Veysel Diri (V.D:) (1955) ©2017 Onur Vakfı
Görüşen Kişi: Devim GECE (D.G:)

Görüşmeden Siyasi İlişkiler – Çalışmalar – Gözaltı – Mahkemeler – Cezaevleri ile ilgili bölüm:

Partizan Dergisi olarak çalışmaları yapıyorduk.

V.D: “75’ten sonra asker dönüşünde, 77’de, oraya geleceğiz, gene o bölgeye yerleşmiştim, çünkü orada bayağı bir tabanım vardı, kitle edinmiştim, arkadaşlarım vardı. Ve o dönem işte bu haksızlıklara karşı çıkış, CHP’nin o dönem güçlü olduğu dönem işte bu Ecevit’in Karaoğlan dağa taşa isimlerinin yazıldığı, Ecevit’in toprak işleyenin, su kullananın, sloganı bayağı bizi etkilemişti, hepimiz CHP’li sosyalistlerdik ama, politik şekillenme oradan başlamıştı. İşte o bir çalışma vardı, o çalışmanın içerisine katılıyordum, bir ekip oluşturmuştum, artık bir arkadaş grubumuz vardı. Oturup tartışıyorduk bazı şeyleri ama politik faaliyet CHP etrafında, mesela İşçi Partisi’nin etrafında böyle değildi, çünkü İşçi Partisi ile bağ, ilişki yoktu o dönem. İşçi Partisi güçlü bir partiydi ama sonuçta ilişkimiz yok, CHP ile ilişkilerimiz rahat kuruluyordu, çevremizdeki insanların da büyük çoğunluğu işte kitle CHP’liydi. Biz onlarla sistemi tartışıyorduk o yaşta. Gariptir bir, mesela o dönem ben nereden elime geçtiyse bilemem, Lenin’in Devlet ve İhtilal’ini okumuştu, tabi ne kadar anlayabilmişsem, bilmiyorum onu. Sosyalist yayınlar okumaya başlamıştım ufak tefek. Ama tahmin ediyorum bunlar, el altından dağıtılıyordu, kim getiriyordu nasıl geliyordu? Kahvede çalıştığımdan dolayı çok yoğun bir insan ilişkilerim vardı. Yaşım küçüktü fabrikalara giremiyordum. işte 75’e kadar hayat böyle sürdü.”

“77’de ben hareketle bağ kurdum, askerden dönüştü fakat bu etkilenmeyi, ben askerde etkilendim işin doğrusunu sorarsanız.”

“75’te askere gittim, 76 yılında askerdim, Osmaniye’de askerdim ben, deponun önünde oturuyorduk iki arkadaşla beraber, böyle dışarıda bir tane gazete parçası tam sayfa değil, yarım sayfa bir gazete parçası ama düzgün, buruşturulmamış bir gazeteden kesilmiş bir gazete sayfası. Uzaktan okudum böyle, ser verip sır vermeyen yiğit İbrahim Kaypakkaya! Bir yazı vardı dikkatimi çekmişti, çünkü okuma merakım çok yüksekti o dönem.”

D.G: Hangi gazeteydi?

V.D: “Vatan Gazetesi. Tabi ben Vatan Gazetesi olduğunu bilmiyorum, gazeteyi, gazete parçasını gördüm, gazeteyi aldım Vatan Gazetesi’ydi, başlık da aynen öyleydi: Ser verip sır vermeyen yiğit İbrahim Kaypakkaya’nın hayatı diye yazmıştı ve okudum. Yani o yarım sayfa yazının tamamını okudum, bir dönem de sakladım üzerimde,  oradan etkilenme başlamıştı zaten.”

“Fakat daha önce askere gitmediğim süreçte TİP’in, TSİP’in bazı yayınlarını ve  Aydınlık’ı  tek tük okuyordum, yani bir sosyalist etkilenme vardı. İşte 76 yılında o gazete parçasını okumam ile bir yakınlık hissettim. 76’da öyle oldu, 77’de ben Mart ayında tezkere aldığım gittiğimde benim birader, İrfan’dı o öldü, o Halkın Kurtuluşu’na sempati duyuyordu, o da beni Halkın Kurtuluş’u saflarına çekmek için işte arkadaşlarıyla tanıştırıyordu ama olmadı. O arada benim bir okul arkadaşım vardı adı, M.A., o da Halkın Birliği taraftarıydı, o benimle  ilişkiye geçti, İbrahim’in ulusal sorunla ilgili kitapçığını ondan alıp okumuştum. Onunla ilişki sürdü ama Halkın Halkın Birliği taraftarı da olmadım.

Adanaya gittim. Kahvede bir siyasi tartışma sonrasında, uzun yıllar birlikte faaliyet yürüttüğümüz bir arkadaş ile tanıştım, dolayısıyla benim hareketle bağım böylece başlamış oldu.”

D.G: Üyelik öncesi süreç, üyelik statüsü:

V.D: “Hiç kuşkusuz vardı, mesela benim genel bildiğim durum buydu, tabi ilişki kurulduktan sonra bir 10 ay veya 1 yıla yakın bir süre artık tüm faaliyetlere katılıyordum, yürüyüştü, mitingdi, yazılamaydı, okumaydı ve o dönem parti üyeliğimiz bir aday üyelik başvurusuyla başlıyordu, tabi birilerinin önerisi üzerine olurdu….  Benimle ilgili öneri Kazım Çelik arkadaş tarafından girttiğini zannediyorum. Tabii birlikte çalıştığım arkadaşında bir fikri oluşmuştur. Kazım Çelik arkadaş benim aday üyelik başvurumu aldı,  6 ay sonra parti üyesi olduğum bilgisi geldi.

D.G: Aday üyelik süreci

V.D: “Faaliyete devamdı. Yani o dönem mesela aday üyelik sürecine kadar olan süreçte,  sempatizan, orta derecede sempatizan ve ileri sempatizan düzeyi vardı bizde o dönem. Bizim bölge için konuşuyorum. İleri sempatizan olarak bazı organlarda örgütleniyorsun, ileri sempatizanlık sonrası dönemdedir aday üyelik süreci. E bu aday üyelik süreci olduğu dönem o sempatizanlar, ileri sempatizan düzeyindeki olduğun çalışmaların devam ediyor, fabrikadaysan fabrikada çalışman devam ediyor, sendikadaysan sendika çalışmaları içinde devam ediyorsun. Ve üyelik onaylandıktan sonraki süreçte bu kez de, üyelerin yapmış olduğu organ faaliyeti neyse o şekilde de görev alınır ve o öyle devam ediyordu, nitekim benimki de öyle oldu.”

