktım. İbrahim de çok emin bir şekilde ama bunu görmeye ömrümüz yeter, dedi. Yani yetmiş yıl içinde altmış yıl içinde bütün dünya çapında bir komünizme gidileceğini bütün dünya devriminin olacağını olabileceğini düşünüyordu, ciddi ciddi düşünüyordu. Bu, sonradan hatırladığım yani önem verdiğim şeylerden biri. Çünkü İbrahim’in dünyadaki durumu tahlili ya da yaklaşımı öyleydi ki, bu onu biran önce Türkiye’de bir silahlı harekete gidebiliriz ve halk bizimle beraber örgütlenip iktidara yürüyebilir, gibi subjektif değerlendirmenin içine düşürmüştü ya da öyle bir subjektif değerlendirmeden yola çıkarak böyle bir sonuca varmıştı.
Tabi bu subjektif… iyi niyetli yaklaşım, bizim daha radikal daha aceleci politikalar, saldırı planları, yapmamıza yol açtı. Biz o dönem hazırlansaydık 12 Mart’ı kazasız belasız, İbrahim ile birlikte atlatabilseydik, 80’lerde sanıyorum Türkiye’deki tek örgüt ya da en büyük örgüt TKP/ML olurdu. Peru’da hareket, sekiz sene on sene hazırlık yapıyor. Biz hiçbir hazırlık yapmadan, başladığımız gün silah alıp eyleme gittik yani böyle bir durumda çok büyük bir subjektivizm vardı.
Ş. A : Bu tartışmalarda Stalin Troçki tartışması hiç oldu mu hatırlıyor musunuz?
S.Y: Evet oldu tabi Stalin Troçki tartışması Stalin’in söyledikleri bizim için tartışmasız kabul edildi. Bizim temel kaynağımız Stalin döneminde çıkan Bolşevik Parti Tarihi’ydi. Biz bunu tartışmasız doğru buluyorduk.
Ş. A : Aklıma gelmişken İbrahim’in ses kaydı var mı her hangi bir yerde?
S.Y: Ben şahit olmadım. Bilmiyorum. Duymadım da. Yani belki öğrencilik yıllarında, amfilerdeki tartışmalarda kayıt olabilir evet onları bilmiyorum ben tanık olmadım. Yok yo hayır.
Ş. A : Sosyal emperyalizm tartışması?
S.Y: Sosyal emperyalizm tartışması.
Ş. A : İbrahim nasıl anlatıyordu nasıl yaklaşıyordu?
S.Y: İbrahim’in anlatması şu andaki şeyden bağımsız farklı bir şey yoktur. Sovyetler Birliği’nin bürokratik kapitalist bir sisteme dönüştüğünü işte o 63 mektuplarıyla çıkan ve Sovyetler Birliği’ndeki dış politika iç politika uygulamalarıyla onlarla açıklıyordu. Yani artık Sovyetler Birliği’nde bürokratik bir kapitalizm var. Parti yönetimi sosyalizm hedefinden sapmış bürokratik kendi çıkarlarını düşünen bir kadrodur. Bu kadro kendisini durmadan besliyor yeniliyor ve artı değeri bunlar alıyor. Patronların yerine geçtiler diye ve Uluslararası alanda da diğer ülkeleri sömürgeleştirip soyan emperyalist bir politika izliyorlar. Bu politika işte Mısırdır Suriyeydi Iraktı diğer ülkelerdeki petrollerin hammaddelerin yağmalanması ya da Sovyetler Birliği’ne bu eleştiriler vardı. Kültür Devrimiyle beraber bürokratik kapitalizmin Çin’de de tasfiye edildiğini yani Mao’nun bürokratik sistemin, geriye dönüşün, kapitalizminin parti organlarında başladığını, devlet organlarında başladığını, işçiler tarafından bu kontrol edilmezse, sistemin çok rahat bir şekilde karşıtına dönüşeceğine ilişkin tezlerdi, teorilerdi. Ve bunlar o dönemde bizim ideolojik argumanlarımızdı.
Ş. A : Çin yani Çin neden böyle bu kadar baskın Çin Devrimi Çin tecrübesi Çin’i önemsemek Çin Komünist Partisi’nin politikalarını uygulamalarını Türkiye’ye uyarlamak, niye Çin?
S.Y: Ya Çin o dönemde yeni bir devrim hareketiydi. Yani şöyle diyelim. 1950’lerde devrimi yapmış, atak bir ülke..