D.G: İleri sempatizan ya da aday üyelik dönemi faaliyetleri

V.D: “Mesela benim o arkadaşla tanıştığım dönemde biz iki kişiydik, yani koskoca Çukurova’da iki tane insan, e ben yeni yeni artık partiyi tanımaya başlıyorum, özellikleri nedir onları öğrenmeye çalışıyorum. E bir de Adana’da, özellikle Adana’da, Çukurova’yı merkez almadık çünkü, bütün siyasi hareketler vardı, özellikle Dev-Yol, Halkın Kurtuluşu çok güçlü bir kitleye sahipti, Halkın Birliği, bugünkü isimleri değişmiş olsa dahi böyle isimler vardı, hatırı sayılır bir gücü vardı. Biz bunların içerisinde iki tane insan! Üçüncü kişi olarak M.D. bizim  çalışmamıza katıldı, o da oradaydı, o da yeni sempatizandı..”

“Biz paneller olurdu mesela diğer grupların… o panellere  katılıyorduk, kitleleri etkilemeye çalışıyorduk. Kahvehanelerde aynı şekilde kitleleri etkilemeye çalışıyorduk. Tabi bildiriler de dağıtılıyordu.”

Tabi kitle çalışmamız vardı, bizim bütün, oradaki faaliyetimizin bütünü yani esas mantık ve anlayış oydu, ne yaparsak yapalım her şey yığınları toplamak için olmalıydı, kitleyi kazanmalıydık biz.”

D.G: Hangi isim adı altında yapıyordunuz bu kitle çalışmasını?

V.D: “Halkın Gücü.”

Daha sonra Partizan… I. Konferans’tan sonra Partizan diye geçti, Partizan Dergisi olarak çalışmaları yapıyorduk. Ağırlıklı çalışmalar semtlerdeydi. Ben o zaman daha fabrikaya girmemiştim o 77 döneminde, fakat ağırlıklı çalışma semt çalışmasıydı. Semtlerde de çalışmanın ağırlık merkezleri kahvelerdi. İlginçtir mesela, kahvelerde bölünmüştü son dönemde artık, ilk dönemde o yoktu ama kahvelerde bölünmüştü, şu kahve Dev-Yol’un, şu kahve işte Halkın Kurtuluşçuların, şu kahve bilmem Halkın Gücü’nün, şu kahve… TKP’lilerin bir bölgesi vardı, TKP’li işçiler içerisinde çalışıyorduk o dönem. Mesela Yavuzlar Mahallesi diye bilinen bir mahalle vardı, orada TKP’liler etkindi, onlar fabrikalarda, işte İşçi Partililer de o dönem oralarda etkindi, onlar fabrikalarda çalışıyordu, mesela Paktaş fabrikası vardı, TKP’lilerin çalıştığı bir alandı. Daha sonra işte birçok fabrika oluştu, onların çalışmaları o yönlüydü. Ama bizim gibi diğer grupların büyük çoğunluğu semt çalışması yapıyordu, ev çalışması yapıyorduk biz, evlerde toplantılar yapıyorduk, işte kahvede kazandığımız insanlara ve yakın sempati içerisine girdiğimiz insanların evlerini kullanıyorduk, onların evlerinde toplantılar yapılıyordu.”

“Birincisi; insanlara sosyalizmi anlatmayı, tabi bildiğimiz kadarıyla, ne kadar sosyalizmi biliyorduysak o kadar, yığınlar önce sosyalizmi benimsemeli, onun peşinde de biz parti çalışması yapıyorduk, yani tabi parti adı kullanılmasa da önce Partizancı olarak kendi saflarımıza insanları katmaya çalışıyorduk. Tabi bunlar içerisinde daha ileri boyuta çıkanlar vardı, onları da işte sempatizan düzeyinde örgütlerdik. Komite çalışmaları yapılıyordu.  Öğrenciler ha keza gene. Adana’da bir tane üniversite vardı, genellikle lise öğrencileri örgütleniyordu, dolayısıyla öğrenci çalışması genellikle lise üzerinde yoğunlaşıyordu. Semt çalışmaları esnafların üzerinde, bir de işsiz olan insanlar üzerinde örgüt yoğunlaşıyordu.”

Kazım Çelik, bizim üst sorumlumuzdu. Gelip denetleyip giden bir arkadaştı. Ama  diğer iki arkadaş birlikte çalıştığımız arkadaşlardı. M.D.  çalışmanın içerisine alındı ve gerçekten hiç ummadığımız düzeyde bir büyük kitle katılımı oluştu.

D.G: Siz bunları yaparken daha ileri sempatizan, daha üyelik statüsündesiniz değil mi?

V.D: “Üyelik statüsünde değilim henüz… 78’ten sonra aday üyeliğim oluştu, 79’da falan veya 78 sonunda tam kesin hatırlamıyorum ama üyeliğim o dönem onaylanmıştı.”

“Şimdi çok böyle profesyonelce bir çalışma yani anlattığımız, tarif ettiğimiz tarzda bir çalışma olduğunu söylemek biraz abartı olur, neden yok? Çünkü çalışma genellikle insanlar üzerinden yürüyordu, işte faaliyet yürüten insanlar becerikli insanlar, işte fedakâr olan unsurlar üzerinden yürüyordu ama şu vardı, organın içerisinde işte bir sorumlu var, o sorumlunun sözü geçerliydi ister istemez, her organın bir sorumlusu vardı. Dolayısıyla o organ sorumlularının söyledikleri esas olurdu. Oradaki organın diğer unsurları, özellikle o organ sorumlusunun çalışmaları doğrultusunda şekilleniyordu.

Organlarda elbette siyasal tartışmalarda oluyordu,  En son işte tartışmanın yoğun olan boyutu üç dünya teorisi üzerineydi.  Daha sonra AEP (Arnavutluk Emek Partisi)  ile ilgili olan tartışmalar olmuştu. “

“AEP, Mao Zedung’u reddetti biliyorsunuz. Arnavut Emek Partisi, onun Mao’yu reddetmesiyle birlikte bizde de şey tartışması oldu, işte Mao usta mıdır, değil midir, Mao’ya karşı tavrımız ne olmalı? Arnavut Emek Partisi doğruyu mu yapıyor? Çünkü Halkın Kurtuluşu ve Halkın Birliği ciddi boyutta Enver Hoca’yı savunmaya başlamıştı, Mao 76’da öldükten sonra onlar Maocu kimliklerini reddettiler.  Halkın Kurtuluşu hiç unutmam, daha önce yayın organında şey yazmıştı onu hatırlıyorum, Mao Zedung’u reddedersek lanet olsun bize! diye. Biz de onu hep kendisine hatırlatarak yükleniyorduk. (gülüyor) Size lanet olsun diyorduk, yani böyle bir tartışma ortamı. Ama bizde şöyle bir güzel olayı vardı bugünkü gibi değildi, siyasi kurumlar arasında veya siyasi örgütler arasında ciddi bir dostluk vardı.  o dönem biz birbirimize yardımcı da oluyorduk, dolayısıyla destek de sunuyorduk o siyasal yapılar, tartışma o boyuttaydı.”

“Zannediyorum bu konuda biraz iddiam var benim, biz Adana bölgesinde yani Çukurova bölgesi Mao Zedung’la ilgili bir yazı yazmıştık, çünkü bizde yurtdışından kaynaklı çıkan bir dergi vardı, o dergi gelmişti, dağıtımı yapıldıktan sonra biz o dergiyi toplattık.

Zannediyorum derginin adı Mücadele olması lazımdı. Biz o dergiyi toplattık, onun üzerine işte il organı olarak işte bölgede faaliyet yürüten organ olarak biz bir yazı yayınlandık, Mao Zedong savunulmadan Marksizm-Leninizm savunulamaz diye bir yazı yazdık. MK’ya gitti mi, ulaştı mı ne oldu bilemem tabi, biz o kendi bölgemizde yazdık, böyle bir tavır sergiledik. Onun üzerine biz Çukurova bölgesi Mao Zedong’u sonuna kadar savunan bir organ olarak kaldık biz hiçbir tereddüt olmadan, kitlemizde kayıp olmadı.”

D.G: Hareketin profili: Etnik köken, toplumsal sınıf, yöre vb. özellikler

V.D: “Benim bulunduğum organ, 3 kişiydik biz, daha sonradan takviye edildi, o gelen bir arkadaşımız daha oldu iki kişinin dışında, bunlar Tunceliliydi, Dersimliydi. Ama bizim kazandığımız kitlenin büyük çoğunluğu Kürt, Türk ve Arap kökenli insanlardı. Kitlenin büyük çoğunluğu ve savaşçılarımızın, aktivistlerimizin büyük çoğunluğu bunlardı. Ha hiç kuşkusuz Dersim’de daha çok bir eğilim vardı bize doğru ama yalnız bize doğru eğilim yok, Kawa’ya doğru eğilimi olan Dersimliler de vardı ki o zaman PKK fazla güçlü bir hareket değildi, Kawa güçlüydü, Özgürlük Yolu güçlüydü. Özgürlük Yolu’nun liderlerinin Dersimli olmasının bir avantajı vardı..”

Ama faaliyet yürüttüğüm dönemin tümünde, hiçbir zaman ilişki kurduğumuz yada birlikte faaliyet yürüttüğümüz arkadaşlarımızın kimliği sorulmadı. Hiçbir insana senin ırkın ne, dinin ne, mezhebin ne, memleketin neresi…  biz sormuyorduk…

“Onun dışında Kürt-Türk ayrımı, benzeri bir ayrım veya öncelik sonralık ayrımı yoktu, ben böyle bir şey hatırlamıyorum veya benim olduğum organda yoktu, benim ilişkilerim üzerinde yoktu.

D.G: Hareket ve parti içinde kadınların konumu

V.D: “Şimdi şöyle bir şema çizeyim o zaman size, mesela il organı vardı. Kadın örgütlerimiz vardı bizim, sayıyı dört olarak hatırlıyorum belki yanılabilirim, çünkü sorumlusu ben değildim başka bir arkadaştı. Gençlik örgütlerimiz vardı. İşçi örgütlerimiz vardı, işçi komitemiz vardı, ben de işçi komitesi içerisindeydim ve bir de askeri komitemiz vardı, böyle bir çalışma tartımız vardı. Dolayısıyla kadınlar kendi çalışmalarının içerinde bir faaliyet yürütüyordu, kadınlar,  Fabrikalarda da, fabrika çalışmasına katılıyorlardı. Onların içerisinde üyelik başvuruları olduğu zaman engelleme söz konusu değildi. Fakat o dönem şöyle bir durum vardı. İnsanlar kendileri parti üyesi olmaya müracaat etmezdi, çalışmasını bilen, gözleyen birileri önerirdi.”

“Hâlbuki o dönem parti üyesi olması gereken birçok arkadaşımız olmasına rağmen böyle bir müracaatları olmadı arkadaşların, öyle kaldı. Pratik faaliyetten kaynaklanan bir zaman sorunu muydu, bilemiyorum veya bir fedakârlık meselesi miydi onu da bilemiyorum….  Fakat benim bilgimin dışında hiç kuşkusuz olanlar da olmuştur, onlarda üst organın onayıyla zaten gerçekleşiyordu. Yani kadın örgütlenmesinde mümkün olduğu kadar kadınları önce çıkarmaya çalışıyorduk biz.”

D.G: Kadınların yüzdeliği

V.D: “Çok az… yani rakam veremeyeceğim ama diyelim yüz kişi varsa, on tanesi kadın ya var ya yoktu, başka yoktu. Kitle olarak vardı kadınlar ama ötesi yoktu. “

Örgüt içi demokrasi

V.D: “Şimdi parti içi demokrasi….her şey tartışılarak, konuşularak karara bağlanıyordu yani böyle bir demokrasi vardı. E şimdi onu şöyle bugün düşünüyorum da, çünkü gönlünden geçen bir şey var, e arkadaş grubu öyle organ birbirine bağlı, birbirlerini seviyor, kimse birbirini kırmıyor, kimse kimseyi kırmıyordu. Veya bir şey tartışılacaksa o tartışılan şey organında tartışılan arkadaşın inisiyatif doğrultusunda gelişiyor. Buna demokrasi denilir mi bilemem! Ama sonuçta şu, kendimiz muhakeme ediyorduk, onun doğruluğuna biz inanıyorduk, dolayısıyla savunduğumuz bir çizgimiz vardı, bir İbrahimci çizgi vardı, o İbrahimci çizgiye yakın mı değil mi o, o önemliydi.  Zaten çok fazla şey tartışılmıyordu, işte dediğim gibi AEP sorunu tartışıldı, üç dünya teorisi tartışıldı, Mao Zedong konusu tartışıldı, e bunların bütününde de arkadaşlarla hemfikirdi.

…..

V.D: …….Yani ben İbrahim’i beş tane temel yazıdan ötürü savunmadım, ben İbrahim’i doğrudan doğruya iktidarı hedeflediğinden dolayı, reformu falan savunmuyordu İbrahim, reformculuk yoktur İbrahim’de, sistemi değiştirmek, düzeltme gibi eğilimi de yok! İktidarı almaktan bahseder ve o devleti yıkmaktan geçtiğini biliyor, dolayısıyla o anlamda benim İbrahim’i savunma ana nedenim bu, bugün de onun için savunuyorum, çünkü bugün o beş temel yazının birkaç tanesinde farklı düşünmeme rağmen bugün de gene İbrahim’in çizgisini savunuyorum.”