Sovyetler Birliği’nde Stalin’den sonra Kruşçev’le başlayan yönetim,
Bir diğer emperyalist güç Amerika’yla çıkar çatışması içine girmiş emperyalist güç durumunda görünüyordu. Ve Mao bir halk devriminin kahramanı olarak sürekli diğer ülkelerdeki kurtuluş hareketlerine karşılıksız yardım ediyor, çıkar gözetmeden ve devrimci bir tutum içindedir. Bunun içinde dünya çapında haklı bir otoriteye sahipti, o dönemde. Latin Amerika’dan Asya’ya kadar bütün ülkelerde destekliyordu Vietnam’ı Rusya’da o döenm Sovyetler Birliği de o dönem daha çok kendi devlet çıkarlarını ön plana itiyordu. Çin’in dönüşmesi Rusyayla aynı noktaya gelmesi zaman alamadı ama sonuç olaraka o devrimci kadroların iktidarda olduğu dönem biraz daha farklıydı Çin.
Ş. A : Şunu merak ettim aslında mesela sohbetlerinizde İbrahim’in veya işte parti kadrolarının Çin’e gitmesi Çin’i ziyaret etmesi görmesi gibi konuşmalar oldu mu?
S.Y: Yok olmadı hiç olmadı. Hiç olmadı bizde öyle bir şey. Biz daha çok Çin’deki enerjimizi yeni bir devrimi yapmak için biran önce halkın uygun olduğu bölgelere gidip orada silahlı ateşi tutuşturmamız gerektiği yönünde ele alıyorduk. Mesele buydu.
Ş. A : Yabancı dil bilen var mıydı İbrahim’in var mıydı?
S.Y: Yok İbrahim’in yabancı dil bildiğini yani belki İngilizce biliyordu bir parçada ama yabancı dilden kitap okuduğunu görmedim yabancı dilden kaynakları takip etmiyordu
Ş. A : Muzaffer?
S.Y: Yok çat pat İngilizceydi birkaç kelime. Türkiye’de o dönem okullarda çok fazla iyi yabancı dil öğretilmiyordu, üniversiteler de dahil. Daha sonradan o gelişti.
Ş. A : O yüzden yönetici kadro içerisinden çok İngilizce bilen yoktu?
S.Y: C.S.’di. C.S. iyi bir İngilizce bilirdi. Çünkü o Robert Koleji mezunuydu. Şey bilirdi Garbis Altınoğlu. Onlar iyi İngilizce biliyor onlar.
Ş. A : Garbis Altınoğlu Robert Kolej mezunu mu?
S.Y: O da Robert Koleji. Mezun olmadı da orada okuyordu onlar. Onlar kolejden gelme.
Ş. A : Peki biraz önce şeyi sordum ya hani beraber kaldığınız birkaç gün onu aslında şundan dolayı sorum arada kaynadı o sorumuz yani giysileri neydi ne giyerdi mesela diyelim ki iki gece üç gece beraber kaldıysanız yani banyosunu nerede yapardı ertesi gün giyeceğini değiştirirmiydi ne tür şeyler giyerdi?
S.Y: Yok öyle bir lüksümüz yoktu. Yani şöyle… hepimizin üzerinde bir elbise vardı da… onu ne zaman yıkadığımızı bile hatırlamıyorum. Belki bir sene aynı elbiseyi taşımışızdır. Ya İbrahim de öyle… İbrahim ama alçak gönüllüydü… çok fazla elbisesi şuyu buyu yoktu onun. Ibrahim ama gittiği yerlerde değiştiriyordu. Gittiğinde diyelim Malatya’ya gidiyorsa orada birkaç şey değiştirmiş olabilir. Yani gömlekti iç çamaşırdı.
Ş. A : Çantasında yok muydu?
S.Y: Yok çantasında öyle bir şey görmedim. Ama Muzaffer’in çantasında diş macunu ile diş fırçasını görüyordum. Dağda diş fırçaıyla dişini fırçalarken görünce çok acayibime gitmişti ilkin. Onun öyle bir şeyi vardı sonra o kalktı artık o da dişini fırçalamaz hale geldi.
Ş. A : Öyle mi oldu? Size uydu yani.