“O dönemde onu söylüyordum, yani faşizme karşı mücadele MHP ile sınırlandırılmamalı, kadın yoldaşlarla ilgili bu çalışmalarda da ‘bacım, kirvem’ vesaire şeyleri kaldırmak gerekiyor, bu olursa kadınlar ön plana çıkar ve kadınlar daha iyi mücadele verir diye düşünüyordum. Dolayısıyla kadın ve erkek eşitliği… kadın sorunu gibi bir sorunu ben aslında o dönem de kabul etmiyordum, bugün hala kabul etmiyorum. Kadının kendisine özgül sistemde  ataerkil yapıdan kaynaklı bazı sorunlar var ama bu temel sorun değil, temel sorun kadının da bir insan olduğu, temel insan haklarından farklı bir sorun olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla  hem erkek hem kadın üzerinde baskı oluşturan egemen sistemin kendisidir yani kapitalist sistemin kendisidir. Bu yıkılmadığı müddetçe hangi sorunu çözersen çöz kadın sorununun çözümlenebileceğine inanmıyorum zaten. Dolayısıyla öyle olunca da e tartışılıyordu bunlar, ha insanlar tartışıp konuşmaya başlıyordu. İyi bir noktaya çıkaracağımı düşünüyordum ben, yani eğer 12 Eylül olmasaydı biz hızla üst bir noktaya kadar çıkabilecek pozisyona gelmiştik çünkü. Çünkü o güne kadar tartışmadığımız şeyler yavaş yavaş tartışılmaya başlamıştı.

“…Kitle çalışması bazen yoğun propaganda, ajitasyon ile olurdu, bazen birebir ilişkilerle oluyordu, bazen eş dost, akraba, arkadaş ilişkileri gelişiyordu, bazen askeri faaliyetlerle gelişiyordu. Şimdi ben 73-74’de Kıbrıs Barış Harekatı olduğu dönemde bende de milli duygular gelişmişti, ya biz de gittik, biz de askere gidelim falan dediğimiz olmuştu, çünkü Ecevit’in gerçekten etkisindeydik. Hani demin söylediğim gibi, sosyalisttik ama CHP’liydik, örgütümüz yoktu. Çeşitli yayınları okuyorduk ama hiçbir yerde safımızı, yerimizi belli etmemiştik biz. Şimdi 77’den sonra ben hareketle bağımın gelişmesiyle birlikte bende şu bilinç gelişti iyice. Sendikalarda, fabrikalarda örgütlenmez isek ve köylük bölgelerde de üretime katılan yoksul köylüler örgütlenmez ise bizim hareketi başarıya götürme şansımız yoktu. Dolayısıyla ben işçi örgütlenmesini yapıyordum, diğer arkadaşlar, (asker ve kadın komisyonu) kendi faaliyetlerini yürütüyorlardı.”

Mesela Pol-Der örgütlenmesi de güçlüydü, o dönem öyle bir avantajımız vardı. Şöyle oluyordu ister istemez, mesela polis bir bölgede operasyon yapıyor ise işte bizim bir kulağımıza kar suyu kaçıyordu, ona göre tedbiri alınıyordu. Mesela Kurttepe diye bir bölge vardı, o MHP’lilerin kontrolünde olan adliyenin falan olduğu bir bölgeydi, MHP’liler şöyle bir yazı yazdı; Komünistler giremez, hele hele piç A. hiç giremez!

“O komiserin adı A.’ti, o sonra 12 Eylül’den sonra açığa alındı, resen emekli edildi o arkadaş. Pol-Der içerisinde böyle örgütlülüklerimiz vardı bizim. Benim bizzat örgütlediğim iki üç tane polis vardı zaten. Şimdi böylesine muazzam bir direniş sergiledi Çukurova! Ben bunu hep söylerim, eğer Türkiye’de devrim yapılmak isteniyorsa Çukurova mutlaka örgütlenmelidir ve Çukurova’nın siyasal faaliyeti yeniden incelenmelidir, özellikle bizim. Çünkü gerçekten çok küçük bir güçle başladık biz ve muazzam bir güce dönüştük, bir hareket haline geldik biz. Devletle çatışıyorduk. En kötü olay TKP ile çatışmamız oldu, yani ona o günün şartlarında belki biz doğru görüyorduk ama TKP, SGB, Özgürlük Yolu, çünkü o arkadaşlarımızın ölümünde onlar ortaklaşa hareket etmişti, ortak karar almışlardı. Hiçbir faşiste kurşun sıkmayan bir TKP, Özgürlük Yolu, SGB. Bize kurşun sıkmaktan çekinmedi.

D.G: SGB ne demek?

V.D: “Sosyalist Gençlik Birliği TSİP’in gençlik örgütlenmesi… Bizden 3 arkadaş öldürdüler, bir kişi komalık olmuştu. Bizden öldürülen Veli Karasu, Eşref Şahlar, Nurettin Gül, bir de yaralı arkadaşın ismini unuttum Muşlu bir arkadaştı, ismi aklımda kalmadı veya unuttum diyeyim, o da komaya girmişti felç olmuştu, sadece başı çalışıyordu, onun dışında hiçbir organı çalışmıyordu. Tabi yıllar sonra öldüğünü duydum o arkadaşın da. Böyle bir şey yaşandı.

Çukurova da biz çok güçlü bir noktaya geldik, askeri örgütlenmemiz çok güçlüydü. Kitle örgütlerimiz son derece iyiydi, fabrikada iyi örgütlenmiştik.

 12 Eylül (çok ilginçtir bakın o çalışmamızın getirdiği verimi anlatmaya çalışıyorum) askeri darbesinden sonra herkes çekilirken, orada yüzlerce işçi örgütlü mücadelenin içerisine katıldı. Askeri darbe olmuş, herkes terk ediyor ama işçiler mücadelenin içerisine katıldılar, bizim saflarımızda örgütlendiler. Ve o dönem o çalışmanın yarattığı güven, yani yığınlarda öylesine bir güven yerleşti ki, devlet silah topladı, hani onu anlatmak zorundayım çünkü askeri darbe olmuştu, devlet silah topluyordu, halk silahları getirip bize teslim etti.”

….

D.G: Yayın organlarına erişim: PDA-Proleter Devrimci Aydınlık, işte İşçi Köyle Gazetesi, Devrim Dergisi

V.D: “Ortaokulda yoktu, çünkü bizim ilçeye dergi falan gelmiyordu, öyle bir şey yoktu, hiç karşılaştığımı hatırlamıyorum mesela Ovacık’ta bu tür dergilerin satıldığını, geldiğini veya kimsenin okuduğunu da hatırlamıyorum. Tunceli’ye gelenler işte o öğrenci gençliği falan liseye gidenler, biraz daha şey olanlar belki onlara ulaştı idiyse bilemem ama ben Ovacık’ta böyle bir şey görmedim, okumadım da orada yani. Adana’ya geldikten sonra ben bunları okudum, Aydınlık dergisi, Kitle dergisi çıkıyordu,  TSİP…. TKP’nin çıkardığı bir dergi vardı mesela Birikim’di galiba hatırlıyorum, arada sırada alıp okuyordum onu, Aydınlık da okudum ama bunların bütününü politik olarak ayırt edebilecek durumda değildim.

Harekete katılım süreci

V.D: Harekete birilerinin etkisi ile değil, kendi okumalarım sonucunda katıldım.  Daha sonra da işte 76’daki o gazete okumayla birlikte (askerde iken)  de İbrahim’le tanışmış oldum, o süreç öyle devam etti.”

Bunu anlatma gereği duydum, çünkü birilerinin kazandığı insanlar çabuk gidiyor, buna tanık oldum. Ama kendi emeğiyle böyle gelişen insanlar daha kalıcı oluyor. Belki hareketin dışında da kalsa da dahi ama siyasal kimliğini korumayı biliyor büyük çoğunluğu.”

D.G: MC hükümetleri dönemi: Kontrgerilla ve paramiliter grupların saldırıları

V.D: “Bizde kitlesel bir saldırı kontrgerilla benzeri kurumlar tarafından, devlet kurumları tarafından oluşmadı, oluştuysa da bilmiyorum, belki tek tek kaçırmalar olmuş olabilir ama bizden olmadı bu. Yani bizim hareketin içerisinde böyle bir kontrgerillanın kaçırdığı, sorguladığı, benzeri bir şey Adana bölgesi için diyorum yani olmadı, oluşmadı. Ama diğer hareketlerde var mıydı, yok muydu bilmiyorum ama şu bir gerçek kontrgerilla bütün toplumu manipüle etmeye çalıştı, grevlere saldırıyordu, direnişlere saldırıyordu, işçi eylemliliklerine saldırıyorlardı. Oralarda mesela bu saldırı bazen fiziki olabilse de ama genelde de ideolojik saldırılar vardı yani kitleyi bölme, biz nasıl kitleyi kazanmak için çaba sarf ediyorsak, böyle bir çalışma nasıl var idiyse, devletin de o yönde çalışması vardı. Mesela yoğun takip etmeler vardı, işte insanlara, ya bırakın gelin işte ne yapıyorsunuz, iyi çalışanlara; gelin polis olun, memur olun yani o yönde teşvik ediyorlardı. Bunlar yaşandı, bunlar benim üzerimde de özellikle oldu. Yani bir tane polis memuru vardı Konyalıydı, ısrarla polis olmamı istiyordu, iki yıl boyunca peşimde uğraştı durdu. Kabul etmedim. Ben o dönem işte devlet memurluğunu da kazanmıştım, PTT memuru olabilirdim, kabul etmedim gitmedim, memur olmadım, işçileşeceğim ve işçileri örgütleyeceğim demiştim ve onu yaptım ben, gittim işçileştim.

……

Türkiye’nin tarihine geri dönüp bakmakta yarar var aslında, yani 1946’lardan itibaren Menderes hükümetinin çıkıp CHP’yi parçalamak için hükümet çıkarılması, Türkiye’nin NATO’ya girmesi, Varşova Paktı’nın varlığı, yani dünyadaki genel konjonktür ABD çıkarlarını tehdit ediyordu ve ABD çıkarları doğrultusunda politik şekillenmelere yol açıyordu. Şimdi ABD o dönem Ecevit gibi Avrupa emperyalizminin kontrolünde olan veya onun temsilcisi olan bir unsur istemiyordu, direkt kendi pazarını kendi elinde tutmak istiyordu, benim yorumum bu. Öyleyse buradan bir de Ecevit’in devletin ömrünü uzatmak için işçilere de bazı hakların verilmesi gerektiğini savunan bazı düşünceleri vardı, özellikle bu 1965’deki çalışma bakanlığı dönemindeki işte lokavt karışımı grev hakkının tanınması, toplu sözleşmelerin imzalanması hakkının tanınması Ecevit’in işçi dostu olmasından kaynaklanan bir şey değildir. tıpkı 1973’lerdeki ‘Toprak kullananın su işleyenin’ sloganını attığı gibi, köylü taraftarı olduğundan dolayı değildi ama tehlikeyi görüyordu, devleti korumak için bunları taviz vermesi gerektiğini biliyordu Ecevit ve bunları yaptı ve bunda da başarılı oldu, bir. İkincisi; beğenelim beğenmeyelim Türkiye’de sosyalizmi temsil ederek gelişen bir İşçi Partisi vardı, her ne kadar reformist bu şu olmasına rağmen İşçi Partisi’nin önünün kesilmesi, kırılması gerekiyordu. Ve kontrgerilla, devletin üst aklı dediğimiz veya uluslararası sermaye, özellikle Nato bunun kırılması gerektiğini biliyordu ve bunu kırmak için Ecevit hükümetinin devrilmesi gerektiğini biliyordu.”

…..

D.G: Bir kez daha sormak istiyorum, 77’de hareketiniz Tunceli’den bağımsız bir aday gösterdi. Adı çok önemli değil şu anda, bir aday gösterildi. Bu aday o dönemde Tunceli’de seçime girdi mi, girmedi mi bu konuda…

V.D: “Ben girmediğini biliyorum, çünkü ben hareketin taraftarı değildim o zaman.”

Ben Ahmet Demirdöğen’i destekledim. Ahmet Demirdöğen bir bildiri dağıttığı bildiride Kürt sorununa değinmiş ve buu nedenle tutuklanmıştı, milletvekili seçilir, içeriden  çıkar diye çalışmaya katılmıştım ben o dönem.”

D.G: Tunceli’deki seçim süreci

V.D: “Kaybetti seçimi. Ben Ovacık’ta çalışma yaptım. Biz köyleri geziyorduk.  insanlar milletvekillerini kendilerine hizmet etsin diye değerlendiriyor ve öyle oy veriyor.  Ama Ahmet Demirdöğen’le ilgili iyi bir çalışma oldu, iyi bir etki yarattı, insanlar destekliyordu çünkü özellikle Ovacıklılar, kendisi Ovacıklıydı Ahmet Demirdöğen, iyi bir oy almıştı öyle zannediyorum.

Seçilebilmiş miydi?

V.D: “Yok seçilmedi.

“(Kimin seçildiğini) hatırlamıyorum, CHP’liler kazandı.  O dönem ama çevremdeki insanlar, bizim adayın  adaylığını geri çektiğini anlatıyorlardı. Hareketin taraftarı değildim, ama taraftarı olarak bildiğim kişilerde Ahmet Demirdöğen’e çalışıyordu.”

D.G: Tunceli’deki o seçmen de sizin gibi miydi acaba genel olarak yani sizin gibi düşünüyorlar mıydı, bir sosyalizmi benimseme hali ama buna rağmen CHP’ye oy verme halleri var mıydı, o 77’deki seçimi kastediyorum.

V.D: “Tabi hiç kuşkusuz şeyin etkisi vardı, bu İşçi Partisi’nin bir gücü vardı, dolayısıyla CHP bu konuda bu gücü kırdı.  Kemal Burkay 12 Mart’ta  gözaltına alınıp çok yoğun işkence gördü İşçi Partisi’nin de gücü vardı, İşçi partisi o seçimlere katıldı mı, katılmadı mı hatırlamıyorum.

D.G: Kemal Burkay da Behice Boran’ların arkadaşı mıydı, aynı grup içerisinde miydi?