S.Y: Yani bize uydu evet. Ama ibrahim çok şeydi diyelim ki gece ben üşüsem üzerindeki battaniyeyi çıkarıp benim üzerime serecek kadar fedekardı, içtendi. Arkadaşları için şey yapardı, insan olarak çok farklıydı ,çok iyi, çok duygusal.
Ş. A : Yaş itibariyle de içinizde en yaşlı?
S.Y: Muzo. Muzaffer ondan büyüktü. Tabi Muzaffer İbrahim’den iki yaş büyük ama çok minyondu çocuk gibi görünüyordu o zaman daha. Yani İbrahim’i ben ilk gördüğümde bu çocuk nereden geldi diye sonra baktım İbrahim’le oğlum moğlumlu konuşuyor, Allah…Allah….
Ş. A : Öyle mi konuşuyor?
S.Y: Onlar ikisinin arasında öyleydi evet. Yani daha samimi daha sınırsız bir şey vardı. Öyle oğlum diyebiliyordu, konuşmanın bir yerinde ona. O da, ona diyebiliyordu, öyle bir şey vardı. Tabi İbrahim’in parası bitince Muzaffer ona sürekli borç verdiği için zamanında, okulda bir kredi. O pintiydi parasını harcamayıp.
Ş. A . Muzaffer mi pintiydi?
S.Y: Öyle. Ama zaten Muzaffer pintiydi de her zaman pintidir, hala öyledir. İbrahim de parasını hep dergilere harcadığı için.
Ş. A : Muzafferden borç mu alıyordu?
S.Y: Evet. Hep ondan borç alıp sonra borcu kapatmıyormuş.
Ş. A . Öyle muhabbetiniz oldu mu?
S.Y: Evet.. evet. Öyle muhabbetler oluyordu, şakalaşmalar şeyle. Mesela şeyi çok severdi, K.K.’ü …koca bebek diyordu ona. Çok saftı o da çok temiz bir arkadaştı. Ben ilk onunla tanıştım, beni harekete kazandıran oydu. Onun sohbeti daha güzel daha anlatıcıydı bana.
Ş. A : Öyle mi?
S.Y: Tabi.. İbrahim o ayrılık döneminde getirdiği o teorik çalışmalardan dolayı pek zaman ayırıp bizimle şey yapmıyordu, teorik çalışmalara falan girmiyordu. Muzaffer o konuda çok başarılı değildi yani eğitim çalışması, diğer konularda. K. daha iyiydi. K.’le yaptığımız toplantılarda ben kendimi daha gelişmiş hissediyordum, çalışmalarda bir şeyler öğrenmiş hissediyordum. Daha halk ağzıyla konuşan, anlatabilen, örneklendirebilen bir anlatımı vardı.
Ş. A : Şimdi bağınız var mı onunla?
S.Y: Yok maalesef işte… Çok özlüyorum ben onu. Evet hala özlediğim bir arkadaş ama. Ankara da bunlar Mamak’ta tutukluyken, İbrahim’i ve bizi Doğu’ya karşı savunan, onlardan ayrılan bir ekip vardı. İbrahim’i savunan ve ibrahim’in savunduğu fikirleri diğer arkadaşlara taşıyan o oldu. Ziya Ulusoy işte….
K.K. Cezaevinde iken babası vefat etmiş, ailenin yükü ona kalmış. Çıkınca, ailenin ticari işi vardı, onunla meşgul oldu, politika ikinci planda kaldı. Hiç görmedim. Ama, Aslan Kılıç görmüştü herhalde
Ş. A : Bizim bir önceki sohbetimizde siz bir Haydaran Aşiretinden Kamer Ağanın evine gittiğinizi, biraz o sohbeti?
S.Y: Kırmızı Kamer Ağa… Şimdi o Kamer Ağanın evine girdiğimizde Roşnik’te Ali işçiyle beraber gitmiştik. Çünkü Ali işçi oraları biliyordu hem de aynı aşirettendi, bizi tanıştırdı. Ama gittiğimizde de Kamer Ağanın eşi Kamer Ağaya hakaret etti, bize de hakaret etti. Yine siz başınıza bir şeyler getireceksiniz. Geçmişte yaşadığı acıların yeniden tekrar edeceği endişesi vardı, 38 dönemimdeki katliamların…. Çünkü o zaman halkın deyiminde o zaman bize talebe diyorlardı bize, devrimciler geldi ya da devrimciler gitti, demiyorlardı talebeler geldi. Talebe hareketinin.