“Tabi, tabi İşçi Partisi Tunceli il başkanıydı aynı zamanda. Sonradan bu Özgürlük Yolu’nu kurdu, Kawa ve benzeri Kürt hareketleri gelişince tabi o da kendi içinde nasıl şekillendi bilemiyoruz, Kürt hareketine yöneldi ve o çalışmayı yürüttü.

Peki bu dönemde çıkan bazı dergiler var işte Kızılyol İstanbul bölgesi, Devrimci Komünist İzmir bölgesi yani hareketiniz yayın organlarından bahsediyorum, Kurtuluş Grubu Kızıler Grubu olarak adlandırılan, mevzi hizbi olarak işte tarif edilen grup. Proleter Birlik var HB, Komünist var merkez yayın organı, İşçi Köylü Gazetesi var, Partizan Dergisi var. Bu gazete ve dergilerden hangileri elinize geçiyordu ve hangilerini okuyordunuz? Bir de ek olarak, Halkın Gücü gazetesini hiç duydunuz mu, bu gazeteyle ilgili bildikleriniz nelerdir?

V.D: “Şimdi 77’de ben Çukurova’ya dönüp hareketle bağım gelişince Halkın Gücü gazetesinin bir olay nedeniyle çıkarılamadığını duydum.

“Ama onun dışında partinin çıkan yayınlarını, Komünist dâhil tümünü okudum, elime geçiyordu, çünkü biz okuyorduk o dönem. Yani Partizan dergisini biz düzenli alıyorduk, okuyorduk, Komünist ve işçi-köylü’yü okuyorduk.

“Partizan dergisinde ülkenin sosyoekonomik yapısını, parti programını anlatan yazılar vardı, dünyada gelişen siyasal durumlara karşı tavır belirliyordu, legal bir dergiydi çünkü. E İşçi Köylü ise ona benzer ama illegal olarak çıkarıyorılıyordu.  İşçi Köylü’de kitlesel olarak, kitleye dağıtıyordu bunlara, geliyordu. Komünist sadece kadro yayın organıydı.  yani işte kim parti üyesi, ileri sempatizan boyutunda kimler var, ileriye taşımamız gereken ancak onlar okuyabiliyordu.. İşçi Köylü’yü de bütün parti kitlesine dağıtıyordu, okuyabilirlerdi.  Partizan dergisini herkese satıyordu, herkesin okumasının önünü açıyordu ve birlikte okuyordu bir de insanlar bunu, mesela sempatizan grupları vardı onları örgütlüyordu.  Fakat Komünist kadro yayın organı, biz Komünist’i biz okuyorduk, onların düzenli elime geçiyordu.

Grevlerin yoğun olduğu dönemde,  ben kendi inisiyatifimle dergi çıkardım, tek sayfalık bir dergi….A4 kağıdına…”

“A4 kâğıdının içerisinde, yazı iyi oldu, iki üç sayı yayınladık biz. Grevler bitince, çıkarmayı durdurduk,  iyi de etkisi oldu.”

D.G: Neydi o derginin adı?

V.D: “Mücadele Yolu.”

resmi değildi, biz işçi komitesi olarak çıkarıyorduk ve kendimiz yapıyorduk, gelişmeleri anlatıyorduk, yön veriyorduk, böyle bir gazete çıkarmıştık. Çukurova bölgesinde. O grevlerin olduğu aşamada, grev aşamasının içerisinde oldu.

“Tabi ben örgütlüyüm, işçi komitesindeyim, işçi komitesi sorumlusu bendim.”

O dergi ya da yayın organı hala duruyor mu?

“Zannetmiyorum.”

…..

D.G: Adana Çukurova bölgesindeki illegal faaliyetler ve örgütlenme pratikleri

V.D: “Şimdi Adana’da il organı içerisindeydim, üçlü bir il organımız vardı bizim, bir askeri sorumluydu, aynı zamanda askeri sorumlu kadın örgütlenmesini üzerine almıştı, bir tanesi kitle örgütlenmesi yapan bir arkadaşımız vardı, propaganda, ajitasyon, semt çalışmalarını yürütüyordu arkadaş. Ben de işçi çalışmasını yürütüyordum ama aynı zamanda biz şunu yapıyorduk, böyle şu anlayış yoktu, askeri örgütlenme hariç, çünkü o biraz daha disiplin isteyen bir olaydı, ona pek burnumuzu sokmuyorduk ama asker veriyorduk, tabi şu insan asker olmak istiyor, şu insanı kullanabilirsiniz şeklindeydi. Ama semt çalışmalarını özellikle hepimiz yürütüyorduk, asker de semt çalışması yürütüyordu, çünkü demin söylediğim gibi, bütün derdimiz kitleyi kazanmaktı. Şunun bilincine varmıştık, kitleyi kazanırsak bu işi götürürüz, bu iş olur, başka türlü olma şansı yoktur.”

……

“E silahlarımızı, cephanemizi kendimiz temin edebiliyorduk, arkadaşlar örgütlenmişti o yönlü. Çukurova’nın bir avantajı daha vardı, Kilis’e falan yakın olması, kaçakçılara, kaçakçılık bölgesine yakın olmasının böyle bir avantajı vardı”

D.G: O dönemde kaçakçılık var mıydı?

V.D: “Tabi. Mesela, konuştukça aklıma geliyor. O dönem bizim bir taksimiz vardı,  para kazanmak için, tabi damalı değildi.  Bir arkadaşımız vardı, O’na vermiştik.  E bayağı kaçakçılarla bağı vardı onun, onun epey bir katkısı oldu bize, iyi bir taraftarımızdı ama yani gerçekten çok iyi bir taraftardı. Öyle bir çalışmamız vardı, onlarla o işler yürüyordu işte. E Karataş ilçesi bir avantajdı, denize açılış vardı oradan, Yumurtalık’tan, tabi. O arkadaşlar bölgeyi çok iyi biliyorlardı. Çukurova çok önemli bir yer, yani Çukurova’yı örgütlersen, Karataş’ı, Yumurtalık’ı örgütlemeden bağlantı dışarıyla kuramazsın, çünkü Yumurtalık’tan ve Karataş’tan Filistin’e geçiş, Kıbrıs’a geçiş, tabi Akdeniz’in uç bölgeleri buralar, e Hatay önemli, Suriye’yle sınır biliyorsun. Biz Hatay’a kadar uzanabiliyorduk ama çok güçlü bir örgütlülük yoktu Hatay’da, İskenderun’da bir kısım örgütlenme vardı, ilişki boyutunda Dörtyol’da vardı ama asıl örgütlülük Mersin ve Adana’nın kendisiydi.”

D.G: Antakya’da Avanoslar’da bir kır eğilimi oldu mu?

V.D: Yok, hiç olmadı. Yani tartışmadık, hiç hatırlamıyorum Avanos Dağları’nı, ha Binboğa Dağları, Tekir falan tartışıldı ama, hep eğilim şuydu, gerilla Dersim’e gitmek istiyor, o dönem de öyleydi. ”

…..

Muazzam bir kitle gücü vardı, oluşuyordu yani artık yavaş yavaş. Hani dedim ya 12 Eylül’de silahlarını teslim ettiler, istihbarat geliyordu, bilgi geliyordu. Kadınlar örgütlenmek istiyordu, gerillaya çıkmak isteyen çok insan vardı ama gerilla faaliyeti olmadığı için olmadı.”

D.G: Yani Adana bölgesinde, Çukurova’da illegal faaliyet yürüten militan sayısına değinecek olursak ortalama ne kadar militan vardı, sayı olarak bir şey verebilir misiniz?

V.D: Tahminen 100’e yakın vardı, tabi. Ya belki daha fazlaydı, çünkü herkes çalışıyordu, o gücü bir tek benim ve o iki arkadaşın toplayıp getirmesi mümkün değildi ki! Ya biz de şaşırıyorduk, devasa bir boyut çıkıyordu, yani nereye gidersen orada hareketin taraftarı çıkıyordu!

…….

“Örgütlü mesela, havayollarında bir örgütlülüğü vardı, biz örgütlemedik kendiliğinden oluştu o. İnsanlar yan yana geliyor, örgütleniyor, e bizim gücümüzü duyuyor veya kıyısından berisinden komşusu vardır, o vardır bu vardır, ondan etkilenmiştir, faaliyetin içersine giriyordu. İlginçtir, çalışanların büyük çoğunluğu da dedim ya, Araplardı, Kürtlerdi, Dersimli çok azdı, kadro bak biz Dersimli 3 kişi, 2 kişi daha vardı ama benim mesela kendi çalışmam içerisinde Dersimli yoktu. “

1980-1981 GKK ayrılığı

V.D: “Şimdi şu, GKK ayrılığı olduğu dönemde, o dönemde demin anlattım işte AEP tartışması vardı, üç dünya teorisi tartışmaları vardı, işte Mao’nun usta olup olmadığı tartışmaları vardı. Biz zaten Mao ile ilgili tavrımızı belli etmiştik il organı olarak. GKK ayrılığı değil, partide oluşan hiçbir ayrılık beni etkilemedi, çünkü sorunları biliyordum, sorunların tartışılmadan, ayrılarak çözülemeyeceğini biliyordum. Dolayısıyla hiçbir örgütlülük ve hiçbir ayrılık beni etkilemedi. GKK ayrılığı da aynı şey oldu, GKK ayrılığı oluştu, biz Çukurova’da dedik, problem yok. Bir gün bir arkadaşın evine gittik, dedi ki GKK diye bir ayrılık var! He dedim var! E dedi bizim bu bölge nasıl? Dedim bölge sağlam, problem yok dedim.

İlk başlarda bir kısım arkadaşın sempatisini kazanmış olsalarda, GKK’lı Kahraman Yılmaz ile yapılan bir  kitlesel tartışma sonrasında, tüm etkisini kaybetti. ”

……

Bolşevik örgütlülüğün zaten II. Konferans sonrası hiç etkisi olmadı Çukurova’da.

Ben 81’in zaten Şubat’ında yakalandım, konferans nasıl sonuçlandı, ne oldu bilmiyorum. Biz çıktığımızda konferans bitmişti zaten!.”

D.G: Ayrılığın ‘halka’ etkisi

V.D: “Hiç etkisi olmadı, yani o, son o tartışma her şeyi bitirdi zaten…

GKK’nın hem kitlemiz üzerinde hem halk üzerinde etkisi sıfır denecek düzeyde kaldı… İki arkadaş onlarla kaldı, bu iki kişiden biri mücadeleyi bıraktı…”

  1. Konferans 78’de yapıldı, bu konferansa siz dâhil olmadınız galiba?

Yoktum ben.

“O dönem biz DABK’tan bağımızı koparıp BABK’a bağlıydık.  Kazım Çelik arkadaş gelip gidiyordu, bilgi veriyordu, ama biz o dönem BABK’a bağlanmıştık artık.”

D.G: 1. Konferans dediniz yani 82’de oldu galiba?

V.D: “II. Konferans 81’de oldu.

Şimdi alt konferansları biz bitirdik, alt konferanslar biz mesela kendi bölgemizi bitirdikten M.D. geldi, profesyonel çalışıyordu, gerilla faaliyetindeydi, o bir geldi gitti. 80’de askeri darbe zaten olmuştu.”

“Benim üzerimde bazı ifadeler vardı, fakat tam bilgiye varmamışlardı ama aranıyordu. Mehmet arkadaş geldi, işte bilgi alışverişinde bulunduk, gerekli şeyleri konuşmuştuk, konferans kararı ona göre tartışılıyordu, o gene dönüp gitti, Dersim’e döndü. Ben o arada işte 4 Şubat  ’81 de gözaltına alındım, Mehmet Düzen o vuruldu, Mazgirt’te bir çatışma olmuştu, zannediyorum.  Şubat veya Mart ayında da konferans bitmişti, merkez konferans, biz yoktuk, ben o zaman gözaltındaydım. .

D.G: Alt konferanslardaki tartışmalar

V.D: “Hatırladığım şu, bir 50 yıl, 60 deklarasyonlarını tartışılıyordu, Mao Zedong ile ilgili işte tartışmalar, o ÇKP ile Sovyetler arasındaki tartışmalar vardı, sosyoekonomik yapıyla ilgili tartışma vardı. Temel çelişki, baş çelişki….vb..

Sol içi çatışmalarda hareketin durumu

V.D: “Şimdi biz bölgede askerlerin dışında diğer taraftarlarla yani askeri bir faaliyet yürütüyorduk, faaliyetimiz o yönlüydü. Yani sempatizanlarımıza da, faaliyet yürüten arkadaşlarımıza da silah eğitimi veriyorduk, anlatıyorduk, işte toplantılar bunlarla ilgili oluyordu, dolayısıyla onlar da, mesela özellikle Eşref’le Veli arkadaşta silah vardı, onlar silahla gidip geliyorlardı okula. O gün, öldürüldükleri gün silah yoktu onlarda, bir arkadaş silahı onlardan alıyor geçici olarak, o gün, tesadüfen o gün onları da artık o silahın olmadığını mı hissediyorlar, ne yapıyorlar, öldürüyorlar.

D.G: Peki yani yukarıda belirttiğimiz tarihler içerisinde, farklı bir soru, işte HB Halkın Birliği değiniyorsunuz, işte HK Halkın Kurtuluşu, HY Halkın Yolu, TSİP Türkiye Sosyalist İşçi Partisi, İGD İlerici Gençler Derneği, Aydınlık, Kurtuluş, Dev-Yol ve benzeri gibi siyasal oluşumlar ve yapılarla ortak ilişkileriniz neydi? Yani… bu hareketlerin çıkardığı yayın organlarını takip ediyor muydunuz, hiç elinize geçiyor muydu? Bu siyasal hareketlerle merkezi ya da yerel düzeyde ne gibi ittifaklarınız oldu, ilişkileriniz oldu ya da ne gibi ortak kampanyalar yapıldı? Kısaca, iktidara karşı mücadele eden sol kesimlerle ilişkileriniz nasıldı?

V.D: “Şimdi Kurtuluş o bölgede pek yoktu, yani tek tük şeyi varsa bilemiyorum ama bizim özellikle Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği, Devrimci Yol, Rızgari Kürt siyasal hareketi Kawa ile  iş yerlerinde, sendikalarla faaliyette birlikte hareket ediyorduk biz.

“Mahallelerde faşistlerden gelen saldırılara karşı ortaklaşa direniş gösteriyorduk. Halkın Kurtuluşu’yla ortaklaşa mitingler düzenledik, faşizme karşı, pahalılığa karş, özellikle Mersin’de…. Adana içerisinde  şöyle bir pozisyon vardı, ilginçtir ama yani ben devletin sosyalistleri bilinçli bir şekilde silahlı çatışmalarla boğmaya çalıştığını düşünüyorum şimdi, o günkü şartları bugün düşünüyorum, niye? Çünkü kitlesel mitinglerden ziyade, kitlesel gösterilerden ziyade faşistlerin yani sivil faşistlerin, MHP’li saldırganların mahallelere, işte fabrikalara veya işte devrimcilerin yoğun olduğu yerlere ve  tek tek unsurlara yönelik saldırılarını püskürtmeye yönelik davranıyorduk,, genel olarak eğilim buydu, çatışma buna yönelikti. Bu çalışmalar  ortaklaşa yapılıyordu, problem yoktu.

D.G: Şu anda da Mücadele Birliği mi?

KUK’un açılımı nedir?

V.D: “Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları, onlar ama çok güçlü değillerdi işte güçlü olan bizlerdik, bizler de ortak yani ittifak halinde faaliyetlerimizi yürütüyorduk, yani bir sıkıntı yoktu bizim aramızda, aramızda hiçbir çatışmalı ortam oluşmadı.”

“Mesela PDA’dan sıkıntı duyuluyordu, onunla da öyle çatışmalı bir ortama girilmedi. Sadece  bu Doğu Perinçek’in Kürt hareketinin işte diğer sosyalist hareketin 15 kadrosunu deşifre etmesi olayı var Aydınlık’ta yayınladı, ona karşı ona çok sert tepki gelişti ama o da silahlı çatışmaya falan dönüşmedi, öyle bir olay gelişmedi. Zaten benim ilk ihbarımı da onlar yapmıştı devlete, tabi Aydınlıkçılar yapmıştı.”

“Siyasal oluşumlarla ortak ittifaklar, ortak kampanyalar, sendikal faaliyetlerde ve  mitinglerde yapılıyordu.

Ha Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği’nin, Devrimci Yol gazete ve dergilerini okuyorduk, izliyorduk….”

D.G: 1 Mayıs Mahallesi’nin adının Mustafa Kemal olarak değiştirilmesi: Bu değişiklik bir tesadüf mü, yoksa mahallenin kuruluşuna katkısı olan hareketinizin Mustafa Kemal hakkında değerlendirmesinin bir sonucu ya da etkisi mi, bunu nasıl değerlendirirsiniz?

V.D: “Şimdi ben bu hareketin Kemalizm’e hiçbir dönem sıcak baktığına inanmıyorum,  hareketin Kemalizm ile ilgili tavrı nettir. Dolayısıyla devletin, 1 Mayıs mahallesinin adını değiştirmesi devletin bilinçli politikasıdır ve adını Mustafa Kemal olarak vermesinin de nedeni o, Mustafa Kemal’in ismini yaşatma, devrimcilere ait olan her şeyi yok etme anlayışının ürünüydü. Ben 1 Mayıs mahallesine o ismin verilmesini öyle değerlendiriyorum, devletin genel politikası.”

D.G: 12 Eylül dönemi: Darbeye hazırlık, darbenin yansımaları

V.D: “Hareketin darbeye karşı hiçbir hazırlığı yoktu, süreç içerisinde bunu iyice görmeye başladık, çünkü tartışılıyor, çünkü konferansla da ilgileniyordu, MK’nın kendi içerisindeki ideolojik kırılmalar vardı, onlar birbirleriyle çatışıyordu, dolayısıyla onların dönüp şeye karşı… bir biz değiliz, Türkiye sosyalist hareketinin tümü için geçerliydi bu, hiç kimse darbe, ayak sesleri var geliyor diyorlardı ama ona göre bir tedbir alma, ona göre halkı örgütlemek böyle bir çalışma hiç kimsede yoktu. Biz o hengâmede kendi normal çalışmamızı sürdürmeye devam ediyorduk, sıkıyönetim zaten vardı, o dönem Adana’da sıkıyönetim vardı işte. Askerler sürekli gece gündüz sokaklarda geziyorlardı ama ona rağmen biz gene yazılamalarımız, bildirilerimizi falan dağıtıyor, yayınlarımızı dağıtıyorduk. Askeri darbe olduğu gün hiç unutmam, sabahleyin kalktım işe gideceğim, asker dedi ki, evine dön! Niye dedim, hayrola! E dedi darbe oldu dedi! E dedim, darbe olsun dedim. E sokağa çıkma yasağı var dedi, işe gidemezsiniz! Bütün işçileri çevirdi, ben de eve döndüm, böyle bir ortamda karşıladık. Hiç kimseyle yan yana gelemedik dolayısıyla, ne yapabiliriz, buna karşı bir örgütlenme yapabilir miyiz gibi bir çalışma da hiç kuşkusuz olmadı. Ondan sonra yan yana geldik ve ondan sonra devlet vurdu, toplamaya başladı, bütün bölgelerden insanları toplamaya başladı. İşte bizim sorumlumuz Ankara’da konferans dönüşü, yani bölge konferansı ya da konferans dönüşü evine gelirken evine polis karakol kuruyor, oradan yakalandı Ankara’da. Bizde yakalanma olmadı ama…”

D.G: Yakalanan kimdi?

V.D: “Ö.D. Ankara’da yakalanmıştı.  MK üyesi A.Y.Ç.  o da yakalanmıştı. Onlar yakalanınca bizim bir başımıza kalkıp şeyi örgütleme şansımız yoktu, ancak demin söylediğim gibi biz halka gittik, halk silahlarını bize teslim etmeye başladı. Çünkü bizim kafamızdaki şuydu; biz bunu böyle püskürtemeyiz ama en nihayetinde bir gerilla faaliyetini başlatmak için de olsa, çünkü I. Konferans onun işaretlerini vermişti, alt konferansta da o şekillenmişti, işte buradan gerilla mücadelesine katılacak kişileri, silahları, malzemeleri göndermeyi düşünüyorduk. Bayağı da çok ilginç silahlar da geldi.”

Geleneğin Belleği Ana Sayfa